Issız bir adam olarak Çağan Irmak

molla_zehra

Well-known member
Hafta içi Ankara’da, ABD’ye yerleşmeye hazırlanan bir dostumla sohbet ederken, şu ana kadar Çağan Irmak’ın hiçbir filmini görmediğini öğrendim. Üstelik sinemaya da çok meraklı biridir... “Hata yapmışsın. Irmak sinemanın anadili olan popüler dili iyi bilen, içten bir dünyaya sahip bir sinemacıdır” diyerek onu Issız Adam’a götürdüm...

Film başladı, başlangıç iyi, görsel atmosfer iyi. Arkadaşım filme ısınır gibi oldu. Ben de Babam ve Oğlum gibi yağ gibi kayan, sıcak ve sahici bir film izlemeyi bekliyorum... Filmde ilk diyaloglarla ilk falsolar birlikte geldi. Kötü yazılmış ve yapay diyaloglar art arda geliyordu. Arkadaşım “Bu nedir?” gibilerden bana bakmaya başladı... Irmak’ı sevdiğimden, film birazdan açılır diyerek “Bekle” dedim kendisine. Fakat film açılacağına diyaloglar ve sahneler gittikçe yapaylaşıyordu. Trash sınırına kadar yaklaşan sözler, cümleler, konuşmalar, davranışlar kendini gerçekmiş gibi sunarak akmaya devam ediyordu...

Irmak’ın üçüncü filmi Ulak’ta bir içtenlik sorunu yoktu. Fakat sahicilik sorunu vardı. Irmak kafasında tavına gelmemiş, henüz hazmetmediği meseleleri filme yansıtmaya çalışmış ve olmamıştı. Ama Irmak’ın çabası yine kayda değer, kurduğu öykü dünyası da yine içten ve sıcaktı...

Bu filmde ise içtenlik denen şey de yok maalesef. Irmak’ın sineması için feci bir düşüş bu. Irmak aniden yapay ve sanal bir adam oldu da, bu film ortaya çıktı diye bir şey yok öte yandan... Irmak bu filmde bambaşka bir öykü anlatmak istiyor ama anlatamıyor ya da anlatmaya cesaret edemiyor. İçinden geçenleri ifade etmeyip, yan yollara sapıyor ve bu sanal yolculuk insanı sıkıyor. Heteroseksüel aşk öyküsü bu filmin dünyasının öyküsü değil... Bu film latent bir eşcinsel öyküsü. Latent olduğu oranda da sanal olmak zorunda kalıyor...

Adı konmamış, gizlenmek istenen her şey sahteleşmeye mahkûm. Babam ve Oğlum gibi her çeşitten izleyiciyle doğrudan bağ kurabilmiş, kalpten bir film yapabilmiş Irmak’ın bu hale gelmesinin temel sebebi bu... Filmin kişilerini karakter olmaktan çıkarıp tek boyutlu birer “tip” haline getiren de bu... Irmak’ın latent eşcinsel kamerası erkek bedenine odaklandığı sahnelerde Alper’i estetize ederek, objeleştirmiş. Fakat bunu da gayriihtiyarî, belli belirsiz ve kendini tutamadan yapıyor. Ada’nın o türden sahneleri ise bütünüyle anti-estetik ve anti-erotik şekilde çekilmiş. Yine burada da bir kasıt ya da feminist bir düşünce yok. Fakat kadın bedenine yönelik doğal bir umursamazlık var. Film Alper’e odaklanmak isteyen bir film. Fakat Alper bir o kadar sanal bir tip... Alper’in fahişelerle olan seks sahneleri de yapay ve çok kötü çekilmiş. Ada ile olan ve sonunda Alper’in bir anda değişim yaşadığı sevişme sahnesi ise akıllara seza...

Irmak bu filmde yalnızlık içinde yaşayan heteroseksüel modern bir erkeği, ömrü boyu Norveç’te yaşamış birinin Guatemala yerlilerini anlattığı gibi anlatmış. Heteroseksüel aşk sahneleri de meçhul Guatemala yerlilerinin meçhul kabile dansları gibi...

Bu filmin sahicilik meselesi etrafında başka bir filmden örnek vereceğim... Jules Dassin’in Topkapı isimli bir filmi vardır. 60’ların İstanbul’unda geçer. İstanbullular 60’lar ortamında fes, sarık ve baston ile dolaşır... Dassin’in oryantalist algısı somut gerçekliğe rağmen görmek istediği “Ortadoğu”yu ve o tip bir imge olarak İstanbul’u bize yansıtır. O “icat edilmiş doğu”yu görmekten de standart Batılı izleyici hoşlanır... Bu filmde taşradan İstanbul’a gelmiş iki kişi var. Bu iki kişi son derece modern-Batılı (olarak görünen) kişiler. Sonra özellikle Ada bir anda özündeki “taşralı kız” modeline dönüyor. Zaten filmde her şey Murat Belge’nin her hafta aktardığı “milli roman”larımızda olduğu gibi bir anda oluyor. Niye oluyor belli değil... Dassin’in filminin oxymoronu olarak “icat edilmiş modernlik”i içeren sanal ortamlar ve aslında öyle olmadığı halde öyle gözüken tipler ülkemizde ciddi bir sınıfı teşkil ediyor. Fakat bir sanatçı bu gelgitleri, yapaylıkları ve bu yapaylıkla örtülmüş kimliklerin ardındaki gerçekliği isabetle tespit edip, içten bir dille anlatabilirse kıymetli olabilir...

Irmak ise bu yapaylığı sorgulamadan bir film olarak yeniden üretiyor... Öyle olduğuna inanan bir izleyici tipi, kendini kandırarak bu filmden hoşlanabilir ancak. Ortadoğu’yu kafasında kabul ettiği gibi görmek isteyen ve bundan hoşlanan oryantalist Batılı izleyicinin muadili bir Türk izleyici modelinin filmi bu...

Çağan Irmak Babam ve Oğlum’daki gibi hakiki olarak hissettiği ve vakıf olduğu dünyayı anlatmaya geri dönmeli... Ne Ulak’taki gibi “entelektüelist zorlama” ile ciddi meseleleri varmış gibi davranmalı, ne bu filmdeki gibi gerçek anlatmak istediğinden kaçıp yan yollara sapmalı... Ne ise o olmalı Irmak, kendi ıssız adamlığını ve ıssız öykülerini anlatmalı... O zaman Irmak’ın özü itibariyle iyi bir sinemacı olduğunu bugün ona dudak bükenler de görecekler...

rasim ozan kütahyalı / taraf
 
Üst