Muharrem

mihrimah

Well-known member
* Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en efdal namaz da gece namazıdır."
* Hz. Ali radıyallahu anh'ın anlattığına göre bir adam ona sorar: "Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Ali radıyallahu anh şu cevabı verir: "Ben bu soruyu Resulullah'a soran kimseye rastlamamıştım. Nihayet bir adam sordu. O zaman ben de yanlarında idim. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Şu cevabı lutfettiler: "Ramazan dışında da oruç tutmak istersen Muharrem ayında tut. Çünkü o Şehrullah (Allah'ın ayı)dır. O ayda bir gün vardır ki, Allah onda bir kavmin günahlarını affetti, bir başka kavmin günahını da affedecek."
TEFSİR...
وَلَيَالٍ عَشْرٍ

Fecr / 2.On geceye ,
Ve on geceye yemin olsun. Çünkü her hangi bir kayıt koymadan "on" denilince Zilhicce'nin on günü, yani birinden bayram günü olan onuncu gününe kadar on gün akla geldiğinden "on gece" bu on gece demek olur. Bununla beraber Ramazan'ın son on günü ve Muharrem'in Aşure (onuncu) gününe kadar on'u da sayılı on'lardandır. Bunlar hakkında da rivayet vardır. Gerçi burada ahdi gösteren "lâm" getirilmeyip belirsiz olarak {*} denilmesi, belirli bir "on" kastedilmeyip bunların herbirine ve belki de her ayın koyu mehtabından önce gelen ilk on gecesine ihtimalini hissettirebilirse de "Mutlak bir söz şüpheye düşürücü bir mânâ ifade ettiği zaman, ifade ettiği mânâlardan en mükemmeli ne ise ona yorumlanır." kuralına göre, bunun "lâm"sız kullanılarak ençok bilinen "Zilhicce'nin on günü" şeklinde yorumlanması ilk akla gelen mânâ olduğu gibi, sonundaki tenvinin de sadece belirsizlik için değil bir ululama mânâsı ifade ederek bu gecelerin özel şerefine daha ziyade dikkat çekme mânâsı taşıdığı da açıklanmıştır. Bir de denilebilir ki bu kelimenin belirsiz olarak kullanılması, belli bir senenin Zilhicce'sinin on günü kastedilmeyerek belli olmayan bir on'a işaret olmak içindir. Başka bir "on" olma ihtimali akla gelse dahi her halde maksat, sonunda fecir gibi neşe ve sevinç bulunan bir on gece olmalıdır. Onuncu sabahı Kurban bayramı olan Zilhicce'nin on gecesi olması da buna daha uygun, ayrıca Kadir gecesini kapsamış olması ihtimali ve sonunda Ramazan bayramı gelmesi itibarıyla Ramazan'ın son on gecesi olması da uygundur. Bu şekilde "on gece" dünya ömrü derecesinde olarak sûrenin sonuna bir "beraat-i istihlâl" mânâsında da olmuş olur.
Bu "on gece"nin Kurban bayramından önceki on gece olduğuna Hakim "sahih" diyerek ve daha başka bir topluluk İbnü Abbas'tan rivayet etmişlerdir. İbnü Zübeyr, Mesruk, Mücahid, ikrime ve daha başkalarından da rivayet olunmuştur. İmam Ahmed, Nesai ve Hakim sahih diyerek ve Bezzar, İbnü Cerir, İbnü Merduye ve "Şuab"ta Beyhakî Hz. Cabir'den de Resulullah (s.a.v.) "On gece, Kurban bayramının on gecesidir." <D>buyurdu, diye merfu olarak rivayet etmişlerdir. Bundan dolayı İbnü Cerir şöyle demiştir: "Doğru olan görüş, bunların Kurban bayramından önceki on gece olmasıdır. Zira yorumculardan gelen delil bunun üzerine icma etmiştir. Denilmiştir ki, Hz. Musa'nın mikatında "Ve ona on gece daha ilave ettik. Böylece Rabb'inin tayin ettiği vakit kırk geceye tamamlandı."(A'râf, 7/142) buyurulan on da Zilhicce'nin on gecesidir."
Bu on gecenin fazileti hakkında hadisler de vardır. Bunlar arasında Ahmed ve Buhârî'nin İbnü Abbas'tan merfu olarak rivayet ettikleri şu hadisi sayabiliriz: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş "on gün"de yapılan işten daha faziletli ve yüce Allah'a daha sevgili olsun. Ashab: 'Ey Allah'ın Resulü! Allah yolunda cihad da mı değil?' dediler. 'Allah yolunda cihad da değil, buyurdu. Ancak malıyla ve canıyla Allah yolunda cihad edip de onlardan bir şey ile dönmeyen hariç."<D> Bununla beraber İbnü Münzir ile İbnü Ebi Hatim İbnü Abbas'tan Ramazan'ın son on gecesi olduğunu da rivayet etmişlerdir. Dahhak'tan da böyle rivayet olunmuştur. Hatta bazıları bunun müttefikun aleyh olduğu görüşünü benimsemiş ve Hz. Aişe'den gelen ve sıhhati üzerinde ittifak edilen bir hadisi delil göstererek bu sonuca varmışlardır. Hz. Aişe demiştir ki: On, yani Ramazan'ın son on'u gelince Resulullah kuşağını sıkar,<D> gecesini ihya eder, ailesini de uyarırdı." Fakat bu hadis burada rivayet edilen "on"u açıklamak için değil, özellikle kadir gecesinin faziletini araştırmadan söz edilirken söylenmiş olması, ayrıca peygamberin sözünü değil de fiilini hikaye etmiş olması nedeniyle tefsir açısından Cabir hadisinin tercihi gerekir. Bununla beraber görülüyor ki âyette de rivayetlerde de ihtimal eksik değildir. "On gece"nin Kurban bayramından önceki on gece olması daha kuvvetli olmakla beraber, ikisini de, hatta Muharrem'in on gecesini de ifade etmesi mümkün ve doğru olabilir. Hangisi olursa olsun, yeminden anlaşılan asıl mânâ, dünya değişimlerinin hükmünü anlatmak üzere, neticesinde bir başarı ve neşe ile rahatlama ve dolayısıyla bir bayrama erme durumu ortaya çıkan geçici, sıkıntılı ibadet ve gayret saatlerinin kıymetine ve bunları gaflet ve isyan ile geçirenlerin sonsuz olarak uğrayacakları zarara dikkatleri çekmektir. Nitekim sûrenin içinde anlatılan konular da bu mânâyı açıklayacaktır.

Hud / 48. Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.
Ey Nuh! denildi. in, Bizden selamet ve bereketlerle in. Sana ve seninle beraber olanlardan gelecek nice ümmetler, daha nice ümmetler de olacak ki, Biz onları faydalandıracağız, dünya nimetleri ile nimetlendireceğiz, sonra da kendilerine bizden acı bir azap dokunacak.
Yukarıda "Yanında ona iman edenler ancak çok az kimselerdi." buyurulduğu için Hz. Nuh'un aile fertlerinden başka yanında çok az mümin vardı. Allah Teâlâ bunlara öyle bir selamet ve bereket ihsan buyurdu ki, bunlar çoğaldıkça çoğalacaklar ve kendilerinden bir çok ümmetler gelecekti. İşte Hz. Nuh'a bu durum önceden haber veriliyor ve "Acaba az sayıda bu müminlerin ve aile fertlerinin akıbeti ne olacak?" şeklindeki endişesi gideriliyordu. Bu endişeyi Hz. Nuh, kendi içinde duymuş olmalı ki ona, içe dönük bir ifade tarzıyla "denildi" meçhul fiili ile hitap ediliyor. Hz. Nuh'un soyundan gelecek olan ümmetler de iki kısım olacak. Bunlardan birinci kısım yine o selamet ve berekâta nail olup kıyamete kadar üremeye devam edecek, diğer bir kısmı da bir müddet dünya nimetlerinden istifade ettikten sonra yine acı bir azaba çarptırılacak ve ahiret selametine eremeyecek. Görülüyor ki, bu âyet eski zamanlarda yaygın olan bir kanaata da açıklık kazandırıyor: Demek oluyor ki, tufandan sonraki insanlar yalnızca Hz. Nuh'un üç oğlunun soyundan ibaret değildir. Hz. Nuh'un yanında bulunan az sayıda müminlerin sülâleleri de berekâta mazhar olmuşlardır. Zira Hz. Nuh'un yanında bulunan oğulları "ve ehleke" ifadesinden de anlaşılacağı üzere ailesine dahildir. Yani onunla birlikte olup ona iman edenler ise aile fertlerinin dışında kalan müminlerdir ki, selamet ve berekât ile ayrıca taltif edilen "Yani seninle beraber olanlardan üreyecek ümmetler." ifadesi gayet açık olarak diğerlerini kapsamına alır. O halde bütün ümmetlerin Hz. Nuh evlatlarından üremiş oldukları hakkındaki tarihi görüş, mutlak bir hakikat değil, çoğunluğu Nuh'un soyundan anlamına gelir. Zira bu selamet ve berekâtta en büyük hisse Hz. Nuh ile evlatlarına aittir. Rivayet olunduğuna göre Hz. Nuh Recep ayının onunda gemiye binmiş ve Muharrem ayının onunda inmiş, o gün şükür orucu tutmuş ve bu orucu tutmak sünnet olmuştur.
MUHARREM AYI, NUH TUFANI VE AŞURE
Hicri takvime göre Muharrem ayı "Eşhürü'l-Hurum" dandır. Yani savaşılması yasaklanmış (haram aylardandır), hürmetli aylardandır. Eşhürü'l-Hurum'dan olarak diğerleri Zilkade, Zilhicce ve Recep'tir. Muharrem ayı hakkında Peygamberimiz (sas)'den günümüze kadar bazı hadisler nakledilmiştir. Efendimiz (sas) Hazretleri bir hadisinde buyuruyor ki: "Ramazan orucundan başka en faziletli oruç Allah'a izafeten şereflendirilen (yani Şehrullah olan) Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır. " (Müslim, Siyam, 202)
Sevgili Peygamberimiz bir başka hadisinde "Aşure günü tutulan oruç, geçmiş senenin günahlarına kefaret olur." buyurmuşlardır. (Riyazüs sâlihin n, 509) Bir başka hadisinde Ashabdan birisine "Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarında üç gün oruç tutmasını" tavsiye etmiştir. (Riyâzüs sâlihin n, 507) Bir başka hadiste de bu üç gün "Aşûre'den önceki gün, aşure günü ve aşureden sonraki gün olarak" belirtilmiştir.
"Aşure günü" Muharrem ayının onuncu gününe denir. Kelime olarak anlamı da "Onuncu gün" demektir. Ayrıca; "Hak Teâlâ o gün on peygamberine on ihsanda bulunmuştur. Veya Ümmet-i Muhammed'e ihsanda bulunduğu için bu güne aşure günü denilmiştir" tarzında görüşlere de rastlanır. Bu günün devamına da halk arasında "Aşure ayı"denilmiştir.
Aşure günü hakkında çok çeşitli rivayetler vardır. Terim olarak aşure günü, hangi anlama gelirse gelsin kesin olan bir şey varsa, bu ayın ve özellikle Muharrem'in dokuz, on ve onbirinci günlerinin faziletli, mübarek günler olduğunun bilinmesidir. Yukarıdaki hadisi şeriflerden anlaşıldığına göre Peygamber Efendimiz (sas) o günlerde oruç tutmalarını Ashabı Kiram'a tavsiye etmişlerdir.
Nuh Tufanı
Aşure gününde cereyan ettiği rivayet edilen pek çok önemli hadise arasında İslâm dünyasında ve özellikle ülkemiz Müslümanları arasında dilden dile anlatılanlardan biri hiç şüphesiz "Nuh Tufanı "olayıdır.
Hz. Âdem ve Hz. İdris'ten sonra insanlarda hakikatten sapmalar başgösterince Cenab-ı Hak bunlar üzerine Hz. Nuh'u peygamber olarak göndermişti. Hz. Nuh insanlara tevhid inancını anlatıyor, onları hak yola davet ediyor ve putlara tapmaktan men ediyordu.
Halbuki onlar Hz. Nuh'un tebliğ ve davetindeki inceliği, güzelliği keşfedecek ruh yüceliğinden mahrum idiler. Kur'an-ı Kerim'de buyrulduğuna göre "Zalimdiler, azgındılar, fasıktılar, kötüydüler, kalp gözlen kapalıydı, vicdansızdılar, doğru yoldan çıkmışlardı, günahlara dalmışlardı..."
Hz. Nuh işte, böylesine azgın bir millet üzerine peygamber olarak görevlendirilmiş bulunuyordu. Kur'an-ı Kerim'in beyanına göre onları, "Allah'a ibadete ve ondan başkasını ilah tanımamaya" çağırdı. Onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş, güvenilir bir peygamberim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin... Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabb'ına aittir. Artık, Allah'tan sakının ve bana itaat edin... Ben sizin için apaçık uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum." dedi. (Şuarâ, 26/106-110; Hud, 11/25-26)
Azgınların Cevabı
İnkarcılıkta o milletin ileri gelen azgınları, Hz. Nuh'un kutsal çağrısı ile alay ettiler. "Sen de bizim gibi bir insansın... Hem baksana! Bizim içimizden sana ilk inananlar ayak takımıdır... Ayak takımı dışında sana kimsenin inandığını görmüyoruz... Bizden üstün bir yanınız yok..." dediler. Hz. Nuh'u ve çağrısına uyarak i-man edip Allah'ın sevgili kulları arasına yükselen kimsesiz, yoksul kişileri hor gördüler, onlarla aynı çatı altında bir arada bulunamayacaklarını söylediler, büyüklendiler... Onlar, üstünlüğün parada, malda, mülkte değil yüksek insanlık ideallerine sahip çıkmada, tevhidde, güzel ahlâk sahibi olmada ve topluma yararlı işler yapmada olduğunu kabul etmiyorlardı.
Halbuki onların ayak takımı diyerek küçük gördüğü kişiler, Hak Teâlâ katında onlardan kat kat faziletli kimselerdi. Dolayısıyla Hz. Nuh, milletinin azgınları istedi diye bu saygıdeğer yoksulları yanından uzaklaştıramazdı, onlara sırt çeviremezdi, bu yolda tahammül ve sabır gösterdi. Ne yazık ki, hiç de takdir görmüyordu. Üstelik o, maddi bir karşılık da istemiyordu... Yeter ki Allah'a i-man etsinler. Ama nerede? İman etmek şöyle dursun, ona deli demeye kadar azıttılar ve onun davranışlarını kontrol altında tutmaya, göz hapsine almaya karar verdiler. Hz. Nuh, davasından yine de vazgeçmeyince bu sefer ölümle tehdit ettiler... Her şeye rağmen tahammül ve sabır gösteren Nuh Aleyhisselâm var gücü ile tevhid ve iman bayrağını dalgalandırıyordu. Ama hak yolu gören göz, gerçeği duyan kulak, Hakk'ı zikreden kalp, doğruyu savunan yürek azdı... Nihayet Hz. Nuh, Allah'a yalvarıp yakardı: "Rabbim! Milletim beni yalanladı, benimle onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberim-deki insanları kurtar." (Şuarâ, 26/117-118) dedi.
Yüce Allah, peygamberinin duasını kabul buyurdu ve ona evvela bir gemi yapmasını vahyetti. Böylece inananlar, Hz. Nuh'un denetiminde gemi yapımına başladılar. Gemi yapımı ilerledikçe sapık ve azgınlar Hz. Nuh ve ona bağlı mü'minlerle alay ediyorlardı... Hz. Nuh ise, bir gün alay etme sırasının kendilerine geleceğini, o zaman azgınların yok olacağını hatırlatıyordu... Fakat inkarcılarda hâlâ uyanış belirtisi yoktu. Onlar, "Haydi bakalım, çok konuşup durduğun azap gelsin de görelim."diye alay etmeye devam ediyorlardı.
Tufan Başlıyor
Cenab-ı Hakk'ın emri üzere her cinsten birer çift ile mü'minler, kendileri gibi inançlı aile fertleriyle gemiye bindiler. Adeta gök kapıları açıldı, sular boşalmaya başladı. Yeryüzünden de kaynaklar fışkırdı. Her iki su kaynağı karışıp birleşti. Hz. Nuh'un oğullarından biri de inanmayanlar arasındaydı. Babası onu son defa uyarmıştı... Fakat o böyle bir felaket gelse bile dağların tepelerine tırmanarak kurtulabileceğini sanıyor, bir türlü iman etmeye yanaşmıyordu. Mü'minler, geminin içinde emniyette iken; Hz. Nuh'un inanmayan oğlu da dahil olmak üzere sapıklar, münkirler, birer birer boğuldular; alay ettikleri azap, onları enselerinden tutup ölüm deryasına atıverdi.
Hz. Nuh, gemi sakinlerinin bereketli, sakin bir yere indirilmesi için dua etmişti, duası kabul edildi. Zira o, duası kabul edilenlerdendi. Cenab-ı Hak emir verdi: "Ey arz, suyunu yut! Ve ey gök, yağmuru tut!" (Hûd, 11/44) Bu emir üzerine göğün gürlemesi, yerin fışkırması kesildi, gemi Cudi dağı üzerine oturdu.
Kıssadan Hisse
Kur'an-ı Kerim'in ayrıntılı bir şekilde nakletmiş olduğu bu kıssadan çıkarılması gereken hisse: "Zalimlerin, azgınların, sapıkların, gerçekleri duymazlıktan, görmezlikten gelenlerin, peygamberi ve ona uyan yoksulları hor görenlerin, Allah'ın ayetlerini çiğneyenlerin her zaman acıklı bir akıbete yuvarlanacakları; Allah'a ve peygamberine iman edenlerin ise daha başarılı ve mutlu olacakları, inanmış gönüllerin daima İlahi yardıma erişeceğidir.
Aşure Tatlısı
Rivayete göre iman edenler sel felaketinden, tufandan kurtulduklarında azıklarını açtılar; buğday, nohut, fasulye vs. yiyecek maddelerinden karıştırarak pişirdiler... Pişirilen aş öyle bereketlenmişti ki, herkes doymuştu. Aradan nice bin yıllar geçmesine rağmen iman edenlerin kurtuluş günü, zaman içinde aşure denilen bir tatlı yaparak anılır ve yaşatılır oldu. Özellikle Müslüman milletimizin örf ve âdetleri arasında aşure tatlısı yaparak eşe dosta, konu komşuya ikram etme hususu vazgeçilmeyecek ölçüde yerleşmiştir. Her yıl 10 Muharrem'den başlayarak bir ay süre içinde köylüsü ile, kentlisi ile Müslüman aileler aşure sofralarında bir araya gelerek Hz. Nuh'a inananların kurtuluşunu ve sapıkların acıklı akıbetini hatırlatırlar; bundan, kendilerine ders ve ibret çıkarırlar.
Pek çok geleneklerimiz vardır ki, yediden yetmişe bütün millet fertlerini birleştirir, kaynaştırır, dayanışmaya, işbirliğine vesile olur. Aşure geleneğimiz de bir tatlı ikramı gibi görünmekle beraber, sembolize ettiği manevi hadise ve meydana getirdiği kardeşlik atmosferi bakımından mühimdir.
Görüldüğü gibi muharrem ayında, tarihte çok önemli hadiseler cereyan etmiştir. Biz bunlardan birini naklettik. Muharrem ayında cereyan ettiği rivayet edilen başka çok mühim hadiseler de vardır. Mesela: Hz.İbrahim'in atıldığı ateşten kurtulması, Hz. Eyyub'un yakalandığı ağır hastalıktan kurtulması, Hz. Musa'nın kavmiyle beraber Kızıl Deniz'i geçmesi bu ayda olmuştur.
Bütün bu hadiseler yanında 10 Muharrem 61 (10 E-kim 680) yılında meydana gelmiş acıklı bir hadise vardır ki, inançlı gönülleri sızlatır, onlara gözyaşı döktürür. Bu tarihte Kerbela denilen yerde Sevgili Peygamberimiz'in gözbebeği sevgili torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın değerli evladı Hz. Hüseyin, Emevi yönetimi tarafından zalimce, hunharca vurulmuş, şehid edilmiştir. Biz Müslümanlar bir yandan Hz. Nuh'un ardı sıra yürüyen şuurlu mü'minlerin kurtuluş gününü aşure sofralarında anarken, Hz. Hüseyin'in canına kıyan ibni Ziyad ve Yezit gibi zalimleri lanetler, Hz. Hüseyin'i ve ehl-i beytinden o hadisede hayatını kaybedenleri rahmetle anarız.
Müslümanlar bu ayda olduğu söylenen tarihi olayları tetkik ile iç yüzünü iyice öğrenmeli ve bunlardan gereken ders ve ibreti çıkarmaya çalışmalıdırlar.

 
Üst