Nafile namaz

mihrimah

Well-known member
وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه نَافِلَةً لَكَ عَسى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا

İsra / 79. Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.

تَتَجَافى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Secde / l6. Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.

قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَليلًا () نِصْفَهُ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَليلًا

Müzemmil / 2-3. Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt.

كَانُوا قَليلًا مِنَ الَّيْلِ مَايَهْجَعُونَ () وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

Zâriyat / 17-18. Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا نُودِىَ لِلصَّلوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلى ذِكْرِ اللّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ () فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلوةُ فَانْتَشِرُوا فِى الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّهِ وَاذْكُرُوا اللّهَ كَثيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Cum’a / 9-10. Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًا فَاِذَا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَالَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ

Bakara / 239. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın).

وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِى الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلوةِ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذينَ كَفَرُو
ا اِنَّ الْكَافِرينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُبينًا ()
وَاِذَا كُنْتَ فيهِمْ فَاَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلوةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَاْخُذُوا اَسْلِحَتَهُمْ فَاِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ وَلْتَاْتِ طَائِفَةٌ اُخْرى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَاْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَاَسْلِحَتَهُمْ وَدَّ الَّذينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ اَسْلِحَتِكُمْ وَاَمْتِعَتِكُمْ فَيَميلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ كَانَ بِكُمْ اَذًى مِنْ مَطَرٍ اَوْ كُنْتُمْ مَرْضى اَنْ تَضَعُوا اَسْلِحَتَكُمْ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ اِنَّ اللّهَ اَعَدَّ لِلْكَافِرينَ عَذَابًا مُهينًا

Nisa / 101-102. Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır. Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

وَمِنَ الَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَويلًا

İnsan / 26. Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.
HADİS...
* Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyudular ki: "Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan salihlerin âdetidir; Rabbinize yakınlık (vesîlesi)dir; günahlardan koruyucudur; kötülüklere kefarettir, bedenden hastalığı kovucudur."
* İbnu Amr İbni'l-As (radıyallalhu anhümâ) anlatıyor: "Reulullah (alyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim geceyi on âyet, okuyarak ihya ederse gafiller arasına yazılmaz. Kim de yüz âyetle gecesini ihya ederse "kânitîn" zümresine yazılır.Kimde bin âyet okuyarak geceyi ihya ederse mukantırîn arasına yazılır."
* Yine Ebu Davud'da Abdullah İbnu Habeşî anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Hangi amel efdaldir? '' diye sorulmuştu: Şu cevabı verdi: " Kıyamı uzun olan.''
* Ubâdetu'b'nu's-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Geceleyin kim uyanırsa şunu söylesin: "Allah'tan başka ilâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd de O'na aittir, O herşeye kâdirdir. Hamd Allah'a aittir, Allah münezzehtir, Allah büyüktür, bütün amel ve ibadetler için gereken güç ve kuvvet Allah'tandır. Sonra aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Rabbim beni affet!'' desin veya dua ederse duasına cevap verilir. Eğer abdest alır ve namaz kılarsa namazı kabûl edilir.''
* Muğîre İbnu Şu 'be (radıyallhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayakları kabarıncaya kadar geceleri kalkıp namaz kılardı. Kendisine: "Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar hırpalıyorsun?)'' denildi. . "Şükredici bir kul olmayayım mı?" cevabını verdi."
* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gece namazını hiç terketmezdi. Öyle ki hastalanacak veya ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı."
* Hz. Ebu Hüreyre (radıyallalhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdularki: "Allah, geceleyin kalkıp namaz kılan ve hanımını da uyandıran, hanımı imtina ettiği taktirde yüzüne su döken kula rahmetini bol kılsın. Allah, geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, kocası imtina edince yüzüne su döken kadına da rahmetini bol kılsın.''
* Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz uyuyunca ensesine şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düyüm yerine eliyle vurarak üzerine uzun bir gece olsun, yat" dileğinde bulunur. Adam uyanır ve Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür, abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür, namaz kılarsa bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir hâlet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde sabaha erer."
* İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: ``Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın yanında bir adamın zikri geçti ve sabaha kadar uyuduğu, namaz kılmadığı söylendi. Aleyhissalatu vesselam: "Bu adamın kulağına şeytan işemiştir" buyurdu.. ''
* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (alehissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Mûtad olarak) geceleyin namaz kılan bir kimse, uykunun gâlebe çalmsıyla (bir gece uyuya kalsa ve namazını kılamasa) Allah'u Teâlâ hazretleri onun namazının sevabını yine de yazar, onun uykusu (Allah'ın ona yaptığı bir ikram) bir sadaka olur."
* Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı Allah Teâlâ Hazretleri geceleyin uyandırmışsa seher vakti geçinceye kadar, hizbini tamamlardı."
* Mesrûk (rahimehullah) anlatıyor:"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ye sordum: "Resullullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a göre hangi amel efdaldi ? '' Bana: "Devamlı olan !"diye cevap verdi. Ben tekrar: "Gecenin hangi vaktinde kalkardı?" dedim "Bağıranı -yani horozu- işittiği zaman kalkardı!" diye cevap verdi."
* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın gece namazı on rek'atti. Bir rek'at de tek kılardı. Sabahın sünnetini iki rek'at kılardı. Böylece hepsi onüç rek'at olurdu.''
* Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz gece namazına kalkınca ilk önce iki hafif rek'atle namaza başlasın."
* Hz. Aişe (rdıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuşluk namzını her kılışında mutlaka ben de kıldım.''
* Abdurrahman İbnu Ebî Leyla (rahimehullah) anlatıyor: "Bize, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kuşluk namazı kıldığını Ümmü Hâni 'den başka kimse anlatmadı. O dedi ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih günü, benim eve geldi, yıkandı ve sekiz rek'at namaz kıldı. Ben bundan daha hafif bir namazı hiç görmedim. Ancak rükû ve secdeleri tam yapıyordu.''
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Dostum aleyhissalatu vesselâm, bana her ay üçgün oruç tutmamı, iki rek'at kuşluk, yatmazdan önce de vitir' namazı kılmamı tavsiye etti.''
* Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her gün, sizin her bir mafsalınız için bir sadaka terettüp etmektedir. Her tesbih bir sadakadır. Her tahmîd bir sadakadır, her bir tehlîl bir sadakadır. Emr-i bi'l-ma'ruf bir sadakadır. Nehy-i ani'l-münker de bir sadakadır. Bütün bunlara, kişinin kuşlukta kılacağı iki rek'at nemaz kâfi gelir."
* Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İnsanda üçyüzaltmış mafsal vardır. Her bir maf sal için bir sadakada bulunması gerekir. '' (Bunu işitenler): "Buna kimin gücü yeter?" dediler: Aleyhissalatu vesselam: " Mescidde toprağa gömeceği bir balgam, yoldan bertaraf edeceği, bir engel... Bunları bulamazsa, kuşluk vakti kılacağı iki rek'at namaz!"
* Ebu Zerr ve Ebu 'd-Derdâ (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri dedi ki: "Ey Ademoğlu! Günün evelinde benim için dört rek'at namaz kıl, ben de sana günün sonunu garantileyeyim. ''
* Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim kuşluğun bir çift (namaz)ına devam ederse, deniz köpüğü kadar çok da olsa, Allah günahlarını affeder."
* Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdularki: "Kim kuşluk namazını oniki rek'at kılarsa Allah Teâlâ Hazretleri, cennette onun için altından bir köşk bina eder.''
* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuşluğu dört kılar, (bazan) dilediğince de artırırdı.''
* Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyundular ki: "Kuşluk namazı, boduğun (yani deve yavrusunun) ayağı kumdan yanmaya başladığı andan itibaren kılınır."
* Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu gününüzde iki bayram bir araya geldi. Dileyene (bayram ) cum'a için de yeterlidir. Biz her ikisini birleştiriyoruz."
* Ebu Ubeyd Sa'id İbnu Ubeyd'in anlattığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) ile bir bayramda beraber olmuştur. Hz. Ömer önce namaz kıldırmış, sonra hutbe okuyup halka şöyle hitab etmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sizleri bu iki bayram gününde oruç tutmaktan men etti. Bu iki bayramdan biri oruç tuttuğunuz aydaki ramazan bayramınızdır. Diğeri de kurbanlarınızdan yediğiniz günün bayramıdır!'' Ebu Ubeyd der ki: "Ben Hz. Osman (radıyallahu anh) ile de bayram geçirdim. O da hutbeden önce namaz kıldırdı. Hatta bu bir cum'a günüydü. Avâli halkına şöyle dediler: "Kim cumayı beklemek isterse beklesin, kim de ailesine dönmek isterse dönsün, kendisine izin verdik.''
* Atâ İbnu Ebi Rebâh merhum anlatıyor: "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ), bize bir cum'a günü gündüzün başında (bayram) namazı kıldırdı. Sonra biz (öğle vakti) cum'a namazı kılmak üzere (mescide) gittik. İbnu'z-Zübeyr, bize (namaz kıldırmak üzere mescide) gelmedi. Biz de tek başımıza (öğle namazlarımızı) kıldık. O sırada İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) Tâif'te idi. Medine'ye döner dönmez durumu ona açtık. "Sünnet'e uygun haçeket etmiş!'' dedi.
* Bir başka rivâyette şöyle gelmiştir: "İbnu'z-Zübeyr zamanında ramazan bayramı cum'a gününne rastIamıştı." "İki bayram, aynı günde bir araya geldiler"! dedi. Sonra ikisini birleştirip iki rek'at hâlinde sabah erkenden kıldırdı. Artık, ikindiyi kılıncaya kadar başka bir şey kılmadı.''
* Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ramazan bayramında, sayıca tek olan birkaç hurma yemedikçe namaza gitmezdi."
* Hz. Ali (radıyallahu anh) demiştir ki: "Bayram namazına yaya gitmen, çıkmazdan önce birşeyler yemen sünnettendir.''
* Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ramazan bayramı namazında bir şeyler yemeden çıkmazdı. Kurban bayramında ise, namazdan dönünceye kadar bir şey yemezdi."
* İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bayram namazına giderken bir yoldan gider, dönerken başka bir yoldan dönerdi.''
* Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah bize, bayram namazlarına genç kızları, çadırda kalan genç bâkireleri, ve hayızlı kadınları da çıkarmamızı emretti. Hayızlıların da katılmaları müslümanların cemaatlerini görmeleri, dualarında hazır bulunmaları içindi, bunlar namazgahların dışında kalacaklardı."
* İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ve Kurban bayramlarında yanında bir mızrak olduğu halde musallaya çıkıyor, (namaz sırasında kıble cihetine) sütre olarak dikiyor, ona doğru namazını kılıyordu."
* Sa'lebe İbnu Zehdem anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) Ebu Mes'ud (radıyallahu anh)'u paymıh başına koyup kendisi bayram günü namaza gitti ve: "Ey insanlar! dedi, imamdan önce namaz kılmak sünnette yoktur!''
TEFSİR...
قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَليلًا () نِصْفَهُ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَليلًا
Müzemmil / 2-3. Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt.
Bu üç görüşe göre, bu âyetin inmesinden itibaren Peygamber (s.a.v)'e müzzemmil ismiyle hitapta şu mânâlardan birisinin düşünülmesi gerekir. Birinci mânâ, "Beni örtün, beni örtün" diyen; ikincisi, "ey namaz kılmak, ibadet etmek için giyinip hazırlanan"; üçüncüsü, "ey nebilik ve resullük yükünü yüklenen," gece kıyam et kalk. Gece kıyam yani kalkış, maksada göre kapsamlı mânâlar ifade eder. Burada sözün devamında "Kur'ân'ı yavaş oku", "rabbının ismini zikret" ve "Rabbine yönel" gibi sözlerin gelmesinden anlaşıldığına göre, maksat, ibadet için kalkmaktır. Tefsirciler bunun "namaza kalk" demek olduğunu açıklıyorlar ki bunun iki izah şekli vardır. Birisi, "namaza kalk" takdirinde olması; birisi de "kıyam" tabirinin doğrudan doğruya namaz mânâsına olmasıdır. Onun için "kıyam-ı leyl" sözü, "gece namazı"nı ifade etmekte şer'î örf olmuştur. Devamlı ibadet eden kimseye "gece kaim, gündüz saim", yani "gece namaz kılar, gündüz oruç tutar" denilir. Gece kaim olmak, yatmazdan önce de, uyuyup sonra kalkmak suretiyle de olabilir. İkincisine teheccüd denilir. "Gece kalk" dediğimizde bizim dilimizde uykudan kalkmak anlaşılırsa da "gece kaim ol" sözü her iki mânâya da gelebilir. Burada açık olan budur.
İslâm'da beş vakit namaz farz kılınmazdan önce başlangıçta Peygamber'e bu emirle gece namazı farz kılınmış olup Peygamber (s.a.v) ve ashabının Ramazan'da olduğu gibi her gece uzun uzadıya namaz kıldıkları, sonra bu sûrenin sonunda gelecek olan "Rabbın biliyor ki sen kalkıyorsun.." âyetiyle miktarı değiştirilip hafifletildiği; bazılarının görüşüne göre bundan maksadın teheccüd olduğu ve beş vakit namaz farz kılındıktan sonra teheccüdün vacipliğinin ümmet hakkında kaldırıldığı, Peygamber (s.a.v) hakkında da "Gecenin bir kısmında da sana mahsus bir nafile kılmak için uyan."(İsra, 17/79) emrinin yürürlükte olduğu açıklanıyor.
Bazılarının görüşüne göre ise gece namazının vacip oluşu hiç kaldırılmamış, ancak hafifletilmiştir. Diğer bazıları ise bu ilk "gece kâim ol" emrinin farz için olmayıp mendub olmak suretiyle bir emir olduğu, "yarım" veya "daha az" veya "daha çok" diye miktar hakkında bir tercih hakkı tanınmasının bunu gösterdiği ve dolayısıyle teheccüdün ne başta, ne sonda, ne Peygamber (s.a.v)'e, ne de ümmete farz kılınmadığı görüşünü benimsemişlerdir.
 

mihrimah

Well-known member
PIRLANTA SERİSİ....
İnsanı Allah’a yaklaştırma yollarının en emini, en kestirmesi ve en makbulü, farzları eda yoludur. Fakat bunun yanında insan gerçek mahbubiyet ve kurbete sınırlı ve kayıtlı olmayan nafilelerin namütenâhi, engin ve sefa tüten ikliminde ulaşabilir. Evet, Hakk yolcusu, her an ayrı bir nafilenin kanatları altında ve sonsuza uzanan yeni bir koridorda kendini bulur, yeni bir mazhariyete ulaştığını hisseder; derken farzları edaya daha bir iştihalı ve nafilelere karşı da daha bir iştiyaklı hâle gelir. Bu nokta ve bu ma’nâya uyanan her rûh, Allah tarafından sevildiğini de duyar.. ve kudsî hadîsde de ifade buyurulduğu gibi, artık onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya “Meşiet-i Hassa” dâiresinde cereyan etmeye başlar. İşte bir bakıma “marifetullah” da budur. O, bilmenin bilinenle bütünleşip onun tabiatı hâline gelmesi ve (bilenin her hâlinin bilinene) tercüman olması mertebesidir. Marifeti, vicdanî bilginin zuhûr ve inkişâfı şeklinde ta’rif edenler de olmuştur ki, bu zuhûr ve inkişâf aynı zamanda insanın kendine has değerlerle zuhûr ve inkişâfı sayılır. “Nefsini bilen Rabbini bilir” sözünün bir mahmili de bu olsa gerek.
KAZÂ NAMAZLARI
Kazâya kalmış namazların kazâsı da farzdır. Esâsen, namazı bile bile kazâya bırakmak büyük günahtır.
İmam Şafiî ve İmam Malik’e göre, farz namazların sünnetleri, kazâ niyetiyle o namazın kazâsı olarak kılınabilir. Çünkü farz, sünnetten çok daha faziletlidir.
Hanefî fukahâsı, sünnetlerin kaza yerine kılınmasına yumuşak bakmamıştır. “Sünneti sünnet yerine, kazâyı da kaza yerine kılmak gerekir” demişlerdir. Gerçi İbn Nüceym, bu hususta İmam Şafiî ve İmam Mâlik’in görüşünü benimsemişse de, farz namazını terkle, zaten büyük bir günaha girmiş olan insanın, o açığını kapatmak için bir de sünnetleri terk etmesi pek uygun olmasa gerek. Namazı kazaya kalan kişinin sabah-akşam Rabbisine duâ ve tazarrûda bulunması gerekirken, Allah Rasûlü (sav)’nün seferde ve hazerde terk etmediği ve kılana cennet köşk ve saraylarının va’dedildiği, tamamı 12 rek’atı bulan revâtib sünnetlerin kazâ namazına fedâ edilmesi akla da, tab’a da münâsip gelmemektedir.
Ayrıca, Allah Rasûlü (sav), bir hadis-i şeriflerinde, Cenâb-ı Hakk (cc)’ın, kulunun eksik farzlarını kıldığı nâfilelerle tamamlayacağını beyân buyurmuşlardır. Bu sebeple, fevt edilmiş farz namazlar kazâ edilmeli, nâfileler de nâfile olarak kılınmalıdır. “Kazâ namazım çok, ömrüm hepsini kılmaya yetmez” diyenler varsa, Allah böyleleri için inşâallah, o âna kadar kazâ adına sergiledikleri gayret ve kalplerinde taşıdıkları azim, niyet ve kararlılığına göre hüküm verir.
İKİNCİ FITRAT
Evrad u ezkâr, duâ, nafile namaz gibi ibadetler, sürekli olarak ve ısrarla yerine getirmeli ki, bunlar, zamanla bizde ikinci bir fıtrat hasıl etsin. Meselâ, iki rekatlık bir nafileyi dört rek’at kılmaya alışır, bir daha da bırakmazsanız, bırakmaya kalksanız, “Eyvah, bugün de falso yaptık” dersiniz.
Böyle bir anlayış, insanda zaten mevcud olan birtakım kabiliyetlerin kullanılarak inkişaf etmesi ve insan ruhuna hakim olmasından kaynaklanmaktadır.
A'ZAMÎ TAKVA, ZÜHD, İHLÂS VE VELÂYET İÇİN UMÛMÎ PRENSİP
Takva'nın zühdün, ihlâsın, velâyetin a'zamîsi kişiye göre değişir mi, yoksa bu hususlarda umûmi bir prensip var mıdır?

Kişiye göre mertebeleri veya bu hedeflere ulaşma yolları bulunsa da, takva için de, zühd için de, ihlâs ve velâyet için de umûmi prensipler vardır. Takvanın ilk derecesi, farzları işleyip büyük günahlardan kaçınmaktır; daha sonra vacipleri, sünnetleri işlemek ve mekruhlardan kaçınmak, daha sonra da, her türlü şüpheliyi günah olur endişesiyle terk etmek ve nafilelere müdavemette bulunmak gelir. Allah'ı görmese de, O'nun kendisini sürekli gördüğü şuuruyla Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme demek olan ihsan da, bir bakıma takvanın nihaî sınırıyla alâkalı bir mazhariyettir.
İhlâs, insanın her yaptığını Allah için yapması demektir. Bunun ilk mertebesi, ibadetlerde, Allah için hizmet etmede, başkasının görüyor olmasını nazara almadan, sadece Allah'ın hoşnutluğunu düşünmek, yapılanı O emrettiği için yapmaktır. A'zamî mertebesi ise, insanların kendisi hakkında ne düşündüğünü hiç mi hiç hesaba katmamaktır.
Meselâ, bir mertebede, insanların sizi teheccüdde veya Pazartesi-Perşembe orucunda görmesinden rahatsızlık duyabilirsiniz; ama nihaî mertebede, insanların sizi görüp görmemesi, ne yaptığınızı bilip bilmemesi sizi hiç alâkadar etmez ve bu türden mülâhazalar aklınıza bile gelmez. Bu, Allah'ın rızasında fânî olmanın ifadesidir. İnsan, her zaman bu mertebede bir ihlâsa muvaffak olamayabilir. Meselâ, iman hakikatlerinin neşri için ölesiye çalışabilir; fakat bir yandan bunu yaparken, bir yandan da, "arkadaşlarım niye bu işte bana destek olmuyor?" gibi düşüncelerde taşıyabilir. Halbuki önemli olan, insanın üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirip, ötesinde hiçbir şeyle meşgul olmamaktır.
Bunun gibi, zühdün de, velâyetin de asgarî ve a'zamî mertebeleri vardır. Meselâ, dünyayı kasten değil, kalben terk etmek zühdde bir mertebedir. Dünya adına insanın eline geçenlere hiç sevinmemesi, elinden gidenler karşısında ise hiç üzüntü duymaması, zühdün nihâi mertebesidir. Eviniz yanmış, yiyecek bir şeyiniz kalmamış, her şeyinizi kaybetmişsiniz, bunları hiç mesele yapmadan yolunuza ve kulluğunuza devam etme, zühdde nihaî mertebelerdendir.
RİSALE...
Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i Berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmân'a ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve Berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, îkâz eder ve bütün bu inkılâbat içinde Cenâb-ı Mün'im-i Hakikî'nin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile ne derece hamd ve senaya müstehak olduğunu ilân eder.
ÜSTAD
Üstadımızın nefisle mücahedede bir rüsuh ve ihtisası vardır ki, asla huzûzat-ı nefsaniyelerine hizmet etmezler. Bir insana kâfi gelmeyecek kadar az yerler ve az uyurlar. Gecelerde, sabaha kadar câlib-i dikkat bir hal-i hâşiâne ile ubudiyette bulunurlar. Yaz ve kış, bu âdetleri tahallüf etmez. Teheccüd ve münâcat ve evradlarını asla terketmezler. Hatta bir Ramazan-ı Şerifte pek şiddetli hastalıkta, altı gün birşey yemeden savm-ı visâl içinde ubudiyetteki mücahedelerini terketmediler. Komşuları her zaman derler ki: "Biz, sizin Üstadınızın sekiz sene yaz ve kış geceleri, aynı vakitlerde sabaha kadar hazin ve muhrik sadasıyla münâcat seslerini dinler ve böyle fasılasız devamlı mücahedesine hayretler içinde kalırdık."
DUANIN VAKİTLERİ
Yağmur namazı ve duası bir ibâdettir. Yağmursuzluk, o ibâdetin vaktidir. Yoksa o ibâdet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyyet ile olsa; o dua, o ibâdet hâlis olmadığından kabûle lâyık olmaz. Nasılki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yâni gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikablanmasıyla bir âzamet-i İlahiyeyi ilâna medâr olduğundan, Cenâb-ı Hak ibâdını o vakitte bir nevi ibâdete davet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan) Ay ve Güneş'in husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.
NÜKTELER...
GECELERİ NAMAZ KILMAK
Hz. Dâvûd (A.S.) Cenâb-ı Hakk'a niyazda bulunarak şöyle der:
— Yâ Rabbi! Geceleri sana ibâdet etmeyi çok seviyorum. Sana daha candan ibadet etmek istiyorum der. Cenâb-ı Hak:
—Yâ Dâvûd! Gecenin başında (evvelinde) kalkma istirahat et. Gecenin sonunda (sabaha yakında) da kalkma. Zira gecenin bu saatlerinde kalkan kullarım vardır. Bazı kullarım gecenin evvelinde, bazı kullarım da gecenin sonunda kalkıp ibâdet ederler. Sen gecenin ortasında kalk ibâdet et ki, bu kullarım seninle karışmasın. Gecenin ortasında seninle baş başa kalalım. Bana ne diyeceksen, bana nasıl ibâdet edeceksen o zaman et. Buyurmuştur.
TEHECCÜT (GECE) NAMAZININ SEVABI
Geceleri Teheccüd namazı kılan Allâh’ın sevgili kullarından bir zât, devamlı ibâdet eder. Geceleri tatlı uykusundan .kalkıp gece namazı kılardı. Bu zatın ailesi de ibâdet eder, namazlarını devamlı kılardı. Bu hanım bir gün kocasına:
— Efendim, kadınlar da cennete girecekler mi? diye sorar. Zahid ve âbîd kocası cevab verir:
— Elbette girecekler hanım, kadınlar da cennete girecekler der..
Kadın, kocasının bu müjdeleyici cevabından çok sevinir ve heyecanından bayılır. Kadın ayıklığında kocası, kendisine sordu.
- Niçin bayıldın hanım dedi. Kadın:
—Hemen cennete girmek istemiştim, dedi. Kadın o gece rüyasında bir köşk görür ki, köşkün
süsleri ve ziynetleri son derece göz kamaştırıcıdır. Kadın:
— Bu köşk kimindir? diye rüyada sorar. Kendisine:
—Bu köşk, geceleri sıcak yatağından kalkıp da Allah için teheccüd namazı kılan Allanın sevgili kullarına mahsustur. Onlar için hazırlanmış, yapılmıştır, diye cevab verilir.
Bu sâliha ve mümine hanım o günden sonra artık gece namazına devam eder. Ve kendi kendine devamlı söylenir: "Ne varsa gece namazında var" dermiş.
Ey Hak Yolcusu! İnsanın yaradılışı ibâdet içindir. Bu dünyaya geliş gayesini anlayan bahtiyarlar, hep ibadetle, Allâh’ın huzuru izzetinde bulunmakla neşelenmişlerdir.
Ne varsa geceleri kılınan iki rek'atlık gece namazında vardır, demişlerdir. Bütün evliyaullâh bu namaza devam edegelmişlerdir. Çünkü Allah'ın yüce Peygamberleri gece namazına "teheccüd namazına" devam edip kılmışlar ve ümmetlerine örnek olmuş, sünnet bırakmışlardır. Gece kılınan iki rek'atlık namazlar insanı cennete ulaştırır.
GECE İBADETİNİN BAZI ÖZELLİK VE GÜZELLİKLERİ
a. Bizden Önceki Ümmetlerde de Vardı
İlk peygamber olan Hz. Âdem'e gönderilen din İslâm olduğu gibi son peygamber olan Hz. Muhammed'e de yine İslâm dinini tebliğ görevi verilmiştir. (Al-i İmran, 3/85, Nisa, 4/163, Şura, 42/13) Dolayısıyla Allah katında din, sadece İslâm'dır. (Al-i imrân, 3/19) Buna Yahudilik, Hıristiyanlık veya başka bir ad verilmesi, tahrif edilmemiş olmak şartıyla, bir şey değiştirmeyecektir. Nitekim Allah da birdir; ister O'na Allah denilsin ister Rahman denilsin.
Ancak belli bir gelişim süreci yaşayan insanoğluna gönderilen bu İslâm adlı dinin, peygamberlik dönemlerine göre, ibadetlerin, özellikle, şekline veya teferruatına ait bazı değişik uygulamaları görüle gelmiştir. Bir peygamber döneminde yapılan bir ibadet daha sonra görevlendirilen peygamber döneminde ya olmayabilir veya uygulama şekli değişmiş olabilir. Bazı ibadetler ise, önemlerine binaen her peygamberin ümmetine emredilmişlerdir. İşte konumuz olan gece ibadeti, ikinci şık ibadetlerdendir. Yani önemine binaen hem bizde hem de bizden önceki ümmetlerde yapılagelen ibadetlerden birisidir.
Allah, ehl-i kitaptan, ayetlerini inkâr eden, haksız yere peygamberleri öldüren, dolayısıyla isyan edip haddi asanlardan özettikten sonra şöyle buyuruyor: "Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır." (aı-i İmran, 3/113) Bu kişileri, ayetin nüzul sebebinde adı geçen Abdullah b. Selam (43/663) ve benzerleriyle sınırlı tutmayı gerektirecek herhangi bir ifade veya işaret bulunmamaktadır. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in "Sîze gece namazını tavsiye ediyorum; şüphesiz o, sizden önceki salih kulların âdetidir, sizin için de Rabb'inîze yakınlık, günahlarınıza keffaret, hatalardan selamet ve bünyeyi hastalıklardan koruma vesilesidir" şeklindeki kudsî beyanları, gece ibadetinin bizden önceki ümmetlerde, özellikle de seçkinleri arasında, yapılageldiğini açıkça göstermektedir,
Abdullah b. Mesud (32/652) şöyle der: Tevrat'ta, "Allah, gece yanlan yataklarından uzaklaşanlar için, öyle mükâfatlar hazırlamıştır kî, onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş, ne de herhangi bir insanın hayalinden geçmiştir. Bunu, Allah'a yakın olan melekler de bilmez, nebiler de..." ifadeleri yazılıdır...
Zebur'da geçen şu ayetler de gece ibadeti adına manidardır: "Kulum! Beni gece karanlığında bulursun. Çünkü, sana en yakın olduğum anlardır. Beni ara, bulursun!"35 Hz. İsa da, "Gece ve gündüz iki (amel) sandığıdır. Onlarda neyi koruyacağınıza dikkat edin! Gece ne yapılması gerekiyorsa onu; gündüz de ne yapılması gerekiyorsa onu yapın", der.36
Kendisine Zebur nazil olan Hz. Davud'un annesi ise şu tavsiyede bulunur: "Yavrum! Geceleri fazla uyuma. Çünkü fazla gece uykusu, kişiyi kıyamette fakir bırakır."37 Annesinden bu tavsiyeyi alan Hz. Davud'un, en mükemmel şekliyle geceyi ihya ettiğini, Efendimizin şu övücü sözlerinden anlıyoruz: "Allah'ın yanında en sevimli gece namazı Davud'un namazıdır, O gecenin yansını uyur, sonra kalkar ibadet eder sonra tekrar dinlenirdi...
b. Allah'a Şükretme Yollarından Biridir
Şükür, kendisine teşekkür edeceğimiz zat tarafından, bize ihsan edilen nimetlere karşı yaptığımız bir teşekkürdür, Allah'ın sayısız nimetlerini kullanan (Lokman, 31/20, İbrahim, 14/34, Nahl, 16/18) insanın, bu nimetlerin sahibini düşünmesi ve hizmetine sunulan nimetlerden duyduğu mutluluğu birtakım davranışlarla ortaya koymasıdır. Şükür, insana verilen duygu, düşünce ve organları, yaratılış gayeleri doğrultusunda kullanmaya da denmiştir ki, kalple ve dille ifa edilebileceği gibi, bütün organlarla da yerine getirilebilir...
c. Allah'ın Sevgisini Kazandırır
Sevgi, kalbî ilgi, herhangi bir şeye veya herhangi birine düşkünlük, mânâlarına gelir ki; insanın duygularını bütünüyle etkisi altına alırsa aşkı, kavuşma arzusuyla yanıp tutuşma şeklinde daha derin boyutlara ulaşması durumunda ise şevk ve iştiyak adını alır.
"Allah şöyle buyurdu: Kim veli bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona savaş açarım. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle yaklaşmaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Diliyle de her ne isterse muhakkak onları kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de onu korurum."
"Allah, bir kulu sevdiğinde Cibril'e:
-Allah falan kulu seviyor; sen de onu sev! diye emreder. Cibril de o kulu sever. Sonra Cibril gök halkına :
-Allah, falanı seviyor; siz de onu seviniz! diye seslenir. Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra yerdeki insanların gönlüne o kimse hakkında bir sevgi konulur da insanlar arasında da sevilir ve iyi kişi olarak anılır." "Her kim Allah'a kavuşup görmeyi arzu ederse, Allah da ona kavuşup görmesini sever." "Kimde üç şey bulunursa imanın tadını almış olur: Allah ve Resulü'nü, ikisi dışında kalan, herkes ve her şeyden daha çok sevmek.. ."
Bu karşılıklı sevginin mahiyeti hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır. Kul, derecesine göre Allah'ın sıfat ve zatını sever. Bazılarının dediği, Allah'ın taatını, hizmetini, sevabını, ihsanını ve yakınlığını sevmek, ikinci derecede, düşük bir sevgidir. Çünkü, herhangi bir sebepten değil, bizzat sevilen, kemâl, ilim, güzellik ve benzeri hususların hepsi en kâmil mânâda Allah'ta bulunmaktadırlar. Yani sevilen şeyler niçin seviliyorlarsa o, kâmil mânâda Allah'ta var. Dolayısıyla asıl sevilmesi gereken O'dur. O'nun dışında sevilenler ise, O'nun sevgisine tâbidir.
Ayrıca Allah, insanı, iyiliğe (ihsan) sevgi gösterecek bir özellikte (fıtratta) yaratmıştır. Kimden ve ne şekilde gelirse gelsin, bütün ihsan ve nimetlerin tek kaynağı Allah olunca, gerçek sevgi ancak O'na beslenir...
d. Makam-ı Mahmud'a Yükseltir
Teheccüd kelimesinin geçtiği tek yer olan İsrâ sûresinin 79. ayetinde Allah, şöyle buyuruyor: "Gecenin bir kısmında, sana mahsus bir nafile namaz (teheccüd) kılmak üzere uyan; böylece Rabb'in seni, övülmüş bir makama (makam-ı mahmud) ulaştırır." (isrâ, 17/79) Ayette geçen makamın, şefaat-ı uzma makamı olduğu hemen hemen bütün müfessirlerin ortak görüşüdür.6*
Şefaat, aracılık etmek, yardım etmek; kendisine karşı suç İşlenen yüce bir makam sahibinin, suçunu affetmesini sağlamak için, bir kimsenin o yüce makam sahibine, daha yakın olduğuna inandığı, bir şahsı aracı (vasıta-vesîle) kılması mânâsına gelir.65 Yüce makam Allah, O'na en yakın olan şahıs Hz. Muhammed, günahkârlar da diğer insanlar olunca, şefaatin din dilindeki anlamı ortaya çıkar. İşte, iman barajını aşan her insanı kapsayacak olan bu şefaata, şefaat-ı uzma'nın yanısıra makam-I mahmud da denilmektedir.
Allah'ın izniyle, nebiler başta olmak üzere, kendilerini aşmış, yani derecesine göre Allah'a yaklaşmış bazı şahıslar, kıyamet günü şefaat edeceklerdir. Melekler, sıddıklar, şehitler, veliler, bulûğ çağına ermeden ölen çocuklar... şefaat edecekleri gibi, Kur'ân-ı Kerim ve diğer bazı ibadetler de şefaatçi olacaklardır.66
Makam, özelliği gereği derecelere sahiptir. Bundan hareketle şefaat iznini alan her şahıs, makam-ı mahmud basamaklarına adım atmıştır, demek yanlış olmasa gerek. Nitekim ilgili ayet (isrâ, 17/79} bu makamı, kıldığı gece namazlarına karşılık olarak Hz. Peygamber'e verilen bir ruhsal eriş şeklinde sunmaktadır. Yukarıda geçen kudsî hadiste67 nafile ibadetlerle Allah'a yaklaşan kişinin duyu organlarında doğrudan doğruya İlahî güçle idrak yeteneğinin gelişeceği belirtilmektedir. Bahsimize konu olan ayeti açıklayan hemen bütün müfessirler makam-ı mahmud'u, bu kudsî hadisle irtibatlandırırlar. Buna dayanarak diyebiliriz ki, makam-ı mahmud, ruhsal yüceliş için gösterilen gayretlere ödül olarak sunulan manevî eriş ve oluşların genel adıdır.68 Ancak, bu makamın zirvesi, zirve insan Hz. Muhammed'e aittir.
Neticede diyebiliriz ki, gece ibadeti, Kur’ân’ın nassıyla, bu makama yücelten sebeplerin başında gelir. Kendisini Allah'tan uzaklaştıracak ve gereğine uygun tevbe edilmemiş bir günahı olmadıktan sonra, gece ibadetine, özellikle teheccüde devam eden her mü'min, Allah'a yakınlık kazanacak ve neticede makam-ı mahmud dairesi içine girerek, Allah'ın izniyle, şefaat edecektir.
e. Davetçinin Vazgeçilmez İbadetidir
Tarih boyunca iyiye, güzele, doğruya... çağıran kimseler, çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Günümüzde böyle olduğu gibi, bu kuralın daha sonra da değişeceğini gösterir bir işaret bulunmamaktadır. Bu zorlukların en büyüğünü, şüphesiz peygamberler çekmişler ve birçokları canlarından olmuşlardır....
f. Bir Ayrıcalıktır, Faziletli Kılar
Kur'ân-ı Kerim, mü'mimlerden, cennetliklerden, Allah'ın rızasını kazananlardan, yani ayrıcalıklı ve faziletli kişilerden, sözettiği hemen her yerde, onların gece ibadetine müdavim olduklarını özellikle vurgulamıştır. Şu ayetleri beraber okuyalım: "Rahman'ın kullan ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa "selam" derler. Onlar ki, gecelerini secde ederek (O'nun huzurunda) ayakta durarak geçirirler." (Furkan, 25/63-64) "Bizim ayetlerimize o kimseler inanırlar ki onlar, kendilerine hatırlatıldığı zaman derhal secdeye kapanırlar; Rab'lerini Överek teşbih ederler, büyüklük taslamazlar. Yanları yataklardan uzaklaşır, (gece ibadetine kalkarlar). (Secde, 32/15-16) "(Allah'ın azabından) korunanlar, cennetlerde, çeşme başların-dadırlar... Çünkü onlar geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi." (Zariyat, 51/15,17-18)
Sondaki ayetlerden, cennetliklerin, gecenin büyük bir kısmını ihya ettikleri halde, seher vakti girince, sanki günah işleyerek gecelemişler gibi, tevbe ve istiğfara durdukları anlaşılmaktadır. Bu, kerem sahibi, faziletli insanların karakteridir. İyiliğin her çeşidini yaparlar da, yaptıklarını az görerek, bir de özür dilerler. Fazilet yoksunlarına gelince, yaptıkları bir fındık kabuğunu doldurmadığı halde, çok göstererek bir de başa kakarlar, itaatkâr olanlar da böyledir; hiç bir hizmetten geri kalmadıkları halde, "bize düşeni yapamadık" diyerek, kendilerini tenkit ederler.
Hz. Peygamber (sav) de, "gece ibadeti mü'minin şerefidir, "«o "Allah için sabahlayan göz ateşi görmez,"«ı "Gece teheccüd kılanın gündüz yüzü ak olur"82 "Ümmetimin en şereflileri Hamele-i Kur'ân ve gece ehlidir"83 ve benzeri sözleriyle, söz konusu ayrıcalık ve fazilete parmak basmıştır.
Hz. Cebrail de Efendimiz'e gelerek şöyle demişti: "Ey Muhammedi İstediğin kadar yaşa, neticede öleceksin. Ne yaparsan yap mutlaka karşılığını bulacaksın. Dünyada kimi seversen sev bir gün ondan ayrılacaksın. Bil ki, mü'minin şerefi gece yaptığı ibadette, izzeti ise insanlardan müstağni yaşamasında-dır."84
Konumuzla ilgili, asr-ı saadetten iki tablo sunmak istiyoruz: Hz. Peygamber, ikinci halifenin kızı, mü'minlerin annelerinden Hz. Hafsa'yı boşamaya niyetlenmişti. Bütün davranışları örnek olacağından, kontrol altında olan Yüce Nebi'ye Cebrail gelerek, şöyle dedi: "Hafsa'yı yanında tut! Çünkü o, gündüzleri çok oruç tutar, geceleri de çok ibadet eder."85
Bu tablomuzun kahramanı da, ikinci halifenin oğlu, Abdullah'tır (74/693). Olayı şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber'in sağlığında ashabdan birisi bir rüya görünce, onu Hz. Peygamber'e anlatırdı. Ben de bir rüya görmeyi ve Resûlüllah'a anlatmayı çok arzu ederdim. O sırada ben, gencecik bir delikanlıydım ve mescidde uyurdum. Bir gün, şöyle bir rüya gördüm: İki melek beni yakalayarak Cehenneme götürdüler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla örülmüş olarak görünüyordu. İki boynuz gibi iki yanı vardı. Burada, kendilerini yakından tanıdığım kimseler de vardı. O anda "Cehennem'den Allah'a sığınırım!" demeye başladım. Bu sırada yanımıza başka bir melek gelerek bana, "Korkma, sen buraya atılmayacaksın. Senin için tasa ve endişe yoktur" dedi.
Bu rüyayı gören, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'tı. O, her yönüyle babasıyla atbaşı giden bir insandı. Düşünün ki, babasından sonra onu, hem de o günün insanları, başlarında halife görmek istiyorlardı. Eğer Hz. Ömer bizzat buna mani olup "bir evden bir kurban yeter!" demeseydi, belki de ümmet onu halife seçecekti. O, hem bir ilim okyanusu hem de takva ve zühdün zirvesinde bir insandı.
Abdullah şöyle devam ediyor: "Bu rüyamı Hz. Peygamber'in hanımı olan ablam, Hafsa (v.45)'ya anlattım. O da Hz. Peygambere anlatınca O, şöyle buyurmuş: "Abdullah ne iyi adamdır. Keşke gecenin bir kısmında kalkıp da ibadet etmeyi âdet edinseydi!" Zira, cehennem şeklinde onun nazarına arz edilen, berzah azabına ait bir tablodur. O tabloyla gösterilen azaba maruz kalmamanın tek yolu ise, gecenin ibadetle aydınlatılmasıdır. Abdullah'ın kölesi Salim/'bu olaydan sonra Abdullah, az bir kısmı hariç, geceleri uyumazdı" der.
Aynî, bu hadisin şerhinde, "gece ibadetine kalkan kişi övülmeye layıktır. Eğer gece ibadeti, üstün bir fazilete sahip olmasaydı, yapan kişi övülmezdi. Nitekim, bu hadisin diğer bir rivayetinde "Abdullah salih bir adamdır, bir de gece ibadetine kalksaydı!" denilmiştir. "Hz. Peygamber'in bu ifadesi, gece ibadetine ayrı bir boyut kazandırmakta, bir insan salih bile olsa, gece ibadeti olmadan kemâlâtında eksiklik olduğu hissini vermektedir" notunu düşmüştür.
Muaviye b. Kurre anlatıyor: Biz, Hasan-ı Basrî'nin yarımdaydık. Bir ara, "hangi amel en faziletlidir," şeklinde bir soru ortaya atıldı. Neticede gece ibadetinde sözbirliğine varıldı. Ben, "hayır, en faziletli amel haramlardan kaçınmaktır," deyince, Hasan-ı Basrî, söze karışarak "konu kapanmıştır" dedi.
Muafı b. İmran (0.186) ise, Hz. Cebrail'in Efendimize söylediği sözü tekrarlayarak "mü'minin izzeti, halktan istiğnası; şerefi ise gece ibadetidir" der.
g. Manevî Zevklerin Kaynağıdır
Marifet ehline göre zevk, Allah'ın, veli kullarının kalbine tecelli ederek kalplerine attığı marifet nurudur. Bu nurla, herhangi bir kitap veya şahıstan ilim almadan hakla bâtılı ayırırlar.
Sûfîler, zevk ve şürb kelimeleriyle tecelli meyvelerinden, keşf neticelerinden ve varidatın tesiriyle aniden gelen hallerden olmak üzere, içlerine doğan hususları kastederler. Bunlardan ilkine zevk, ikincisine şürb (şirb), üçüncüsüne de reyy derler. Muamelelerindeki safvet, sûfilerin mânâların zevkini tatmalarını; makamlarının bütün hakkını yerine getirdikten sonra bir üst makama yükselmeleri şürb halini; vuslatlarının devamlı oluşu reyy halini gerektirir.
Bu arada tasavvuf ehlinin, zevke dayalı ilimleri vehbî ilimlerden ayırdıklarını belirtmeliyiz. Onların, zevk, şürb, reyy, müşahede, mükâşefe, muhâdara vb. sözkonusu ettikleri şeyler, ilmin genel tarifi içine sokulamayacak, ancak kalple anlaşılabilen sırlardan ibarettir. Onun için Beyazıd-ı Bistamî (261/874)'ye zevk ilminden sorulunca, "siz ilminizi ölüden aldınız, o da bir başka ölüden almıştı. Biz ise ölmeyen Hayy'dan alıyoruz!" cevabını vermiştir
Bediüzzaman Said Nursî (1876-1960) de, namaz vakitlerinin hikmetlerini sayarken şöyle diyor: "Gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar gerekli bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılâbât içinde Allah'ın sonsuz nimetlerini ihtar ederek ne derece hamd ve senaya layık olduğunu ilan eder."
L Gece ibadetinin Diğer Bazı Özellikleri
1.
Dünya'ya bedel bir ibadettir
"Kulun, gecenin derinliklerinde kıldığı iki rekat namaz, dünya ve içindekilere bedeldir. Eğer ümmetime ağır geleceğinden endişelenmeseydim bu iki rekâtı onlara gerekli kılardım"117 diyen Hz. Peygamber, bir gün gece ibadetinden sözetmiş, ihtimal ki, bu kadar önemli olmasına rağmen kılanların az118 olmasına üzülerek ağlamış ve mü'minlerin sıfatını anlatan "Yanlan yataklarından uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab'lerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar"{Secde,32/i6) ayetini okuyarak, ashabını uyarmıştı.
2.Hayır kapılarından biridir
Hz. Muaz'ın, Efendimiz'e sorduğu sorunun cevabı içinde şunlar da vardı: "Sana hayır kapılarını haber vereyim mi? Oruç (kötülüklere ve cehenneme karşı) bir kalkandır; su, ateşi söndürdüğü gibi, sadaka hataları siler; ve kişinin gece yarılarında kıldığı namaz." Sonra, bir üstte geçen ayetleri (Secde, 32/16) okudu.
3.Terkeden hoş karşılanmamıştır
Hz. Peygamber, daha önce gece ibadetine kalkıp, sonra terkeden bir şahsı sözkonusu ederek, Abdullah b. Amr'ı şöyle uyarır: "Abdullah! Gece ibadetine kalkıp, şimdi terk eden falan adam gibi olma sakın!"
Bu uyandan Hz. Peygamber'in geceleri, düzenli bir şekilde dolaşıp ashabının neler yaptıklarını öğrenmek, henüz İslâm'a tam alışamadıkları için varsa hatalarını düzeltmek ve teşvik için güzellikleri gündüz söyleyip övmek gayesini taşıdığını anlamak mümkün olduğu gibi, ashabın yaptıklarının Cebrail vasıtasıyla O'na bildirildiğini çıkarmak da mümkündür.
Kamil Miras da bu hadisi izah ederken sözlerini şöyle bitirir: "Hadis-i şerif, hem gece namazına teşvik ve terğibi, hem de bu feyizli ibadete alışıp da sonra terketmekten sakınmak gerektiğini ihtiva etmektedir. Çünkü gece namazını âdet edinen bir kimsenin daha sonra terketmesi, ibadetten yüz çevirmeyi hatırlatır ki, gerçekten sakınılması gereken bir durumdur."
4.Felâketlerden korur
Kur'ân-ı Kerim, bizden önceki ümmetlerin bir çoğunun, gece gaflet uykusunda iken veya seher vaktinde, dünyanın hayata, yeni günle gözlerini açtığı saatlerde, belaya maruz kaldıklarını ve helak olduklarını bildirmektedir. Sadece iki örnek verelim: "Nice kentler helak ettik, gece yatarlarken, yahut gündüz kaylûle yaparlarken azabımız onlara geliverdi" (Araf, 7/4) "O'na (Hz. Lut) kesin olarak şu emri bildirdik: "Sabaha girerlerken şunların arkalan kesilecektir (helak olacaklardır)" (Hicr, 15/66).
Meşiet-i İlahî, namazı, özellikle de gece namazını birçok felâketi önlemede veya etkisini azaltmada, yine bir meşiet cilvesiyle, paratoner olarak kullanmakta ve insanları uyanıklığa davet etmektedir. Allah'ın Resulü, şöyle buyuruyor: "Allah'tan korkan gençler, dışarda otlayan hayvanlar, beli bükülmüş İbadet eden yaşlılar ve süt emen bebekler olmasaydı, gökten başınıza belalar sel gibi yağacaktı." Diğer bir hadiste de, "Namaz ve sadaka, mala ve aileye gelen belalara engel olur" denilmektedir.
Adı açıklanmayan ululardan biri, gece Rabb'in divanında, kendinden geçmiş bir halde ibadet ederken şöyle diyen gaybî bir ses duyar: "Gece virdiyle uğraşanlar ve gündüz orucunu kaçırmayanlar olmasaydı, seherlerde altınızdaki yer sarsılacak, helak olacaktınız. Çünkü siz, azabı hak etmiş kötü kimselersiniz':
5. Bedenin şifası, kalbin devâsıdır
Hz. Peygamber, gece ibadetinin bazı özelliklerini birarada sayıyor: "Sadece sizden önceki seçkin insanların âdeti olduğu için değil, aynı zamanda, Allah'a bir yakınlık, günahlara keffaret, vücut hastalıklarını giderici ve kötülüklerden alıkoyucu olduğu için, size gece ibadetini tavsiye ediyorum."
İbrahim Havvas (291/903) da, "Beş şey kalbin devalarındandır" deyip şunları sayar: "Tedebbürle Kur'ân okumak, mideyi
doldurmamak, gece ibadet etmek, seherlerde Allah'a yalvarmak ve dostlarla sohbet etmek."128 Yahya b. Muaz (258/871) da aynı şeyleri, değişik bir ifadeyle dile getirmiştir.129
Ata b. Ebi Rabah (114/732) ise bu namazı, şöyle tanımlıyor:
"Gece namazı, bedene ve bütün organlara kuvvettir. Bu namazına kalkan kimse, sevinçli ve huzurlu olur. Kalkmayan, üzüntülü Ve kalbi kırık olur. Kendini bir şey kaybetmiş gibi hisseder. Gerçekten de o çok faydalı bir şey kaybetmiştir."
6.Gece kalkmayan gafil sayılmıştır
İbn Ömer'den gelen bir hadis-i şerifte, şu ifadelere yer veriliyor: "Kim gece on ayetle ibadet ederse gafillerden sayılmaz. Kim yüz ayetle ibadet ederse, kanitinden (boyun eğerek itaat Ve ibadet eden) sayılır. Kim de bin ayetle ibadet ederse, mükantarînden (çok ibadet eden) sayılır."
Bir başka hadis-i şerifte ise, "Adam, gece hanımını uyandırır ve beraber iki rekat namaz kılarlarsa, Allah'ı çokça zikreden erkek ve kadınlardan sayılırlar" (Ahzap, 33/35) denilmektedir.
7.Bilen insanların tavrıdır
Kur'ân, insanın nankörlüğünü, şirk bataklığına düşüşünü ve Allah'ı unutmasını dile getirdikten sonra, şöyle devam eder: "Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabb'inin rahmetini uman gibi midir? De ki, "hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?" Doğrusu an-i çak akl-ı selim sahipleri öğüt alır." (Zümer, 39/8-9) Halk arasına bir atasözü gibi yerleşen bu cümle, sadece ilim sahiplerinin üstünlüğünü dile getirmemekte, ilmiyle amil olan ve özellikle de gece ibadetine devam eden kimselerin, dini daha iyi anladıklarını vurgulamaktadır.

8. Hz. Peygamberin en çok arzuladığı ibadettir
Efendimiz, bu arzuyu şöyle dile getirir: "Her peygamberin hoşlandığı bir şey vardır. Ben de gece ibadetinden hoşlanırım. Ben gece namaza durunca, (dikkat ve huzurum bozulmasın diye), kimse arkamda namaza durmasın! Her peygamberin, dünya malından bir pay yiyeceği vardır. Benim de payım humus (ganimetin beşte biri)' tur. Humus benden sonra da, idareye geçenin hakkıdır."
Konuyu, gece ve gündüzün sözleriyle bitirelim, imam Mücahit (0.102) anlatıyor: "Her yeni gün, 'ey insan, şu anda bana kavuşmuş bulunuyorsun, ama bir daha sana dönmeyeceğim. Bende ne yapacağına dikkat et' der. Sonra da dürülerek ağzı mühürlenir ve kıyamet günü Allah'ın huzurunda, hesapta kullanılmak üzere kaldırılır. Her yeni gece de aynı şeyi söyler."
MELEKLERE İMAM OLAN ZAT
Kûfeli Arfece, gündüz beş vaktinin yanına beş daha katmakla kalmaz, gecenin büyük bir kısmını da ibâdetle geçirmeye devam ederdi. Bir gece yatsıdan sonra ziyaretçiler geldiler Arfece ise o saatte ziyaretçi kabûl etmezdi. Meşgul olduğunu, boş vaktinde gelmelerini söylerdi. Ne var ki, annesi bu defa ziyaretçilerin boş çevrilmesine razı olmadı, oğlunun izni olmadan ziyaretçileri içeri alıp, gece yarısına kadar sohbet etmelerine sebeb oldu. Gece yarısından sonra giden ziyaretçileri müteâkip uykuya yatan Arfece'nin annesi, gördüğü rü'yasını sabah şöyle anlattı: - Rü'yamda büyük bir cemaatla karşılaştım. Dizilmişler, bana şöyle sitem ediyorlardı: "Arfece'nin annesi! Bizim imamımıza niçin mâni oldun, bizi gece yarılarına kadar ibâdetten niçin men'edip imamsız bıraktın?"
Anlaşılan, Arfece gece namazı kılarken melekler de gelip ona uyar, cemaat olurlarmış. O gece imamlarının sohbetle meşgul olduğunu görünce buna sebeb olan anneye sitem etmiş, imamlarını niçin meşgul ettiğini sormuşlardı. Bundan dolayıdır ki, gece namazlarını tek başına kılan kimse, isterse imam gibi sesli okuyarak kılar. Umulur ki, melekler ona uyup cemaatını teşkil ederler. Nitekim ashabdan birçok zat, çölde namaz kılarken sahra dolusu meleğe imamlık etmiş, kuşlar gibi uçup gelen ruhanîler, tek başına sesli ibadet eden o muhterem zâtlara cemaat olmuşlardır. Hâtıra gelen odur ki, insan meleklerin imamlığa kabûl edeceği şekilde günahtan uzak olmalı, yalnız kıldığı namazlarda bu mânâyı daima hatırda tutmalıdır.
 
Üst