Sadeleştirmeyi yapanların tezatları

Huseyni

Müdavim
Birinci Söz giriş kısmıyla birlikte (giriş kısmındaki arapça besmele ve dua hükmündeki kısmın hariç) tam 60 cümleden oluşuyor. Bu dersimizde (başka hiçbir risale okumadığımızı varsayarak) o cümlelerden kaçını net bir şekilde anlayabiliyoruz, kaçını çok az bir gayretle anlayabiliyoruz ve kaçını anlamakta zorlanıyoruz bir değerlendirmesini yapıyoruz.

Siyah ile yazılan cümleler;
en basit Türkçe ile konuşan kimselerin dahi, bilmediği tek kelime dahi içermeyen cümleler.

Bu cümlelerden tam 30 tane var. Yani Birinci Sözün baştaki giriş kısmı ile birlikte alındığında yarısına tekabül ediyor. Bu 30 cümleden sadece 9 tanesi aynen muhafaza edilmiştir. Yani 21 cümle tamamen keyfi ve lüzumsuz değiştirilmiştir. Yani Risalelerin anlaşılmadığından sadeleştirme yaptıklarını söyleyenler, sadece Birinci Söz'de 21 defa yalan söylemişlerdir. Sadeleşmiş eserleri savunanlar Allah cc. için şu 21 cümlenin nasıl heba edildiğine baksınlar. Buna nasıl cevaz veriyorsunuz ? Böyle bir fiile nasıl alet oluyorsunuz ? Nasıl savunuyorsunuz ? Vicdanınız sızlamıyor mu ?


http://www.risaleforum.net/risale-analiz-ve-calismalar-488/sadelestirme-analizi-509/188765-sadelestirilmis-sozler-hatalarla-dolu-birinci-soz.html

Yeşil ile yazılan cümleler;
İçinde bir veya iki tane yabancı kelime olan ancak çok az bir gayretle ya da önündeki, arkasındaki cümleleri okuduğumuzda anlaşılabilecek cümleler.

Bu cümlelerin sayısı 25 adettir. Yani Birinci Söz'ün ve girişinin 60 cümleden oluştuğunu nazara aldığımızda, yaklaşık yarısıdır. Dili ağır diyenlerin net bir şekilde anlayacağı 30 cümle ve çok az bir gayretle anlayabileceği 25 cümle var. Geriye ne kalıyor ?


Kırmızı ile yazılanlar ise; içinde yabancı olduğumuz kelimeler diğerlerine oranla daha fazla olan anlamada zorlanabileceğimiz cümleler.

Geriye sadece bu 5 cümle kalıyor. Sadece bu 5 cümle ve çok az bir gayretle anlaşılabilen 25 cümle için Birinci Söz katledilmiştir. Bu bir cinayettir, ihanettir, kul hakkıdır..


..........


Ey kardeş!

Benden birkaç nasihat istedin.


Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle bir kaç hakikati nefsimle beraber dinle.

Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum.

Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim.

Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim.

Kim isterse beraber dinlesin.


Birinci Söz

BİSMİLLÂH her hayrın başıdır.

Biz dahi başta ona başlarız.

Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır.

Bismillâh ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin.

Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.

İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahrâya çıkıp gidiyorlar.

Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur.

Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı.

Alanı her yerde selâmetle gezdi.


Bir kàtıu’t-tarîke rast gelse, der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.”

Şakî def olur gider, ilişemez.


Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür.

Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez.

Daima titrer, daima dilencilik ederdi.


Hem zelil, hem rezil oldu.

İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın.


Şu dünya ise bir çöldür.


Aczin, fakrın hadsizdir.

Düşmanın, hâcâtın nihayetsizdir.


Madem öyledir; şu sahrânın Mâlik-i Ebedî ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al.

Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar.

Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki, askere kaydolur, devlet namına hareket eder, hiçbir kimseden pervâsı kalmaz.

Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.


Başta demiştik: Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile “Bismillâh” der.

Öyle mi?

Evet.

Nasıl ki, görsen, bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı.

Yakînen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor.

Belki o bir askerdir, devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder.


Öyle de, herşey Cenâb-ı Hakkın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar.

Demek herbir ağaç “Bismillâh” der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.

Herbir bostan “Bismillâh” der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.


Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillâh” der, rahmet feyzinden birer süt çeşmesi olur.

Bizlere Rezzak namına en latîf, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.

Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert taş ve toprağı deler, geçer.

“Allah namına, Rahmân namına” der; herşey ona musahhar olur.

Evet, havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i suhuletle intişar etmesi ve yeraltında yemiş vermesi, hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi [SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] فَقُلْناَ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ emrine imtisal ederek taşları şak eder.

Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı İbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı [SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP] يَا نَارُ كُونِى بَرْداً وَسَلاَماً âyetini okuyorlar.

Madem her şey mânen “Bismillâh” der; Allah namına, Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar.

Biz dahi “Bismillâh” demeliyiz.

Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız.

Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız.


SUAL: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz.

Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor?


ELCEVAP: Evet, o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.

Başta “Bismillâh” zikirdir.

Âhirde “Elhamdülillâh” şükürdür.

Ortada, bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de, zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip Mün’im-i Hakikîyi unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis!

Böyle ebleh olmamak istersen, Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle, vesselâm.

 
Son düzenleme:
Üst