Açıklamalı. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

Ahmet.1

Well-known member
Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan! (Sözler'den)

Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan! Said Nursî

Dünya hayatı aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir. (Âl-i İmran Suresi: 185.)

[Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]
Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Gafil: Gaflette olan. Düşüncesiz, ilgisiz ve habersiz.
Ders-i ibret: İbret dersi.
Bedbaht: Bahtı kara, mutsuz.


Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder.Meselâ; şu karyede (yani Barla'da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse "Oraya git", sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.

Nefis: Bir kişinin kendisi, öz varlığı. *Günah ve sevab ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
Hasr-ı nazar: Bütün dikkatini verme.
Elîm: Acı veren.
Karye: Köy.
Müştak: Çok istekli.
Bîçare: Çaresiz.
Ünsiyet: Alışkanlık, dostluk, tanışıklık, yakınlık.
Âlâm-ı firak: Ayrılık acıları.


Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.

Habibullah: Allah'ın(cc) rızasını ve sevgisini kazanan.
Merdane: Erkekçesine, yiğitçesine.
Kabr: Mezar.
Taleb: İsteme, dileme, istek.
Gafil: Gaflette olan. Düşüncesiz, ilgisiz ve habersiz.


Ey nefsim! Deme: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur." Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.

Asır: Yüzyıl, devir, zaman.
Perestiş: Pek çok sevgi ve saygı besleme.
Derd-i maişet: Geçim derdi.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Acz-i beşerî: İnsanın güçsüzlük ve çaresizliği.
Fakr-ı insanî: İnsanın fakirliği, insanın sayısız ve sonu gelmez ihtiyaçlarının olması.
Peyda: Olma, meydana çıkma, belirme.


Hem deme: "Ben de herkes gibiyim." Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine nebatat ve hayvanat enva'ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemal-i intizam ile meczub mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi {(Haşiye): İzmir'in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır.} mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz hebaen-mensur gösterip, müdhiş bir ye'se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm'in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek, şu müsahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlık'ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah'ın emriyle ehl-i şirki Cehennem'e döker. Ehl-i şükre "Haydi, Cennet'e buyurun" der.

Misafirhane-i dünya: Dünya müsafirhanesi.
Nazar-ı hikmet: Gayeyi ve faydayı araştırıcı göz.
Hâdisat-ı kevniye: Dünya ve kâinattaki olaylar.
Münakkaş: Nakışlı, süslü, işlemeli.
Mücehhez: Cihazlanmış, donatılmış.
Meczub mevlevî: Allah(cc) sevgisinden kendinden geçip dönmeye başlayan mevlevi tarikatına bağlı olan.
Etvar-ı gaflet: Gafletli tavırlar.
Sıklet-i maneviye: Manevî ağırlık.
Mevt-âlûd: Ölümle karışık, ölüm bulaşmış.
Hâdisat-ı hayatiye: Hayati olaylar.
Mülhid: Dinsiz, imansız.
Hebaen-mensur: Boşuboşuna, faydasız olarak.
İbka: Bakileştirme, devamlı olmasını sağlama.
Küfran-ı nimet: Nimete karşı nankörlük.
Âsâr-ı beşeriye: İnsanların eserleri.
Şirk-âlûd: Allah'a(cc) ortak koşma anlayışı karışmış.
Hâlık: Yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Ehl-i şirk: Allah'a(cc) ortak koşanlar, varlıkları ve olayları Allah'tan başka şeylere dayandıranlar.
Ehl-i şükr: Bütün nimetleri Allah'tan(cc) bilip şükredenler.



 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
Ölüm o kadar kat'î ve zahirdir ki; bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.

Bu hapishane nasılki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de: Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Herbir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur:

Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir mes'elesidir. Evet çaresi var ve Risale-i Nur Kur'anın sırrıyla o çareyi iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmiş. Kısacık hülâsası şudur ki:

Ölüm ya i'dam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nurani bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır. Bu hakikatı "Gençlik Rehberi" bir temsil ile isbat etmiş.

Meselâ; bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçları konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayet büyük ve umum dünya iştirak etmiş bir piyango dairesi kurulmuş. Biz bu hapisteki beşyüz kişi, her halde hiç müstesnası yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi birer birer o meydana çağıracaklar: Ya "Gel i'dam ilânını al, darağacına çık" veya "Daimî haps-i münferid puslasını tut, bu açık kapıya gir." veyahut "Sana müjde! Milyonlar altun bileti sana çıkmış, gel al." diye her tarafta ilânatlar yapılıyor. Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birbiri arkasında o darağaçlarına çıkıyorlar. Bir kısmın asıldıklarını müşahede ediyoruz. Bir kısmı da, darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasındaki piyango dairesine girdiklerini; orada büyük ve ciddî memurların kat'î haberleri ile görür gibi bildiğimiz bir sırada, bu hapishanemize iki heyet girdi.

Bir kafile ellerinde çalgılar, şarablar, zahirde gayet tatlı helvalar, baklavalar var. Bizlere yedirmeğe çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir, insî şeytanlar içine zehir atmışlar.

İkinci cemaat ve heyet, ellerinde terbiyenameler ve helâl yemekler ve mübarek şerbetler var. Bize hediye veriyorlar ve bil'ittifak beraber, pek ciddî ve kat'î diyorlar ki: "Eğer o evvelki heyetin sizi tecrübe için verilen hediyelerini alsanız, yeseniz; bu gözümüz önündeki şu darağaçlarda başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. Eğer bizim bu memleket Hâkiminin fermanıyla getirdiğimiz hediyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiye-namelerdeki duaları ve evradları okusanız, o asılmaktan kurtulacaksınız. O piyango dairesinde ihsan-ı şahane olarak herbiriniz milyon altun biletini alacağınızı, görür gibi ve gündüz gibi inanınız. Eğer o haram ve şübheli ve zehirli tatlıları yeseniz, asılmağa gittiğiniz zamana kadar dahi o zehirin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler müttefikan size kat'î haber veriyoruz." diyorlar.

İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağacının arkasında mukadderat-ı nev'-i beşer piyangosundan ehl-i iman ve taat için -hüsn-ü hatime şartıyla- ebedî ve tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihtimal ile sefahet ve haram ve itikadsızlık ve fıskta devam edenler -tövbe etmemek şartıyla- ya i'dam-ı ebedî (âhirete inanmayanlara) veya daimî ve karanlık haps-i münferid (beka-i ruha inanan ve sefahette gidenlere) ve şekavet-i ebediye i'lamını alacaklarını yüzde doksandokuz ihtimal ile kat'î haber veren, başta ellerinde nişane-i tasdik olan hadsiz mu'cizeler bulunan yüzyirmidört bin peygamberler ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini, keşf ile, zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüzyirmidört milyondan ziyade evliyalar (kaddesallahü esrarehüm) ve o iki kısım meşahir-i insaniyenin haberlerini aklen kat'î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıken- yakînî bir surette isbat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler,{O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur'dur. Yirmi senedir en muannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.} müçtehidler ve sıddıkînler; bil'icma', mütevatiren nev'-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızları olan bu üç cemaat-ı azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âlî heyetlerin fermanları ile verdikleri haberleri dinlemeyen ve saadet-i ebediyeye giden, onların gösterdikleri yol olan sırat-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksandokuz dehşetli tehlike ihtimalini nazara almayan ve bir tek muhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve elbette vaziyeti şudur ki:

İki yolun -hadsiz muhbirlerin kat'î ihbarları ile- en kısa ve kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyi kazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve yüzde doksandokuz Cehennem hapsini ve şekavet-i daimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyada iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir ay hapis imkânı bulunan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz -yalnız zararsız olduğu için- uzun yolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divaneler gibi dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara ehemmiyet vermez, sineklerle uğraşıyor, yalnız onlara ehemmiyet verir derecede aklını, kalbini, ruhunu, insaniyetini kaybetmiş oluyor.

Madem hakikat-ı hal budur.. biz mahpuslar, bu hapis musibetinden intikamımızı tam almak için o mübarek ikinci heyetin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yani, nasılki bir dakika intikam lezzeti ve birkaç dakika veya bir-iki saat sefahet lezzetleriyle bu musibet bizi onbeş ve beş ve on ve iki-üç sene bu hapse soktu; dünyamızı bize zindan eyledi. Biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir-iki saat müddet-i hapsi bir-iki gün ibadete ve iki-üç sene cezamızı -mübarek kafilenin hediyeleriyle- yirmi-otuz sene bâki bir ömre ve on ve yirmi sene hapiste cezamızı milyonlar sene Cehennem hapsinden afvımıza vesile edip fâni dünyamızın ağlamasına mukabil bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishaneyi terbiyehane gösterip vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmağa çalışmalıyız. Ve hapishane memurları ve müdürleri ve müdebbirleri dahi, câni ve eşkiya ve serseri ve kàtil ve sefahetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları, bir mübarek dershanede çalışan talebeler görsünler ve müftehirane Allah'a şükretsinler.


Şualar
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
Her Nefis Ölümü Tadacaktır
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ﻛُﻞُّ ﻧَﻔْﺲٍ ﺫَٓﺍﺋِﻘَﺔُ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ Her Nefis Ölümü Tadacaktır (Al-i İmran Suresi: 185.)
âyetinin külliyetinde: "Nev'-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!" manası, âyetin işaretinden kalbe açılıyor...

Said Nursi

Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Külliyet: Bütünlük, genellik.
Nev'-i insanî: İnsan türü, insan cinsi.
Nefis: Bir kişinin kendisi, öz varlığı. *Günah ve sevab ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
 

Ahmet.1

Well-known member
Ecel Birdir Değişmez

Ey Hâlık'ını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zahirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.

Evvelâ bil ve kat'î iman et ki: "Ecel mukadderdir, tegayyür etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.

Sâniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.

Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.

Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.


Lem'alar



Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Elem: Acı, dert, kaygı.
Tevahhuş: Korkmak, ürkmek, kaçmak.
Cihet: Yön, taraf.
Nazar-ı gaflet: Allah(cc) ve ahiret düşüncesinden yoksun bakış.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.
Evvelâ: İlk önce, birinci olarak.
Kat'î: Kesin.
Mukadder: Belirlenmiş.
Tegayyür: Değişme, başkalaşma.
Sâniyen: İkinci olarak.
Sureten: Görünüş bakımından, şekil olarak.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Vazife-i hayat: Hayat görevi, hayat vazifesi.
Külfet: Zahmet, zorluk.
Talim: Öğretmek, eğitmek, yetiştirmek.
Talimat: Eğitimler, emir ve yasaklar, hareket tarzını bildiren emirler.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Ebedî: Sonsuz.
Makam-ı saadet: Mutluluk yeri.
Zindan-ı dünya: Dünya zindanı, karanlık ve sıkıntılı dünya hapishanesi.
Bostan-ı cinan: Cennet bahçesi.
Hâlık-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli yaratıcı.
Mukabil: Karşılık.
Ahz-ı ücret: Ücret alma.
Mahiyet: Temel özellik, temek gerçek, asıl, esas.
Bilakis: Aksine, tersine.
Rahmet: Acıma, şefkat etme, esirgeme, merhamet.
Mukaddeme: Başlangıç, giriş, önsöz.
Ehlullah: Allah'ın(cc) sevgisini kazanmış üstün kimseler, veliler, ermişler.
Belki: Kat'iyyetle. Şüpesiz. *Hattâ. *İhtimal, olabilir.
İdame: Devam ettirme.
Hayrat: Allah(cc) rızası için yapılan hayırlar ve iyilikler.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve islâm yolundan sapanlar.
Zulümat-ı ebediye: Sonsuz ve tükenmez karanlıklar.
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey saygıdeğer şerefli bil)

İnsanın ba'de-l mevt Hâlık-ı Rahman ve Rahîm'e rücuu hakkında ilânat yapan şu
ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺮْﺟِﻌُﻜُﻢْ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺗُﺮْﺟَﻌُﻮﻥَ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺎَﺏِ
"Dönüş Onadır." Ra’d Süresi, 13:36. "Herkesin dönüşü Onun huzurunadır." Maide Süresi, 5:18. "Hepinizin dönüşü Onadır." Bakara Süresi, 2:245. "Hepinizin dönüşü Onadır." Hüd Süresi, 10:4.)

gibi âyetlerde büyük bir beşaret ve teselli olduğu gibi, ehl-i isyana da büyük tehdidleri îma vardır.

Evet bu âyetlerin sarahatine göre: Ölüm; zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp; ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed'in huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur.


Mesnevi-i Nuriye



Ba'de-l mevt: Ölümden sonra.
Hâlık-ı Rahman ve Rahîm: Merhametli çok acıyan ve rızıklandıran yaratıcı.
Rücu: Dönüş, dönme, geri dönüş.
İlânat: İlanlar, duyurular.
Beşaret: Müjde, sevindirici haber.
Ehl-i isyan: İsyan edenler.
Zeval: Sona erme, göçüp gitme, son bulma.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Adem: yokluk, hiçlik.
Zulümat: Karanlıklar.
Sultan-ı Ezel ve Ebed: Başlangıcı ve sonu olmayıp sonsuz olan Allah(cc).
Medhaldir: Giriş yeridir.
Adem-i mutlak: Sonsuz hiçlik.
Elem: Acı, dert, kaygı.
 

Ahmet.1

Well-known member
İnsan Yalnız Cesedden İbaret Değildir
İnsan yalnız cesedden ibaret değil; Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez, onlar imha edilmez. Onlar da idare ister. Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes'elesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir.

Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün
ﺍَﻟْﻤَﻮْﺕُ ﺣَﻖٌّ Ölüm kesin bir gerçektir.) davasını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur.

Madem manevî hacat-ı zaruriyeye istinad eden manevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve imanın ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i marifet herhalde küfran-ı nimet suretinde kendine edilen nimet-i İlahiyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid'alarıyla, sefahetleriyle bulaştırmayacaktır!..

Lem'alar


Endişe-i istikbal: Geleceğini sağlama alma kaygısı, istikbal endişesi.
İstinad: Dayanma.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyadaki yaşantı.
İçtimaî: Toplumla ilgili.
Münhasır: Mahsus, sınırlı, ait.
Ebed: Ebedilik, sonu olmamak, sonsuzluk.
Ehemmiyetli: Önemli.
Tekzib: Yalanlamak.
Hacat-ı zaruriyeye: Zorunlu ihtiyaçlar.
Varaka: Yaprak, belge, kağıt.
Berzah: Ölülerin ruhlarının kıyamete kadar kaldıkları âlem.
Zulümat: Zulmetler, karanlıklar.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Ehl-i marifet: Yüksek anlayış ve bilgi sahipleri.
Küfran-ı nimet: Nimete karşı nankörlük.
Fazilet-i imaniye: İmanla ilgili üstünlükler ve yüksek ahlak.
Sefih: Düşünmeden hareket eden, zevk ve eğlence düşkünü.
Fâsık: Günahkâr.
Sukut: Düşme, alçalma, inme.
Bid'a: Dine aykırı olarak sonradan uydurulan âdet ve davranışlar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
 

Ahmet.1

Well-known member
Cevap: Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

Dünya Fânîdir
Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem Allah bir kimseye gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez. (Bakara Suresi: 286.) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

Said Nursi


Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Misafirhane-i dünya: Dünya misafirhanesi.
Hakîm: Hikmet sahibi, her şeyi gayeli ve faydalı olarak yerli yerinde yapan.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Müdebbir: Tedbir alıcı, zararları engelleyen ve faydaları sağlayan önlemleri önceden planlayarak yapan.
Teklif-i mâlâyutak: Güç yetmez teklif, yerine getirilemeyecek sorumluluk, yapılamayacaklarla görevlendirme.
Müreccah: Üstün.
Dünyevî: Dünya hayatına ait, dünyadaki yaşantıyla ilgili.
Kabir: Mezar.
Bahtiyar: Talihli, mutlu.
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Malayani: Faydasız, boş, gereksiz.
Telef: Ölmek, zayi olmak.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
Misafirhane: Misafir konaklama yeri, misafir evi, konuk evi.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
 

Ahmet.1

Well-known member
Ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır.

Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlubiyet gibi vücudumu sarsan ârızalar, bir gaflet zamanıma rastgelip şiddetle alâkadar ve meftun olduğum vücudumu, belki mahlukatın vücudlarını "ademe gidiyor" diye elîm bir endişe verirken, yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Manama dikkat et ve iman dûrbîniyle bak!"

Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki: Bu zerrecik vücudum, her mü'minin vücudu gibi hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücudları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymetdar bâki, müteaddid vücudları meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması, ebedî bir vücud kadar kıymetdar olduğunu ilmelyakîn ile bildim. Çünki şuur-u iman ile bu vücudum Vâcib-ül Vücud'un eseri ve san'atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerinden kurtulup; mevcudata, hususan zîhayatlara taalluk eden ef'al ve esma-i İlahiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peyda eylediğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim. İşte iman ile ve imandaki intisab ile, her mü'min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız envârını kazanır; kendi gitse de onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur.

Hülâsa: Ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekândır, bâki bir meyveyi sünbül vermektir.


Said Nursî


Gaflet: Düncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Alâkadar: Alâkalı, ilgili.
Meftun: Aşık, tutkun.
Mahlukat: Yaratılmış varlıklar.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Âyet-i Hasbiye: Hasbünallahü ve ni'mel vekik âyeti.
İnbisat: Genişleme, yayılma, genleşme.
Kıymetdar: Kıymetli, değerli.
Müteaddid: Çok sayıda, birçok, çeşitli.
Kelime-i hikmet: Hikmet kelimesi.
Mensubiyet: Bağlılık, alakalık.
İlmelyakîn: İlim yoluyla varılan kesin bilgi.
Şuur-u iman: İman şuuru.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah(cc).
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Taalluk: Alakalı olma, ilgilenme.
Esma-i İlahiye: Allah'a(cc) ait isimler.
Uhuvvet: Kardeşlik.
İntisab: Bağlılık.
Envâr: Nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
Visal: Kavuşma.
Tebdil-i mekân: Mekan değiştirme, yer değiştirme.
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
 

Ahmet.1

Well-known member
Ölüm Nimettir ve Ebedi Hayatın Başlangıcıdır.

Furkan-ı Hakîm'de ﺍَﻟَّﺬِﻯ ﺧَﻠَﻖَ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕَ ﻭَﺍﻟْﺤَﻴَﻮﺓَ ﻟِﻴَﺒْﻠُﻮَﻛُﻢْ ﺍَﻳُّﻜُﻢْ ﺍَﺣْﺴَﻦُ ﻋَﻤَﻼ "Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan Odur." Mülk Sûresi, 67:2.) gibi âyetlerde "Mevt dahi, hayat gibi mahluktur, hem bir nimettir." diye ifham ediliyor. Halbuki zahiren mevt; inhilaldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdim-ül lezzattır.. nasıl mahluk ve nimet olabilir?

Elcevab:
"Birinci Sual"in cevabının âhirinde denildiği gibi: Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti; tefessüh ile çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizacat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi, hayat kadar mahluk ve muntazamdır.

Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.

İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt; elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, Âlem-i Berzah'ta, elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir.

Amma mevt, nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört vechine işaret ederiz:

Birincisi:
Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzad edip, yüzde doksandokuz ahbabına kavuşmak için, Âlem-i Berzah'ta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.

İkincisi:
Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp; vüs'atli, sürurlu, ızdırabsız, bâki bir hayata mazhariyetle.. Mahbub-u Bâki'nin daire-i rahmetine girmektir.

Üçüncüsü:
İhtiyarlık gibi şerait-i hayatiyeyi ağırlaştıran bir çok esbab vardır ki; mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ: Sana ızdırab veren pek ihtiyar olmuş peder ve vâliden ile beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı; hayat ne kadar nıkmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ: Güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedaidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

Dördüncüsü:
Nevm nasılki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir; hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için.. öyle de: Nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevkeden belalarla mübtela olanlar için ayn-ı nimet ve rahmettir. Amma ehl-i dalalet için müteaddid Sözlerde kat'î isbat edildiği gibi; mevt dahi hayat gibi nıkmet içinde nıkmet, azab içinde azabdır. O, bahisten hariçtir.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Ölüm, ehl-i iman için bir terhistir.

Bir zaman yüksek bir dağ başında idim. Gafleti dağıtacak bir intibah-ı ruhî vasıtasıyla, kabir tam manasıyla, ölüm bütün çıplaklığıyla ve zeval ve fena ağlattırıcı levhalarıyla bana göründü. Herkes gibi fıtratımdaki fıtrî aşk-ı beka, birden zevale karşı isyan edip galeyana geldi. Ve muhabbet ve takdir ile pek çok alâkadar olduğum ehl-i kemalât ve meşahir-i enbiya ve evliya ve asfiyanın sönmelerine ve mahvolmalarına karşı mahiyetimdeki rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev'iye dahi kabre karşı tuğyan edip feveran etti. Ve altı cihete istimdadkârane baktım. Hiçbir teselli, bir meded göremedim. Çünki zaman-ı mazi tarafı bir mezar-ı ekber ve müstakbel bir karanlık ve yukarı bir dehşet ve aşağı ve sağ ve sol taraflarından elîm ve hazîn haller, hadsiz muzır şeylerin tehacümatını gördüm. Birden sırr-ı tevhid imdadıma yetişti, perdeyi açtı. Hakikat-ı halin yüzünü gösterdi. Bak, dedi. En evvel beni çok korkutan ölümün yüzüne baktım. Gördüm ki: Ölüm, ehl-i iman için bir terhistir; ecel, terhis tezkeresidir. Bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır. Zindan-ı dünyadan çıkmak ve bağistan-ı cinana bir uçmaktır. Hizmetinin ücretini almak için huzur-u Rahman'a girmeğe bir nöbettir ve dâr-ı saadete gitmeğe bir davettir diye kat'î anladığımdan, ölümü ve mevti sevmeğe başladım.

Şualar


İntibah-ı ruhî: Ruhun uyanması, ruha ait uyanış.
Zeval: Sona erme, son bulma.
Fıtrat: Yaratılış.
Fıtrî: Yaratılışa uygun.
Aşk-ı beka: Ebedî yaşama sevgisi.
Galeyan: Coşma, taşma, kaynama.
Alâkadar: İlgili.
Ehl-i kemalât: Üstün derecelere ve manevî olgunluklara ulaşmış olanlar.
Meşahir-i enbiya: Peygamberlerin meşurları(ünlüleri).
Asfiya: Sâfiyet, kemâlât ve takvâ sahibi olan, Hz. Peygamber'in (a.s.m.) vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata geçirmeye ve tatbike çalışan âlim zâtlar.
Rikkat-i cinsiye: Kendi cinsinden olana acıma.
Tuğyan: Taşkın mizaçlılık.
İstimdadkârane: Yardım istercesine.
Meded: Yardım, imdat.
Zaman-ı mazi: Geçmiş zaman.
Mezar-ı ekber: En büyük mezar.
Müstakbel: Gelecek, gelecek zaman.
Elîm: Acı veren.
Muzır: Zararlı, zarar veren.
Tehacümat: Hücum etmeler, saldırmalar.
Sırr-ı tevhid: Allah'ın(cc) bir olması ve ortağı bulunmamasındaki gizli gerçek.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Tebdil-i mekân: Mekan değiştirme.
Hayat-ı bâkiye: Ölümsüz ve sonsuz hayat.
Mukaddimesi: Başlangıcı.
Zindan-ı dünya: Dünya zindanı.
Bağistan-ı cinan: Cennet bahçeleri.
Huzur-u Rahman: Rahmân'ın huzuru, Allah'ın(cc) katı.
Dâr-ı saadet: Mutluluk yeri.
 

Ahmet.1

Well-known member
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ..?

ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ Yani:Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelaline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerim'lerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlıkı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. İşte şu kelime bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder. Ve der ki:

Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuzikinci Söz'ün âhirinde denildiği gibi: Dünyanın bin sene mes'udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal'in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Mübtela ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, onun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi ve bütün Cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve cazibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel'in, bir Mahbub-u Lâyezal'in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet'e çağrılıyorsunuz. Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.

Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki: Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahib ve Mâlik-i Hakikî'nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî'nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!...

Ey nefs-i emmare, kat'iyyen bil ki, senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümid, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Halbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülâsa, esastan fasid ve zayıftır. Daima harab olmağa hazırdır.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Kat'iyyen: Kesinlikle.
Âmâl: İstekler, arzular, dilekler.
Taallukat: Alakalıklar, alakalanmalar, ilgilenmeler, münasebetler.* yakınlar, akrabalar.İhtiyacat: İhtiyaçlar.
Hülâsa: Özet.
Fasid: Bozuk.


Evet bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil.. ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. Bak zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin!...
Zaman-ı mazi: Geçmiş zaman.
Mezaristan: Mezarlık.
Kabr: Mezar.


Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
"Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan Odur." Mülk Sûresi, 67:2
 
Üst