Bediüzzaman'ın Tefsir Anlayışı

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip Kur'an'ın bir İ'caz-ı manevisiyle herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur'an'a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i ilhadın hücumlarına karşı mağlup olmayıp galebe etmiştir.

[/FONT]
trans.gif

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Giriş[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Dünyada gerçek vahiy olan bir tek kitap vardır, o da Kur'an'ı Kerim'dir. Nazil olduğu günden beri, onda ne bir eksiklik hissedilmiş, ne de bir ilavede bulunulmuştur. Çünkü Kur'an'ı Kerim'i indiren Allah, onu koruyan da Allah'tır.1[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Bu hüküm elbetteki sahifelerde vardır; İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde"2 ayetinin ifade ettiği gibi gözlerden kaybolarak tarihe karışmış bulunan geçmiş ümmetlerin kültürleri hakkındaki tek doğru kaynağımız yine Kur'an'ı Kerim'dir. Zira Kur'an herşeyin hülasasını bize bildirmiştir. Kur'an'ın nüzulünden sonra gelen nesiller, Kur'an'ı okudukları zaman kendilerini semadan indirilmiş bir sofrada buldular ve Kur'an'ın öngördüğü uygarlığı insanlığa sundular.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Fakat Kur'an'la şereflenen müslümanlar, hicri 5. asırdan itibaren bu semavi sofradan yeterince istifade edemediler. Kur'an uygarlığını temsil edemediler. Sanki Kur'an'ın canlı olan mesajı bir anda durdurulmuş, toplumsal bir hastalık olan taklid kapıları açılmış, Risalet-i Muhammediye (s.a.v.) adeta besleyici kanalları kurumuş bir nehir, ya da parlaklığı kaybolmuş bir yıldız haline gelmişti.3[/FONT]




[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bilindiği gibi cahiliye dönemi insanları, Kur'an nazil oldukça, onu işitmemek için kulaklarını tıkarlar, onu dinleyenlere engel olmak için de, gürültü yaparlar ve Hz. Peygamberi tekzib ederlerdi. Bu durumdan rahatsız olan Allah Resulü şu şekilde şikayette bulunuyordu: "Ya Rab, kavmim bu Kur'an'ı yalnız bıraktılar, ona iltifat etmediler. İnsanların gelmesini engellediler."4 Denebilir ki, bu ayet günümüz müslümanlarına da bakıyor. Ancak bir farkla ki, günümüz müslümanları, Kur'an'ı huşû ile dinledikleri halde, akılları uyuşmuş, davranışları Kur'an'ın öngördüğü hayat ikliminden uzaklaşmıştır.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kur'an'a bağlanan, Kur'an'ı çok süslü kutularda muhafaza eden müslümanlar cahil ve vahşet sahralarında, Kur'an'ın öngördüğü medeniyet ise, kendisine sahip çıkacak birilerini bekliyor... Beş para etmez metaların satıldığı ve teşhir edildiği fuarlarda Kur'an medeniyetini tanıtıcı bir tek panonun bulunmaması müslümanların acı durumunu açıkça göstermektedir. Kur'an'ın bir müfessiri olarak 20. asırda bulunmuş olan Bediüzzaman Said NURSİ, Kur'an'dan uzaklaşan müslümanların tekrar Kur'an'a dönebilmeleri için yapılması gerekenler hususunda açıklamalarda bulunmuştur.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kur'an'ın tarifi ve tefsiri: [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman, ilk önce Kur'an'ı tarif etmekle Kur'an'ı anlatmaya başlar. Risale-i Nur'un bir çok yerinde Kur'an'ın değişik tariflerine yer vermektedir. Bu tariflerde, Kur'an'ın gerçek özelliklerine temas ettiği gibi, tefsir ilminin temel prensiplerine ve müslümanların Kur'an'a nasıl bakmaları gerektiğine de işaret etmiştir. İhlas fışkıran "İşaratü'l-İ'caz" adlı nadide tefsirinin başında zikrettiği tarifte şu önemli noktalara temas etmektedir.[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]1. Kur'an şu kâinat kitabının ezeli bir tercümesidir.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]2. Kur'an, gayb ve şehadet kitaplarının müfessiridir.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]3. Ayrıca Kur'an, yerde ve gökte gizli olan esma-i ilahiyenin manevi hazinelerinin keşşafıdır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]4. Olayların altında gizli bulunan hakikatlerin miftahıdır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]5. Ayrıca Kur'an, alem-i gaybın alem-i şehadetteki lisanıdır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]6. Ayrıca Kur'an, alem-i gayb cihetinden gelen ezelî hitapların ve Rahmanî iltifatların hazinesi durumundadır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]7. Kur'an manevi islam âleminin güneşidir, ahiret âlemlerinin de mukaddes haritasıdır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]8. İnsaniyet âleminin mürebbisidir ve insaniyet-i kübra olan islamiyetin mâ ve ziyasıdır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]9. İnsanlığın aradığı gerçek hikmet Kur'an'dadır. Kur'an, insaniyeti saadete sevkeden hakiki bir mürşittir.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]10.Kur'an insanlara bir şeriat kitabı, bir dua, bir hikmet ve ubudiyet kitabı olduğu gibi, aynı zamanda bir zikir, bir fikir ve bir emir ve davet kitabıdır.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]11.Hasılı Kur'an, insanın bütün manevi ihtiyaçlarına cevap verecek bir çok kitabı tazammum eden câmi bir kitab-ı mukaddestir.5[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman, ufku dar olan bir ferdin anlayışından çıkan bir eserin, böyle çok yönlü bir kitap olan Kur'an'a hakkıyla tefsir olamayacağını vurgulamıştır. Ona göre, Kur'an'ın müfessiri, yüksek bir deha sahibi nafiz bir ictihada malik ve velayet mertebesinde bir zat olmalıdır. Fakat bu zamanda bu özellikleri taşıyan bir şahsın bulunması zor olduğu için, bu özellikler ancak bir şahs-ı manevide bulur.6[/FONT][FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Ona göre Kur'an'ı ancak böyle bir şahs-ı manevi tefsir edebilir. Çünkü "cüzde bulunmayan küllde bulunur" Kaidesince, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar bir heyette bulunabilir.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Tefsiri olumsuz yönde etkileyen unsurlar [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Elbetteki Kur'an'ı anlamaya çalışmak her mü'minin en önemli meselesi olmalıdır. Fakat zamanla müminlerle Kur'an arasında kalın bir duvar örülmüştür. Müslümanlar Kur'an'ı okuyorlar fakat anlamıyorlar. Müslümanların bu tavırları onları ehl-i kitabın durumuna düşürmüştür. Allah şöyle buyuruyor: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Onların içinde ümmiler (okur-yazar olmayanlar) vardır ki, kitabı bilmezler, bütün bildikleri bir takım kuruntulardır. Onlar sadece zan içinde bulunurlar."7[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]O halde ehl-i kitap için Kur'an'da zikredilen bu hastalığın günümüz müslümanlarının düşüncesinde yerleştiğini söyleyebiliriz. Birkaç asırdır, müslümanlar Kur'an'ı okudukları halde düşünmezler ve anlamaya çalışmazlar. Bu tür ümmilik, ümmet arasında taklide, medeniyet kuramamaya ve Kur'an'ı yanlış anlamaya yolaçmaktadır. Bediüzzaman, ümmetin Kur'an'ı anlamasını olumsuz yönde etkileyen, başka bir ifadeyle, tefsiri olumsuz yönde etkileyen birçok sebep zikretmektedir. Bunları kısaca şu şekilde ele alabiliriz.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]1) İsrailiyat [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Tefsiri olumsuz yönde etkileyen temel unsurların başında İsrailiyat gelir. [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'a göre bir kısım İsrailiyat islam dairesine girmekle, "din" adı altında görünerek fikirleri karıştırmaya başladı. Ümmi olan araplar, islamı kabul edince, bütün kabiliyetlerini islamı öğrenmeye hasretmişlerdi. Arapların hassas olan zevklerine, tabii mizaclarına ilham veren geniş ve sakin olan çevreleriydi. Fıtratlarını terbiye eden de sadece Kur'an'ı Kerim'di.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Araplar hayatlarına bu minval üzere devam ederken diğer kavimleri islama sokarak onları adeta yutmaya başladılar. Fakat müslüman olan kavimlerin malumatları da netice itibariyle islama girmiş oldu. Aslı ve esası olmayan İsraili haberler, Vehb b. Münebbih ve Kabu'l-Ahbar gibi şahsiyetlerin müslüman olmasıyla, arapların hayalinde ma'kes bulmaya başladı.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Diğer taraftan israiliyat islamın temel prensipleriyle çelişmediği için mücerred hikayeler şeklinde rivayet edilerek tenkitsiz bir şekilde dinlenmeye başladı. Fakat ne yazık ki, zamanla bu hurafeler hak ve doğru telakki edilerek Kur'an ve sünnetin bazı işaretlerine de kaynak kabul edildiler. Zahirperest bazı alimler de, bir kısım ayet ve hadisleri İsrailiyata tatbik ederek, tefsir ilmine soktular.Halbuki, sahih hadisin dışında hiçbir kaynak Kur'an'ın gerçek tefsiri olamaz. Evet, hükümleri gibi kıssaları dahi mensuh olan ve tahrife uğrayan İncil ve Tevrat Kur'an'a tefsir olamazdı.8[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]2) Yunan felsefesi [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'a göre, tefsiri olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biri de "Yunan Felsefesi"dir. [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Abbasi Halifesi Me'mmun döneminde Yunan Felsefesiyle ilgili kitaplar iyi niyetle tercüme edilmişti. Ancak temelinde birçok masal ve hurafe bulunan bu felsefe, arapların saf fikirlerine karşınca onları tahkikten taklide sevketti. Bediüzzaman burada arapları kısmen ağır bir dille tenkid etmektedir. Ona göre araplar, ab-ı hayat olan islamı kendi tabii zekalarıyla anlamaya kabil iken, Yunan Felsefesine talebe olmaya tenezzül ettiler. Oysa Yunan Felsefesi, arapların zihinlerini doyuracak ölçüde hurafelerden arınmış değildi.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kuşkusuz Yunan hikmeti ile İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasından rahatsız olan ve bunu önlemeye gayret eden islam alimleri de vardı. Ancak bunlar teşebbüslerinde muvaffak olamadılar. Sonuçta neler oldu?[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bu iki kapının açılmasıyla zahirperest bilginler, Kur'an'ın nakliyatını İsrailiyat, akliyatını da Yunan hikmetine tatbik ettiler. Sonuçta, zahirperest bir kısım bilginler Kur'an ve Sünnet ile İsrailiyat arasında münasebet kurmaya çalıştılar. Ayrıca, Kur'an ve Sünnetin gerçek akliyatı ile, sahte olan felsefe arasında bir benzerlik kurdular ve bunları Kur'an ve Sünnete tefsir yaptılar.9[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'a göre, eğer İsrailiyatı ve Yunan Felsefesini Kur'an'a tatbik etmekten maksat Kur'an'ın tezkiyesi ise bu abestir. Zira Kur'an aklın ve naklin tezkiyesine muhtaç değildir. Aksine eğer akıl yada nakil Kur'an tarafından tezkiye edilmezse, muteber olmazlar. Çünkü Kur'an'ın manaları süreyya gibidir. Süreyyayı serada değil, semada aramak gerekir. Kur'an'ın manalarını da sadeflerinde aramak lazımdır. Yoksa karmakarışık olan kendi cebinde ararsan bulamazsın.10[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]3) Terğib ve terhib [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'a göre, Kur'an'ın müslümanlar tarafından yanlış anlaşılmasına sebep olan unsurlardan biri de aşırı terğib ve terhibtir. [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman, İslam alimlerini terğib ve terhib konusuna iten asıl sebebin "mübalağa" denilen bir hastalık olduğunu ifade eder. O'na göre mübalağa ihtilalcidir. İnsanın tabiatında varolan mübalağa meyli, hayali hakikat göstermek istidadındadır. Hatta mübalağa karakteriyle iyilik yapmak kötülük yapmaktan farksızdır. Bir ilacı haddinden fazla kullanmak hastalığa yolaçtığı gibi, mübalağalı terğib ve terhibler de dinin yanlış anlaşılmasına vesile olur. Meselâ, gıybeti adam öldürmekle eşit ve ayakta bevletmeyi zina derecesinde göstermek veya bir dirhem tasadduk etmeyi hac ibadetiyle denk tutmak gibi müvazenesiz sözler, adam öldürmeyi ve zinayı hafif göstermek,ayrıca hac ibadetinin kiymetini tenzil etmek demektir.11[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman bütün bunları gözönünde bulundurarak özetle şöyle der: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"O halde müslümanlar herşeyin kıymetine kanaat edip mübalağa yapmamak mecburiyetindedirler. Zira mübalağa kudrete iftiradır. İhsan-ı ilahiden fazla ihsan ihsan değildir. Bir meseleyi ihsan-ı ilahiyle anlatmaya kanaat etmek farzdır. Bir tek hakikat binlerce hayale tercih edilir. Hakikat zengindir; kalbi aydınlatmak için başka şeylere muhtaç değildir. Kur'an'ın tefsiri olan sahih hadisler bize kâfidir. Ayrıca mantığın mizanıyla tartılmış bulunan doğru tarihe de kanaat ederiz. Öyle ise terğib veya terhib için bazı mevzu hadislerin avam tarafından İbni Abbas gibi zatlara isnad edilmesi büyük bir cehalettir."12[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]4) Hakikat ve mecaz [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'a göre tefsiri olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biri de [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"her hakikatı mecaz her mecazı da hakikat göstermeye çalışmaktır. Çünkü mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse hakikata dönüşür ve hurafelere kapı açar. Öyle ise herşeyin zahirine göre hükmetmemek lazımdır. Araştırmacı, dalgıç gibi olmak mecburiyetindedir. Yani zamanın tesirlerinden kurtulmak, mazinin derinliklerine girmek, mantığın tarazisiyle tartmak böylece herşeyin kaynağına inmek mecburiyetindedir."[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Her kelimenin hakiki manasının üstünde bir sikkesi bulunmak lazım gelir. O sikkeyi teşhis eden şey ise, şeriatın maksatlarından hasıl olan mücerred hüsündür. Mecaz, anacak belağatın şartları dahilinde kullanılabilir. Değilse mecazı hakikat, hakikatı mecaz göstermek cehaletin güçlenmesine yardımcı olmaktır"13[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Hakikat ve mecazın kullanılması konusunda ifrat ve tefritten kaçınılması gerektiğini ifade eden Bediüzzaman, hakikatın ışık veren bir fitil, mecaz ise ışığı arttıran bir şişe mesabesinde olduğunu vurgulamaktadır. O'na göre Kur'an'ın belağatını örten unsurlardan biri de sırf zahire bakıp manayı gözardı etmektir. Bu zahirperestlere göre, aklen hakikat mümkün ise mecaza gitmemek gerekir. Bunlar mecaza gitseler bile sadece mealini alırlar Bu yüzdendir ki, ayet veya hadislerin tefsir ve tercümeleri onlardaki hüsün ve belağatı göstermez.14[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman sonuçta şu hükme varıyor:[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Herşeyi zahirine hamleden zahirilerin kokmuş mesleklerinin bir sonucu olan tefrit ne ise, her şeye mecaz nazariyle bakıp batiniliği netice veren ifrat da o derece zararlıdır. İfrat ve tefriti kırarak orta yolu gösterecek olan sadece şeriat felsefesi, belağat, mantık ve hikmettir. Hikmetin şerri varsa da, 'şerr-i kalil için hayr-ı kesiri terketmek şerr-i kesir olduğundan' Hikmetin terkedilmemesi gerekir."15[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kalblerin üzerindeki kilitler [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kuşkusuz günümüz müslümanlarının en büyük sorunu, Kur'an'ı tefekkür edememeleridir.Allah şöyle buyuruyor:[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]" Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalblerinin üzerinde kilitleri mi var ki hiçbir hakikat gönüllerine girmiyor?"16 [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Peki müslümanlar, kalbleri üzerindeki bu tefekküre engel kilitleri nasıl kıracaklar? Öyle anlaşılıyor ki, günümüz müslümanlarının tefekkür kilidini kıramamalarının en büyük belirtisi, Kur'an'ın emirlerini gözardı edip dinlememeleridir. Deyim yerindeyse, Kur'an bir vadide, müslümanlar başka bir vadide.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman bunun sebeplerini hak ve kuvvetin değişken egemenliklerine bağlamaktadır.Ona göre Hicri 5. asırdan itibaren İslam dünyasında hakk değil kuvvet hakim durumdaydı. Bu yüzden o dönemlerde, kişinin kendi mesleğine muhabbet etmesinden çok, başkasının mesleğine husumet etmesi esastı. Hatta o dönemlerden ta 12. Hicri yüzyılın sonlarına kadar mezhep ve meşrebleri yaşatan ekseriyetle ya taassup yada tekfir ve safsataydı. Bu durum o derece ileriydi ki eğer birisi taassubu terkederek ümmetin icma ve tesanüdünü kabul edecek olursa mezhebini veya mesleğini değiştirmek zorunda kalırdı. Oysa şeriatin kabul ettiği şey, taassup yerine hak, safsata yerine bürhan ve başakasını tekfir yerine istişare etmektir.17[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]O halde denebilir ki, asırlardır İslam dünyasının çekmekte olduğu sıkıntının asıl sebebi Kur'an'ı ve Sünneti anlamamak, diğer taraftan bu sahada yazılan kitapların Kur'an'ın içindeki hakikatlere perde olmalarıdır. Bediüzzaman'ın ifadesiyle sıkıntının en büyük sebebi "mehazdeki kudsiyetin" gözardı edilmesidir. O, konuyu özetle şöyle dile getirir:[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"İslamın yüzde doksanını oluşturan zaruri hükümler, Bizzat Kur'an'ın ve onun tefsiri olan sünnetin malıdır. İçtihaddan kaynaklanan hilafi meseler ise, yüzde on nisbetinde olup ikisi arasında kıymet bakımından çok fark vardır. İçtihaddan kaynaklanan hilafi meseleler altın ise, zaruri hükümler birer elmas sütundur. Acaba doksan elmas sütunu on altının himayesine vermek caiz midir? Bilinmelidir ki, halkı, Kur'an'ın emirlerini dinlemeye ve onlara uymaya sevkeden şey, kaynaktaki kudsiyettir. Bu yüzden müçtehidlerin kitapları cam gibi Kur'an'ı göstermeli, gölge olmamalıdır."[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Eğer zaruriyat-i diniye anlatılırken doğrudan doğruya Kur'an gösterilseydi zihinler tabii olarak kudsiyete intikal ederdi. Müçtehidlerin kitapları birer şeffaf cam tarzında olmak lazım gelirken zamanla ve mukallidlerin hatası yüzünden paslanıp Kur'an'a perde olmuşlardır."18[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman konuyu daha özlü bir şekilde ifade ederek şöyle der:[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Kur'an ayine ister,vekil istemez."19 [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Peki, halkın nazarını kitaplardan alıp doğrudan doğruya Kur'an'a çevirmenin yolu var mıdır?[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kur'an'ı öne çıkarmak [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman hiçbir konuda ümitsiz olmadığı gibi Kur'an'ın öne çıkarılarak, hakikatlarını örten perdelerin kaldırılabilmesi konusunda da ümitsiz değildir. Ona göre halkın nazarını doğrudan doğruya Kur'an'a çevirmenin üç yolu vardır. Birincisi; müelliflerin hakettikleri derin saygıyı tenkid ile kırmak Kur'an'ı görmemize engel olan o perdeyi kaldırmaktır. Bu zülümdür ve insafsızlıktır. İkincisi ise, selef alimlerinin kitaplarında olduğu gibi, şeriat ve fıkıh kitaplarını birer tefsir şekline çevirip içinde Kur'an'ı göstermektir. Meselâ, bir adam İbn-i Hacer'in bir kitabına baktığı zaman,Kur'an'ın ne dediğini anlamak maksadiyle bakmalı, yoksa"İbn-i Hacer ne diyor" diye bakmamalıdır. Üçüncü bir yol ise, ehl-i tarik'in yaptığı gibi, halkın nazarını o perdenin üstüne çıkarıp Kur'an'ı göstermektir.20[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman bu meseleyi yazdıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber'i (s.a.v.) görür. Rasulüllah(s.a.v.), kendisine Kur'an getirildiği sırada kıyam ederler. Bediüzzaman der ki: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"O dakikada şu kıyamın ümmeti irşad için olduğu birden hatırıma geldi Bilahere bu rüyayı sülehay-ı ümmetten bir zata hikâye ettim, şu suretle tabir etti: Bu büyük bir işaret ve beşarettir ki, Kur'an-ı Azimü'ş- Şan layık olduğu mevki-i muallayı bütün cihanda ihraz edecektir."21[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Tefsirin kısımları [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman Risale-i Nur'un bir çok yerinde tekrar ile "Risale-i Nur Kur'an'ın çok kuvvetli, hakiki bir tefsiridir" der. Risale-i Nur'un bilinen tefsirlerin tarzında bir kitap olmadığını gören bir kısım hocalar ve bazı muhalif insanlar ise " Risale-i Nur bir tefsir değildir" demişlerdir. Bediüzzaman bu itiraza açıklık getirmek için iki kısım tefsir bulunduğunu ifade eder. Özetle şöyle der:[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Birisi malûm tefsirlerdir ki, Kur'an'ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur'an'ın imani olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve izah ve isbat etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti vardır. Zahir malûm tefsirler bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevi tefsirdir."22[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Gerçekten de, Kur'an'ın kelimelerini ayrı ayrı inceleyerek lûgat ve ıstılahî manalarını araştıran ve bu şekilde Kur'an cümlelerine mana vermeye çalışan klasik tefsirler pek çoktur. Denebilir ki, çağımızda bu anlamdaki tefsirlere ümmetin ihtiyacı yoktur. Ancak çağın asıl problemi olan iman zaafına Kur'an'dan reçeteler sunan tefsirlere şiddetli ihtiyaç vardır. İşte Risale-i Nur, Kur'an'ı Kerim'in asrımızın ihtiyaçlarına cevap veren ayetlerini tefsir etmiş ve bu konuda makûl çözümler üretmiştir.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman "Kur'an'ın bir kısmı diğer bir kısmını tefsir eder"23 düşüncesinden hareketle müfessirleri bu konuda uyarmaktadır. O'na göre Kur'an'a tefsir yazmak kolay değildir. Zira Kur'an'ı tefsir etmek isteyen bir kimse öncelikle Kur'an'ın bir kısmının diğer bir kısmını tefsir ettiğini nazara almalı, Kur'an ayetlerini doğru bir şekilde muvazene ve muhakeme etmelidir. Böyle yapmadığı takdirde Bektaşi'nin durumuna düşmekten kurtulamaz, diyerek Kur'an'ın "kendi kendisini tefsir" özelliğini gözardı eden müfessirleri tatlı bir espiriyle tenkid etmiştir. Rivayete göre Bektaşi, namazı terketmesine mazeret olarak "Kur'an'da 'LA TAKRABU'S-SALAT' diyor, ilerisi için de hafız değilim" demiş ve hakikata karşı maskara olmuştur.24[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'a göre müfessirler Kur'an'ın hakkını vermelidirler ki, onların tefsirleri Kur'an'ın kıymetini azaltmasın. Diğer taraftan, Kur'an'ı bir biyoloji, ya da bir coğrafya kitabına benzeten ve Kur'an'a yakışmayan bir üslûpla Kur'an'a tefsir yazmaya çalışanları da tenkit ederek özetle şöyle der: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif] "Belağata uygun olmayan bir tarz ile Kur'an'ı tevil etmek doğru değildir. Zira Kur'an'ın manaları hak olduğu gibi, ifade tarzı dahi beliğane ve ulvîdir"25 [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Güya serbest herbir ayetin ekser ayetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur'an içinde binler Kur'an bulunur ki, her bir meşreb sahibine birisini verir."26[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Risale-i Nur Kur'an'ı öne çıkardı mı? [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman, meslek ve meşrebini azami ihlas üzerine bina etmiştir. Bu duruma göre kendi ifadesiyle, [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse baki bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek azami ihlasın iktizasıdır. Meselâ harb içinde, avcı hattında düşmanın top gülleleri arasında Kur'an'ı hakimin tek bir ayetinin, tek bir harfininin, tek bir nüktesini tercih ederek o gülleler içinde Habip kâtibine "Defteri çıkar" diyerek, at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur'an'ın bir harfinin, bir nüktesini, düşmanın güllelerine karşı terketmemiş."27[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]İşte Bediüzzaman, Kur'an'ın bir tek harfinin bir tek nüktesi için ölümü göze alan bir müfessir edasiyle Kaynağın kudsiyetini muhafaza etmek için, yazdığı altı bin sayfalık Nur külliyatının Kur'an'a ayna olmasını sağlamaya çalışmıştır. O bütün kitaplarında "mehazdeki kıdsiyetin muhafazası" prensibine bağlı kalmıştır. Kendi ifadesiyle şunları kaydeder: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Ben görüyorum ki, Kur'an'ın hakikatlerine ait bazı kemâlât, o hakikatlere dellallık eden vasıtalara veriliyor. Bu ise yanlıştır. Çünkü mehazin kudsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde tesirât gösteriyor. Onunla ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellal ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse o mehazdeki kudsiyetin tesiri kayboluyor"28[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bu düşünceden hareketle bir çok yerde kendi nefsini ziyadesiyle yererek Kur'an'a ve imana hizmet noktasında kendisinin de sadece bir nefer olduğunu göstermek ve Kur'an'ı öne çıkarmak için azami gayret sarfetmiştir. Bu arada, talebeleri tarafından kendisi hakkında beslenen bütün hüsn-ü zanları bu noktanın hatırı için te'vil etmiştir. Meselâ, kendisinden biyografisini isteyen Yeşil Salih adlı bir şahsa gönderdiği mektupta tevazuun zirvesinde olduğunu gösterir ve şöyle der:[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Tarihe geçmek ve bu asır alimlerinin içinde kendi şahsımı nesl-i atiye göstermek ve bildirmek ne isterim ve ne de liyakatim var. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükrederim ki, beni kendime beğendirmemiş, dehşetli kusurlarımı bana göstermiştir. Yalnız bir cihet var ki, Risale-i Nur bu vatana ve bu millete pek büyük menfaati, mahkemelerin ve ehl-i vukufun müttefikan kararlarıyla tahakkuk etmiş. Bu nokta-i nazardan, benim ehemmiyetsiz, bîçare, perişan ve çok kusurlu şahsiyetim değil, belki yanlız Kur'an'ın malı olan Risale-i Nur namına sizin suallerinize cevap için bazı işaretler ederim."29 30[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman, yine mehazdeki kudsiyetin muhafazası için bugüne kadar hiçbir müellifte görülmeyecek derecede büyük bir tevazu göstererek, telif ettiği Risale-i Nur eserlerinin Kur'an'ın malı olduğunu ifade ediyor. Risale-i Nur'a itiraz eden bir hocanın itirazı sebebiyle yazdığı mektupta özetle şeyle der: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Bu zamanda milyonlar fedakârları bulunan meslek, dehşetli dalâlet hücumuna karşı zâhiren mağlubiyete düştükleri halde, benim gibi yarım ümmi ve daima tarassut altında bulunan bir adam, elbette dalâlete karşı galibane mukavemet eden Risale-i Nur'a sahip olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki Risale-i Nur, doğrudan doğruya Kur'an-i hakimin bu zamanda bir mucize-i maneviyesi olarak rahmet-i ilahiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam (kendisini kasdediyor), binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur'an'iyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüştür. Risale-i Nur'un onun fikrî ve ilmî zekasının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur'un öyle parçaları vardır ki, bazı altı saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var."[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Görülüyor ki, Bediüzzaman yazdığı eserlerin Kur'an'a perde olmaması için ilginç bir üslup ve yeni bir metod takip etmiştir. O'nun bütün amacı kaynağın kudsiyetine perde olmamak, aksine ayine olmaktı. Nitekim Risale-i Nur'daki kuvvetin tesirini soranlara verdiği cevapta özetle şöyle diyor: [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Şeref, icaz-ı Kur'an'a ait olduğundan ve bana ait olmadığından bilaperva derim: yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil imandır. Marifet değil şehadettir, şuhuddur. Taklid değil tahkikdir. İltizam değil izandır. Tasavvuf değil hakikattır. Dava değil dava içinde bürhandır. Elhasıl yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa ancak temsilat-i Kur'aniyenin lemaatındandır. Benim hissem yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, deva Kur'an'ındır."31[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman Kur'an için yaşadı [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kur'an'ın bir tek harfinin bir tek nüktesi için şehid olmayı göze alan Bediüzzaman Kur'an için yaşamıştır, denebilir. O [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Kur'an'a ait herşey gözeldir, kuymetlidir. Zahiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür"32 [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]düşüncesinden hareketle Kur'an'ı öne çıkarmak, onu yüceltmek ve anlatmak için uzun bir ömür harcamıştır. O adeta Kur'an'ı terennüm etmiştir. Çünkü ona göre Kur'an kâinatın ruhu ve aklı hükmündedir. Kendi ifadesiyle şöyle der:[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Nasıl ki hayat kainattan süzülmüş bir hülasadır ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş hayatın bir hülasasıdır ve akıl dahi hayatın halis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zatıdır. Öyle de, maddi ve manevi hayat-ı Muhammediye (s.a.v.) dahi hayattan süzülmüş en safi hülasasıdır. Belki maddi ve manevi hayat-ı Muhammediye (s.a.v.) - asarının şehadetiyle- hayatı-ı kâinatın hayatıdır ve Risalet-i Muhammediye (s.a.v.) şuur-u kâinatın şuurudu ve nurudur ve vahy-i Kur'an dahi, -hayattar hakikatının şehadetiyle- hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır. Evet, evet, evet... Eğer kâinattan Risalet-i Muhammediye'nin nuru çıksa gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur'an gitse kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek; belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kiyameti koparacak."33[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kur'an-ı Kerim'i kâinatın ruhu ve aklı kabul eden bir anlayışla tefsir yazan Bediüzzaman, yazdığı eserlerde Kur'an'a ayine olmakla kalmamış, aynı zamanda Kur'an mücevheratını teşhir eden bir dellal olmuştur.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Kur'an'a kimler tefsir yazabilir? [/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Başta da söylediğimiz gibi, ufku geniş olmayan ferdlerin anlayışından çıkacak bir eser bihakkın Kur'an'a tefsir olamaz. Çünkü bir ferd Kur'an'ın hitaplarına muhatap olan insanların halet-i ruhiyelerine, maddiyatlarına ve cami oldukları ilimlere tek başına vakıf ve ihtisas sahibi olamaz. Öyle ise Kur'an'ın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nafiz bir içtihada malik, velayet sahibi bir zat olmalıdır. Bu şartlar ise bu zamanda ancak yüksek bir heyetin şahs-ı manevisinde bulunabilir. Yani Kur'an ancak bu yüksek meziyetleri haiz olan bir şahs-ı manevi tefsir edebilir. Denebilir ki, Risale-i Nur böyle bir heyetin tefsiri midir?[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman bu soruya cevap veriyor. Kendisi Kur'an'ı tefsir edecek yüksek bir heyitin zuhurunu beklerken, birden bire memleketi yıkacak bir zelzelenin arifesinde olduğunu farketmiştir. [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Bir şey tamamen elde edilmezse tamamen terkedilmez" [/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]düşüncesinden hareket eden Bediüzzaman ümmeti tefsirsiz bırakmamak için giriştiği teşebbüsleri şöyle dile getirir:[/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Böyle bir zamanda acz ve kusurumla birlikte Kur'an'ın bazı hakikatleriyle nazmındaki i'cazına dair bazı işaretleri tek başıma kaydetmeye başladım. Fakat Birinci Harb-i Umuminin patlak vermesiyle Erzurum'un ve Pasinler'in dağ ve derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça kalbime gelenleri birbirine uymayan ibarelerle o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından yazdıklarım yalnız şuhûdat-ı kalbiyemden ibaret kaldı. Bununla beraber, "İşaratü'l-İ'caz" adlı eserimi hakiki bir tefsir niyetiyle yazmadım. Ancak alem-i İslamdan ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde, uzak bir istikbalde yapılacak tefsire bir örnek ve bir me'haz olmak üzere o zamanın insanlarına bir yadigâr maksadiyle yaptım"34[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Daha sonraları savaştan kurtulan Bediüzzaman, cumhuriyetçilerin emriyle hapis ve sürgün hayatına mahkûm edilince arzu ettiği şekilde bir tefsir yazmaya veya yazdırmaya imkûn bulamadı. Fakat Barla'nın dağ ve derelerine düşen Bediüzzaman, kamuoyunun bir tefsir beklediğinin bilincinde olarak Allah'ın lütfûyla ümmet için tefsirlerin bir hülasası olan Risale-i Nur'ları telif etmiş, böylece imana ve Kur'an'a hizmet etmiştir. Ve Risale-i Nur ehl-i tahkikin takdirlerine de mazhar olmuş bir tefsirdir. İkibinin üzerindeki mahkemenin beraat kararları ve bilirkişi raporları, Risale-i Nur'ların büyük takdir topladığının en büyük ifadesidir. Hatta kendisi Afyon mahkemesi müdafaatında, Risale-i Nurların hakiki tefsir türürün en kuvvetlisi ve en kıymetdarı olduğunu, ehl-i dirayet ve dikkat yüzbin insanın buna şahid olduğunu, Mısır, Şam ve Haremeyn-i Şerifeyn'in muhakkik alimlerinin ve İstanbul ve sair yerlerin müdakkik hocalarının Nurları tasdik ettiklerini ifade etmiştir.35[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Bediüzzaman'ın ifadesiyle [/FONT]

[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]"Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip Kur'an'ın bir İ'caz-ı manevisiyle herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur'an'a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i ilhadın hücumlarına karşı mağlup olmayıp galebe etmiştir."36[/FONT]




[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Dipnotlar[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]1. Hicr, 14/9.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]2. A'la,67/18-19.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]3. Kur'an'ın anlaşılmamasının sebepleri hakkında fazla bilgi için bkz. Muhammed Gazali, Kur'an'ı anlamada Yöntem, Tercüme: Dr. Emrullah İşler, Ankara, 1993.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]4. Furkan, 25/30[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]5. Tarif için bkz. Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü'l İ'caz, s.15, Yeni Asya Neşr., İst., 1994.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]6. İşaratü'l-İ'caz, s.,13.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]7. Bakara, 2/78.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]8. Bediüzzaman, Muhakemet, s.16-17, İst., tarihsiz.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]9. Muhakemat, s. 17-18.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]10. Muhakemat, s. 18.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]11. Muhakemat, s. 27-28.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]12. Muhakemat, s. 21-22.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]13. Muhakemat, s. 22-23.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]14. Muhakemat, s.68.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]15. Muhakemat, s. 22-23[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]16. Muhammed, 47/24.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]17. Muhakemat, s. 30-33[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]18. Bediüzzaman, Sünûhat (Osmanlıca, Asar-ı Bediiye'nin içinde), s. 135, İst., tarihsiz[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]19. Bediüzzaman, Lema'at (Sözler'in sonunda), s. 656.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]20. Sünûhat (Osmanlıca), s. 137.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]21. Sünûhat, a.y.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]22. Bediüzzaman, Şualar, s. 359,435., İst., tarihsiz.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]23. Muhakemat, s. 13; Mesnevi-i Nuriye, s. 126.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]24. Muhakemat, s, 13.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]25. Muhakemat, s. 64.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]26. Bediüzzaman, Sözler, s.124.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]27. Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası, II, 218.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]28. Mektubat, s. 307, Yeni Asya Neşr., İst., 1994.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]29. Emirdağ Lahikası, I, 159.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]30. Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s. 149.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]31. Bediüzzaman, Barla Lahikası, s. 19. Yeni Asya Neşr., İst., 1994.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]32. Bediüzzaman, Mektubat, s. 273.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]33. Sözler, s. 100.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]34. İşaratü'l-İ'caz, s. 14. Yeni Asya Neşr., İst., 1994.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]35. Şualar, s. 359.[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]36. Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, s.8.[/FONT]


[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Mûsa Kâzım Yılmaz[/FONT]
[FONT=tahoma,arial,helvetica,sans-serif]Prof. Dr., Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dekanı[/FONT]​
 

Huseyni

Müdavim
1

Giris Dünyada gerçek vahiy olan bir tek kitap vardir, o da Kur'ân'i Kerim'dir. Nazil oldugu günden beri, onda ne bir eksiklik hissedilmis, ne de bir ilavede bulunulmustur. Çünkü Kur'ân'i Kerim'i indiren Allah, onu koruyan da Allah'tir.1
"Bu hüküm elbetteki sahifelerde vardir; Ibrahim ve Musa'nin sahifelerinde"2 âyetinin ifade ettigi gibi gözlerden kaybolarak tarihe karismis bulunan geçmis ümmetlerin kültürleri hakkindaki tek dogru kaynagimiz yine Kur'ân'i Kerim'dir. Zira Kur'ân her seyin hülasasini bize bildirmistir. Kur'ân'in nüzulünden sonra gelen nesiller, Kur'ân'i okuduklari zaman kendilerini semadan indirilmis bir sofrada buldular ve Kur'ân'in öngördügü uygarligi insanliga sundular.

Fakat Kur'ân'la sereflenen Müslümanlar, Hicri 5. asirdan itibaren bu semavi sofradan yeterince istifade edemediler. Kur'ân uygarligini temsil edemediler. Sanki Kur'ân'in canli olan mesaji bir anda durdurulmus, toplumsal bir hastalik olan taklid kapilari açilmis, Risâlet-i Muhammediye (asm) adeta besleyici kanallari kurumus bir nehir, ya da parlakligi kaybolmus bir yildiz haline gelmisti.3

Bilindigi gibi cahiliye dönemi insanlari, Kur'ân nazil oldukça, onu isitmemek için kulaklarini tikarlar, onu dinleyenlere engel olmak için de, gürültü yaparlar ve Hz. Peygamberi tekzib ederlerdi. Bu durumdan rahatsiz olan Allah Resulü su sekilde sikâyette bulunuyordu: "Ya Rab, kavmim bu Kur'ân'i yalniz biraktilar, ona iltifat etmediler. Insanlarin gelmesini engellediler."4 Denebilir ki, bu âyet günümüz Müslümanlarina da bakiyor. Ancak bir farkla ki, günümüz Müslümanlari, Kur'ân'i husû ile dinledikleri halde, akillari uyusmus, davranislari Kur'ân'in öngördügü hayat ikliminden uzaklasmistir.

Kur'ân'a baglanan, Kur'ân'i çok süslü kutularda muhafaza eden Müslümanlar cahil ve vahset sahralarinda, Kur'ân'in öngördügü medeniyet ise, kendisine sahip çikacak birilerini bekliyor... Bes para etmez metalarin satildigi ve teshir edildigi fuarlarda Kur'ân medeniyetini tanitici bir tek panonun bulunmamasi Müslümanlarin aci durumunu açikça göstermektedir. Kur'ân'in bir müfessiri olarak 20. asirda bulunmus olan Bediüzzaman Said NURSI, Kur'ân'dan uzaklasan Müslümanlarin tekrar Kur'ân'a dönebilmeleri için yapilmasi gerekenler hususunda açiklamalarda bulunmustur.


Kur'ân'in tarifi ve tefsiri:
Bediüzzaman, ilk önce Kur'ân'i tarif etmekle Kur'ân'i anlatmaya baslar. Risâle-i Nur'un bir çok yerinde Kur'ân'in degisik tariflerine yer vermektedir. Bu tariflerde, Kur'ân'in gerçek özelliklerine temas ettigi gibi, tefsir ilminin temel prensiplerine ve Müslümanlarin Kur'ân'a nasil bakmalari gerektigine de isaret etmistir. Ihlas fiskiran "Isaratü'l-I'caz" adli nadide tefsirinin basinda zikrettigi tarifte su önemli noktalara temas etmektedir.


1. Kur'ân su kâinat kitabinin ezeli bir tercümesidir.
2. Kur'ân, gayb ve sehadet kitaplarinin müfessiridir.
3. Ayrica Kur'ân, yerde ve gökte gizli olan esma-i ilahiyenin mânevî hazinelerinin kessafidir.
4. Olaylarin altinda gizli bulunan hakikatlerin miftahidir.
5. Ayrica Kur'ân, âlem-i gaybin âlem-i sehadetteki lisanidir.
6. Ayrica Kur'ân, âlem-i gayb cihetinden gelen ezelî hitaplarin ve Rahmanî iltifatlarin hazinesi durumundadir.
7. Kur'ân mânevî Islâm âleminin günesidir, ahiret âlemlerinin de mukaddes haritasidir.
8. Insaniyet âleminin mürebbisidir ve insaniyet-i kübra olan Islâmiyetin mâ ve ziyasidir.
9. Insanligin aradigi gerçek hikmet Kur'ân'dadir. Kur'ân, insaniyeti saadete sevkeden hakiki bir mürsittir.
10. Kur'ân insanlara bir seriat kitabi, bir dua, bir hikmet ve ubudiyet kitabi oldugu gibi, ayni zamanda bir zikir, bir fikir ve bir emir ve davet kitabidir.
11. Hasili Kur'ân, insanin bütün mânevî ihtiyaçlarina cevap verecek bir çok kitabi tazammum eden câmi bir kitab-i mukaddestir.5


Bediüzzaman, ufku dar olan bir ferdin anlayisindan çikan bir eserin, böyle çok yönlü bir kitap olan Kur'ân'a hakkiyla tefsir olamayacagini vurgulamistir. Ona göre, Kur'ân'in müfessiri, yüksek bir deha sahibi nafiz bir ictihada malik ve velâyet mertebesinde bir zat olmalidir. Fakat bu zamanda bu özellikleri tasiyan bir sahsin bulunmasi zor oldugu için, bu özellikler ancak bir sahs-i mânevîde bulur.6 Ona göre Kur'ân'i ancak böyle bir sahs-i mânevî tefsir edebilir. Çünkü "cüzde bulunmayan küllde bulunur" Kaidesince, her fertte bulunmayan bu gibi sartlar bir heyette bulunabilir.


Tefsiri olumsuz yönde etkileyen unsurlar
Elbetteki Kur'ân'i anlamaya çalismak her mü'minin en önemli meselesi olmalidir. Fakat zamanla müminlerle Kur'ân arasinda kalin bir duvar örülmüstür. Müslümanlar Kur'ân'i okuyorlar fakat anlamiyorlar. Müslümanlarin bu tavirlari onlari ehl-i kitabin durumuna düsürmüstür. Allah söyle buyuruyor: "Onlarin içinde ümmiler (okur-yazar olmayanlar) vardir ki, kitabi bilmezler, bütün bildikleri bir takim kuruntulardir. Onlar sadece zan içinde bulunurlar."7
O halde ehl-i kitap için Kur'ân'da zikredilen bu hastaligin günümüz Müslümanlarinin düsüncesinde yerlestigini söyleyebiliriz. Birkaç asirdir, Müslümanlar Kur'ân'i okuduklari halde düsünmezler ve anlamaya çalismazlar. Bu tür ümmilik, ümmet arasinda taklide, medeniyet kuramamaya ve Kur'ân'i yanlis anlamaya yol açmaktadir.

Bediüzzaman, ümmetin Kur'ân'i anlamasini olumsuz yönde etkileyen, baska bir ifadeyle, tefsiri olumsuz yönde etkileyen birçok sebep zikretmektedir. Bunlari kisaca su sekilde ele alabiliriz.


1) Israiliyat
Tefsiri olumsuz yönde etkileyen temel unsurlarin basinda Israiliyat gelir. Bediüzzaman'a göre bir kisim Israiliyat Islâm dairesine girmekle, "din" adi altinda görünerek fikirleri karistirmaya basladi. Ümmi olan Araplar, Islâmi kabul edince, bütün kabiliyetlerini Islâmi ögrenmeye hasretmislerdi. Araplarin hassas olan zevklerine, tabii mizaçlarina ilham veren genis ve sakin olan çevreleriydi. Fitratlarini terbiye eden de sadece Kur'ân'i Kerim'di.

Araplar hayatlarina bu minval üzere devam ederken diger kavimleri Islâma sokarak onlari adeta yutmaya basladilar. Fakat Müslüman olan kavimlerin malumatlari da netice itibariyle Islâma girmis oldu. Asli ve esasi olmayan Israili haberler, Vehb b. Münebbih ve Kabu'l-Ahbar gibi sahsiyetlerin Müslüman olmasiyla, araplarin hayalinde ma'kes bulmaya basladi.

Diger taraftan israiliyat Islâmin temel prensipleriyle çelismedigi için mücerred hikâyeler seklinde rivâyet edilerek tenkitsiz bir sekilde dinlenmeye basladi. Fakat ne yazik ki, zamanla bu hurafeler hak ve dogru telakki edilerek Kur'ân ve sünnetin bazi isaretlerine de kaynak kabul edildiler. Zahirperest bazi alimler de, bir kisim âyet ve hadisleri Israiliyata tatbik ederek, tefsir ilmine soktular.8

2) Yunan felsefesi
Bediüzzaman'a göre, tefsiri olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biri de "Yunan Felsefesi"dir. Abbasi Halifesi Me'mmun döneminde Yunan Felsefesiyle ilgili kitaplar iyi niyetle tercüme edilmisti. Ancak temelinde birçok masal ve hurafe bulunan bu felsefe, Araplarin saf fikirlerine karsinca onlari tahkikten taklide sevketti. Bediüzzaman burada Araplari kismen agir bir dille tenkid etmektedir. Ona göre Araplar, ab-i hayat olan Islâmi kendi tabii zekâlariyla anlamaya kabil iken, Yunan Felsefesine talebe olmaya tenezzül ettiler. Oysa Yunan Felsefesi, Araplarin zihinlerini doyuracak ölçüde hurafelerden arinmis degildi.

Kuskusuz Yunan hikmeti ile Israiliyatin Islâm kültürüne karismasindan rahatsiz olan ve bunu önlemeye gayret eden Islâm alimleri de vardi. Ancak bunlar tesebbüslerinde muvaffak olamadilar. Sonuçta neler oldu?

Bu iki kapinin açilmasiyla zahirperest bilginler, Kur'ân'in nakliyatini Israiliyat, akliyatini da Yunan hikmetine tatbik ettiler. Sonuçta, zahirperest bir kisim bilginler Kur'ân ve Sünnet ile Israiliyat arasinda münasebet kurmaya çalistilar. Ayrica, Kur'ân ve Sünnetin gerçek akliyati ile, sahte olan felsefe arasinda bir benzerlik kurdular ve bunlari Kur'ân ve Sünnete tefsir yaptilar.9
Bediüzzaman'a göre, eger Israiliyati ve Yunan Felsefesini Kur'ân'a tatbik etmekten maksat Kur'ân'in tezkiyesi ise bu abestir. Zira Kur'ân aklin ve naklin tezkiyesine muhtaç degildir. Aksine eger akil yada nakil Kur'ân tarafindan tezkiye edilmezse, muteber olmazlar. Çünkü Kur'ân'in mânâlari süreyya gibidir. Süreyyayi serada degil, semada aramak gerekir. Kur'ân'in mânâlarini da sadeflerinde aramak lâzimdir. Yoksa karmakarisik olan kendi cebinde ararsan bulamazsin.10


3) Tergib ve terhib
Bediüzzaman'a göre, Kur'ân'in Müslümanlar tarafindan yanlis anlasilmasina sebep olan unsurlardan biri de asiri tergib ve terhibtir. Bediüzzaman, Islâm alimlerini tergib ve terhib konusuna iten asil sebebin "mübalâga" denilen bir hastalik oldugunu ifade eder. O'na göre mübalâga ihtilalcidir. Insanin tabiatinda varolan mübalâga meyli, hayali hakikat göstermek istidadindadir. Hatta mübalâga karakteriyle iyilik yapmak kötülük yapmaktan farksizdir. Bir ilaci haddinden fazla kullanmak hastaliga yolaçtigi gibi, mübalâgali tergib ve terhibler de dinin yanlis anlasilmasina vesile olur. Meselâ, giybeti adam öldürmekle esit ve ayakta bevletmeyi zina derecesinde göstermek veya bir dirhem tasadduk etmeyi hac ibadetiyle denk tutmak gibi müvazenesiz sözler, adam öldürmeyi ve zinayi hafif göstermek,ayrica hac ibadetinin kiymetini tenzil etmek demektir.11

Bediüzzaman bütün bunlari gözönünde bulundurarak özetle söyle der: "O halde Müslümanlar herseyin kiymetine kanaat edip mübalâga yapmamak mecburiyetindedirler. Zira mübalâga kudrete iftiradir. Ihsan-i ilahiden fazla ihsan ihsan degildir. Bir meseleyi ihsan-i ilahiyle anlatmaya kanaat etmek farzdir. Bir tek hakikat binlerce hayale tercih edilir. Hakikat zengindir; kalbi aydinlatmak için baska seylere muhtaç degildir. Kur'ân'in tefsiri olan sahih hadisler bize kâfidir. Ayrica mantigin mizaniyla tartilmis bulunan dogru tarihe de kanaat ederiz. Öyle ise tergib veya terhib için bazi mevzu hadislerin avam tarafindan Ibni Abbas gibi zatlara isnad edilmesi büyük bir cehalettir."12


4) Hakikat ve mecaz
Bediüzzaman'a göre tefsiri olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biri de "her hakikati mecaz her mecazi da hakikat göstermeye çalismaktir. Çünkü mecaz ilmin elinden cehlin eline düserse hakikata dönüsür ve hurafelere kapi açar. Öyle ise herseyin zahirine göre hükmetmemek lâzimdir. Arastirmaci, dalgiç gibi olmak mecburiyetindedir. Yani zamanin tesirlerinden kurtulmak, mazinin derinliklerine girmek, mantigin tarazisiyle tartmak böylece herseyin kaynagina inmek mecburiyetindedir."

"Her kelimenin hakiki mânâsinin üstünde bir sikkesi bulunmak lâzim gelir. O sikkeyi teshis eden sey ise, seriatin maksatlarindan hasil olan mücerred hüsündür. Mecaz, anacak belâgatin sartlari dahilinde kullanilabilir. Degilse mecazi hakikat, hakikati mecaz göstermek cehaletin güçlenmesine yardimci olmaktir"13

Hakikat ve mecazin kullanilmasi konusunda ifrat ve tefritten kaçinilmasi gerektigini ifade eden Bediüzzaman, hakikatin isik veren bir fitil, mecaz ise isigi arttiran bir sise mesabesinde oldugunu vurgulamaktadir. O'na göre Kur'ân'in belagatini örten unsurlardan biri de sirf zahire bakip mânâyi gözardi etmektir. Bu zahirperestlere göre, aklen hakikat mümkün ise mecaza gitmemek gerekir. Bunlar mecaza gitseler bile sadece mealini alirlar Bu yüzdendir ki, âyet veya hadislerin tefsir ve tercümeleri onlardaki hüsün ve belagati göstermez.14

Bediüzzaman sonuçta su hükme variyor: "Herseyi zahirine hamleden zahirilerin kokmus mesleklerinin bir sonucu olan tefrit ne ise, her seye mecaz nazariyle bakip batiniligi netice veren ifrat da o derece zararlidir. Ifrat ve tefriti kirarak orta yolu gösterecek olan sadece seriat felsefesi, belagat, mantik ve hikmettir. Hikmetin serri varsa da, 'serr-i kalil için hayr-i kesiri terketmek serr-i kesir oldugundan' Hikmetin terkedilmemesi gerekir."15


Kalblerin üzerindeki kilitler
Kuskusuz günümüz Müslümanlarinin en büyük sorunu, Kur'ân'i tefekkür edememeleridir. Allah söyle buyuruyor: "Kur'ân'i düsünmüyorlar mi? Yoksa kalblerinin üzerinde kilitleri mi var ki hiçbir hakikat gönüllerine girmiyor?"16 Peki Müslümanlar, kalbleri üzerindeki bu tefekküre engel kilitleri nasil kiracaklar? Öyle anlasiliyor ki, günümüz Müslümanlarinin tefekkür kilidini kiramamalarinin en büyük belirtisi, Kur'ân'in emirlerini gözardi edip dinlememeleridir. Deyim yerindeyse, Kur'ân bir vadide, Müslümanlar baska bir vadide.

Bediüzzaman bunun sebeplerini hak ve kuvvetin degisken egemenliklerine baglamaktadir. Ona göre Hicri 5. asirdan itibaren Islâm dünyasinda hakk degil kuvvet hakim durumdaydi. Bu yüzden o dönemlerde, kisinin kendi meslegine muhabbet etmesinden çok, baskasinin meslegine husumet etmesi esasti. Hatta o dönemlerden ta 12. Hicri yüzyilin sonlarina kadar mezhep ve mesrebleri yasatan ekseriyetle ya taassup yada tekfir ve safsataydi. Bu durum o derece ileriydi ki eger birisi taassubu terkederek ümmetin icma ve tesanüdünü kabul edecek olursa mezhebini veya meslegini degistirmek zorunda kalirdi. Oysa seriatin kabul ettigi sey, taassup yerine hak, safsata yerine bürhan ve baskasini tekfir yerine istisare etmektir.17

O halde denebilir ki, asirlardir Islâm dünyasinin çekmekte oldugu sikintinin asil sebebi Kur'ân'i ve Sünneti anlamamak, diger taraftan bu sahada yazilan kitaplarin Kur'ân'in içindeki hakikatlere perde olmalaridir. Bediüzzaman'in ifadesiyle sikintinin en büyük sebebi "mehazdeki kudsiyetin" gözardi edilmesidir. O, konuyu özetle söyle dile getirir:

"Islâmin yüzde doksanini olusturan zaruri hükümler, Bizzat Kur'ân'in ve onun tefsiri olan sünnetin malidir. Içtihaddan kaynaklanan hilâfi mes’eleler ise, yüzde on nisbetinde olup ikisi arasinda kiymet bakimindan çok fark vardir. Içtihaddan kaynaklanan hilâfi meseleler altin ise, zaruri hükümler birer elmas sütundur. Acaba doksan elmas sütunu on altinin himayesine vermek caiz midir? Bilinmelidir ki, halki, Kur'ân'in emirlerini dinlemeye ve onlara uymaya sevkeden sey, kaynaktaki kudsiyettir. Bu yüzden müçtehidlerin kitaplari cam gibi Kur'ân'i göstermeli, gölge olmamalidir."

"Eger zaruriyat-i diniye anlatilirken dogrudan dogruya Kur'ân gösterilseydi zihinler tabii olarak kudsiyete intikal ederdi. Müçtehidlerin kitaplari birer seffaf cam tarzinda olmak lâzim gelirken zamanla ve mukallidlerin hatasi yüzünden paslanip Kur'ân'a perde olmuslardir."18

Bediüzzaman konuyu daha özlü bir sekilde ifade ederek söyle der: "Kur'ân ayine ister, vekil istemez."19 Peki, halkin nazarini kitaplardan alip dogrudan dogruya Kur'ân'a çevirmenin yolu var midir?

—Devam edecek—

Dipnotlar
1. Hicr, 14/9.
2. A'la,67/18-19.
3. Kur'ân'in anlasilmamasinin sebepleri hakkinda fazla bilgi için bkz. Muhammed Gazali, Kur'ân'i anlamada Yöntem, Tercüme: Dr. Emrullah Isler, Ankara, 1993.
4. Furkan, 25/30
5. Tarif için bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Isaratü'l I'caz, s.15, Yeni Asya Nesr., Ist., 1994.
6. Isaratü'l-I'caz, s.,13.
7. Bakara, 2/78.
8. Bediüzzaman, Muhakemet, s.16-17, Ist., tarihsiz.
9. Muhakemat, s. 17-18.
10. Muhakemat, s. 18.
11. Muhakemat, s. 27-28.
12. Muhakemat, s. 21-22.
13. Muhakemat, s. 22-23.
14. Muhakemat, s.68.
15. Muhakemat, s. 22-23
16. Muhammed, 47/24.
17. Muhakemat, s. 30-33
18. Bediüzzaman, Sünûhat (Osman lica, Asar-i Bediiye'nin içinde), s. 135, Ist., tarihsiz
19. Bediüzzaman, Lema'at (Sözler'in sonunda), s. 656.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
istikbalde en gür seda kuran,in sedasi olacaktir



...ümitvar olunuz!.. Gelecek yalniz ve yalniz islamiyetin olacak hükmeden kuran ve iman olacak...
 

Huseyni

Müdavim
2

Kur'ân'i öne çikarmak: Bediüzzaman hiçbir konuda ümitsiz olmadigi gibi Kur'ân'in öne çikarilarak, hakikatlarini örten perdelerin kaldirilabilmesi konusunda da ümitsiz degildir.


Ona göre halkin nazarini dogrudan dogruya Kur'ân'a çevirmenin üç yolu vardir.


Birincisi; müelliflerin hak ettikleri derin saygiyi tenkid ile kirmak Kur'ân'i görmemize engel olan o perdeyi kaldirmaktir. Bu zülûmdür ve insafsizliktir.


Ikincisi ise, selef âlimlerinin kitaplarinda oldugu gibi, seriat ve fikih kitaplarini birer tefsir sekline çevirip içinde Kur'ân'i göstermektir. Meselâ, bir adam Ibn-i Hacer'in bir kitabina baktigi zaman, Kur'ân'in ne dedigini anlamak maksadiyle bakmali, yoksa "Ibn-i Hacer ne diyor" diye bakmamalidir.


Üçüncü bir yol ise, ehl-i tarik'in yaptigi gibi, halkin nazarini o perdenin üstüne çikarip Kur'ân'i göstermektir.20


Bediüzzaman bu meseleyi yazdiktan sonra bir gece rüyasinda Hz. Peygamber'i (asm) görür. Rasulüllah (asm), kendisine Kur'ân getirildigi sirada kiyam ederler. Bediüzzaman der ki: "O dakikada su kiyamin ümmeti irsad için oldugu birden hatirima geldi. Bilâhere bu rüyayi sülehay-i ümmetten bir zata hikâye ettim, su suretle tabir etti: Bu büyük bir isaret ve besarettir ki, Kur'ân-i Azimü's-san lâyik oldugu mevki-i muallayi bütün cihanda ihraz edecektir."21



Tefsirin kisimlari
Bediüzzaman Risâle-i Nur'un bir çok yerinde tekrar ile "Risâle-i Nur Kur'ân'in çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir" der. Risâle-i Nur'un bilinen tefsirlerin tarzinda bir kitap olmadigini gören bir kisim hocalar ve bazi muhalif insanlar ise "Risâle-i Nur bir tefsir degildir" demislerdir. Bediüzzaman bu itiraza açiklik getirmek için iki kisim tefsir bulundugunu ifade eder. Özetle söyle der:


"Birisi malûm tefsirlerdir ki, Kur'ân'in ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarini beyan ve izah ve isbat ederler. Ikinci kisim tefsir ise, Kur'ân'in imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve izah ve isbat etmektir. Bu kismin pek çok ehemmiyeti vardir. Zahir malûm tefsirler bu kismi bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risâle-i Nur, dogrudan dogruya bu ikinci kismi esas tutmus, emsalsiz bir tarzda muannid feylesoflari susturan bir mânevî tefsirdir."22


Gerçekten de, Kur'ân'in kelimelerini ayri ayri inceleyerek lûgat ve istilahî mânâlarini arastiran ve bu sekilde Kur'ân cümlelerine mânâ vermeye çalisan klasik tefsirler pek çoktur. Denebilir ki, çagimizda bu anlamdaki tefsirlere ümmetin ihtiyaci yoktur. Ancak çagin asil problemi olan iman zaafina Kur'ân'dan reçeteler sunan tefsirlere siddetli ihtiyaç vardir. Iste Risâle-i Nur, Kur'ân'i Kerim'in asrimizin ihtiyaçlarina cevap veren ayetlerini tefsir etmis ve bu konuda makûl çözümler üretmistir.


Bediüzzaman "Kur'ân'in bir kismi diger bir kismini tefsir eder"23 düsüncesinden hareketle müfessirleri bu konuda uyarmaktadir. O'na göre Kur'ân'a tefsir yazmak kolay degildir. Zira Kur'ân'i tefsir etmek isteyen bir kimse öncelikle Kur'ân'in bir kisminin diger bir kismini tefsir ettigini nazara almali, Kur'ân âyetlerini dogru bir sekilde muvazene ve muhakeme etmelidir. Böyle yapmadigi takdirde Bektasi'nin durumuna düsmekten kurtulamaz, diyerek Kur'ân'in "kendi kendisini tefsir" özelligini gözardi eden müfessirleri tatli bir espiriyle tenkid etmistir. Rivayete göre Bektasi, namazi terk etmesine mazeret olarak "Kur'ân'da 'LA TAKRABU'S-SALAT' diyor, ilerisi için de hafiz degilim" demis ve hakikata karsi maskara olmustur.24


Bediüzzaman'a göre müfessirler Kur'ân'in hakkini vermelidirler ki, onlarin tefsirleri Kur'ân'in kiymetini azaltmasin. Diger taraftan, Kur'ân'i bir biyoloji, ya da bir cografya kitabina benzeten ve Kur'ân'a yakismayan bir üslûpla Kur'ân'a tefsir yazmaya çalisanlari da tenkit ederek özetle söyle der:


"Belâgata uygun olmayan bir tarz ile Kur'ân'i tevil etmek dogru degildir. Zira Kur'ân'in mânâlari hak oldugu gibi, ifade tarzi dahi beligane ve ulvîdir"25

"Güya serbest herbir âyetin ekser ayetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. Kur'ân içinde binler Kur'ân bulunur ki, her bir mesreb sahibine birisini verir."26



Risâle-i Nur Kur'ân'i öne çikardi mi?
Bediüzzaman, meslek ve mesrebini azamî ihlâs üzerine bina etmistir. Bu duruma göre kendi ifadesiyle,

"degil benlik, enaniyet, dünya saltanati da verilse baki bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek azamî ihlâsin iktizasidir. Meselâ harb içinde, avci hattinda düsmanin top gülleleri arasinda Kur'ân'i hakimin tek bir âyetinin, tek bir harfininin, tek bir nüktesini tercih ederek o gülleler içinde Habip kâtibine "Defteri çikar" diyerek, at üstünde o nükteyi yazdirmis. Demek Kur'ân'in bir harfinin, bir nüktesini, düsmanin güllelerine karsi terk etmemis."
27


Iste Bediüzzaman, Kur'ân'in bir tek harfinin bir tek nüktesi için ölümü göze alan bir müfessir edasiyle Kaynagin kudsiyetini muhafaza etmek için, yazdigi alti bin sayfalik Nur külliyatinin Kur'ân'a ayna olmasini saglamaya çalismistir. O bütün kitaplarinda "mehazdeki kidsiyetin muhafazasi" prensibine bagli kalmistir. Kendi ifadesiyle sunlari kaydeder:

"Ben görüyorum ki, Kur'ân'in hakikatlerine ait bazi kemâlât, o hakikatlere dellâllik eden vasitalara veriliyor. Bu ise yanlistir. Çünkü mehazin kudsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde tesirât gösteriyor. Onunla ahkâmi umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse o mehazdeki kudsiyetin tesiri kayboluyor"28


Bu düsünceden hareketle bir çok yerde kendi nefsini ziyadesiyle yererek Kur'ân'a ve imana hizmet noktasinda kendisinin de sadece bir nefer oldugunu göstermek ve Kur'ân'i öne çikarmak için azamî gayret sarfetmistir. Bu arada, talebeleri tarafindan kendisi hakkinda beslenen bütün hüsn-ü zanlari bu noktanin hatiri için te'vil etmistir. Meselâ, kendisinden biyografisini isteyen Yesil Salih adli bir sahsa gönderdigi mektupta tevazuun zirvesinde oldugunu gösterir ve söyle der:


"Tarihe geçmek ve bu asir alimlerinin içinde kendi sahsimi nesl-i atiye göstermek ve bildirmek ne isterim ve ne de liyakatim var. Cenab-i Hakk'a hadsiz sükrederim ki, beni kendime begendirmemis, dehsetli kusurlarimi bana göstermistir. Yalniz bir cihet var ki, Risâle-i Nur bu vatana ve bu millete pek büyük menfaati, mahkemelerin ve ehl-i vukufun müttefikan kararlariyla tahakkuk etmis. Bu nokta-i nazardan, benim ehemmiyetsiz, bîçare, perisan ve çok kusurlu sahsiyetim degil, belki yanliz Kur'ân'in mali olan Risâle-i Nur namina sizin suallerinize cevap için bazi isaretler ederim."29


Bediüzzaman, yine mehazdeki kudsiyetin muhafazasi için bugüne kadar hiçbir müellifte görülmeyecek derecede büyük bir tevazu göstererek, telif ettigi Risâle-i Nur eserlerinin Kur'ân'in mali oldugunu ifade ediyor. Risâle-i Nur'a itiraz eden bir hocanin itirazi sebebiyle yazdigi mektupta özetle seyle der:


"Bu zamanda milyonlar fedakârlari bulunan meslek, dehsetli dalâlet hücumuna karsi zâhiren maglubiyete düstükleri halde, benim gibi yarim ümmi ve daima tarassut altinda bulunan bir adam, elbette dalâlete karsi galibane mukavemet eden Risâle-i Nur'a sahip olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki Risâle-i Nur, dogrudan dogruya Kur'ân-i hakimin bu zamanda bir mucize-i maneviyesi olarak rahmet-i Ilâhiye tarafindan ihsan edilmistir. O adam (kendisini kasdediyor), binler arkadasiyla beraber o hediye-i Kur'ân'iyeye el atmislar. Her nasilsa birinci tercümanlik vazifesi ona düsmüstür. Risâle-i Nur'un onun fikrî ve ilmî zekâsinin eseri olmadigina delil, Risâle-i Nur'un öyle parçalari vardir ki, bazi alti saatte, bazi bir saatte, bazi on dakikada yazilan Risâleler var."30


Görülüyor ki, Bediüzzaman yazdigi eserlerin Kur'ân'a perde olmamasi için ilginç bir üslûp ve yeni bir metod takip etmistir. O'nun bütün amaci kaynagin kudsiyetine perde olmamak, aksine ayine olmakti. Nitekim Risâle-i Nur'daki kuvvetin tesirini soranlara verdigi cevapta özetle söyle diyor:


"Seref, icaz-i Kur'ân'a ait oldugundan ve bana ait olmadigindan bilâperva derim,
yazilan Sözler tasavvur degil, tasdiktir.
Teslim degil imandir.
Marifet degil sehadettir, suhuddur.
Taklid degil tahkikdir.
Iltizam degil izandir.
Tasavvuf degil hakikattir.
Dâvâ degil dâvâ içinde bürhandir.
Elhasil yazilarimda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa ancak temsilat-i Kur'âniyenin lemaatindandir.
Benim hissem yalniz siddet-i ihtiyacimla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur.
Dert benimdir, deva Kur'ân'indir."31



Bediüzzaman Kur'ân için yasadi
Kur'ân'in bir tek harfinin bir tek nüktesi için sehid olmayi göze alan Bediüzzaman Kur'ân için yasamistir, denebilir. O "Kur'ân'a ait her sey gözeldir, kiymetlidir. Zahiren ne kadar küçük olursa olsun kiymetçe büyüktür"32 düsüncesinden hareketle Kur'ân'i öne çikarmak, onu yüceltmek ve anlatmak için uzun bir ömür harcamistir. O adeta Kur'ân'i terennüm etmistir. Çünkü ona göre Kur'ân kâinatin ruhu ve akli hükmündedir. Kendi ifadesiyle söyle der:


"Nasil ki hayat kâinattan süzülmüs bir hülâsadir
ve suur ve his dahi hayattan süzülmüs hayatin bir hülâsasidir
ve akil dahi hayatin halis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zatidir.
Öyle de, maddî ve mânevî hayat-i Muhammediye (asm) dahi hayattan süzülmüs en safi hülâsasidir.
Belki maddî ve mânevî hayat-i Muhammediye (asm) - asarinin sehadetiyle- hayat-i kâinatin hayatidir
ve Risâlet-i Muhammediye (asm) suur-u kâinatin suurudur
ve nurudur
ve vahy-i Kur'ân dahi, -hayattar hakikatinin sehadetiyle- hayat-i kâinatin ruhudur
ve suur-u kâinatin aklidir.
Evet, evet, evet...
Eger kâinattan Risâlet-i Muhammediye'nin nuru çiksa gitse, kâinat vefat edecek.
Eger Kur'ân gitse kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasini, aklini kaybedecek;
belki suursuz kalmis olan basini bir seyyareye çarpacak, bir kiyameti koparacak."33


Kur'ân-i Kerim'i kâinatin ruhu ve akli kabul eden bir anlayisla tefsir yazan Bediüzzaman, yazdigi eserlerde Kur'ân'a ayine olmakla kalmamis, ayni zamanda Kur'ân mücevheratini teshir eden bir dellâl olmustur.



Kur'ân'a kimler tefsir yazabilir?
Basta da söyledigimiz gibi, ufku genis olmayan ferdlerin anlayisindan çikacak bir eser bihakkin Kur'ân'a tefsir olamaz. Çünkü bir ferd Kur'ân'in hitaplarina muhatap olan insanlarin halet-i ruhiyelerine, maddiyatlarina ve cami olduklari ilimlere tek basina vakif ve ihtisas sahibi olamaz. Öyle ise Kur'ân'in müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nafiz bir içtihada malik, velâyet sahibi bir zat olmalidir. Bu sartlar ise bu zamanda ancak yüksek bir heyetin sahs-i manevisinde bulunabilir. Yani Kur'ân ancak bu yüksek meziyetleri haiz olan bir sahs-i mânevî tefsir edebilir. Denebilir ki, Risâle-i Nur böyle bir heyetin tefsiri midir?


Bediüzzaman bu soruya cevap veriyor. Kendisi Kur'ân'i tefsir edecek yüksek bir heyetin zuhurunu beklerken, birden bire memleketi yikacak bir zelzelenin arefesinde oldugunu fark etmistir. "Bir sey tamamen elde edilmezse tamamen terk edilmez" düsüncesinden hareket eden Bediüzzaman ümmeti tefsirsiz birakmamak için giristigi tesebbüsleri söyle dile getirir:


"Böyle bir zamanda acz ve kusurumla birlikte Kur'ân'in bazi hakikatleriyle nazmindaki i'cazina dair bazi isaretleri tek basima kaydetmeye basladim. Fakat Birinci Harb-i Umuminin patlak vermesiyle Erzurum'un ve Pasinler'in dag ve derelerine düstük. O kiyametlerde, o dag ve tepelerde firsat buldukça kalbime gelenleri birbirine uymayan ibarelerle o dehsetli ve muhtelif hallerde yaziyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitaplarin bulunmasi mümkün olmadigindan yazdiklarim yalniz suhûdat-i kalbiyemden ibaret kaldi. Bununla beraber, "Isaratü'l-I'caz" adli eserimi hakiki bir tefsir niyetiyle yazmadim. Ancak âlem-i Islâmdan ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar oldugu takdirde, uzak bir istikbalde yapilacak tefsire bir örnek ve bir me'haz olmak üzere o zamanin insanlarina bir yadigâr maksadiyle yaptim"34


Daha sonralari savastan kurtulan Bediüzzaman, cumhuriyetçilerin emriyle hapis ve sürgün hayatina mahkûm edilince arzu ettigi sekilde bir tefsir yazmaya veya yazdirmaya imkân bulamadi. Fakat Barla'nin dag ve derelerine düsen Bediüzzaman, kamuoyunun bir tefsir beklediginin bilincinde olarak Allah'in lütfûyla ümmet için Risâle-i Nur'lari telif etmis, böylece imana ve Kur'ân'a hizmet etmistir. Ve Risâle-i Nur ehl-i tahkikin takdirlerine de mazhar olmus bir tefsirdir.


Ikibinin üzerindeki mahkemenin beraat kararlari ve bilirkisi raporlari, Risâle-i Nur'larin büyük takdir topladiginin en büyük ifadesidir.

Hatta kendisi Afyon mahkemesi müdafaatinda, Risâle-i Nurlarin hakikî tefsir türünün en kuvvetlisi ve en kiymetdari oldugunu, ehl-i dirayet ve dikkat yüzbin insanin buna sahid oldugunu, Misir, Sam ve Haremeyn-i Serifeyn'in muhakkik âlimlerinin ve Istanbul ve sair yerlerin müdakkik hocalarinin Nurlari tasdik ettiklerini ifade etmistir.35


Bediüzzaman'in ifadesiyle "Risâle-i Nur, hükema ve ulemanin mesleginde gitmeyip Kur'ân'in bir I'caz-i mânevîsiyle herseyde bir pencere-i marifet açmis, bir senelik isi bir saatte görür gibi Kur'ân'a mahsus bir sirri anlamistir ki, bu dehsetli zamanda hadsiz ehl-i ilhadin hücumlarina karsi maglûp olmayip galebe etmistir."36


—SON— risaleinurenstitusu.org'dan alıntıdır.

Dipnotlar
20. Sünûhat (Osmanlica), s. 137.
21. Sünûhat, a.y.
22. Bediüzzaman, Suâlar, s. 359,435., Ist., tarihsiz.
23. Muhakemat, s. 13; Mesnevî-i Nuriye, s. 126.
24. Muhakemat, s, 13.
25. Muhakemat, s. 64.
26. Bediüzzaman, Sözler, s.124.
27. Bediüzzaman, Emirdag Lâhikasi, II, 218.
28. Mektubat, s. 307, Yeni Asya Nesr., Ist., 1994.
29. Emirdag Lâhikasi, I, 159.
30. Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikasi, s. 149.
31. Bediüzzaman, Barla Lâhikasi, s. 19. Yeni Asya Nesr., Ist., 1994.
32. Bediüzzaman, Mektubat, s. 273.
33. Sözler, s. 100.
34. Isaratü'l-I'caz, s. 14. Yeni Asya Nesr., Ist., 1994.
35. Suâlar, s. 359.
36. Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, s. 8.

 
Üst