öfke

mihrimah

Well-known member
وَالَّذينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ

Şûra / 37. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.

اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمينَ الْغَيْظَ وَالْعَافينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

Al-i İmran / 134. O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.

وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَ وَفى نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

Araf / 154. Musa'nın öfkesi dinince levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet (haberi) vardı.

وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللّهُ عَلى مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ

Tevbe / 15. Ve onların (müminlerin) kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لَا اِلهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمينَ

Enbiya / 87. Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti.

وَاِذَا تُتْلى عَلَيْهِمْ ايَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ فى وُجُوهِ الَّذينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ ايَاتِنَا قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذلِكُمْ اَلنَّارُ وَعَدَهَا اللّهُ الَّذينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصيرُ

Hacc / 72. Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha kötüsünü bildireyim mi? Cehennem! Allah, onu kâfirlere (ceza olarak) bildirdi. O, ne kötü sondur!

HADİS…
* İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?" diye sordu. Ashab radıyallahu anhüm:
"Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir."
* Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kuvvetli kimse, (güneşte hasmını yenen) pehlivan değildir. Hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir."
* Ebu Vail radıyallahu anh anlatıyor: "Urve İbnu Muhammed es-Sa'di'nin yanına girdik. Bir zat kendisine konuştu ve Urve'yi kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve: "Babam, dedem Atiyye radıyallahu anh'tan anlattı ki, o, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini nakletmiştir:
"Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın."
* Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize buyurmuştu ki: "Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne ala geçmezse yatsın."
* Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor. "İki kişi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın huzurunda küfürleştiler. (Öyle ki) birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi gözüküyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ben bir kelime biliyorum, eğer onu söyleyecek olsa, kendinde zuhur eden öfke giderdi: Eûzu billahi mineşşeytanirracim" buyurdular."
* Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana kısa bir nasihatta bulun, uzun yapma! Tâ ki nasihatini unutmayayım" demişti (ve birkaç kere tekrar etmişti). Aleyhissalatu vesselam (bir kelimeyle): "Öfkelenme!" cevabını verdi!"
* Sehl İbnu Mu'az İbni Enes el-Cüheni, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek güçte olduğu halde öfkesini tutan kimseyi, Allah Teâla Hazretleri, Kıyamet günü, mahlukatın başları üstüne davet eder; tâ ki, (onlardan önce) dilediği huriyi kendine seçsin."
* İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Uyeyne İbnu Hısn (Medine'ye) gelince, kardeşinin oğlu Hürr İbnu Kays'ın yanına indi. Hürr İbnu Kays ise Hz. Ömer'in yakınlarındandı. Onun meclisinde yaşlı veya genç bir kısım kurrâ ve fakihler müşavere heyeti olarak bulunurdu. Uyeyne İbnu Hısn: "Ey kardeşimin oğlu! Emirü'l-mü'minin'in yanına girmem için izin taleb et!" dedi. O da izin istedi. Ancak yanına girince: "Yeter artık! Ey İbnu'l-Hattab sen bize bol vermediğin gibi, aramızda adaletle de hükmetmiyorsun!" dedi.
Hz. Ömer radıyallahu anh pek öfkelendi. Neredeyse dövmek için üzerine yürüyecekti ki, Hürr radıyallahu anh atılıp: "Ey emire'l-mü'minin! Allah Teâla Hazretleri, Resûlüne: "Affı eses tut, ma'rufu emret ve cahillerden de yüz çevir!" (A'raf 199) emretmiştir. Bu adam da cahillerden biridir" dedi. Vallahi, Hürr ayeti okuyunca, Hz. Ömer olduğu yerde kalıp hiçbir şey yapmadı. Hz. Ömer Kitabullah'ın yanında hemen durur, onu koyup geçmezdi (radıyallahu anh)."
TEFSİR…
اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمينَ الْغَيْظَ وَالْعَافينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ
Al-i İmran / 134. O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.
Bu cennetin müttakî (Allah'tan gereğince korkan)ler için hazırlanmış olduğu gösteriliyor. Ve bu korunmanın sadece şirkten sakınmak mânâsına genel bir korunma olmadığı anlatılmak için bu müttakîler, özel vasıflarla vasıflandırılıyor ki, birinci olarak "serra", sürûr (sevinç) veren durum; "darrâ", zarar ve sıkıntı veren durum demektir ki, hâl-i yüsur ve hâl-i usür, (sürûr hali ve gam hali); hayat ve vasiyyet hali suretiyle ölüm hali; evlat ve akrabaya harcama gibi sevinç veren infak; düşmanlara karşı masraf gibi zarar ve sıkıntı veren harcama halleri; kolaylaştırıcı kimselere ziyafet ve hediye; sıkıntıda olan fakirlere sadaka mânâlarından her biriyle tefsir edilmiştir. Buna göre açık olan genellemedir.
Gayz, hoşlanmadık bir şeye karşı insan tabiatın heyecanının yani öfke demektir ki, gadab (kızgınlığ)ın aslıdır. Ve ondan farkı vardır. Deniliyor ki, her halde gadabın arkasında intikam alma isteği vardır. Veyahut gadab (kızgınlık), istemeden yüzde ve uzuvlarda görünür. Gayz ise yalnız kalpte kalabilir. Bir de Allah'a gazab isnat edilir de, gayz isnat edilmez. "Kezm " dolu bir kırbanın (deriden yapılmış su kabı) ağzını bağlamaktır ki, burada öfkesini yutup tutmak, zarar gördüğü kimselere karşı kudreti bulunduğu halde intikama kalkışmamak ve hatta hoş olmayan bir hâl göstermeyip hazmetmek ve sabretmektir. Kötülük edenlere karşı afv ile muamele edenler. Affetmek hakkında birçok nebevî hadis varid olmuştur.
Bu cümleden olarak buyurulmuştur ki: "Kıyamet günü, nerede ecir (sevab)leri Allah üzerinde olanlar, cennete girsinler." diye bir çağırıcı bağıracak. "Ecri Allah üzerinde olan kim?" denilecek. Bunun üzerine, affetmiş olanlardan başka kimse kalkamayacaktır. İşinde iyilik yapan bütün iyilikseverleri kapsayıcıdır.
PIRLANTA SERİSİ…
…İnsanda bir de öfke var. Eğer bu öfke hissi olduğu gibi kalsa, insanı kokuşturur ve düşünceleri kanlı, duyguları kanlı, gözü kanlı ve eli kanlı bir cânî, bir Firavun haline getirebilir. Fakat aynı öfkeyle insan, ırz, namus ve vatan uğruna kavgaya girip, öldürürse gazi, ölürse de şehid olur. İşte böyle bir öfke, en az “hilm” kadar Allah nezdinde makbuldür. Şimdi, eğer insanın türabî (toprağa ait) yanları dahi iyi işletilince onu bu dereceye yükseltiyorsa, siz vicdan mekanizmasının iyi işletildiğinde neler olacağını düşünün..!
Evet insan, türabî yönüyle dahi her zaman melekler seviyesine ulaşabilir. Bir de vicdan mekanizması devreye girince, o, meleklerden daha üstün hale gelir. Zira meleklerde zorlanma yoktur. Onların iradesi, önündeki marziyyat güzelliklerini seçme şeklinde tecelli eder. Halbuki insan iradesi, iyiyle kötü arasında mutlaka tercih yapmakla mükelleftir. “Mağnem de mağrem” (mükâfatda meşakkat) nisbetinde olacağına göre, insanın önündeki bu handikapların aşılması, insanın meleklerden üstün hale gelmesine vesile ve vasıta sayılacaktır…
ÖFKE
Celâlî tecelliler, herkeste az veya çok muhakkak bulunur. Mühim olan, bunu terbiye-i Muhammedî ile terbiye edebilmektir. Bunun ölçüsü de şudur: Celâlî tecellilerin başı sayılan öfke, eğer Muhammedî terbiyeden geçerse, bu takdirde küfre karşı kat’î bir tavır, mü’minlere karşı ise hilm ü silm şeklinde kendini gösterir.
ÖFKEYİ YUTMAK
Ma’ruz kaldığımız kötülükler veya can sıkıcı başka hâdiseler karşısında, kızmama, öfkelenmeme insan tabiatına zıddır ama, bizden beklenen de işte budur! Zaten bir insan, hiç kızmıyor ve öfkelenmiyorsa, o insanın mutlaka eksik bir yanı, eksik bir tarafı vardır. Kur’ân’ın bu mevzuda bizden istediği öfkemizi yutmak, öfkelendiren şeyi sineye çekip sabretmektir. Öfkelenmeme ile öfkeyi yutmak arasında çok fark vardır. Öfkelenmeyen, kızmayan insan, bu gayr-i tabii davranışından dolayı sevap kazanamaz. Ama yanardağlar gibi lav püskürtmeye hazırlanmışken öfkesini yutabilen insan, bazen bu davranışıyla velayet derecesi bile elde edebilir.
RİSALE…
Sual: Ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celbediyor?
Elcevap: Bazı Risalelerde ve sâbık işaretlerde isbat edildiği gibi: Küfür ve dalâlet, müdhiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünki: Hilkat-ı kâinatın bir netice-i âzamı, ubûdiyet-i insaniyedir ve Rubûbiyet-i İlâhiyyeye karşı îman ve itaatle mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkâriyle, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnûatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden Esmâ-i İlâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o Esmâ-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasiyle sukut ettirip, câmid, fâni, mânâsız bir mahlûk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlûkatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
İşte envâ-ı dalâlet derecatına göre az çok kâinatın yaradılmasındaki hikmet-i Rabbâniyeye ve dünyanın bekâsındaki makâsıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalâlete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlûkat öfkeleniyor.
Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur'an-ı Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'anın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyyesine ittibadır. Gir ve tâbi ol!
NÜKTELER...
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÖFKENİN İLÂCI
Sen bil ki, öfkeye ilâç edip onu tedavi etmek farzdır. Çünkü birçok halkı cehenneme iletir. Hışımdan çok fesatlar meydana çıkar. Onun ilâcı iki cinstir. Biri müshil ilâcı gibidir ki, hışmın kökünü ve maddesini keser. İkincisi şıra gibidir ki, teskin eder, fakat kökünü, maddesini kesmez. Müshil ilâcı tedavisi odur ki, hışma nazar kılınır, hışmın içte neden doğduğunun sebebi anlaşılır ve o sebebin kökü kesilir. Bu sebepler de beştir:
1— Birinci Sebep: Kibirdir. Kibirli olan kişi küçük bir sözle yahut ufak bir saygısızlık veya gururuna az aykırı hareket edilmekle öfkeyle dolar. Böyle bir kibir, tevazu ile kırılır. O kişi, kendisinin de öteki insanlar gibi Âdem oğlu olduğunu, eşit cinsten bulunduğunu düşünmelidir. Fazilet de, şeref de ancak üstün ahlâktadır. Alçak gönüllülükten başka bir ilâçla kibir yok edilemez.
2— İkinci Sebebi: Kendini beğenmişliktir. Bunda kişinin kendisine büyük inancı ve güveni vardır. Bunun ilâcı da şudur: İnsan kendisini bilmeli, tanımalıdır. Kibrin ve kendini beğenmenin tedavisini yeri geldiğinde inşaallah, daha çok açıklayacağız.
3— Üçüncü Sebep: Mizah, şakadır. Yani lâtife etmektir. Şaka, çok kez insanı öfkeye götürür. Bundan dolayı kişinin gerekli şeylerle uğraşıp latifeden uzak kalması lâzımdır. Âhiret kurtuluşunun ele geçirilmesi düşünülmeli, güzel ahlâk elde etmeğe çalışılmalı. Bundan başka faydasız ve gereksiz sözler konuşmak, kahkahalarla gülmek, maskaralık yapmak, insanı öfkeye götürür, insan kendisini asılsız şeylerle uğraştırmamalı, iyi şeylerle meşgul etmeli. Bunlardan perhiz eylemeli. Bir kimse bir kişiyi hafife alırsa, şüphesiz, ona da karşılığını verirler. O kişi de kendisini horlatmış olur.

4
— Dördüncü Sebep; Bîr kimseyi kınamak ve ayıplamak, onu arkadan çekiştirmektir. Bunlar da öfkeyi doğurur. Bunun tedavisi ve ilâcı şudur ki, hiç kusursuz kimse olmadığı düşünülmelidir, ne kimseyi kınayıp çekiştirme!i, ne de kendisinin kusurlarının söylenmesinden Öfkelenmelidir.
5


— Beşinci Sebep: Tamah ve hırstır. Mal ve mevki hırsı insanlarda çoktur. Bunlara ihtiyaç da çok olur. Bir kimse pinti olursa ondan bir habbe bir şey alsalar, Öfkeye boğulur. Bir kimse tamahkâr olunca ondan lokma çıkmaz. Hemen onu hışım kaplar. Bunlar baştan başa kötü ahlâktır.
İşte hışmın kökü bunlardır. Bunların hepsinin ilâcı hem ilmî, hem de amelîdir. Yani hem bilgi ile hem de amel ile işlemektedir. Bilgiyle olan tedavisi, öfkenin âfetinin ve kötülüğünün her şeyini fazlasıyla bilmektir. Dinde ve dünyada zararının ne derece büyük olduğunu anlamaktır. Tâ ki, kalbi ondan nefret eylesin, tiksinsin. Bundan sonra da amelî ilâçlarla uğraşılmalıdır. Amelî İlâç da şudur ki, bu kötü sıfatlardan uzak durmak, onlara uymamaktır. Bütün kötü huyların ilâcı onlara karşı çıkmak, muhalefet etmektir. Nitekim riyazet, kendi yerinde açıklanmıştır. Öfkenin meydana çıkmasını ve başka kötü sıfatların belirmesinin büyük sebebi şudur: Birtakım kimselerin öfkeleri çoktur ve çabuk alevlenirler. Kimi kez o kişiler bu öfkeye yiğitlik, korkmazlık, güçlülük derler. Bunlarla öğünürler. hem de şöyle derler:
-Filân ulu kişi, bir sözle filân kimseyi öldürdü. Evini, barkını, han u hamamı yakıp yıktı. Hiç kimsenin ondan korkmamasının yolu yoktur. Çünkü o babayiğitlerin babayiğittir. Ve mert olanlar böyle olur. İnsanın kendisini aşağı görmesi kendisinin horluğundan, gayretsizliğinden ve nekesliğindendir... Bunlar köpeklerin sıfatı olan hışma, yiğitlik ve erlik adını verirler. Ve peygamberlerin yumuşak ahlâkına da hamiyetsizlik, gayretsizlik, cimrilik adını verirler!., işte şeytanın işi budur ki, sahtekârlıkla, aldatma ve hilelerle, kötü sözlerle güzel ahlâkı bir yana atıp tatlı sözlerle kötü ahlâkı aşılarlar. Böylece insanları kötü ahlâk yollarına davet ederler. Ama akıllı olan kişi bilir ki, eğer öfke yiğitlik olsaydı yaşlılar, kadınlar, nefesi zayıf çocuklar ve hastalar öfkeden uzak kalmalıydılar. Herkes bilir ki, bunlar da hışma gelirler. Bu gibiler, hem daha çok kızarlar. Eğer bir kişi kendi kızgınlığını yenebilirse belki bundan ziyade menlik olmaz. Hışmını zaptedebilmek nebilerin, evliyanın sıfatıdır. Kızgınlık, bedevi Arapların, çöl ve dağ adamlarının, yırtıcı yaratıklara yakın olanların sıfatıdır. Böylece ululuk, evliya ve enbiya sıfatında olmakta mıdır, yoksa akılsız ve ahmak sıfatında mıdır?. Dikkat et.
ÖFKENİN İLMİ ve AMELİ İLÂCI
Bu anlattığımız ilâç müshil gibi olan ilâçtır ki, öfkeyi kökünden keser. Eğer bir insanın, hışmı kökünden kesmeğe gücü yetmezse o ateş aldıkça alevi söndürülmelidir. O söndürme de sertlikle olur. Bu öyle bir mülayim maddedir ki, ilmin şirinliği ve sabrın acılığı ile tertip edilir. Bütün ahlâkın ilâcı ilim ve amel macunudur. İlim ilâcı şudur ki, öfkelenen kişi öfke hakkında gelen âyet ve hadîsleri düşünmelidir. Bunlar gazap hakkında, gazabını yenen kişilerin sevabı hakkında Duyurulmuş sözlerdir. Nitekim daha önce anlattık. Onları bilen kişi kendi kendisine der ki:
- Hak Teâlâ'nın sana kudreti, senin öfkelendiğin kişiye karşı olan kudretinden daha ziyadedir. Senin ise Hak Teâlâ'ya muhalifliğin, onun sana olan muhalifliğinden . daha çoktur. Sen ne ile kıyamet günü sana kızmayacağından emin olursun?. Neye güvenirsin?. Çünkü Hak Teâlâ da sana mutlaka hışmını kıyamette yürütecektir. Böylece sükûn bulur, kızgınlığını da yener, onun sevabını da kazanırsın! Nitekim Resûlullah Efendimiz, hizmetçisini bir yere gönderdi. Hizmetçi geç geldi. Resul aleyhisselâm: Eğer âhirette bunun kısası olmasaydı sana sopa atar, seni düğerdim! diye buyurdu. Bundan başka insan kendi kendine: Senin bu öfken, işinin istediğin biçimde olmamasından, Allahü Teâlâ'nın dilediği gibi olmasındandır! der. Bu türlü düşünme Hak Teâlâ ile rubûbiyet çekişmesi yapmak demektir. Eğer, âhirete ait bu düşüncelerle yine öfken geçmezse dünya ile ilgili işleri düşünmelidir ve kendi kendisine demelidir ki:
- Eğer nefsime hâkim olup kızgınlığımı yenemezsem hizmetlerimde kusur ederim, herkes benden nefret eder, kızdığım kimse bana düşman olur, ya beni aldatır ya da kızgınlığıma kızgınlıkla karşılık verir, bu da benim zararıma sebep olur. Bunun için insanın kendi hasmını hakir, alçak görmemesi gerektir. Hatta kölen de olup hizmette kusur gösterir veya sebepsiz yere kaçarsa yahut sana büyük bir ziyan verirse, sen kendi içinin çirkin [eştiğini hatırına getir. Hele dışının ne kadar çîrkinleştiğini, öfkeden kurt şeklini aldığını düşün. Nerdeyse bir kişiyi parçalayacak olan bir kurdu an! İçin aç bir köpek suretine girer. Çok kez şöyle olur ki, sen bu suretlerden uzaklaşmak istersin, ama şeytan sana der ki: Bu, senin acizliğine ve horluğuna yol açar. Haşmetin, heybetin, ululuğun gider. Ve bunlar gibi neler söyleyerek seni halkın gözünde hakir gösterir. Böyle bir zamanda: Hiç bir şey, bir kimseyi nebilerin yolunu tutmak gibi bir izzete, ululuğa eriştiremez, Hak Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazanamaz. Bugün beni halkın hor bilmesi, kıyamet gününde hor görmesinden daha yeğdir! demelidir.
İşte bu ve bunların eşiti şeyler ilmî ilâçtır. "Taşlanan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım." demeli. Sünnet olan da şudur: Eğer ayak üstü duruyorsan oturmalı, eğer oturuyorsan yan tarafını yere koymalısın. Eğer öfken bununla da geçmezse soğuk su ile ab-dest almalısın. Resul aleyhisselâm buyurdu ki: Öfke ateştendir, onu su ile sundurun. Rivayet edilmiştir ki, öfkelenen kişi, secdeye varmalı!. Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Öfkeli kişi yüzünü toprağa koysun. Kendisinin topraktan yaratıldığını hatırına getirsin. Ve bir kul olduğunu düşünsün. Böylece kulun kızmaması gerektiğini anlasın.
Bir gün Ömer (Allah ondan razı olsun) çok öfkelenmişti. Su istedi. Burnuna su verdi ve:
— Kızgınlık şeytandandır. Bununla kovulur! dedi.
Ebuzer


(Allah ondan razı olsun) bir kişi ile kavga etti ve: Ey İbni Hamrâ! (Kızılın oğlu!) dedi. Onun annesini ayıplamış oldu. Bunun manası kızıl renkli olan köle demekti. O zaman Resul Hazretleri: Yâ Ebuzer! dedi. İşittim ki, bugün bir kişiyi annesiyle kınamışsın! Bilmelisin ki, sen de hiç bir karadan, hiç bir kırmızıdan daha üstün değilsin. Meğer ki, İbadetle üstün olasın. Onun yanına var. Helâlliğini dile. Ebuzer de (Allah ondan razı olsun) gitti, özür diledi. Kınanan kişi de ona yaklaştı selâm verdi. Haz-ret-i Ayşe (Allah ondan razı olsun) kızdığı zaman Resûlullah Efendimiz onun burnunu tutar: Ey Ayşe! derdi. Şimdi sen dua et, dedi ki: "Ey Muhammed'in Rabbı olan Alla-hım. Günahını bağışla. İçimden öfkemi gider. Doğru yoldan çıkarıp eğri yola saptıran fitnelerden beni koru." Bunu da okumak sünnettir.
KIZMANIN HADDİ
Sen bil ki, bir kişi birine zulmetse veya sert, soğuk bir söz söylese ilk yapılacak iş karşılığını vermemektir. Gerçi susmak vacip değildir. Ama her cevaba da izin yoktur. Nitekim her söğüşün karşılığında bir türlü söğmek, her gıybete bir türlü gıybet eylemek de reva değildir Çünkü bunlarla ta'zir, yani suçluyu suçuna göre sözle tekdir etme, azarlama olamaz. Ama karşı söz söylemesi de yalan yoksa bu söze ruhsat ve cevaz vardır. Bu da ne şekilde olursa olsun kısas gibi olur.
Resûlullah Efendimiz buyurdu ki: Eğer bir kimse seni gıybet etti ise ve o söylenen şey sen de varsa, sen onu sende olan şeyle gıybet etme. Resûlullah Efendimiz’in bu sözü müstahap olan yoldur ki, söğüşe cevap vermek vacip değildir. Buna da delil şudur: Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Ne zaman iki kimse birbirine söğerlerse günahı önce söğenin üzerinedir. Söğmekte mazluma karşı haddi açmamalıdır. Ayşe Hatun şöyle der; Resul aleyhisselâm'ın hatunları, Fâtıma'ya (Allah onlardan razı olsun) haber gönderip dediler kî: Resûlullah'a söyle, bizimle Ayşe'yi eşit tutsun. Onu çok fazla seviyor, ona meyli çoktur. Bu sevgide adaletli olsun! Resul aleyhisselâm, Fatma geldiği zaman yatakta yatıyordu. Hazret-i Falıma bu haberi bildirdi. O zaman Resul aleyhisselâm: Falıma! dedi. Benim sevdiğimi sen sevmez misin? Patıma Hazretleri: Severim, ya Resûlullah! dedi. O halde Ayşe'yi sev. Çünkü ben onu sevmekleyim, Fatıma Hatun döndü. Öteki eslere bu cevabı götürüp bildirdi. Onlar: Bize bu söz kanaat vermez! dediler. Ve yeniden Peygamberimizin bir başka Hatunu olan Zeyneb'i gönderdiler. O da benimle Hazret-i Peygamber arasındaki sevgi konusunda eşitlik davası edenlerdendi. Geldi:
—Ebûbekir'in kızı şöyle, Ebûbekir'in kızı böyle! dedi. Gönül yaralayıcı, acı sözler söyledi. Ben susuyordum. Resul aleyhisselâm'ın bana izin vermesini diledim, izin de verdiler. Ben söze başladım. Ağzım kuruyuncaya kadar Zeyneb'e cevap verdim. En sonunda söz söylemekten âciz kaldım. Resul aleyhisselâm da: O Ebûbekir'in kızıdır. Siz sözde onunla başa çıkamazsınız! diye buyurdu. Bu delil gösteriyor ki, eğer hak söz olur, yalan söz olmazsa sözle cevap vermek caizdir. Nitekim: Ey ahmak, ey cahil! Utan ve sus! denebilir. Çünkü genel bir sözdür. Hiç bir kimse cehilden ahmaklıktan uzak değildir. Fakat dili çok çirkin sözlere alıştırmam al ı di r. Kızgınlık anında kolu söz söylemek âdet haline getirilmemelidir. Bir sözü bîr sözüne uymayan! Nekes kişi! Uygunsuz adam! Nasipsiz, zavallı kişi! gibi sözler söylemekten sakınmalıdır. Bunlara benzeyen daha ne türlü sözler varsa onlara dil alıştınlmamalıdır. Çünkü kendisine söğülen kişi de söğene cevap verir ve haddi de aşar. Susturulması güç olur. Bu sebepten hiç cevap vermemek daha iyidir. Bir kişi Resûlullah Efendimiz'in huzurunda, Hazreti Ebûbekir'e acı bir söz söyledi. O zaman Resûlullah Efendimiz, ayağa kalktı, gitmek isledi. Ebûbekir: Yâ Resûlâllah! dedi. Bu zamana kadar oturdunuz da ben söze başlayacakken niçin ayağa kalktınız? diye sordu. Peygamber Efendimiz de: Şu ana kadar oturmuştum, çünkü melekler başının uçundaydı ve senin cevabını veriyorlardı. Vaktaki, sen cevaba hazırlandın, şeytan içeri girdi. Şeytanla bir arada oturmayı istemem.
Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
— İnsanlar pek çok derece üzere yaratılmışlardır. Kimisi tez kızar. Bu kızgınlık tez geçer, tezce barışır. Kimisi de geç kızar, bu kızgınlığı geç geçer, geç barışır. Sizin en iyiniz geç kızan ve tez barışanızdır. En kötünüz de çabuk kızıp geç öfkesi söneninizdir.
ŞEYH VE PADİŞAH
Bir padişah bir şeyhe bîr gün: "Benden bir şey dile." dedi. Şeyh cevap verdi:
"Ey padişah bana bunu söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel de öyle konuş. Benim iki kölem var, onlar çok basit kimseler oldukları hâlde her gün sana hükmederler, emrederler" dedi.
Padişah bundan dolayı kızdı:
"Ey Şeyh bu sözün hatalı bir söz, kim bana emredebilir, o dediğin kişiler kimlerdir, söyle!" dedi.
Şeyh gülerek cevap verdi:
"Sana emreden kölelerimden biri kızgınlık, diğeri şehvettir." dedi.
HZ. İSA’YA (AS) SORULAN SORU
Akıllı, gönlü açık biri İsa aleyhisselam'dan:
"Âlemde her şeyden daha sarp daha güç olan nedir?" diye sordu.
Hz. İsa (a.s) gülerek cevap verdi:
"Ey uyanık ve akıllı er, dünyada en sarp ve en güç şey Allah'ın (c.c.) gazabıdır. Çünkü o gazaptan cehennem bile su gibi erir, titrer." buyurdu.
Bunun üzerine adam şöyle sordu:
"O zaman Allah'ın (c.c.) bu şiddetli gazabından nasıl korunup kurtulmalı?" dedi.
Hz. İsa (a.s):
"Kızdığın zaman kızgınlığına, hırsına yenilmemekle bundan korunabilirsin.
Kötü kişiler bu hırsın ve kızgınlığın madeni gibidir. Kötü kişinin kızgınlığı en vahşi hayvanın kızgınlığından daha beterdir. Allah'ın (c.c.) gazabından korunmak için kızgınlıktan sakın." dedi.


 
Üst