Sadeleştirmeyi savunanlar: "Orjinaliyle farklılık olmadan.."

faris

Well-known member
Yıllardan beri orjinal okuduğunu, sonra bu çıkan tahrif edilmiş 2 eseri de okuyup, aynı şekilde faydalandığını iddia edenler var..

Bu hususu iki şekilde ele alabiliriz.

Birincisi Risale-i Nurları okuyan birisi hiçbir şüphe yoktur ki sadeleştirilmişine tevessül etmez. Bu hususu şöyle düşünebiliriz. Fakültede okuyan bir talebe daha çok istifade etmek için ilkokul derslerini almaya ihtiyaç duymaz, olsa olsa mastıra ve derslerine ihtiyaç duyar.

İkincisi ise Sadeleştirme meselesinde asıl dikkat edilmesi gereken husus sadeleştirilmiş eserlerin istifade verip vermemesi değildir. Nitekim elbette istifade ettireceği hususlar olacaktır. Ancak bu husus okyanus ile damla mukayesesi gibi olacaktır. Okyanusa giren bütün bedenini ve cihazatlarını dilediği kadar yıkayabilirken damlaya giren damla kadar bedenini ve cihazatını o an için yıkayabilecektir. Ancak Hüseyin abinin de hazırladığı karşılaştırmalı eserlerde görüyoruz ki mesele istifade ettirmek değil bilakis tahrif etmek olduğu açık ve nettir, ihtiyaç duyanlar ilgili konuya bakabilirler. Bir diğer pencere ise Risale-i Nur eserlerinin sadeleştirmesine ihtiyaç bırkmadığı meseledir ki bu hususta yine bölümde çok makaleler ve konular ele alınarak ispat edilmiştir.

Demek ki fakülte talebesi ilkokula gidip ben ikisinden de istifade ediyorum demesi ne kadar gülünç olacağı ortada olacaktır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Sadeleştirilmiş eserlerde mananın nasıl katledildiği analizlerle gösterilmiştir. Kaybolan edebi sanatlar yönüyle ise işin içinden çıkılmaz bir haldir. Peki bir eserin üstünlüğünü gösteren belagat, fesahat, cezalet gibi unsurlara ne demek lazım. Sadeleştirilen eserlerde bu var mı? Eğer yoksa o eser sıradan, basit bir eserdir. Herhangi bir özelliği yoktur diyebiliriz.
 

yozgati

Well-known member
Risale-i Nur aleme gelmiş, çağın türbülansına yakalanmamızı önlemek için işaret fişeği olmuş. Bizler ise bu alemde bir cüz ve türbülansa girmemek için ilim ve dua ile talipli birer öğrenciyiz.

Risale-i Nur, bir deniz/derya, biz ise akıp giden ve akıntıya girmeden derya içinde deryanın kıymetini bilmekten aciz birer kabarcık misali tutunmaya çalışan beşeriz.

Risale-i Nur külli bir tahribi tamir ediyor, kökleri sarsılmış bir ağacı iyileştiriyor, köksüzlüğe çare oluyor, biz ise arızalarımızı/hasarlarımızı/hastalıklarımızı risale ilacı tedavi etmeye çalışıyoruz. O ”Edviye-i Kur’aniye”den alıyoruz. Çünkü Kur’an eczanesinden alınan ilaçlar çağın hastalıkları için düzenlenen reçetelere göre tanzim edilmiş. İlacın dozajı, yapısı ve oranları ile oynamak, hastaya ve hastalığa müdahale olur ki, tedavi yerine tahrip olur. Fayda yerine zarar verir.

Risale bizim değildir. Biz risale olma yolunda çabalayacağız.
Risalenin hukuku bize indirgenemez. Biz ona yapışıp yetişmeye çalışacağız.
Risaleyi hakkıyla anlamamız söz konusu değil, anladığımızı sürekli arttırarak kabımızın kapasitesi kadar denizden tasımızı dolduracağız. O bize ait değil, biz ihlasla istersek ona ait olabiliriz.

O kılavuz kaptan, biz ise yolcu. Yolcu güzergah belirleyemez. İlave kural koyamaz. Geminin tayfası dahil yolcular, makiniste ve makinenin tekniğine aykırı bir işlem girişiminde bulunamazlar.

risale_soru2.jpgRisale-i Nur bir rehber eser, biz ise rehberlik alan ve rehberle birlikte rehber kitabını öğrenen birer öğrenci.
Risale-i Nur bir hastane, biz ise birer hasta. Doktorlar temel tıbbın uygulayıcıları. Eser ve prodüksiyon ise tamamen risale eksenli ve ruhuna uygun olmak zorunda. Aksi halde aktar dükkanında mal satan tezgahtarların “ilaç”larına mahkum olan hasta durumuna düşeriz.

Risale-i Nur, dünyaya yatırım aracı değildir. Bizim hoşumuza gidecek, nefsimizi okşayacak ve nefsimiz için sevip “kazançlı” çıkacağımız bir hakimiyet ve hükümranlık vasıtası hiç değil. Risale, risale olduğu için sevilmeli. Eğer biz ön şartlı seviyorsak/açılıyorsak, risaleyi nefsimiz için sevmiş oluruz. Anlamak üzerine bir ön şart bile anlamadığımızı gösterir ve anlayamayacağımızın işaretidir. Ona ait olmak ve ona onunla açılmak en büyük anlamadır. Sonrası muazzam hazinelere ulaştırır.

Risale, onda fani olmamızı ister. Kendisi dışındaki hiçbir şeyi/bölünmeyi kabul etmez. Duygu ritmini düzenleyen, akıl terazisini ölçen, kalp kaymalarını önleyen, fıtrat icrasını sağlayan bir pusula ve Kur’ani referanstır. Biz onda yok olmadıkça, o bizi yok sayar. Boşluklarımız/hüsranlarımız/çatışmalarımız/tatminsizliklerimiz bu “yok sayılmayı” hak eden tutumlarımızın bedelidir.

Risale, bizden başarı değil ihlas ister. Kemiyet, hatta keyfiyetten önce sadece ihlas ister. Marifetullah ve muhabbetullah kapılarını açar. Allah’ı severiz, O’nunla her şeyi severiz. Ve her şeyi O’nun için severiz. Bu İz’an, istiğnayla mümkündür. Her şeyden feragat etmeyi göze alamayan, risalenin ruhuna inemez. Risale kendini açmaz.

“Risaleyi anlamıyorum” demek, neyi anladığını ve neyi anlamadığını, dahası “anlama”yı anlamamaktır. Risale bir bilgi küpü değil, matematik denklemi de değildir. Risale, vatandaşlık projesi değil, kulluk duasıdır.

Risale, kendini vermeyene açılmaz. Açılanları da toplamaz. Saçılanları ise önce şefkat, sonra zecr tokatları ile maksadının aksiyle kendi zemininden uzaklaştırır.

Risale, siyasi bir organizasyon değildir, hidayet siparişi alınan bir tezgah da değildir. Devlet muhabbeti bol, dünya hırsı planlanmış, hakimiyet kavgasında rol kapmış, mahalle muhtarlığına talip, ya da çapına göre sokağı kapatmış veya kentin/ülkenin yönetiminde “mukadderat” sayılan güvenliğine zabıta olmuş alışkanlıkların/geleneklerin/padişahlıktan kalma otoriter kişi/kurum/kuruluş ve unsurların asla semtine uğrayamayacağı bir abidevi ve nurani sütun yansımasıdır. Bu emellerine alet eden siyasi/bürokratik/ticari/kültürel/gelenekçi/yenilikçi/şahsi/indi/gruplu hiçbir yaklaşımı hoş görmez, kabul etmez ve tasarrufunu onlara emanet etmez.

Risale-i Nur’un satırlarında bu keskin gibi görünen iddiamızın yüzlerce delilini bulabilirsiniz. Hizmetin tarihçesi de buna en büyük ispattır. Son Şahitler ve saff-ı evvel, bunun en güzel şahidi.

İsterseniz, Risale-i Nurda geçen aşağıdaki kavramların peşine düşelim. Onlar nereye götürüyorsa oraya gidelim:
-İman, ihlas, istiğna, ittihad, ilim, istişare, insaniyet,
-Haliliye, hillet, hamiyet, hürriyet, hakikat, hayat
-Tecdit, tefekkür, tekamül, taksimül a’mal, teşrik-i mesai.

Yukarıdaki kavramların risale atlasındaki ilişkiler haritasını çıkarırsak, göreceğiz ki, Risale-i Nur sisteminin kavram inşası mükemmel bir yolculuğa bizi çıkarır. Buyurun deneyin.

Gerisi küresel rüzgarların yelkenleri şişiren esintisinden başka bir şey değildir. Masumca söylenişle dünyevileşme hastalığıdır ve dünyalaştırma mantığının bilgi ve akıldan beslenen sathi nazarlarıdır.

Şükür, Risale-i Nur çağı gölgesine aldı. Ve zararlı ışıklardan korudu. O gölgelikte “kemal-i ümid-i zafer” ile çalışan “akıl sıddıklar”a müjdeler olsun.

şİMDİ HER NUR TALEBESİNE DÜŞEN NURUN ASLINI MUHAFAZA VE MÜDAFAA ETMEKTİR!
 
Üst