Öğren, Uygula, Tebliğ Et ve Takvâ Sahibi Ol

mihrimah

Well-known member
Başlığa yerleştirdiğimiz sözcükler, yazımızın ana fikrini ve temelini oluşturacaktır. Yazıyı tamamlayıp ana fikri tespit ettikten sonra oluşturulması adet haline gelen başlık koyma yerine, bu sefer başlıktan hareketle fikrimizi anlatmaya çalışacağız.

1- Okumak-Öğrenmek

Kur’ân-ı Kerim, okumaya, öğrenmeye, ilme ve ilim sahiplerine büyük önem vermiştir. Hz. Peygamber’e inen ilk âyetlerde okumadan, bunların araç ve gereci olan kalemden söz edilmesi, Kur’ân’ın ilme atfettiği değeri göstermektedir. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”1 Görüldüğü gibi âyette “oku” emriyle Hz. Peygamberden okuması istenmiş, ancak meful (tümleç) yani, okunacak şeyin ne olduğu belirtilmemiştir. Bu durum, okunacak ve öğrenilecek şeylerin sadece dinî konuları içermediğine, Allah Teâlâ’nın adına, insanlık için faydalı ne varsa, hepsinin okunmasının gerekli olduğuna işaret eder. Hz. Peygambere “Oku! İnsanlık için faydalı ne varsa öğrenmeye çalış, Allah rızası için ilim talep et” şeklinde umumi bir ifade ile hitap edilmesi, Kur’ân’ın, insanlığın yararına olan bütün ilimleri tavsiye ve teşvik ettiğini göstermektedir.

“Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun!”2 âyetinde açıkça görüldüğü gibi ilmin tespiti, yazıya geçirilmesi ve nesillere aktarılması için çok gerekli olan kalemden bahsedilmesi ve bundan dolayı bu sûreye Kalem Sûresi denilmesi de Kur’ân’ın ilme olan temel bakışını ortaya koymaktadır.

Kur’ân, ilim adamına da büyük önem vermiştir. Hz. Allah, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Bakara, 2/30) buyurarak yeryüzünde iradesini temsil etmek üzere bir insan yaratacağını bildirmiştir. Yaratılan ilk insan ve ilk halife olma şerefine erişen Hz. Adem’e Allah, bütün eşyanın isimlerini öğretmiş, aynı isimleri meleklere arz etmiş, ancak melekler Hz. Ademe öğretilen isimlerin neler olduğunu cevaplayamamışlardır. Allah Teâlâ, meleklere kendi adına Adem’e secde etmesini emretmiştir. Meleklerin, Hz. Adem’e secde etmesi, Allah’ın ona öğrettiği ilim sebebiyledir ve onun meleklerden üstünlüğü de buradan kaynaklanmaktadır.

Yine Kur’ân “De ki! Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”3 beyanı ile, ilim ehli ile, ilim ehli olmayanların eşit olmayacağını, bilen, öğrenen ve öğretenlerle, bilmeyenlerin ve öğrenmeyenlerin aynı tutulmayacağına işaret etmektedir. Kur’ân, “...Kulları içerisinde ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.”4 âyeti ile de hakiki ilim sahiplerinin Allah’tan korkacağını, Allah’a saygı duyacağını ve Allah’ı gerçek manada tanıyacağını vurgulamaktadır.

2- Uygulama

Allah Teâlâ, ilim sahiplerini yüceltmiş ve övmüştür. Ancak onların öğrendikleri ile amel etmesini emir buyurmuştur. İlk gelen âyetlerde Hz. Peygambere okuması emredildikten sonra “Ey örtünüp bürünen (Resûlüm!) Geceleri kalk namaz kıl. Ancak biraz müstesna. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’ân’ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz”5 buyurularak amele davet edilmiştir.

Görüldüğü gibi âyetleri bir tertip içerisinde düşündüğümüzde “önce okuyup öğren, sonra okuyup öğrendiklerini tatbik et” şeklinde bir anlamla karşılaşırız. Hz. Peygambere geceleri kalkıp namaz kılması emredildikten sonra, ağır bir sözün (Kur’ân âyetlerinin) kendisine vahyedileceğinin bildirilmesi de bu yorumu teyit etmektedir.

Kur’ân-ı Kerim, söylediğini yapmayanların, sözden uygulamaya geçmeyenlerin, sadece teori ile yetinenlerin Allah tarafından sevilmediğini bildirmektedir. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”6

Âyete göre kişi, yapabileceği şeyi söylemeli, söylediğini de yapmalıdır. Özü ile sözü, sözü ile işi uyumlu olan insanlar, sevilir, takdir görür, itibar edilir, güven duyulur ve konuştukları dikkate alınır. Başarının ve başkalarını etkilemenin yolu teori ve pratikteki uyumdur. Tebliğde de başarılı olmanın temel sırrı burada yatmaktadır.

Kur’ân, Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla sorumlu tutuldukları halde, bunu yerine getirmeyenleri ayıplamakta ve onları ciltler dolusu kitaplar taşıyan eşeklere benzetmektedir. “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkeplerin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür!...”7

Bilginiz, alimiz, kariyer sahibiyiz ve birçok eser telif etmişiz diye övünüp duran amelsiz kişilerin de bu âyetle kınandığını görmekteyiz. İlim insana, Allah’ı tanıtır, kulluğu talim eder, kendisine yönelmesini sağlar. Sahibine Allah’ı ve kendisini tanıtmayan ilimden ne hayır gelir. Yunus Emre (638-1241/720-1321) bu konuda ne güzel söylemiştir:

İlim ilim bilmekdür ilim kendün bilmekdür

Sen kendini bilmezsin ya bu nice okumakdur

Okımakdan ma’na ne kişi Hakk’ı bilmekdür

Çün okıdun bilmezsin ha kurı bir emekdür

Okıdum bildüm deme çok taat kıldum dime

Eri Hak bilmez isen abes yire yilmekdür.8

Hz. Peygamber, ilmi ile âmil olmayanların kıyâmet gününde uğrayacağı azabı şöyle açıklar: “Kıyamet gününde bir adam getirilerek cehenneme atılacak ve karnındaki bağırsakları dışarı çıkacak. Onları, eşeğin değirmen taşını döndürdüğü gibi döndürecek. Tam bu esnada cehennemlikler yanına toplanacak ve “ey Filan, sana ne oldu? Sen iyiliği emir, kötülüğü men etmez miydin?” diyecekler. O da “evet! İyiliği emrederdim, Ama yapmazdım. Kötülükten men ederdim ama onu kendim yapardım..”9

Tebliğ, uyarma, irşat ve toplumu bilinçlendirme görevini üstlenenler, öncelikle anlattıkları prensipleri kendi zatlarında, aile içerisinde ve yakın çevresinde uygulamalıdır.

3- Tebliğ

Üçüncü merhale tebliğdir. Okuyup öğrendikten ve uygulama safhasından sonra tebliğ devresi başlamaktadır. Hz. Peygamber’e, okuyup öğrendikten sonra uygulama alanına geçmesi emredilmiş, daha sonra ise tebliğ görevine başlaması istenmiştir.

Hz. Peygamber, kendisine vahyedilen ilk âyetlerin tesiri ile kalbi heyecan ve korku içerisinde kalmış ve evine dönüp sükunet bulmaya çalışmıştır. İstirahata çekildiği bir sırada “Ey bürünüp sarınan (Resûlüm)! Kalk ve (insanları) uyar.”10 emrine muhatap olmuştur. Bu umumi hitaptan sonra Hz. Peygamber’e şu talimat verilmiştir:“(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan mü’minlere (merhamet) kanadını indir. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak uzağım”11

Artık bundan sonra Hz. Peygamber, bütün samimiyet ve gayreti ile dur durak bilmeden tam 23 yıl tebliğ görevini sürdürmüş, kendisine gelen vahyin ilkelerini önce nefsinde, aile içerisinde ve yakın çevresinde uyguladıktan sonra ümmetine tebliğ etmeye ve anlatmaya devam etmiştir. “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim...”12 âyeti ile vazifesini tamamladığı ve eksiksiz olarak görevini yerine getirdiği kendisine bildirilmiştir. O, okumuş, öğrenmiş, uygulamış, tebliğ etmiş ve nihayet vazifesini bihakkın tamamlama rütbesi ile ödüllendirilmiştir.

4- Takvâ

Takvâ, Allah’ın korumasına girmek, emrini tutup Rabbından korunmaktır.13 İbn Abbâs’ın rivayetine göre Hz. Peygambere indirilen son âyet, “Allah’a döndürüleceğiniz, sonra herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.”14 âyetidir.15 Hz. Peygamber, bu âyetin inişinden 21 gün sonra vefat etmiştir.16

Görüldüğü gibi bu âyette ittikâ (sakınmaktan) bahsedilmektedir. “...O muttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol gösterici.”(Bakara, 2/2) olan Kur’ân’ın son âyeti, Allah’a döndürülecek günden korkmayı emretmektedir. Takvâ, ittikâ ve muttakî kavramlarını yoğun bir şekilde ele alan Kur’ân’ın son âyetinin de bu kavramla bitmesi, dikkate şayandır.

Bütün fiiller, hizmetler, Allah’tan korkmaya ve O’na saygı duymaya bağlanmıştır. Yapılan her işin ve hizmetin özü ve temeli de takvâ ile anlam kazanmaktadır. Bütün yöneliş ve gidişler Allah’adır. Hep O’nun huzurunda toplanacağız. “Oku” emri ile başlayıp, “Allah’a döndürüleceğiniz günden sakının” ifadesi ile son bulan mesajına göre Kur’ân’ın hedefini şöyle açıklayabiliriz: “Ey Peygamber! Ey Peygambere ümmet olan mü’minler! Karar kılacağınız, varıp duracağınız ve sevk edileceğiniz (Kıyâmet, 75/12, 30) yer, O’nun huzurudur. Yapacağınız bütün etkinlikleri, O’na saygı duyarak, O’nun rızasını esas alarak yapınız. Önce okuyun, öğrenin, amel edin, sonra tebliğ edin, daha sora takva ile işlerinize yön verin ve tamamlamaya çalışın.”



Dipnotlar: 1) Alak, 96/1-5. 2) Kalem, 68/1-2. 3) Zümer, 39/10. 4) Fâtır, 35/28. 5) Müzzemmil, 73-1-5. 6) Saff, 61/2-3. 7) Cuma, 62/5. Yunus Emre Divanı, Hazırlayan, Faruk K. Timurtaş, Tercüman, 1001 Temel eser, İstanbul, s. 75-76. 9) Buhârî, Fiten, 17, Bedü’l-Halk, 10; Müslim, Zühd, 51; Ahmed b. Hanbel, V, 205, 207, 209. 10) Müddessir, 74/1-2. 11) Şuarâ, 26/214-216. 12) Mâide, 5/3. 13) Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, VI, 4434. 14) Bakara, 2/281. 15) Buhârî, Tefsîr, Bakara, 2/53, Hazin, Lübâbu’t-Te”vîl, Beyrut, ts. I, 439. 16) Hazin, a.g.e., I, 439.

Kaynak: Altinoluk dergisi, 09/2004
 
Üst