Abdulvahid GEZER - SADELEŞTİRME MESELESİNDE ESASA DAİR BİR DEĞERLENDİRME

yozgati

Well-known member
SADELEŞTİRME MESELESİNDE ESASA DAİR BİR DEĞERLENDİRME
• Bir mesele veya bir eylem yapılmadan önce artıları ve eksileriyle değerlendirilir. Fakat aynı zamanda yararlarına bakarken de bu yararı sağlayıcı diğer alternatifler de değerlendirilmelidir. Yani özetle bir iş yapılacaksa yalnız o işe has faydalar ve o işin zararları iki kefeye konup tartılmalıdır.


Gelelim değerlendireceğimiz meseleye, Risale-i Nur'ların sadeleştirmesi meselesine. Madem ki konu hakkında kamuoyunun itibar ettiği insanların sözleri dinlenmeyecek. Biz de vicdanlara daha önce de sorulmuş bazı soruları soralım. Birinci kısım, sadeleştirmeyle murad edilen maksatlar nelerdir?(inşallah bu cümleyi sadeleştirmeden anlarlar, çünkü "vaziyet" kelimesini bile sadeleştirme ihtiyacı duyan bir güruh var bir tarafta)Maksat basit: yeni Türkçe öğrenenler ve Gülen cemaatine yeni girip dilinden dolayı Risaleleri anlamayanların anlayacağı şekilde Nur'lardaki hakikatleri anlatmak. Buna itiraz edecek kimse yoktur sanırım.

Bu maksatla ilgili iki soru var.

•Birincisi, sadeleştirme bunu sağlar mı? İkincisi bunu sağlamak için sadeleştirme şart mıdır? Mantıksal sıralama ikinci soruya öncelik veriyor.

O zaman bu soruya cevap için bir durum değerlendirmesi yapalım. Özünü mantık, teori, üslup ve yöntem olarak Risale-i Nur'dan alan dini veya ilmi bir çok eser yazılmış. Bunların içerisinde Risale-i Nur'dan bir risaleyi tamamen alıp yazarın kendi üslubu ile söylediği eserler var. Bu kitaplar söylem olarak Risale-i Nur'larla aynı yani düşünün ki şu sadeleştirmeyi yapan zatlar kitaplarına; mesela sadeleştirilmiş lemalar'a "Risale-i Nur'dan Parıltılar" deyip altlarına da sadece kendi imzalarını atıp yayınlasa bugün sadeleştirmeye karşı çıkanların hiçbirisi itiraz etmez. Peki neden böyle yapılmadı da şimdiki durum ortaya çıktı? Çünkü üstüne Risale-i Nur yazıp "Bediüzzaman Said Nursi" imzasıyla yayınlanmazsa kitabı okutamazlardı. Son cümlemi inkar edecek vicdan sahibi insan yoktur fakat yine de ifadeyi açayım; risalelerin ehemmiyetinin farkında olan ama birtakım bahaneler(dili anlaşılmıyor gibi) öne süren kişilere okutulacak bu kitaplar ve denecek ki "bunlar da risaledir, hem de anlaşılır."

Peki soruyorum ey vicdan sahipleri, bu yapılan risalelerin adının kullanılması değil de nedir? Hem bahaneler öne sürerek risaleleri okumayan kişiler sadesinden ne kadar istifade eder? Hem risaleler okuyan(kendini vererek ve ihlasla) kişilerce ifade edildiğine göre kendine has atmosferinde kalp, ruh ve aklı kucaklayan bir anlamsal bütünlüğe ve cazibeli bir ikna'a sahiptir, enfüsi aleminde sorgulamasını yapan insanlar(en eğitimsizler dahil) onda manalar bulabilirken risaleyi anlamanın yolunun onun değil okuyucunun gayretinin değişimiyle mümkün olabileceği gayet açık değil midir? Hem hakikate giden tek yol kendi bildiğimiz yol değildir. Herkes illa ki risaleleri okumak zorunda mı iman hakikatlerini anlamak için? Yukarda bahsettiğimiz, özünü risalelerden alan kitaplar var eğer bir insan mevcut haliyle Risale-i Nurları okumuyorsa diğerlerini okusun zaten bir zaman sonra "Yahu bunca esere ilham olan risaleler nedir? Onda Kuran'dan gelen nasıl bir Nur ve tılsım var ki bu kadar cezbeye sahip; bu kadar insan Kuran'dan yansıttığı hakikatle doğru yolu buluyor?" der ve merakı ona her zorluğu lütuf sayacak bir risale okuma serüveni başlatır. Sadeleştirmenin 'şart' olmadığına delil olacak iki değerlendirmeyi yazıyı uzatmamak için erteliyorum nasipse daha sonra bahsedilecek. Aslında sadeleştirme şart değilse ve sadece bir tane zararı bulunsa sadeleştirmenin yapılmaması lazım gelir! Fakat yine de tamamen ele alalım meseleyi. Gelelim diğer soruya: "Sadeleştirme belirtilen maksadı yerine getirebilir mi?" Risale-i Nur'un hakikatleri anlatışı ve güzelliği dilinden ibaret değildir fakat unutmamak gerekir ki risalenin dili gerek onun cazibesinde gerekse hakikati sunuş tarzında büyük bir etkiye sahiptir.

Şerif Mardin'in "Bediüzzaman Said Nursi Olayı" kitabındaki şu kısım dilin önemini anlamak için yeterlidir sanırım:...Said Nursînin büyülü üslûbunun, kendisine taraftar kazanılmasında halen önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Said Nursînin kıvraklığının, sarsıcı üslûbunun ve gramer kurallarına aykırı cümlelerinin çekici etkisinin kavranılması, devletin finanse ettiği ehl-i sünnet Müslüman elit kuruluşu olan İlâhiyat Fakültesinden mezun olanlar için güçtür. İmâlı ve yüzeysel tarzda örtük nitelikler de taşısa, Bilgenin üslûbu, yeni izleyicilerin kazanılmasında inkâr edilmez bir güç oluşturmuştur. Ayrıca Risale-i Nur'da kullanılan kelimeler lisan-ı Kuran'dandır yani birer zikirdir, hem tefekküre kapı açacak incelikte bağlantılıdırlar birbirlerine.

Bu konuda da Ümit Şimşek'in cümlelerine yer vermek istiyorum: "Şimdi birisi çıksa, bu kelimelerden bir tanesini değiştirecek olsa, bir mantık silsilesini en can alıcı yerinden koparmış olmayacak mıdır? Meselâ hüsün değiştiğinde tahsine nasıl varılacak, tahsin kaybolursa Muhsine nasıl intikal olunacaktır?" Oysa sadeleştirilen eserleri inceleyenler de görecektir bu süslü rabıta yerini girift bir kopukluğa bırakıyor. Gayet akıcı bir üslupta kelimeler anlaşılmaz denerek sadeleştirmeye sebep sunulmak isteniyor, kelimeleri değiştirip anlatımdaki şairaneliğe kıyıldığını inkar etmeye sadeleştirmenin failleri de cüret edemez ve bunu kabul ederler. Peki bu durumda anlaşılırlık açısından sadeleştirme ne kadar faydalı denebilir ki? Bu konuyu sadeleştirmeye karşı olanların en çok ve en kuvvetli delillerle karşı çıkması nedeniyle kısa kesiyorum. Buraya kadar bahsedilen kısmı gözden geçirirsek; evet risaleleri sadeleştirerek belki birilerine risaleleri sevdirebilirsiniz hatta okuyanlardan bazıları faydalandığını söyler ve risalelere yönelebilir. Okuyan kesim zaten risalelere yabancı olacağı için ilk etapta onlardan bu konuda hassasiyet bekleyemeyiz. Fakat anlatıldığı gibi kastedilen faydayı yani hikmet bilgisini tam olarak veremeyen kuru bir anlatı olacaktır. Hem de irşadın ve risaleleri sevdirmenin tek yolu bu değildir, nifaka sebebiyet vermeyen diğer yollar kullanılabilirdi. Yani sadeleştirme zorunlu değil, keyfidir! Hem de okunma kaygısı taşıyan bir kitap yazılmış, okunması için risaleler ve onun müellifinin imzası kullanılmıştır. Meselenin etik boyutunu ele almıyorum bile...

Gelelim son mesele olan sadeleştirmenin zararlarına. Evet keyfiliğini ispat ettiğimiz bu meselenin eğer zararlı bir tek noktası bulunsa bu sadeleştirme meselesinden vazgeçilmesi gerekir yine de pek çok cinayetten birkaçını özetle beyan edelim: Yukarda bahsedilen, kelimeler arası ilişkilerin yitirilmesi sonucu tefekkür vazifesi yarım kalır. Mesela "mizan" ve "nizam" gibi iki kelimede bulunan "tevzin"e işaret ve buradan yola çıkarak Hikmet ve Sanat'taki ilahiliği anlama meselesi "ölçü" ve "düzen" kelimeleriyle verilebilir mi? Hal böyle olunca okuyanlar olaylara ve oluşlara "mana-yı harfi" nazrıyla değil "mana-yı ismi" nazarıyla bakmazlar mı? Oysa müellifin mana-yı ismi ve mana-yı harfi meselesindeki hassasiyetini risalelere kafa yoran herkes biliyor. Bu azim bir cinayet değil midir? Risale-i Nur akla, kalbe ve ruha hitap eden bir anlatıma sahip. Peki bunun sebebi nedir? Hiç kuşkusuz kullanılan kelimelerdeki Kuranîlik ve üslup bunun başlıca sebebi. Sadeleştiriciler hem kelimelere hem de üsluba müdahale ederek kalp ve ruhun aldığı feyzi engellemiyorlar mı? İmanın menzili kalp ve ruhtur. Hangi pozitivist mantıkla bu hizmeti bağdaştırıp sadece akla hitap etmeyi yeterli buluyorlar anlamak çok zor?Konjonktür böyle gerektiriyor gibi muğlak ifadelerle cevap verenler öncelik yolunda yürüdüğünüz hizmetin hükmüne tabi olmaktır.

Hüküm ve hakikat ise çokça ispat edilmiş ki zamanla değişmezler. Oysa ifadeleriniz bir kaç sene öncesine kadar sadeleştirmeye karşıt idi. Ne oldu da değiştiniz? Hakikatin sıkleti bünyenize ağır mı geldi? Sadeleştirmeyi yaptınız da sadeleştirmeler sizin yaptığınızla mı sınırlı kalacak? Hadi diyelim ki siz iyi niyetliydiniz ve amacınız risalelerin anlaşılmasıydı. Peki yarın risaleyi sadeleştirdim diye kendi fikirlerini risaleyle maskeleyerek sunanlara da kapı açmış olmadınız mı? Bu vebalin altından nasıl kalkacaksınız? Siz sanıyor musunuz ki insanları risalelere perestiş eden sizlerin çabasıdır? Hem hiç sanar mısınız ki onları okutmak sizin vazifenizdir? ''Kardeşim siz artık hizmeti düşünmeyin aranızdaki uhuvveti muhafaza edin risale-i nur kendisi tevessü eder cenab-ı hak bu iman hizmetini en muhalife bile hizmet ettirebilir'' diyen üstadın bu beyanı sadeleştirmenin gereksizliği hatta görüldüğü üzere uhuvvete zarar vermesi açısından büyük bir yanlış olduğunu göz önüne sermez mi?
Risalelerde çokça beyan edilen bir düstura muhalif hareket ettiniz, peşinize tabi olmayı benimsemiş masum fakat büyük bir kitleyi taktınız. Onları da peşinizden bu hataya sürüklediniz oysa herkes biliyor ki üç sene öncesine kadar siz de sadeleştirmeye karşı idiniz. Hakikat zamanla geçerliliğini yitirmez! Ne oldu da konuya bakışınız değişti? Bu konuda sadakat timsali kişileri ferasetsizlikle suçlamaya kadar götürdünüz fiillerinizi hiç mi düşünemediniz o zatların ihtilaf zamanında danışılacak merci olduğunu?Masum insanları peşinize takmaktan korkmadınız mı? Aslında hakkını vermek lazım meselenin bilincinde olanlarınız korktu ve sadeleştirmeyi umuma mal etmemeye çalıştı. Çünkü bunun ihlassız bir hareket olduğunu onlar da kabul ediyordu. Fakat susuyorlar çünkü afaroz edilmek istemiyorlar her ne ise..Daha pek çok cinayet var ki çokça zikredildiği için yeniden bahsetmeye lüzum görmüyorum. Buraya kadar kısaca değindiğimiz üç sorunun cevabı şudur ki: Sadeleştirme fiili kendine has bir fayda barındırmıyor, hedeflenen maksatlar da tam manasıyla elde edilemiyor. Burada çok azından bahsedilen zararların da geneli kabul ediliyor ve sadeleştiriciler de bu zararların bilincinde olduklarını söylüyor.

Fakat sıkıntı şu ki konuyu bir bütün olarak sistemli bir şekilde eleştirmekten ziyade farklı açılardan konuya tam bakmadan eleştirilere cevap verilmeye çalışılıyor. Meselenin etik kısmı bu yazıdan daha uzun bir yazı gerektiriyor, zaten bu yazı konuyu eleştirmekten ziyade ortaya bir eleştiri yöntemi koyma amacındaydı. Fakat görüldü ki neresinden tutulsa elde kalan bir hareket var. Şimdi tekrar soruyorum: fayda sağlama ihtimali bu kadar düşük bir meselede hizmetimizin esasına yönelik birçok zararlar da bulunuyorken hangi akla hizmet bu harekete devam ediliyor?

Bogaziçi Üniversitesinden Talebe kardeşiniz

Abdulvahid GEZER
 
Üst