Hased

mihrimah

Well-known member
اَلَّذينَ يَبْخَلُونَ وَيَاْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا اتيهُمُ اللّهُ مِنْ فَضْلِه وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِرينَ عَذَابًا مُهينًا

Nisa / 37- Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيّنَ مُبَشِّرينَ وَمُنْذِرينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فيمَا اخْتَلَفُوا فيهِ وَمَااخْتَلَفَ فيهِ اِلَّا الَّذينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَاجَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذينَ امَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فيهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه وَاللّهُ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ

Bakara / 213. İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ

Felak / 5.Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!

وَدَّ كَثيرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ايمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَاتَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّى يَاْتِىَ اللّهُ بِاَمْرِه اِنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

Bakara / 109- Ehl-i kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler: Hak kendilerine iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar. Buna rağmen siz şimdi af ile, hoşgörüyle davranın tâ Allah emrini verinceye kadar. Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.

وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ
وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرًا

Nisa / 128- Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Sulh hep hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve geçimsizlikten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْ فَاِذَا جَاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذى يُغْشى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ اُولئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّهُ اَعْمَالَهُمْ وَكَانَ ذلِكَ عَلَى اللّهِ يَسيرًا

Ahzab / 19- Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar. Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Bu Allah'a göre önemsizdir.

HADİS…
* İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse."
* İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "İki kişiye karşı hased caizdir: Birincisi o kimsedir ki, Allah kendisine Kur'ân-ı Kerim'i nasib etmiştir, o da onu, gece ve gündüz boyu ikame eder. İkincisi de o kimsedir ki, Allah Teâla ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz (hak yolda) infak eder."
* Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhîssalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir."
* Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Hased (çekememezlik) hayırları yer bitirir, tıpkı ateşin odunu yeyip tükettiği gibi. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi. Namaz, mü'minin nürudur. Oruç ateşe karşı perdedir."
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah buyurdu ki: "Kâfır ile onu öldüren ebediyyen cehennemde bir araya gelmezler, keza bir kulun karnında, Allah yolunda (yutulmuş olan) tozla cehennem ateşi bir araya gelmezler, keza, bir kulun kalbinde imanla hased bir araya gelmezler."
* İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "İki kişiye karşı hased caizdir: Birincisi o kimsedir ki, Allah kendisine Kur'ân-ı Kerim'i nasib etmiştir, o da onu, gece ve gündüz boyu ikame eder. İkincisi de o kimsedir ki, Allah Teâla ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz (hak yolda) infak eder."
* Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vessalâm buyurdular ki: "Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekâbet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer müslümana haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıblarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır -eliyle göğsünü işaret etti- : Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.
* Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm (hastalığım sırasında) bana geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Bana: "Seni, Cebrail'in bana getirdiği dua ile tedavi etmeyeyim mi?" buyurdular. Ben: "Annem babam sana kurban olsun ey Allah'ın Resülü! Evet!" dedim. Okudular: "Bismillahi erkîke vallahu yeş ike min külli dâin fike min şerri'n-neffasâti fi'I-ukadi ve min şerri hâsidin izâ hased (Allah'ın adıyla sana okuyorum, sende olan her hastalığa karşı, düğümlere üfleyenlerin şerrine, hased ettikleri zaman hasedçilerin şerrine karşı Allah şifa versin (veya şifayı verecek olan Allah'tır)." Bunu üç sefer okudu."
* Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam'a: "En efdal insan kimdir?" diye sorulmuştu. "Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes" buyurdular. Ashab: "Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu'l-kalb ne demektir?" diye sordu. "(Mahmüm kalb), Allah'tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur" buyurdular."
TEFSİR…
وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ
Felak / 5.Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!
Ve herhangi bir hasedçinin, başkasında gördüğü bir nimeti çekemeyip de ona göz diken, onun mutlaka son bulmasını temenni eden hasedçinin hased ettiği zaman şerrinden. Yani nefsindeki hasedinin gereğini fiile çıkarmaya kalkıştığı, hased ettiği kişiye karşı sözlü ve fiilî zarar verme başlangıçlarını, şer girişlerini tertip ve icraya başladığı zaman şerrinden. Çünkü hased düşüncede kaldıkça hased edenin kendinden başkasına zararı yok demektir.
Diğer bir ifade ile de denilmiştir ki: Hased galeyan edip de hasedlendiğine karşı kin ve öfke, düşmanlık kaydıyle kötü nefsini yönlendirdiği zaman ki, "göz değme" denilen durum ve âfet de çoğunlukla o anda olur. Onun için hased ile gözdeğmek birbirinden ayrılmaz gibi düşünülür. O sırada hased edenin nefsi öyle bir çirkin durum alır ki o his ile fırlattığı kötü bakışların kıvılcımları, hased edileni zayıf buluverdiği takdirde bazan onu yıldırım gibi çarpar. Nice hased edenler ve kötü gözlüler vardır ki, hased gözüyle baktıkları zaman bazı yılanların gözleriyle bakışlarındaki ezâ gibi ezâlandırır. Bu his ile harekete geçen kötü nefisler ise her hileye başvurur, ellerinden gelen her fenalığı göze alırlar. Onlar için hased edilenin helâkinden başka bir şekilde teselli kabil olmadığından dolayı o yolda içlerini yiye yiye kendilerini de yakar, helâk ederler. Ancak hasedin gereğini icraya kalkışmayıp da kendi nefsinde sakladığı ve bu yolda nefsi ile mücadele edebildiği takdirde hased edilene bir şerri dokunmaz ve nefsiyle mücahedesinden dolayı sevap bile alırsa da gönlünde o hased hissi devam ettikçe kendi kendini yer, zararı sırf kendine olur. "Haset ettiği zaman" diye kayıtlanması bu farka işaret için olduğunu söylemişlerdir. Bundan başka hasedçinin şerrinden maksad, onun günahı ve hasedi zamanında ve eserini açıklama vaktindeki halinin kötülüğü, çirkinliği olmak da câizdir. İşte bütün bu zikrolunanların şerrinden o felâkın Rabbine sığınırım de. Bu vechile o Samed olan Allah'a sığın, çünkü hepsinin yaratanı ve hepsinin şerrinden koruyacak olan O'dur ve O'na öyle ihlâs ile sığınanlara O'nun koruyuculuğu ve himayesi vaad edilmiştir; "En iyi koruyucu Allah'tır ve O, merhametlilerin merhametlisidir." (Yusuf, 12/64).
Haset nedir? Ragıb'ın beyânına göre Haset, bir nimetin hak sahibinden yok olmasını temennidir. Çoğunlukla o nimetin kaybolmasına çalışmakla da beraber olur. Rivayet olunmuştur ki mümin gıbta eder, münâfık haset eder. Kamus'un ve diğerlerinin beyanına göre de, o nimetin kendisine dönmesini isteyip istememekten daha geneldir. Yani hasedde aslolan mânâ bir nimetin, bir faziletin, bir olgunluğun sahibinden yok olmasını arzu etmek, kendisine geçmesini, gerek istesin ve gerekse istemesin, başkasında bulunmasını mutlaka çekememektir. Öyle ki, "Onunki onda dursun da sana da verelim." deseler memnun olmaz, keşke onunki mutlaka gitse de kendisine hiçbir şey verilmese bile hoşlanır. Özellikle haset olunan nimet, hasedçi tarafından gasbolunmak mümkün olmayan şahsî faziletler ve kendine özgü olgunluklar kabilinden olursa, hased eden o zaman bütün bütün fazilet düşmanı kesilir ve onu kendine döndüremediğinden dolayı hased ettiği kişiyi haksız yere mutlaka yok etmekle teselli bulmak ister. "Allah korusun."
Özet olarak, hasedçi, kendinin iyiliğini değil, diğerinin kötülüğünü ister. Eğer başkasından kaybolmasını istememekle beraber, kendisine de onun gibisini veya daha iyisini isterse, o haset etmek değil, gıbta etmek, imrenmektir. Bunları Alûsî şöyle anlatmıştır: Bilinmeli ki hased, başkasının nimetinin yok olmasını temenni etmeye denir. Bir de başkasında bulunan fakirlik veya diğer herhangi bir noksanın devamını ve nimet yokluğunun hâli üzere devam etmesini temenniye denilir, (ki birincisine dilimizde çekememezlik, ikincisine de iyiliğini istememezlik denilir) yaygın olan öncekidir. Her iki mânâ ile de hased eden Allah katında ve Allah'ın kulları yanında buğzedilendir. Meşhur olduğu üzere hased, büyük günahlardan sayılmıştır. Lakin inceleme budur ki fıtrî ve yaratılıştan olan hased, gereği olan ezâ ile mutlaka amel edilmeyip de ona sahip olan kimse nefsiyle mücadele ederek kardeşine Allah'ın seveceği vechile muamele ederse onda günah olmaz. Belki o doğuştan hased sahibi, nefsiyle mücahede edip kardeşine iyi muamele ettiğinden dolayı büyük sevaba nail olur. Çünkü fıtrî olana, karşı koymakta büyük zorluk bulunduğu açıktır. Bunlardan başka gıptaya da mecâzen hased denildiği vardır, hem ilk örfte bu yaygın idi. Gıpta ise kardeşinde bulunan nimetin kaybolmasını temenni etmeyerek onun gibi senin de olmasını temenni etmendir ki, bunda sakınca yoktur. Nitekim şu Nebevî hadis bu mânâdandır: "Şu ikiden başkasında hased yoktur: Bir adam ki Allah ona mal vermiş ve hak yolda tüketilmesine onu musallat kılmıştır ve bir adam ki Allah ona hikmet vermiştir, onunla amel eder ve onu insanlara öğretir."
Demek ki şer olan hasedin asıl mânâsı başkasında bir nimet görmekten rahatsız olup onun kaybolmasını istemektir ki, bizim "çekememezlik" dediğimizdir. Birtakım kimselerin zannettiği ve bir hayli yaygın olduğu vechile kıskançlık demek değildir. Kıskançlık, bazan hased demek dahi olursa da daha çok Arapça'da "gayret" tabir olunandır.
Nitekim Kamus mütercimi Âsım Efendi de şöyle der: "Gayret, gayr, gar, gıyar: Nâm ve namusa eksiklik verecek halden korumak mânâsınadır ki kıskanmak denilir." Mesela erkeğin karısını başkasından kıskanması, aynı şekilde kadının kocasını başkasından kıskanması hased değil, gayret ve hamiyettir, bu övülmüştür. Fakat birisi diğerinin karısını veya kocasını veya evladını veya malını veya güzelliğini veya herhangi bir nimet ve meziyetini, şerefini çekememek, ona göz dikmek, onun ondan yok olmasını arzu etmek haseddir, kötülenmiştir. Buna kıskanmak denirse de çekememezliği bir gayret ve hamiyet mânâsında mübalağa sûretiyle kullanmak kabilinden mecaz demektir. Yani yerinde olmayan bir kıskanmaktır. Her ne olursa olsun kıskanmak mutlaka haset demek değildir, ondan daha genel olabilir. Şu halde hasedi sadece kıskanmak diye tercüme etmek doğru değildir. Hased kötülenmişdir, ona bir kıskanmak denirse elin hakkını sahibinden kıskanmak, diye ifade edilmelidir. Halbuki gayret ve hamiyet demek olan kıskanmak övülmüş ve makbul bir haslettir. Feyizlenme, ilerleme, kemâle erme, iffet, hakkın korunması, nimetin muhafazası onunla hasıl olur. Meğer ki kendi hakkının ilerisine tecavüz etmek sûretiyle ifrat olsun. O zaman gayret, cahiliye hamiyeti ve hased mânâsında olmuş olur.
Ragıb'ın hasedi tarifinde nimetin hakkı olandan kaybolmasını temenni diye müstahık (hakkı olan) kaydını koyması da önemlidir. Bundan anlaşılır ki, hasedde zulüm mânâsı da vardır ve o halde bir nimetin hak sahibinin gayrinden yok olmasını istemek hased değil, gayret ve adalet demek olur. Şu halde bir gasbedicinin gasbettiği nimetin, elinden çıkmasını temenni etmek hased demek olmadığı gibi, onun bâtıl elinin yok edilmesiyle hakkı sahibine teslim etmeye çalışmak da şer değil, gayret edilmesi lazım gelen bir hayır, bir hamiyet görevi demektir. Fakat bir hak sahibinin nail olmuş bulunduğu bir nimetten kalben acı duyup da onu çekememek, yok olmasını temenni etmek hased ve zulümdür. Fakat bu fiile çıkmayıp, içinde kaldıkça hased edene zararı olursa da başkasına dokunmaz. Amma düşünceden fiile çıkarılmak istenip de o nimeti fiil ile yok etmeye çalıştığı zaman fiilen zulüm ve azgınlık olan hased olmuş olur ki, o zaman onun şerrinden Allah'a sığınmak lazım gelir. O artık hiçbir hak ve insaf tanımaz, mümkün olabilen her türlü kötülük ve hileye baş vurur, her türlü sihirbazlığı göze alır, fırsat bulabildiği kadar düğümlere üfürdükçe üfürür. olanların hepsini de şerrine âlet etmeye çalışır. Bu da kötü kişilerde şehvet kuvveti ile öfkenin ve bilhassa öfke kuvvetinin bir azgınlığı demek olduğundan dolayı İbnü Sina burada da şöyle demiştir: "Haset ettiği zaman hasedçinin şerrinden", beden ve kuvvetleri ile ruhu arasında meydana gelen tartışma demektir. Hased eden, hayvansal ve bitkisel kuvveti bakımından bedendir; hased edilen de ruhtur. Bu şekilde beden, nefs üzerine bir vebaldir. O halde ondan uzaklaştığı sûrette o nefsin hâli ne güzeldir! Ve eğer onunla kirlenmiş değilse ondan ayrılmasıyla ne büyük lezzete erecektir." Bu da mânânın bir özü ve istiâze (sığınma)nin ruhunu beyân etmek demektir ki sonucu:
"Ruha dön ve onun isteklerini olgunlaştır,
Çünkü sen cisim ile değil, ruh ile insansın"
ifadesine dikkat nazarını çekmektir.
PIRLANTA SERİSİ…
HASED VE GIBTA VARTASI
Hased de, gıpta da doğru değildir, şöyle ki:
1- Hasedi izhar etmek ve hased edilen şahsın tenzilini istemek doğru değildir.
2- Hasedi izhar etmemek, yani içinde saklamak ise kalbin feyizlere ayna olmasına manidir. O zaman, insan sadece kitapların satırları arasında kalır ve hiç inkişaf edemez.
RİSALE…
Ehl-i kin ve adâvet hem nefsine, hem mü'min kardeşine, hem rahmet-i İlâhiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünki kin ve adâvet ile nefsini bir azab-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azabı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adâvet hasedden gelse, o bütün bütün azabdır. Çünki hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin akibetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa; ya kendisi riyakârdır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.
Acaba, bir gün adâvete değmeyen bir şey'e, bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar? Halbuki mü'min kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin. Çünki evvelâ, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir. Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adâvet değil, belki nefsine mağlub olduğundan acımak ve nedamet edeceğini beklemek. Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör; bir hisse de ona ver. Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlub edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun. Yoksa sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedid bir hırs ile ve daimî bir kin ile mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi dîvaneliktir.
İşte hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adâvete ve fikr-i intikama, -eğer şahsını seversen- yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme. Bak, hakikatbîn olan Hâfız-ı Şirazî'yi dinle:
"Dünya öyle bir meta' değil ki, bir nizâa değsin." Çünki fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın!.. Hem demiş:
"İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele etmektir."
Eğer dersen: "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum."
Elcevap: Sû'-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse; kusurunu da anlasa zarar vermez. Mâdem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin manevî bir nedamet, gizli bir tövbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman; onun şerrinden seni kurtarır. Zâten bu mektubun bu mebhasını yazdık, tâ bu manevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.
Cây-ı dikkat bir hâdise: Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, "Eûzü billahi mineşşeytani vessiyaseti" dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.
ENANİYETİN İÇİMİZDEKİ EN TEHLİKELİ CİHETİ
Kardeşlerim, enâniyetin içimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf Lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahele eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez; öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde herbiriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.
Birşey daha kaldı, en tehlikesi odur ki; içinizde ve ahbabınızda, bu fakir karderinize karşı birkıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi o ilmî enâniyeti cihetinde iıntiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risâlelere karşı muâraza ister. Kalbi risâleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde, nefsi ise enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder. Tâ ki kendi mahsülât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.
Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyonım ki: Bu dürûs-u Kur'âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri-ulûm-u îmâniye cihetinde-yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur'ân'ın tereşşuhatıdır. Bizler, taksimü'la'mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip, o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.
NÜKTELER...
HASEDİN KÖTÜLÜĞÜ
Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasedli bir haldesin; onun yemesini çekemiyorsun, içmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O, Mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor?..
Bilmiş olman gerek ki bu halin îman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni, Allah'ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahî gazabı üzerine çeker- Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kudsî hadisiyle hasedi şöyle anlatmıştır:
- "Hased eden nimetimin düşmanıdır."
Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:
- "Hased, iyilikleri yer; ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir."
Zavallı! Neye hased ediyorsun, sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi. Allah'ın verdiği nimete nasıl hased edersin? Allah-ü Teâlâ:
- "Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık." Diye haber vermiştir.
İlahî nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti içinde kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir. Herkes nasibini bulur.
Bu halinle o kadar akılsız bir duruma düşmektesin ki senden daha akılsız, daha cahil, bahil ve zalim görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun? Bu o kadar cahilliktir ki tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa, başkasına gidemez. (Hâşâ) Allah'a mı kin tutuyorsun? Halbuki Allah-ü Teâlâ:
- "Emrim değiştirilemez. Ben, kullara zulüm etmem'
Buyuruyor. Allah, sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez, bunu böyle bil. Aksini düşünme; cahillik etme.
Allah'ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulümdür. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünkü o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden, Semud, Kisra, Kayserlerin elinden geldi. Bir zaman bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun malı, onların malının milyonda biri olur.
Senin bu hasedine bir misal vardır:
- Bir insan koca bir sultanı, askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini her an seyrediyor. Buna hased etmiyor, beri yanda padişahın köpeklerinden birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek yerli köpekle oturuyor, kalkıyor; her türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O yabancı köpeğin ölmesini, yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.
Bu hal, alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür.
Böyle düşünen bir adam için zühd, inanç diye bir şey olmadığı gibi ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.
Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer o adam Allah'ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını Ödeyemiyorsa, onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah nimeti kendi yoluna sarfedilsin diye verir. Aksi halde nimet bir felaket olur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor:
- "Kıyamet gününde birtakım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep zavallı kimselerin dünyada çektikleri belâ yüzünden orada aldıkları sevabı görüp imrenmeleridir."
O gün senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü buraya nispetle elli bin senedir, îşte O, dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder, sıkıntılara göğüs gerenler orada mes'ud olur, sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz dikmeden yaşadığın için orada tam afiyet buldun.
İşte dünyada kendi hastalığım, başkasının iyiliğine darlığım, başkasının genişliğine; düşkünlüğünü, başkasının iyiliğine tercih edenler öbür âlemde arşın gölgesine sığınırlar.
Sana en büyük tavsiye: Belâya sabret, nimetlere şükret ve her işini ulvî gök kubbesini Yaradana ısmarla.
HASEDİN İLÂCI
Ey ilâhi sırlan öğrenmek isteyen! Sen bil ki, haset gönlün büyük bir hastalığıdır. Onun ilâcı da ilm ve amel macunudur.

İlmi İlâcı
şudur: Bil ki, haset dünya ve âhirette kişinin öz benliğinin zararı, ziyanıdır. Ve haset ettiği kişinin ise dünyada ve âhireıte faydasıdır.
Dünyada olan zarar şöyledir: Hased eden kişi her zaman gamdadır, kaygıdadır. Azap içinde, endişededir. Çiinkü düşmanlarından bir kişiye bile olsun, nimet ermediği gün yoktur. Çünkü o, düşmanının azap ve belâda olmasını dilerdi. Ama düşmanın yerine kendisi azap ve bela çukuru içine düşer. Öyle ki, zaten düşmanı da onu böyle görmek isterdi. Çünkü dünyada hasedin verdiği gamdan büyük dert yoktur. Böylece bundan büyük ahmaklık ne olur ki, kendi nefsi, düşmanından ötürü kırılır, rencide olur. Hasmına İse kendisinin hasedinden hiç ziyan gelmez. Çünkü onan o düşmanına verilen nimetin takdir-i Hakta bir sının vardır ki, ne ziyâde, ne noksan, ne önce, ne de sonra olur. Ona ezelî takdir derler. Kimi kimseler de mutlu talih, demişlerdir. Her ne sıfatla olursa olsun bütün insanlar cunda fikir birliği etmişlerdir ki, Hakkın takdirini tağyirin (değiştirmenin) yolu yoktur. Enbiyadan birisi, bu sebeple bir kadının elinde zavallı bir hale gelmiş, çaresiz kalmıştı. O kadın saltanatla hüküm sürmekteydi. O Peygamber, Hak Teâlâ'ya çok şikâyetlerde bulundu. O zaman o Nebiye şu vahiy indi:
— Ey Nebîm! O kadının önünde kaç! Tâ ki, onun müddeti dolsun. Ki o müddet ezelde takdir olunmuştur. Hiç bir zaman değiştirilemez.
Yine enbiyadan birine bir belâ erişmişti. Çok duada bulundu. Ağladı, inledi, sızladı. Ona da Yüce Allah'tan şu vahiy geldi:
"Yeri,


göğü yarattığım gün senin kısmetine bu düştü, ne dersin, senin içni kısmet ayırmayı yeniden mi yapayım?" Eğer bir kişi, kendisinin hasedinden ötürü, bir başkasının nimetinin yok olmasını isterse yine zarar kendisine döner, gelir. Çünkü o ela başkalarının hasedine uğrar. Hem de kendisinin nimeti bâtıl olur. Hatta kâfirlerin hasedi ile özünde olan iman nimeti balı! olur.
Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kİtap ehlinden kimileri seni doğru yoldan saptırmak isterler. Oysa onlar ancak kedilerini saptırırlar. Ama bunu anlayamazlar." (Al-i İmrân Sûresi: 69)
Böylece haset, hasette bulunanların dünyada azabıdır. Ama âhiretteki zararı daha ziyâdedir. Çünkü haset edenin kızgınlığı, Allahü Tcâlâ'nın takdirine karşı gelmek demektir. İnkârı ise Hak Teâlâ'nın nimet takdirine karşı çıkmak demektir ki, Yüce Allah onu hikmetinin kemâli ile var etmiştir. Ve takdiri bozmaya kimseye yol vermemiştir. Allah'ın birliğine karşı bundan fazla nasıl hiyânet olabilir? Bundan sonra bir müslümanın şefkatinden el çekilmiş olur. Bu yolda Şeytanla ortak olunmuş olunur. Bundan ziyâde daha ince uğursuzluk ve kötülük olur. Ama bir kimsenin haset ettiği kişiye Dünyada ziyan olmadığının açıklanması şudur ki, haset duyulan kimse haset edenin azaba düşmesinden başka ne diler? Hem hasetten daha büyük ne azap olabilir? Çünkü hiç bir zalim yoktur ki, mazluma benzetmiş olsun. Senin haset ettiğin kimse eğer senin öldüğünü işitse yahut kıskançlık hastalığından kurtulduğunu duysa rahatsız olur. Diler ki, hasette bulunan kişi haset ettiği, kıskandığı şeyin derdini çeksin dursun. Kendisi ise daima nimet ve sevinç içinde kalsın. Ama o. haset ettiğin kimseye dinde faydalı olduğunun eseri şudur ki, senin hasedinden ötürü o kişi mazlum mevkiindedir. Zaman olur ki, dilinle veya hareketlerinle ona bir sataşmada bulunursun. Bu sebepten de senin hasenatını, sevaplarını onun hasenat defterine yazar, onun günahlarını da senin boynuna asarlar. Oysa senin dileğin onun nimetinin yok olması iken yok olmaz, onun âhiret nimeti daha da artmış olur. Sana kalan kazanç ise dünya azabıdır. Âhiret azabına da temel atmış olursun. Oysa sen kendini, özünün dostu ve şeytanın düşmanı sanırdın. İşte bu dem iş aksi oldu. Yani kendinin düşmanı, şeytanın ise dostu olmuş oldun. Şeytan ki, senin düşmanındı, onu sevindirdin. Çünkü iblis, hased ettiğin kimsede olan takva, makam ve mal nimetlerinin sende bulunmadığını görünce, onlara rıza gösterip âhiret sevabını bulacağından korkar ve seni hasede teşvik ederek:
— Ondan bu âhiret mükâfatını kaldırayım! der.
Çünkü bir kimse ilim ehlini, din ehlini severse, onların makam ve haşmetine razı olursa yarın onlarla beraber olur. Nitekim Allah'ın Resulü şöyle demiştir:
"Bir kimse eğer bir kimseyi dost tutarsa yarın o kişi İle birlikte haşrolur!" Denmiştir ki:
— İnsan, ya öğretici, ya öğrenici ya da onların dostu olmalıdır.
Kıskanç adam (hasut kişi), kınların üçünden de mahrum kalan kişidir. Haset edenin benzeri, düşmanına bir taş atan kişi gibidir ki, düşmanım vurmak ister, ama taş o düşmana değmez. Geri döner, sağ gözüne çarpar ve onu kör eder. Hasetçi buna kızar. İkinci taşı yine alır. Daha kuvvetlice atar, fakat taş yine geri döner. Bu sefer sol gözüne çarpar. O gözü de kör eder! Yine bir taş daha atar. Taş yine geri döner, bu sefer hasetçinin başını yaralar. O, taşları arttırır, ama düşmanına taş erişmez. Düşmanı selâmette kalır. Taş atanı temaşa ederek güler! Kıskanç kişinin hâli işte budur. Bunlar da kıskanç olanın tüm âfetleridir. Eğer kıskançlık onu el kaldırmaya, dilini açtırıp gıybet ettirmeye sevkederse, yalan söylerse Yüce Allah'ı inkâr ederse bunun günâhı, can yakması da ziyâde olur.
Her kişi hasedin öldürücü bîr zehir olduğunu bilmelidir. Eğer o kişinin aklı varsa hasedi kendisinden giderir.
Ameli İlâç


şudur: Mücahede ederek kıskançlık ve haset sebeplerini insanın İçinden kazıması, yok etmesi, silip süpürmesidir. Hasedin sebepleri şunlardır:
1 — Kibir, büyüklük taslama,
2 — Kendini beğenmiştik,
3 —Düşmanlık,
4 — Makam, mansıp sevmektir.
Bunlardan başkaları hışım konusunda önce zikredilmiştir. Bunların mücahede ile gönülden atılması gerekir. Kökü mücahedeler ile kazınmalıdır. Bunu kolaylaştıran yol da asla bir kimseye haset edilmemesi, kıskançlık gösterilmemesidir.Eğer hasedin yok olmasına imkân yoksa kıskançlığın doğurduğu her şeye aksi harekette bulunmalı, onu susturma! ıdır. Meselâ haset ona:
— Söv, say, ayıpla! derse o kişi haset edeceği kimseye dua etmelidir. Büyüklük, kibirlilik göster! derse sen alçak gönüllülük göster! Eğer: Düşmanın nimetinin yok olmasına çalış! derse o kişi ile arkadaşlık, yoldaşlık el. Gıybette bulunmamalı, aksine o kişiye dua edilmeli, alkış tutulmalı. Tâ ki, o kişi bunları işitir, gönlü hoş olur, kıskançlığı ve düşmanlığı ortadan kalkar, kesilir. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sen kötülüğü en güzel hareketle (iyilikle) kov ki, düşmanın olan kimse sana en yakın dost olsun." (Fussilet Sûresi: 34) O zaman Şeytan sana yaklaşır: Eğer alçak gönüllülük, tevazu gösterirsen ve o kişiye dua edersen acizlik ve alçaklık sıfatiyle vasıflanırsın! der.
Ama senin gücün, dileğin, kararın kendi elindedir, dilersen Hak Teâlâ'nın buyruğunu tutarsın, dilersen şeytanın sözlerini... Bil ki, hasedin hilafını işlemek daha ulu, daha faydalı, daha iyidir. Fakat böyle İlâç acıdır. Sabredilmesi güçtür. Ancak ilim kuvveti ile sabır gösterilir. Haset eden bilmeli ki, kendisinin dinde, dünyada kurtuluşu ancak bundadır. O da o acılığa sabretmektir. Dinde, dünyada helaki kıskançlıktadır. Acılığına sabır gerekmeyen başka hiç bir deva yoktur. Acısı olmayan deva yoktur. Acı da olsa böyle bir ilâcı kullanmaktan umut kesilmemelidir. Çünkü hastalık gelince vücudu şifaya kavuşturma umudiyle zahmete katlanmak gerekir. Yoksa hastalık o kişiyi öldürür, ilâç zahmeti ölüm zahmetinden daha çok değildir.
HASET ve ONDAN MES'ULİYET
Sen bil ki, eğer çok mücahede edersen galibiyet şöyle olur: Sen, seni rahatsız, huzursuz eden kimse ile seni dost edinen kimse arasında gönlünde bir fark bulursun. Her birinin mihneti vücudunda eşit olmaz. Düşmanının mihnetini tabiatinde daha kötü görürsün. Ama sen kendi tabiatını (yaratılışını) değiştirmekten mes'ul değilsin, çünkü sende buna kudret yoktur. Ama iki nesneden sorumlusun:
Biri fiille (hareketle) ve sözle bunu dışa vurmamalısın. Biri de, bu haset sıfatım kendi özünde görünce akıl ve ilim gücünle onu kalbinde söküp atmaya çalışmalısın.
Onu kalbinden silkip atmayı çok önemli görüp bunu daima murad etmelisin. Bunu yapabilirsen haset günahından kurtulursun. Kimileri bu sıfat için şöyle demiştir:
—Kalbinde olan hasedi söz ve hareketlerinle dışarı vurmazsan ve onun kötü bir sıfat olduğu inancını da kalbinde bulundurursun bu kötü sıfatın kalbinde bulunmasından mes'ul olmazsın!..
Ama doğrusu budur ki, mes'ul olursun. Zira hased haramdır. Hased ise yalnız günlün amelidir. Bedenin işi değildir. Bir müslümanın acı ve zahmet çekmesini istemen, onun saadetine üzülen kimse, elbette bu kötü sıfatından mes'ul olur. Ancak bu sıfatını kötü görür, onu beğenmezse mes'uliyetten kurtulabilir, Yine bu sıfatın âfetlerini kendinde taşımaktan kurtulamaz. Hasetlen tam olarak kurtulan kimse, kendisine tevhidin galip olduğu kimsedir.
Hasedin günahından kurtulan kişinin ruhuna Tevhîd (Allah'ın birliğim tecellisi) üstün gelir. Onun dostu, düşmanı kalmaz. Belki:
—Bütün halklar Hak Teâlâ'nın kullarıdır! diye bakar. Ve bütün işlerin yalnız bir yerden hâsıl olduğunu bilir. Bu bir halettir ki, her zaman vâki olmaz. A?, vâki olur. Yıldırım gibi gelir, geçer. Bu halin sebatı olmaz.
LOKMAN VE KÖLELERİ
Lokman efendisinin yanındayken diğer köleler tarafından oldukça kıskanılıyordu.
Bir gün efendisi kölelerini bağa meyve toplayıp getirmeleri için gönderdi. Köleler topladıkları meyveleri yolda gelirken yiyip bitirdiler ve gelip efendilerine:
"Bütün meyveleri Lokman yedi." dediler.
Efendisi Lokman'a kızdı. Lokman efendisinin kızgınlığının sebebini araştırıp anlayınca:
"Efendim, dedi. Hepimize sıcak su içir ovaya inelim sen atlı olarak biz de yaya olarak koşalım. O zaman gerçek ortaya çıkacak." dedi.
Efendisi Lokman'ın dediğini yaptı. Büyük sahrada koşup yorulan köleler yediklerini kusmaya başladılar. Böylece kimin yalancı olduğu ortaya çıktı.

















 
Üst