Abdullah Faruk - Nur Talebelerine Verilen Yüksek Dozdaki Narkozun Etkisi Ne Zaman Son

yozgati

Well-known member
Nur Talebelerine Verilen Yüksek Dozdaki Narkozun Etkisi Ne Zaman Sona Erecek Acaba?


Esselamu aleykum muhterem kardeşlerim;

Yaklaşık yarım asırdır nabız yoklaması yapılarak muhtelif zaman dilimlerinde gündeme getirilen ve başta Üstad Hazretlerinin talebelerinden tam bir ittifak halinde gelen şiddetli tepkilerin ardından geri adım atmak zorunda kalınan, fakat bir türlü bitmeyen bir hastalık olan sadeleştirme mes’elesi, bilindiği üzere 2012 senesi başlarında Lem’alar kitabının tahrif edilmiş şekliyle bir emr-i vakiyle piyasaya sürülmesiyle bizzat tatbik sahasına geçirildi.

Risale-i Nur, sadeleştirilerek artık herkes tarafından çok iyi bir şekilde anlaşılacak gibi zahiren masumane görünen bir perde altında, girişilen bu dehşetli tahrif ve imha hücumu bütün hakiki sadık nur talebelerinin ciğerlerini yakıp kavurdu. Bu dehşetli planın, maskeli bir şekilde tatbik sahasına konularak Risale-i Nur’umuzun ortadan kaldırılması istikametinde girişilen bu çok şiddetli ve sinsi hücumun bizlere verdiği tarifsiz azabın yanı sıra, sayıları milyonlarla ifade edilen nur talebelerinin bu emsalsiz cinayet ve ihanete sessiz kalması da, en azından bir o kadar daha ciğerlerimizi yakıp kavuruyor. Lem’alar ile başlayan ve Sözler kitabı ile devam eden ve sırada diğer kitablarında bulunduğu, pervasızca umuma duyrulan Risale-i Nur’u tahrif faaliyeti gibi dehşetli bir hadise karşısında da bir ses çıkartılmazsa, artık üzerinde ses çıkartmaya değecek başka hangi önemli hadise kalır ki? Atalarımızın ifadesiyle, “artık bıçak kemiğe dayandı.” Hani nur talebesi olabilmenin temel esaslarından birisi, Risale-i Nur’u kendi malı gibi sahiplenmek değilmiydi? Üstad Bediüzzaman Hazretleri 26. Mektubun dördüncü Mebhasında, “Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler'i kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.” Buyurmuyor mu?

Şimdi kendilerini Nur talebesi olarak nitelendiren ve sadeleştirme tahrifatına karşı sessiz kalmayı tercih eden tüm kardeş ve ağabeylerime soruyorum. Size ait olan bir daire veya otomobile ya da bunun gibi değerli bir eşyanıza birileri musallat olsa, sanki hiçbir şey olmamış gibi sessiz kalır mısınız? Elbette kalmazsınız, sahibi olduğunuz o malınızı korumak için elinizden gelen her şeyi yaparsınız. Ve malınızı gaspetmeye uğraşan o zalimlerin zulmünü, elinizden gelse herkese duyurmaya çalışırsınız.

Dünyevi ve muvakkat bir malınızı muhafaza etmek için bunca gayret göstermeyi haklı ve lüzumlu gören ve kendilerini nur talebesi olarak nitelendiren muhterem kardeş ve ağabeylerim, acaba Risale-i Nur bu dünyevi muvakkat mallardan daha mı değersiz ki, Risale-i Nur’un her önüne gelenin yağmalayacağı sahipsiz bir hale getirilmesi faaliyetlerine karşı, tahrifatçıların aldatıcı propagandalarına kanıp, bu dehşetli cinayetlerine sessiz kalarak destek olmuş ve böylece Risale-i Nur’u tahrib ve tahrif faaliyetlerinin devamı için kendilerine cesaret vermiş oluyorsunuz. Lütfen artık bu derin gaflet uykusundan uyanıp, şöyle bir silkinerek gözlerinizi açın ve kendinize gelin.

Malumdur ki Hıristiyan dünyası, Osmanlı devletini yıkıp ortadan kaldırmak için, tarih boyunca onlarca defa çok büyük ordular toplayarak haçlı seferleri düzenlediler. Fakat tüm bu dehşetli hücumlara karşı, kendileri silah ve insan adedi noktasında düşmana kıyasla çok daha az sayıda oldukları halde daima şanlı ecdadımız galib geldiler ve Osmanlı devletini hem bu hücumlardan muhafaza edip hem de gün geçtikçe daha da fazla inkişaf etmesine vesile oldular. Hariçten giriştikleri bu tür haçlı seferleriyle Osmanlı devletini yıkamayacaklarını iyice anlayan Hıristiyan dünyası, sinsi bir plan ile cepheyi değiştirdiler ve Osmanlı devletini dahilden yıkmanın yollarını aramaya başladılar. Bu maksadlarına ulaşmak için uzun vadeli öyle sinsi planlar kurdular ve öyle maskeli yöntemler kullandılar ki, tatbik sahasına koydukları ve büyük bir sabırla uyguladıkları gizli planları, maalesef sonunda hedefledikleri neticeyi verdi ve istedikleri emellerine nail olarak Osmanlı devletini yıktılar.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de 1952 senesinde gazeteci Eşref Edip ile yapmış olduğu ve Tarihçe-i Hayat kitabında Tahliller başlığıyla neşredilen görüşmede, bakınız bu ehemmiyetli mes’eleyi ne kadar açık ve net bir şekilde beyan etmiş.

“Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz.. çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegane ıztırabım budur.”

Evet Üstadım, bu ehemmiyetli tahlilinde ne kadar isabet ettiğini ve bu ızdırabı duymakta ne kadar haklı olduğunu, içinde bulunduğumuz nazik zaman çok açık bir şekilde bizlere gösterdi.

Bilindiği gibi Risale-i Nur’a da zuhur etmeye başladığı ilk andan itibaren bir çok cephelerden muhtelif hücumlar yapıldı. Onu okuyan ve neşretmeye çalışan ihlaslı ve sadık nur talebelerine karşı, tehdit, yıldırma, korkutma, talzik, hapis, işkence, idam sehpaları ve daha nice yollar denenerek, bu şekilde Risale-i Nur’un dünyaya neşretmekte olduğu nur söndürülmeye çalışıldı. Fakat tüm bu hücum yöntemleri, değil Risale-i Nur’un neşrettiği iman ve Kur’an nurlarını boğmak ve söndürmek, tam tersine o nurların daha da fazla parlamasına vesile oldu. En sonunda, Risale-i Nur’un önü alınamaz fütühatına bu tarzda bir hücum yöntemiyle engel olamayacaklarını anlayan gizli dinsiz komiteler, cepheyi değiştirmeye karar verdiler. Ve “öyle bir yol takib edelim ki, yapacağımız bu hücum bir yandan umum nur talebelerinin tepkilerini çekmemesi için sureten Risale-i Nur’un intişarına faydası varmış gibi görünsün. Fakat aynı zamanda diğer yandan da Risale-i Nur’un o bir türlü önüne geçilemeyen müdhiş cazibesi, sıradanlaştırılarak ve basit bir hale getirilerek söndürülsün ve otuz sene sonra gelecek olan nesil tarafından, Risale-i Nur Külliyatı ve dolayısıyla ahirzamanın emsalsiz dehşetine karşı bir tiryak olarak rahmet-i İlahiye tarafından gönderilen iman ve Kur’an davası tamamen unutulup gitsin” şeklinde planlar yaptılar.

İşte, Risale-i Nur’un her kesimden insanlar tarafından kolayca anlaşılmasına sebeb olacak gibi, zahiren masumane bir maske ardına saklanarak, uzun senelerdir nur dairesi içinde görülen ve geniş dairede hizmet ettikleri düşünüldüğü için kendilerine hüsn-ü nazarla bakılan bir zümreyi de, bazı zayıf damarlarından istifade edip kendi sinsi emellerine bir alet yaparak sadeleştirme adı altında Risale-i Nur’u tahrif etme istikametindeki faaliyetlerinde istimal ettiler ve bu şekilde dehşetli planlarını münafıkane bir yolla perdeleyerek tatbik sahasına koydular. Bu sinsi planlarını, kendilerine hüsn-ü nazar ve muhabbet ile bakılan bir zümrenin eliyle tatbik sahasına koydukları için de, neticesi çok etkili oldu. Zira, daire içinde görünen şahıslara, Risale-i Nur’u müdafaa etmek isteyen hakiki sadık nur talebeleri tarafından, bu tahrif faaliyetlerine karşı şiddetle mukabele edilmesini engellemek için dearamızda ihtilafa düşerek , ehl-i dalalete destek olmayalım, fitne çıkartmayalım, uhuvveti bozmayalım, müsbet hareketi bırakmayalım, bu hizmetteki kardeşlerimizi tenkit etmeyelim cinsinden, sureten haklı gibi görünen telkinler yapıldı ve maalesef malum odaklar bu kurnazca hazırlamış oldukları planlarında muvaffak da oldular. Yani önce nur talebelerine uzun bir zaman dilimine yaydıkları üksek dozda narkoz verdiler ve ardından da, Risale-i Nur’a karşı öldürücü mahiyetteki dehşetli cerrahi operasyonlarını kolayca tatbik sahasına geçirme imkanını buldular. Kendisine yüksek oranda narkoz verilen bir insanın, kalbini veya beynini kesip yerinden çıkartsanız dahi hiç bir şey hissetmeyeceği gibi, aynı şekilde nur talebelerine yüksek oranda narkoz verildikten sonra sadeleştirme adı altında Risale-i Nur’a karşı girişilen bu dehşetli cinayet faaliyeti karşısında da, sayıları milyonlarla ifade edilen nur talebelerinden beklenecek olan o büyük çaplı tepki ortaya çıkamadı ve Risale-i Nur’a karşı girişilen bu emsali görülmemiş cinayet fiiline mukabil, gösterilen tepki çok cüzi bir düzeyde kaldı. Bilemiyorum verilen bu yüksek oranda narkozun etkisi, nur talebeleri üzerinde ne kadar daha sürecek. Bu arada bir korkumu da ifade etmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi, insana belli bir düzeyin üzerinde narkoz verildiğinde, o şahsın bir daha asla uyanamamasına ve netice olarak ölümüne de vesile olabiliyor. İnşallah bu korkum gerçekleşmez de, sayıları milyonları bulan nur talebeleri kardeş ve ağabeylerimiz aldıkları narkozun etkisinden en kısa zamanda uyanırlar ve gerçekleri görüp Risale-i Nur’u müdafaa vazifelerinin başına geçerler. Tabiî ki uyanacakları o zamana kadar, ortada savunabilecekleri bir Risale-i Nur Külliyatı kalabilirse.

Netice: herkes gibi bizler de imtihan dünyasındayız. Başkalarının aldanması veya hangi hadise karşısında ne yaptıkları bizi direk olarak alakadar etmez. Biz ancak hakikatları neşrederiz ve hiç kimseden çekinmeden doğru bildiğimiz gerçekleri cesurca haykırırız. Bu fiillerimiz neticesinde muvaffak oluruz veya olamayız, orası hiç önemli değildir. Bizler yalnızca Allah rızası için, vazifemizi eksiksiz olarak yerine getirmenin gayreti içinde bulunuruz. Ve bu mücahedemizle birlikte hangi safta olduğumuzu fiilen göstermiş oluruz. Ahrette bizden, “Risale-i Nur’a girişilen bu cinayet faaliyetine karşı sen ne yaptın” diye sorulduğunda, “bu cinayetin dehşetini elimden geldiğince insanlara neşretmeye gayret ederek onları ikaz etmeye çalıştım ve gücümün yettiğince bu tahrif faaliyetine engel olmak için çaba gösterdim” diyebilmeye yüzümüz olsun o bize yeter.

Selam ve dua ile.

(Talib-i Hakikat 30.03.2013)

Abdullah Faruk
 
Üst