Sözler 9. Ders - İkinci Söz

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
Sözler/İkinci Söz
Konu: İman, Küfür ve Fıskın Mahiyetinin Bir Temsille İzahı


Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

Selam ve dua ile.

[BILGI]İkinci Söz

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
[SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP]


İMANDA
ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.

Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.

Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhaneler... Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder.

Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der:

“Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”

Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. “Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der.

Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip onu mânen tâzip eder.

Diğer adam ise, mü’mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir.

Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder.

Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.

Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi alâ dini’l-İslâm ve kemâli’l-îman”[SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP] demeliyiz.


[SUP]1[/SUP] : “O takvâ sahipleri öyle kimselerdir ki, gayba iman ederler.” Bakara Sûresi, 2:3.
[SUP]2[/SUP] : Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah’a hamd olsun.
[/BILGI]

[TAVSIYE]Diğer Sözler dersleri: Sözler
Diğer açıklamalı dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
[SUP][SUP]1[/SUP]


[/SUP]İMANDA ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.

Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.

Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhaneler... Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder.

Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der:

“Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”

Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. “Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der.[/NOT]


Alıntı yapılan ayette mealen “O takvâ sahipleri öyle kimselerdir ki, gayba iman ederler.” Bakara Sûresi, 2:3. buyuruyor Rabbimiz.


Buradaki temsili hikayede iki kişi var. Bunlardan birisi her türlü günahı serbestçe işleyen fasık ya da Rabbini unutmuş gafil, yahutta kafir, Allaha inanmayan bahtsız biri. Diğeri gayba iman eden, yani Allaha, ahirete, meleklere vs. inanan ve ona göre hayatını tanzim eden takva sahibi mü'min. Temsilde bu iki kişinin dünyaya ve hayata bakış açıları arasındaki fark nazara veriliyor.

Temsildeki bahtsız adam gafleti, fıskı ya da kafirliğinden dolayı herşeyi başıboş, hikmetsiz şeyler olarak görüyor. En ufak hadiseler onu korkutuyor. Başkaların korkularıyla ve elemleriyle dahi
korkulara kapılıyor, müteellim oluyor. Her an ölümü, firakı ve zevali hissettiren haller, henüz ölmeden, dünyada dahi huzurunu kaçırıyor. Küfrü, daha bu dünyada dahi, cehennemî bir hali yaşatıyor ona. Lezzetlerini acılaştırıyor, hiçe indiriyor.

Mü'min ise, imanı neticesinde dünyada dahi bir nevi cennet hayatı yaşıyor. Çünkü imanı, ebedi cennetin çekirdeği hükmünde olduğundan, manen huzur ve sükunetle yaşıyor. Olayların perde arkasındaki Cenab-ı Hakkın hikmet elini görüyor. Her halinde sürur ve şükrü içinde yaşıyor.
 

Huseyni

Müdavim
İMANDA NE VARDIR?
Büyük bir saadetNimetBüyük bir lezzetRahat
TEMSİLİ HİKÂYENİN MUKAYESELİ TABLOSU
HODBİN ADAMIN GÖRDÜKLERİHUDABİN ADAMIN GÖRDÜKLERİ
Âciz biçareler zorba adamların tahribatlarından vaveyla ediyorlar.Umumi bir şenlik var. Her tarafta bir sevinç ve neşe hâkim.
Memleket umumi bir matemhane şeklini almış.Her yerde zikirhaneler var.
Herkes ona düşman ve ecnebiHerkes ona dost ve akraba
Ortalıkta müthiş cenazeler var.Ortalıkta hiçbir cenaze yok.
Ortalıkta ümitsizce ağlayan yetimler var.Terhisat şenliği ve askere alınmanın neşesiyle tekbir ve tehlil eşliğinde çalınan davul ve musiki sesleri var.
Vicdanı azap içindeMutlu ve neşeli
TEMSİLİ HİKÂYENİN MANALARININ MUKAYESELİ TABLOSU
KÂFİR VE FASIĞIN NAZARINDA DÜNYAMÜMİNİN NAZARINDA DÜNYA
Umumi bir matemhanedir.Rahman olan Allah’ın bir zikirhanesi, beşerin ve hayvanların bir talimgâhı ve insanların ve cinlerin bir imtihan yeridir.
Hayat sahipleri, ayrılık ve ölümün sillesiyle ağlayan yetimlerdir.Bütün ölümler birer terhisattır. Vazifesini bitirenler daha güzel bir âleme giderler. Bütün sesler ise ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ya terhisteki şükür ya da işlemek neşesinden gelen nağmelerdir.
Hayvanlar ve insanlar ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır.Bütün hayat sahipleri vazifeli birer asker ve memnun memurlardır.
Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat müthiş cenazeler hükmündedir.Bütün mevcudat Allah-u Teâlâ’nın munis bir hizmetkârı, dost memuru ve birer şirin kitabıdır.
İŞTE BUNUN GİBİ HÂLLER ONU MANEN TAZİB EDER.İŞTE BU HÂLLER ONA MANEN LEZZET VERİR.

Sorularla Risale | "İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu..." İkinci Sözdeki temsili şematik olarak gösterebilir misiniz?
 
Üst