Bize tattırdı, fakat yedirmeden bizi idam etti

Sergerdan

Well-known member

Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde,
eşcar ve nebatatın elleriyle,

bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar ve ikramlar, işaret belki şehadet eder ki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm,
bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin aksiyle,

yani bütün mahlûkat tarafından "Bize tattırdı, fakat yedirmeden bizi idam etti" dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı ulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek
ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından,

elbette ve herhalde, ebedî bir âlemde, ebedî bir memlekette,ebedi bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir.

Buradakiler ise, müşterilere göstermek için numunelerdir.
 

Sergerdan

Well-known member
Meselâ, sen yolda gidiyorsun. Görüyorsun ki, yol içinde bir han var. Bir büyük zât, o hanı kendine gelen misafirlerine yapmış. O misafirlerin bir gece tenezzüh ve ibretleri için, o hanın tezyinâtına milyonlar altınlar sarf ediyor. Hem, o misafirler, o tezyinâttan pek azına az bir zamanda bakıp, o nimetlerden pek az bir vakitte az birşey tadıp, doymadan gidiyorlar. Fakat, her misafir kendine mahsus fotoğrafıyla, o handaki şeylerin sûretlerini alıyorlar. Hem, o büyük zâtın hizmetkârları da, misafirlerin sûret-i muâmelelerini gayet dikkat ile alıyorlar ve kaydediyorlar. Hem, görüyorsun ki, o zât, hergünde o kıymettar tezyinâtın çoğunu tahrip eder, yeni gelecek misafirlere yeni tezyinâtı icâd eder. Bunu gördükten sonra, hiç şüphen kalır mı ki, bu yolda bu hanı yapan zâtın dâimî, pek âlî menzilleri, hem tükenmez pek kıymetli hazîneleri, hem müstemir pek büyük bir sehâveti vardır. Şu handa gösterdiği ikram ile, misafirlerinin, kendi yanında bulunan şeylere iştihâlarını açıyor ve onlara hazırladığı hediyelere rağbetlerini uyandırıyor.
 

Sergerdan

Well-known member

Çünkü, nâzenin ve nazdar beslediği veakıl ve kalb gibi cihazâtla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i dâimîye iştiyak hissini verdiği halde, onu ebedî îdam etmek ne kadar gadirli bir merhametsizlik; ve onun yalnız dimâğına yüzer hikmetler ve faydalar taktığı halde, onu dirilmemek üzere bütün cihazâtını ve binler faydaları bulunan istidâdâtını âkıbetsiz bir ölümle faydasız, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün israf etmek ne derece hilâf-ı hikmet; ve binler vaîd ve ahidlerini yerine getirmemekle (hâşâ) aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemâl-i Rubûbiyete zıt olduğunu her zîşuur anlar." Bunlara kıyâsen inâyet ve adâleti tatbik eyle.
 

Sergerdan

Well-known member

Eğer faraza, tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde dâimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar, bâkî meskenler, mukîm ahali, mes'ud raiyyeti bulunmazsa, şu hikmet, inâyet, merhamet, adâletin hakikatlerine, şu bekâsız memleket mazhar olamadığı mâlûm. Ve onlara mazhar olacak, başka yerde de bulunmazsa,o vakit gündüz ortasında güneşin ışığını gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve şu müşâhede ettiğimiz inâyeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emârâtı, işârâtı görünen adâleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem bu gördüğümüz icraat-ı hakîmâne ve ef'âl-i kerîmâne ve ihsanât-ı rahîmânenin sahibini-hâşâ, sümme hâşâ!-sefih bir oyuncu, gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, hakikatlerin zıdlarına inkılâbıdır. Halbuki, inkılâb-ı hakâik, bütün ehl-i aklın ittifakıyla muhâldir, mümkün değildir.


Allah bu dünyayı tanzim ederken; ahretin gerekliliğine ve ona işaret olacak bir şekilde tanzim etmiştir. Dünya, ahiret’e bir vitrin ve nümune olmasından, Allah’ın isim ve sıfatlarına işaret ediyor, ama tam mazhar olamıyor.


Dünyada tecelli eden isim ve sıfatlar, kurgu ve vazife olarak kemaldedir. Ama bütünü ile tecelli etme noktasında kemalde değildir. Zira isim ve sıfatlar tecelli ederken, kendi sonsuz mana ve kemalini gösterme meylinde iken, başka bir isim onu mizana çeker, genel maksadı ve gayeyi bozdurmaz, onu sınırlandırır.

Mesela, adl, müntakim gibi isimler, kafirleri dünyanın imtihanını bozacak şekilde cezalandırmayı iktiza edeceği anda, başka isimler devreye girer ve tabiri caiz ise, ona ayar çeker ve imtihan manasını bozdurmaz. Ahiret’te ise, imtihan olmayacağından ve nümune ve vitrin manası kalmadığı için, isim ve sıfatlar bütünü ile tam tecelli edecek ve haşmetini ortaya tam koyacaktır. Hikmeti, genel intizam içinde değerlendirirsek, kemaldedir. Ama sadece kendi manası açısından bakarsak, ahiret’e nispeten tam tecellisinin görünmediği yerler vardır.

Gerçi, oda başka bir hikmete bakar. Mesela, ebedi yaşama arzusunu insanın fıtratına hikmet takmış, ama ölümü de yaratmış. Sadece bu açıdan bakacak olursak, ya da ahreti hariç tutarsak, hikmetsiz bir durum gibi durur. Ancak, genel intizamın tamamı açısından bakarsak, yani diğer isimlerin de işin içinde olduğunu düşünürsek, hikmetin kemalde olduğunu anlarız. Tabiri caiz ise, bir yatırımcı, bütün sermaye ve birikimini vitrin ve nümuneye yatırmaz. Asıl işi için harcar. Şu var ki, asıl işini iyi tanıtacak ve reklamını tam yapacak bir vitrini de mükemmel olarak tanzim eder.

Allah, dünyayı ahretin bir vitrini şeklinde tanzim ettiği için, dünyadaki bütün sistem ve işler, ahiretin tanıtımı ve reklamı için düzenlenmiştir. Öyle ise, isim ve sıfatlar, bu dünya vitrininde kafi derecede tecelli ederken, asıl yerde, yani ahiret de ise, tam tecelli edecektir. İsim ve sıfatların bu vitrinde kafi derecede tecelli etmesi kemalsizlik değildir. Tam aksine intizam içinde tam kemaldir diyebiliriz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale-i Nur

 

memluk

Hatim Sorumlusu
Bediüzzaman Said Nursî en son dersinde “Biz dünyaya bakmıyoruz” diyor. Peki dünyaya niçin bakmıyor? Bakmadığı dünya acaba hangi dünyadır?


“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”


Bazılarının dünyaya bakışı mânâ-i ismiyledir. Ama Üstadın bakışı mânâ-i harfi iledir.

Mânâ-i harfi, bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mânâ demektir. Meselâ, çiçeğe mânâ-i harfi ile baktığınızda çiçeğin sanatkârını, ustasını, sahibini, yaratıcısını hatırlarsınız.

Yani Allah’ın isimlerini okursunuz. Bir cismin kendine bakan yönü bir ise, Yaratıcısına bakan yönü belki binlerdir.

“Çiçek ne güzeldir”, demekle güzelliği çiçeğe veririz.

“Çiçek ne güzel yaratılmıştır”, demekle güzellikler ve arkasında saklanan isimleri Allah’a vermiş oluruz.

İşte Üstad da dünyaya aynı şekilde bakmaktadır. “Dünyanın üç yüzü var”, der. Şimdi dünyanın bu yüzlerine bakalım:

“Birinci yüzü, Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar; onların nukuşunu gösterir, mânâ-i harfiyle, onlara âyinedarlık eder.

Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.”

Allah’ın Esma-i Hüsna dediğimiz güzel isimlerinin tecelli ettiği yer bu dünyadır. Dünya ve içindekilere mânâ-i harfi ile yani Allah adına bakmaktır.

Zerreden güneşe kadar her şeyde Allah’ın isimlerini okumaktır.

Adeta bir kitap okur gibi okumaktır.

Böyle düşünüldüğü zaman dünyanın bu yüzü Allah’ın sayısız mektupları olarak görülür. Öyle olunca dünyanın bu yüzü gayet güzeldir, nefret edilmez belki sevilir.

Bu sevmek Allah namına olduğu için bir zararı yoktur.

Hem de ibadet hükmüne geçer. Aynı zamanda Rabbimizi, Hâlıkımızı bize tarif eden kâinat kitabını okumaktır.

“İkinci yüzü, âhirete bakar; âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir.

Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir; tahkire değil, muhabbete lâyıktır.” Dünyanın ahirete bakan yüzü bekaya yöneliktir.

Fenadan bekaya giden yoldur. Adeta dünya ahiretin bir tarlası hükmündedir. İnsanlar burada ekecekler ve ahirette biçeceklerdir.

Dünyada ne ekerseniz ahirette onu biçersiniz. Buğday eken buğday biçer, arpa eken arpa biçer. Diken eken çalı biçer.

Tarlayı boş bırakırsanız yabanî otlar biter. Tarlaya atılan tohum önemlidir. Dünya cennetin tarlası olduğu gibi rahmetin de fidanlık bahçesidir.

Dünyanın bu yüzü de sevilmeye lâyıktır ve sevilir.

“Üçüncü yüzü, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir.

Çünkü fânîdir, zâildir, elemlidir, aldatır.”

Müslüman için tehlikeli olan yüzü bu üçüncü yüzüdür.

Üstadın bakmadığı ve sevmediği yüz bu yüzdür.

Dünyanın bu yüzü insanın heveslerine bakıyor, gaflete sürüklüyor ve ahirete arkasını çeviriyor.

Ehl-i dünya, içinde boğulduğu ve çabaladığı için zarar ediyor. Çünkü insanın pis heveslerini uyandıran oyunların oynandığı bir yerdir.

Dünyanın bu yüzü çirkindir, pistir, fanidir, geçicidir, sıkıntılıdır ve aldatır.

Kur’ân-ı Hakîmin kâinattan ve varlıklardan önemle ve överek bahsetmesi, önceki iki yüze baktığı içindir.

Sahabelerin ve diğer Allah dostlarının rağbet ettikleri dünyaları, önceki iki yüzdedir. Dünyanın bu yüzlerinde tefekkür vardır.

Tefekkür de bir çeşit ibadettir.
“Bir saat tefekkür, bir yıl nafile ibadetten hayırlıdır” hakikatini çok güzel anlatır.

Dünyanın ilk iki yüzünü sevmek meşrûdur. Dünyayı tahkir edenler de vardır.

Onların bir kısmı, ehl-i mârifet ve ehl-i ahirettir.


Çünkü dünya, Cenâb-ı Hakkın mârifetine, muhabbetine ve ibâdetine sed çektiği için tahkir ederler.

Dünyanın zarûrî işleri onları uhrevî amellerden uzaklaştırdığı için veya şuhud derecesinde imân ile Cennetin kemâlât ve mehâsinine nisbeten dünyayı çirkin görürler.


Meselâ, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâma güzel bir adam nispet edilse, yine çirkin görünür.

Aynen onun gibi; dünyanın ne kadar değerli güzelliği varsa, Cennetin güzelliklerine nispet edilse, hiç hükmündedir, bir değer ifade etmez.
 
Üst