Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir ;

GuLSerbeti

Well-known member
Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi,

bütün elemler de dalâlettedir.

Bunun izahı ise:



Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birden bire, düşmanlar gibi, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir medet, bir yardım için müsterhimâne tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır.


Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar.


Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder. Bakar ki, vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir.


Acaba, hiçbir cihetten hiçbir tesellî çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdı, Sâni ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?


Evet, o bîçare, havf ve heybetten, acz ve ra'şetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle meyusiyetten mürekkep bir vaziyet içinde olup, kudretine bakar; kudreti âciz ve nâkıs.


Hâcetlerine bakar; def edilecek bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok. Her şeyi düşman, her şeyi garip görür. Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lânet okur.


Fakat o şahsın, sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa, o zulmetli evvelki vaziyeti nuranî bir hâlete inkılâp eder. Şöyle ki:


O şahıs, hücum eden belâları, musibetleri gördüğü zaman, Cenab-ı Hakka istinad eder, müsterih olur.


Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâü'l-hayatından bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder.


Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar, herşeyle ünsiyet peyda eder.


Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda eder ve onların o hareketlerini ibret ve hayretle tefekkür eder.


Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden "Ey arkadaş, bizden tevahhuş etme. Hareketlerimizden korkma. Hepimiz bir Hâlıkın memurlarıyız" diye, me'nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.


Hülâsa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç âlâm-ı şedideden kurtulmak için, tesellîlerle hissini iptal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister.


İkinci hâletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe o saadetler ziyadeleşir ve ona mânevî cennetlerin kapıları açılır.



İşaratül-İcaz | Besmele ve Fatiha Sûresinin Tefsiri
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Ölümün hakikatini bilmeyenlerin ölümden korkması ve
Ölümün hakikatini bilenlerin ölümü gülerek karşılaması gibi diyebilirmiyiz ?
 

GuLSerbeti

Well-known member
Ölümün hakikatini bilmeyenlerin ölümden korkması ve
Ölümün hakikatini bilenlerin ölümü gülerek karşılaması gibi diyebilirmiyiz ?

Evet... kesinlikle oyle... ;


Ve o iki tılsım ise, Cenâb-ı Hakka İmân ve âhirete imândır. Evet, şu kudsî tılsım ile ölüm, insan-ı mü'mini zindan-ı dünyadan bostan-ı Cinâna, huzur-u Rahmâna götüren bir musahhar at ve burak sûretini alır. Onun içindir ki, ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler.

Sözler | Yedinci Söz | 35



Küfür ve dalâlet, bütün kâinatı ehl-i dalâlete binler müthiş düşmanlar taifeleri ve silsileleri gösteriyor. Kör kuvvet, serseri tesadüf, sağır tabiat elleriyle, manzume-i şemsiyeden tut, ta kalbdeki verem mikroplarına kadar binler taife düşmanlar biçare beşere hücum ettiklerini ve insanın câmi mahiyeti ve küllî istidadatı ve hadsiz ihtiyacatı ve nihayetsiz arzularına karşı mütemadiyen korku, elem, dehşet ve telâş vermesiyle, küfür ve dalâlet bir cehennem zakkumu olduğunu ve bu dünyada da sahibini bir cehennem içine koyduğunu; din ve iman dan hariç binler fen ve terakkiyat-ı beşeriye o Rüstem ve Herkül'ün kahramanlıkları gibi beş para fayda vermediğini, yalnız iptal-i his nevinden muvakkaten o elîm korkuları hissetmemek için sefahet ve sarhoşlukla şırınga ediyor.

İşte, İmân ve küfrün muvazenesi ahirette Cennet ve Cehennem gibi meyveleri ve neticeleri verdiği gibi, dünyada da İmân bir mânevî cenneti temin ve ölümü bir terhis tezkeresine çevirmesini, ve küfür dünyada dahi bir mânevî cehennem ve hakikî saadet-i beşeriyeyi mahvetmesi ve ölümü bir idam-ı ebedî mahiyetine getirmesini kat'î bir his ve şuhuda istinad eden Risale-i Nur'un yüzer hüccetlerine havale edip kısa kesiyoruz.

Hutbe-i Şamiye | Arabi Hutbe-i Şamiye´nin Zeylinin Kısa Bir Tercümesi | 76






b149.gif

yani, "Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?";
yani, "Onu bulan herşeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur"

Mektubat | Altıncı Mektup | 30



Bu hakikatlerin suurunu kazanmak duamiz olsun ins... Allah razi olsun...
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Burada bahsedilen lezzet ve elemin hakiki manada bir lezzet ve elem olduğunu biliyoruz yani fani gecici bir lezzet veya elem değilde baki kalıcı bir lezzet ve elem . Peki bu lezzet sadece iman etmek ile elde edilebilir mi ? Ya bu elem sadece dalalette mi olur ?
 

GuLSerbeti

Well-known member
ey zevk ve lezzete mübtela insan! ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakin bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. yoksa, dünyevi bir lezzette çok elemler var. bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.
Sözler | On Üçüncü Söz | 137

Çok Sözlerde ispat etmişiz ki, saadet-i dâreyn ve elemsiz lezzet ve vahşetsiz ünsiyet ve hakikî zevk ve ciddî saadet, İmân ve İslâmiyetin hakikatindedir.İkinci Sözde beyan edildiği gibi, iman, şecere-i tûbâ-i Cennetin bir çekirdeğini taşıyor.
Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup | 440


bu sozlerde belirtildigi uzere, hakiki lezzet imandadir fakat iman tek basina yetmez; teslimiyet de gerekir.... yani; amel de lazimdir...


Elem sadece dalalette mi olur?

her ne kadar iman olsada...bildigi ile amel etmemekte vicdani bir elem olusturabilir...
ayrica imanli bir kalpte cuz-i bir ayrilik elemi de olabilir...

tam bir cevap bilmiyorum... bu kadar acemiye sormayin yahu...:) pek vaktimde yok...:eek:
sorunuzun cevabini siz aciklayin isterseniz abi...
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Est. mubarek bildiğimden değil aklıma gelenleri soruyorum. Ama çok şükür sizin vesileniz ile açılan pencereler ile yeni fikirler peyda oluyor ...

Evet aynen dediğiniz gibi...

Ustad Bediüzzaman ilk mesajınızda da yazdığınız gibi ; BÜTÜN LEZZETLER İMANDA ve BÜTÜN ELEMLER DALALETTE... demekde ..

Anladığım kadarıyla buradaki dalaleti geniş bir dairede imanı ise ehli iman dairesinde kullanmış . Yani butun insanlar imanlı olamaz ama her insan dalalette olabilir, yani gaflette. Nasıl ki Allaha inanan ancak farzları yerine getirmeyen biri ölümü hatırladıkca ahiret günündeki hesabı verememenin korkusundan elem duyar .İşde böle bir kişi yerine getirmediği sorumluluklarından dolayı elem duyabilir... Ama aynı kişi Allahı tanımanın lezzetiyle lezzetlenebilir...

Yani kısaca özetler isek Allaha inanan her insan inancına ve ameline göre lezzetlenir. Ve yine her gaflet ve dalalete düşen gafletinin ve dalaletinin neticesinde ancak elem görür. Ve yine kısaca bu gaflet ve dalalete Allah ve Resülü zişan a.s.v. efendimizin yasakladıkları ve hoş görmedikleridir diyebiliriz...
 

GuLSerbeti

Well-known member
... Allaha inanan her insan inancına ve ameline göre lezzetlenir. Ve yine her gaflet ve dalalete düşen gafletinin ve dalaletinin neticesinde ancak elem görür. ....

Allah razi olsun...

Bu kisimda konuyla alâkali gorundu; onu da ekleyelim.. ister istemez akla gelen bir soruya; Ustad muhtesem bir aciklama sunmus;


Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?


Elcevap: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebâtî ve hayvânî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letâif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle mütesellî oluyorlar.




Sual: Eğer denilse: Dalâlette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki, kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalıydı. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla, mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firâk-ı lâyezâlî ve zevâl-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam ve mufarakat-i ebediye suretinde, gözü önünde, daima küfür vasıtasıyla gören insan nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?


Elcevap: Acip bir mağlâta-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Sûrî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsille onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki:


Yokluk ispat edilemez.


Deniliyor: Devekuşuna demişler, "Kanatların var, uç." O da kanatlarını kısıp "Ben deveyim" demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler, "Madem deveyim diyorsun, yük götür." O zaman kanatlarını açıvermiş, "Ben kuşum" demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.


Aynen onun gibi, kâfir, Kur'ân'ın semâvî ilânâtına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkûk bir küfre inmiş. Ona denilse: "Madem mevt ve zevâli bir idam-ı ebedî biliyorsun. Kendini asacak olan darağacı göz önünde. Ona her vakit bakan nasıl yaşar, nasıl lezzet alır?" O adam, Kur'ân'ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: "Mevt idam değil; ihtimal-i beka var." Veyahut, devekuşu gibi başını gaflet kumuna sokar-tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zevâl-i eşya ona ok atmasın!


Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli idam mânâsında gördüğü vakit, Kur'ân ve semâvî kitapların îmânün bi'l-âhiret'e dair kat'î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse, "Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir." O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: "Belki yoktur. Yok için neden çalışayım?" Yani, vaktâ ki o hükm-ü Kur'ân'ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek, bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve muvakkattir.


İşte, Kur'ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa, âhiret cehennemini andıracak, bu dünyada dahi mânevî bir cehennem azâbı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.


İşte, ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur'ân'ın himayeti altına mü'minâne ve mutemidâne giriniz ve Sünnet-i Seniyyesinin dairesine teslimkârâne ve müstahsinâne dahil olunuz, dünya şekavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz.


Lemalar | On Üçüncü Lem´a | 82
 
Üst