Lahika Analizi 67: Kastamonu Lahikası 40. Mektup

kenz-i mahfi

Sorumlu
--Kastamonu Lahikası 61.sayfadan başlayan mektup--

(Otuz bir, otuz ikinci âyetlerin Risale-i Nur'a işaretlerini istihrac etmeye muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salâhaddin, Risale-i Nur'un ehemmiyetli şakirtlerinden olduğundan, Salâhaddin'in şu fıkrası, Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içine girmeye lâyıktır.)

1358 senesi, Danzig'den çıkan bir kıvılcım, Avrupa içerisine sür'atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359'da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. (Haşiye) Üstadımız, yalnız altı yedi ay kadar, Risale-i Nur'un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız icap ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakkın rahmetine açtığı mânen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur'un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur'a hizmet için gönderildik. Altı yedi ay sonra, Feyzi ve Salâhaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur'aların, en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya'yı işgal, Bulgaristan'ı tazyik, İtalya da Yunanistan'la harp ettiği bir sırada terhisleriyle, o keramet anlaşılmıştır.(Haşiye 1) Hem Salâhaddin, emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi, İnebolu'da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddit ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celple oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayına mürettep olduğunu ve oğlunun kasten gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri tehir edilenler içinde, hergün benimle görüşen kâtip bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salâhaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salâhaddin'in mürettep olduğu alaya, on beş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salâhaddin'in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yâverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur'a ait bir keramet olduğu bizce kat'î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya'dan Kastamonu'ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur'un Lem'a ve Şualar'ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de "Bu Risale-i Nur muazzam bir mucize-i Kur'âniyedir. Başka sahada mucize gösterebilir mi? Halbuki mucize, Enbiya Aleyhimüsselâma mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sonra mucize gösterilmeyecektir" mülâhazası esnâsında kamyon müthiş sadmelerle üç takla, yirmi beş otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüz bin şükür, hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum. Şoförün kafası, gözü parçalanmış, "ah, of" çekiyor. Etrafımı tetkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mucize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârâne gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirtlerinden Salâhaddin Çelebi​

(Haşiye) Feyzi'nin ve Salâhaddin'in asker olması dolayısıyla Üstad hafif tebessüm ederek, "Sizi onlar alamazlar. Vazifeniz var, dâvet ediliyorsunuz. Çünkü lisanla olmasa da hal ve etvarınız o vazifeyi görecektir" dedi. Hakikaten Salâhaddin asker olduğunda, mübarek Ramazan'da İzmit'in Tavşan Tepesinde, havanın müsaadesizliğine rağmen yine cemaatle teravih namazı kıldırması ve Alayın Hadımköyüne kalkması, Ramazan'ın 27, 28, 29 uncu günlerine tesadüf etmesi dolayısıyla oruç ve namazını vapurda, Kadir Gecesini de Hadımköyünde istasyon rampasında, yağmurlu soğuk bir havada müşkilâtla bulunduğu su ile abdest alıp, sandık kapağı üstünde kılması ve geceyi yük vagonları içinde acı bir vaziyette şükürlerle geçirmesi, sair neferattaki hiss-i diyaneti heyecana getiriyordu, bir ders hükmüne geçerdi. Ve Balaban Köyünde bayram namazından evvel askerî ve sivil eşhasa, köy camiinde namaz hakkında Dördüncü Sözü aynen okuması ve Risale-i Nur'la vaazda bulunması; kardeşim Feyzi dahi aynen bulunduğu kıt'ada daha tesirli bir tarzda, manevî lisan-ı hal ve kal ile ders vermesi, bilfiil Üstadının nutkunu tasdik eder. 27, 28, 29 tarihi, mübarek günlerin en meşakkatlisi idi. Türkiye'de 1359'da 27, 28, 29 kur'aları askere alınmıştı. Bu tevafuk dahi, keramete bir letafet katar.

Salâhaddin​

(Haşiye 1) Evet, Üstadım bana Mucizât-ı Ahmediyeyi, kardeşim Hüsrev tarzında yazdırıyordu. Ben-yani Feyzi-bir parça tembellik ettim. Birden, 28'lilerle askere istenildim. Yine Üstadım dedi: "Mucizat-ı Ahmediye'yi yaz; seni şimdi vermeyeceğim." Başladım. O emir bir hafta geri kaldı. Tekrar bir ârıza ile yazı noksan kaldı. Tekrar askere çağırıldım. Yine Üstadım, "Git, yaz" dedi. Ciddî çalışmaya başladım. Fevkalme'mul, ikinci defa emir geri kaldı. Bir hafta sonra, tekrar bir mazerete binaen yazıyı bıraktım. Üstadım dedi: " Senin şimdi vazifen Risale-i Nur notasında askerliktedir." Birden bir emir geldi, bir şefkat tokadı yiyip vazifeme gönderildim. Cenab-ı Hakka şükür, Risale-i Nur'a çalıştım ve çalıştırıldım. Üstadımız bize söylediği gibi, altı yedi ay sonra terhis edilip Üstadımıza kavuştum. İnşaallah bu kabahatim de affolmuştur. Hem Risale-i Nur'u, hem bizi hizmet-i Kur'aniyede sebkat eden Hüsrev ve Rüştü ve Sabri gibi kardeşlerimi şefi' tutarak bu kusurumun afvını Üstadımdan istedim. Ben itiraf ediyorum, tembelliğimin neticesi olarak bir şefkat tokadı yedim.

Feyzi​
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Burada "1358 senesi, Danzig'ten çıkan bir kıvılcım" ibaresi kullanılmıştır. Danzig sorunu aslında Almanya'nın I. Dünya Savaşı sonunda imzaladığı Versay Antlaşmasının en ağır maddesidir. 28 Haziran 1919 tarihinde imzalanan bu anlaşma ile Doğu Prusya (Almanya) ile Almanya arasında kalan bir kıyı şeridi olan ve Polonya'nın Gdansk şehrinin bulunduğu kısım Polonya'da kalmış ve dolayısıyla Almanya'nın bu iki bölgesinin kara ile bağlantısı kesilmiştir. Almanlar Polonya'nın sahildeki Gdansk şehrine Danzig demişlerdir ve halen de öyle demektedirler. İki Almanya arasındaki kara bağlantısının kesilmesi Almanların bir hayli canını sıkmış ve bu toprak parçasının kendilerine verilmesini Polonya'dan talep etmişlerdir. Fakat Polonya hükümeti bu toprak parçasını kendisine vermemekte ısrar etmişlerdir. Adolf Hitler, Polonya'nın bu red cevabından hiç hoşlanmamıştır. Versay Anlaşması gereği Almanya'nın Avrupa'da herhangi bir toprak parçasına saldırması savaş sebebi sayılacaktı. Adolf Hitler, Gdansk (Danzig) için hiç bir Avrupa ülkesinin savaş ilan edeceğine ihtimal vermiyordu. Bunun üzerine büyük bir kararlılık ile 1 Eylül 1939 sabahı Polonya'nın Gdansk limanını bombalamaya başladı. II. Dünya Savaşının başlamasına sebep olan kıvılcım işte ve dolayısıyla savaşın ilk bombası Gdansk limanına atılmıştır. Bu tarihten iki gün sonra Fransa ve İngiltere hükümetleri Almanya'ya savaş ilan etmişler ve yaklaşık olarak 6 yıl süren II. Dünya Savaşı fiilen başlamıştır.

Bu mektupta bahsedildiği gibi pek çok milletler seferberlik ilan ettiği gibi bir zaman sonra her ne kadar savaşa dahil olmasa da Türkiye'de de seferberlik ilan edilmiştir.
 
Üst