İmamet Makamı

mihrimah

Well-known member
20020023018625313281252311361831791830157250.jpg



"İlâhî imamet" makamı, Kur"ân-ı Kerim açısından iki makamdan (nübüvvet ve risalet) apayrı ve toplumu idare etme, yönetme ve doğru yola iletme doğrultusunda daha geniş yetkilerle donatılmış olmayı gerektiren bir makamdır.
Şimdi Kur"ân"ın nuranî ayetleri ışığında bu konudaki açık delilleri gözden geçirelim:
1- Kur"ân-ı Kerim, Halil İbrahim Peygamber"e imamet makamının verilmesiyle ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Rabbi, İbrahim"i birtakım kelimelerle sınayıp, o da onları tam olarak yerine getirince, "Ben, seni insanlara imam kılıyorum." demişti. O, "Soyumdan da." deyince."[1]


Kur"ân"ın bu ayeti ışığında iki gerçek açıkça ortaya çıkmaktadır:
a) Mezkur ayet, açık bir şekilde imamet kavramının nübüvvet ve risalet kavramlarından ayrı olduğuna tanıklık etmektedir. Zira İbrahim (a.s) ayette sözü edilen ilâhî imtihanlara -ki bu imtihanlardan biri de, oğlu İsmail"i kurban etmeye karar vermesi idi- tâbi tutulmadan yıllar önce nübüvvet makamına nail olmuştu. Bu konu aşağıdaki delille sabittir:
Hepimizin bildiği gibi yüce Allah, İbrahim"e yaşlılık döneminde İsmail ve İshak adında iki çocuk ihsan etti. Zira Kur"ân-ı Kerim, İbrahim"den naklen şöyle buyurmaktadır:
"Kocamışken bana İsmail ve İshak"ı veren Allah"a hamd olsun."[2]

Buradan şunu anlıyoruz: Allah"ın İbrahim"e imamet makamını vermesine yol açan o zor imtihanlardan biri, yani İsmail"i kurban etme kararı, Hz. İbrahim"in ömrünün son zamanlarında vuku bulmuştur ve İbrahim, ömrünün son yıllarında insanlara imamlık etme makamına nail olmuştur. Oysa İbrahim, bundan yıllar önce nübüvvet makamına sahipti. Zira zürriyet sahibi olmadan önce de nübüvvetin nişanesi olan ilâhî vahiy kendisine iniyordu.[3]
b) "Rabbi, İbrahim"i birtakım kelimelerle sınayıp." [4] ayetinden, "ilâhî imamet", toplumun önderliği ve ümmetin liderliği makamının nübüvvet ve risalet makamından daha üstün olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Zira Kur"ân"ın da tanıklık ettiği üzere İbrahim"in, nübüvvet ve risalet makamına nail olmakla birlikte, imamet makamına nail olmak için çok zor ve dayanılmaz imti-hanlardan başarıyla çıkması gerekiyordu. Bu konunun hikmeti de çok açıktır. Zira ilâhî imamet makamı, vahyi algılama ve risaleti tebliğ görevinin yanı sıra toplumu yönetme, topluma önderlik yapma, insanları kemal ve saadete ulaştırma gibi çok önemli görevleri de içermektedir. Şüphesiz, böyle bir makam, çok hassas ve büyük bir makamdır. Bu makamı elde etmek, ancak birçok da-yanılmaz imtihandan başarıyla çıkmakla mümkündür.
2- Yukarıdaki ayette, yüce Allah"ın, İbrahim"i büyük imtihanlardan geçirdikten sonra ona imamet ve toplumu idare etme makamını verdiği ve Hz. İbrahim"in bu makamı zürriyetine ve çocuklarına da vermesini Allah"tan dilediği ifade edilmektedir.
Bu ayeti Kur"ân"ın diğer ayetlerinin yanında mütalâa ettiğimizde, yüce Allah"ın İbrahim"in duasını kabul ettiği ve böylece nübüvvet makamının yanı sıra topluma önderli etme ve ümmeti yönetme makamını da onun salih ve ehliyetli çocuklarına bağışladığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim Kur"ân-ı Kerim, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Biz, İbrahim"in zürriyetine kitap ve hikmet verdik, ayrıca onlara büyük bir hükümranlık bahşettik."[5]


Önceki ve bu ayetten şunu anlıyoruz: İmamet ve toplumun önderliği makamı, nübüvvet makamından ayrı bir makamdır ve Allah-u Teala bu makamı, peygamberi İbrahim"e birçok zor ilâhî imtihandan geçtikten sonra vermiştir. O da, Allah"tan bu makamı soyuna da vermesini istemiş, Allah da bu yüce makamı, sadece İbrahim"in soyundan adil olan kimselere vereceğini bildirmiş ve onlara risalet ve nübüvvetin işareti olan kitap ve hikmetin yanı sıra büyük bir hükümranlık (imamet ve önderlik) da vermiştir ve böylece İbrahim"in duası kabul olmuştur. Nitekim İbrahim"in soyundan bazılarının, örneğin Yusuf, Davud ve Süleyman"ın nübüvvet makamının yanı sıra, hükümet, liderlik ve toplum önderliği makamına da seçildiğini görmekteyiz.
Bu açıklama ile, imamet makamının nübüvvet ve risalet makamından ayrı bir makam olduğu ve sorumlulukları ve yetkilerinin genişliği hasebiyle de oldukça değerli ve yüce bir makam olduğu ortaya çıkmaktadır.


[1]- Bakara, 124
[2]- İbrahim, 39
[3]- Bu konuda Saffat, 99-102. ayetler ile Hicr, 53-54. ayetler ve Hud, 70-71. ayetlere müracaat ediniz.
[4]- Bakara, 124
[5]- Nisa, 54
 

mihrimah

Well-known member
İmamet İlâhî Bir Makamdır

308876179471523820955575723039836.jpg

"Niçin imamın tayini Allah"a (c.c) aittir ve imam Allah (c.c) tarafından tayin edilmelidir?" sorusuna çeşitli şekillerde cevap verilebilir. Burada sadece bazılarına değinilecektir.
a) "İtaat" Sadece Allah"a (c.c) Mahsustur
Tevhidin mertebelerinden biri de Allah"a (c.c) itaatte tevhittir. Şöyle ki itaat, asaleten ve zatî olarak insanların yaratıcısı Allah"a mahsustur. Bu yüzden O"ndan başkasına itaat, onun izni ve emriyle olmalıdır. (Çünkü arızî olan her şey, zatî olarak o şeye sahip olandan kaynaklanmalıdır.)
Bunun delili şudur: İtaat; malikiyet (sahiplik) ve kullukla ilintili olarak söz konusu olabilir; bu yüzden bütün varlıkların sahibi olan birisine itaat etmek farz; ondan başkasına itaat ise onun iznine bağlıdır.
Yüce Allah birçok ayette bu noktaya işaret etmiştir. Örneğin:
"Ey insanlar, siz Allah"a muhtaçsınız, Allah ise, zengin ve hamde layık olan işte O"dur. "[1]"
Biz hiçbir peygamberi, Allah"ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik."[2]
"Kim Resül"e itaat ederse, Allah"a itaat etmiş olur…" [3]
Ayetlerden anlaşılan şu ki: İtaat bizzat Allah"a (c.c) mahsustur; başkasına itaat, O"nun emir ve izniyledir. Resul ve emir sahiplerine (ululemr) itaat de bu kaidenin dışında değildir, onlara itaat de Allah"ın (c.c) emriyle olmalıdır; ayet-i şerifede açıklandığı üzere: "Ey inananlar, Allah"a itaat edin, Resül"e ve sizden olan emir sahibine itaat edin…" [4]
b) Hakimiyet Allah"a (c.c) Mahsustur
Tevhidin diğer mertebelerinden biri, hakimiyette tevhittir. Yani egemenlik Yüce Allah"a (c.c) mahsustur; bu durumda bütün egemenlikler O"nun egemenliğine ve emirlerine dayanmalıdır. Çünkü O"nun dışında hiç bir varlık asaleten ve zatî olarak hakimiyet hakkına sahip değildir.
Bunun delili şudur: Hükümdarlık, insanların mal ve canları üzerinde tasarruf etmek demektir. Başkalarının canı ve malı üzerinde tasarrufta bulunmak, velâyet yetkisini gerektirir. Böyle bir yetkinin olmayışı, yapılan tasarrufu haram kılar. İnsanlar Allah"ın (c.c) yaratığı olup, eşittirler, hiç kimse başkalarının üzerinde velâyet yetkisine sahip değildir. Velâyet, sadece insanların gerçek Malikî olan Allah"ın (c.c) tekelindedir. Dolayısıyla hükümet etmek isteyen herkes, hükümetini Allah"ın (c.c) iznine dayandırması gerektiği, söylendi.
Ayetlerde "…hüküm ancak Allah"ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir." [5] şeklindeki ifadede yüce Allah"ın teşri ve yasama alanındaki ortaksız hakimiyyetine işaret edilir. "…Ol dediği gün her şey oluverir. O"nun sözü haktır… mülk O"nundur." [6] ayetinde ise O"nun tekvin alanındaki tek hakimiyyetine işaret edilir.
Merhum Allame Tabatabai şöyle buyuruyor:
"…Etki, yüce Allah"a ait olduğuna göre, bir tür etki demek olan hüküm de O"na aittir. Bu hususta varoluşsal gerçeklere ilişkin hüküm ile kararlaştırılmalı/itibarî yasal olgulara ilişkin hüküm arasında herhangi bir fark yoktur."[7]


Ebu"l-A"la Mevdudi şöyle diyor:
"Hakimiyet Allah"a (c.c) mahsustur ve hakiki hâkim, O"dur. Bu yüzden İslâm nizamı demokrasi içerisine dahil edilemez ve bu çeşit hükümet için kullanılacak en iyi tabir, ilâhî hükümet veya Siyog-ratidir." [8]
Elbette bu anlayışın doğruluğu hakkında düşünülmelidir. Biz yeri geldiğinde ilâhî hükümet ile siyograti arasındaki farklara değineceğiz.
22111513739183718582204202361019384236173.jpg



c) Yüce İmamet Makamını Tanımamak
Uzun bir hadiste İmam Rıza"dan (a.s) şöyle nakledilir:
"Halk imametin kadrini ve ümmet arasındaki yerini biliyor mu ki imamı seçmeleri doğru olsun?
İmamet, üstün bir yere, büyük bir öneme, yüksek bir konuma, ve erişilmez bir değere ve kavranması güç bir misyona sahiptir. Bu yüzden insanlar akıllarıyla erişemezler. Görüşleriyle onu kavrayamazlar. Kendi seçimleriyle bir imam tayin edemezler." [9]
İmamı seçebilmek için imamet makamının değerini, konumunu, onunla ilgili şartları bilmek gerekir. Bu değerli rivayet, halkın bir şahsı imam unvanıyla seçmesi bir tarafa, imamı tanımanın bile mümkün olmadığını göstermektedir. Öyleyse imamı, ancak onu doğru bir şekilde tanıyan biri tayin edebilir.
d) Hz. Peygamber"e Göre İmamet ve Hilâfet
Nebevî rivayetlerden anlaşılan şudur ki: Hz. Peygamber efendimiz imamet ve rehberlik meselesini ilâhî bir iş olarak değerlendiriyordu. Bu yüzden hiçbir rivayette Hz. Peygamber"in (s.a.a), ümmetinin imametini, halka ve onların oylarına bıraktığı görülmemiştir. Bu hususta şu rivayeti örnek verebiliriz:
İbn Hişam"ın siretinde şöyle anlatılıyor: "Benî Amir b. Sasaa, Resulullah"ın (s.a.a) huzuruna geldiler. Peygamber (s.a.a) hazretleri onları Allah"a (c.c) davet ederek, ilâhî risaletini kabulleri için onlara sundu. Bu sırada onlardan Büheyra b. Furas isminde biri, Hazret"e şöyle arz etti:
"Bana söyle! Eğer biz İslâm üzere sana biat eder ve Allah (c.c) sana, muhaliflerine karşı üstünlük verirse; acaba bizim, senden sonraki hilâfette bir payımız olacak mı?" Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hilâfet işi Allah"ın (c.c) elindedir. Onu istediği yerde kılar." Bu sırada "Büheyra", Peygamber (s.a.a) hazretlerine şöyle arz etti: "Canımızı seni korumak için verdikten ve Allah (c.c) seni düşmanlarına karşı üstün kıldıktan sonra, hilâfet bizden başkasına yetişecek öyle mi? Bizim senin İslâm"ına ihtiyacımız yoktur." [10]
Bu olayın benzeri Kindeoğulları ve Ammar b. Tufeyl kabilesiyle de yaşandı.


[1]- Fâtır, 15.
[2]- Nisâ, 64.
[3]- Nisâ, 80.
[4]- Nisâ, 59.
[5]- Yûsuf, 40.
[6]- En"âm, 73.
[7]- el-Mizan, c.7, s.116.
[8]- Nazariyyetu"l-İslâmi"s-Siyasiyye, s.5.
[9]- Usul-i Kafi, c.1, s.199.
[10]- Tarih-i Taberî, c.2, s.84; İbn Kesir"in sireti, c.2, s.158; İbn Hişam"ın sireti, c.2, s.32; Halebiyye sireti, c.2, s.3; Sire-i Zeyni Dehlan, c.1, s.302; Hayatu Muhammed, s.152. vs.
 
Üst