Otuzuncu Lem’a.. İsm-i Hayy’a dair kısa notlar.. Bir kainat, Bir hayat ve Bir insan

beyzkardelen

Active member
Otuzuncu Lem’a.. İsm-i Hayy’a dair kısa notlar.. Bir kainat, Bir hayat ve Bir insan

Bir müzik sesi geliyordu kulağıma.. keman çalınıyordu.. neşeli birşeylerdi çalan ancak bilemiyordum neydi? Melodi tanıdık değildi..

Hayat...dedim... ses hayatın sesiydi.. hayatın melodisi, hayatın neşesi..
Hayat ki, şu kainatın en ehemmiyetli gayesi... ehemmiyeti nerden geliyordu hayatın..? Hiçbirşey düşünülemezdi hayat olmaksızın... kainatın gayesi hayattı... ama nihaî değil...
Kainat yaratılırken hedeflenen, hayatta olduğunu göstermekti Hayy-ı Kayyum’un... Allah, kendisinin “hayy” olduğunu göstermek istemişti... hayattı gaye; kainat yaratılırken... Hayy’ın hayatıydı...
Ve kainat çalıştı, çalıştı, durmaksızın çalıştı...yaratılışının her anında hep aynı neticeyi verdi... kainatın yaratılışındaki evrelerin neticesi hayat oldu. Yaratılan her varlığın hizmetinde bulunduğu bu dev fabrikanın dokuduğu şey, hayattı... Hayy’ın hayatının aynalarını dokuyordu kainat an be an...

Hayat öylesine parlak bir nurdu ki, girdiği her yeri aydınlatıyor, girdiği herşeyin her yönün gösteriyor, tanıtıyordu... kainatın renklerini hayat ile görmek mümkündü ancak...

[ "29.söz, 4.esas : Ruh, ceset hesabına zayıflaşır, ceset, ruh hesabın inceleşir.Öyle de âlem-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle, şeffaflaşır, lâtifleşir. Kudret-i fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle, kesif, câmid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi bir remz-i kudrettir ki, âlem-i lâtif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayatla eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatini kuvvetleştiriyor. Evet, hakikat ne kadar zayıfsa da ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyrüssefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır; sabit ve büyümüş hakikatin kametine yaklaşmak için, daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında, hakikat ile suret, makusen mütenasiptirler. Yani suret kalınlaştıkça, hakikat inceleşir. Suret inceleştikçe, hakikat o nisbette kuvvet bulur." ]

Dokuz yapraklı buğramın mayasında da hayat vardı... hayatla büyüyor, hayatla yetişiyordu... ve yeni bir hayatı meyve veriyordu dallarında yeni yapraklarla... kuruyup düşen bir yaprağında yine ‘Hayy’ ismi vardı elbette... ama buğraya ait bir hayat değildi artık onunkisi.. hayat buğrada birbaşka yansıyordu.. kurumuş bir yaprakta daha başka...

Hayat, ferdin kendi mükemmelliğini kapsayacak yükseklikte bir mükemmeliyyete haizdi...

Hayat şu kainatın hülasası/icmali/ruhuydu...(Buğranın hulâsası nedir diye sorulsa elbette hayattır cevabı verileceği gibi, kainatın hulasası da hayat oluyor. Kainatı icmalen/topluca/kısaca tarif et denilse, cevap hayat olacaktı... Bir başka açıdan baktığımızda, hulâsa zarf, hulâsa edilen de mazruf(zarfın içindeki mektup) olmuş oluyordu. İnsan kainatın hulâsası olması hasebiyle zarf, kainat ise, insanın içinde hulasa edilmesi itibariyle mazruf olmaktaydı.)

Kainat cansız bir cesetti hayat olmaksızın... ve kainatı güzelleştiren, hayattı... cemâli buradaydı...




macuncu.jpg

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kainatın zîneti, süsü, onu zevkli, keyifli ve çekici kılan da hayattı...

Buğramın herbir yaprağını ayrı ayrı hayattar kılan, buğrayı da hayattar kılandı... buğrayı hayattar kılan, fotosentez için gerekli olan güneşi de hayattar kılandı.. bir tek yaprağında kainatı taşıyordu buğra... kainatta bir vahdet vardı... tüm kainat bir elden çıkmış, bir elden yönetilmekteydi.. iki olsa, işler karmakarışık olurdu.. bir memleketin bir yöneticisi, bir köyün bir muhtarı olduğu gibi, kainatın da bir tek yaratıcısı vardı... küçücük bir hava zerresi, tüm kainata işlemekteydi ve kainatın programına göre çalışmaktaydı.. zerre kimin ise, gezdiği yerlerde ona ait olmalıydı... [şu kainatı yaratan, bir kuşun tüylü libasını hangi kanunla değiştiriyor, tazelendiriyorsa, o Sani-i Hakîm, aynı kanunla her sene yeryüzünün libasını yenilemekteydi... hangi kanunla bir zerreyi mevlevî gibi harekete geçiriyorsa, aynı kanunla dünyayı, semaa kalkan bir mevlevî gibi döndürmekte, yine o kanunla âlemleri ve güneş sistemini de gezdirmekteydi.]

Sani-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği hayatlandırırsa, aynı kanunla bir çınar ağacını da her baharda hayatlandırmaktaydı.. ve o kanunla yeryüzünü her bahar hayatrlandırmaktaydı.. haşirde de mahlûkatı aynı kanunla hayatlandıracaktı... Kur’an bu sırra iareten, şöyle ferman etmekteydi: “sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” (Lokman suresi; 31:28.){24.mektup, 2. makam}

Birbirlerine görünmez iplerle bağlı askerler gibi, muntazam bir hareket vardı hayatta... her bir mevcudun, nev’in kendine has bir intizamının yanında, kainat bir bütün olarak kendi hayatını da ortaya koyuyordu. Kendine has bir denge vardı kainatın hayatında ve bu denge asla bozulmuyordu.
Rabıta-i ittihad vardı kainatta... bir saksı çiçeğin kendi âzalarındaki ittihad da, kainatın tüm azaları arasındaki ittihad da hayatla mümkün oluyordu ancak... her şeyi bir şeyle, bir şeyi her şeyle bağlayan sır hayattaydı.
Düzen, hayata göre programlanmış, planlanmış bir düzendi... hayatsız işlemezdi...

Yaşadıklarının farkında olduğumu sandığım çiçeklerimin özündeki mükemmellik hayattı... her canlının kendine özgü bir mükemmelliği vardı ve bunun özünde ona has verilen bir hayat yatıyordu. Kâinatın yaratılışındaki kemâlâtın menşei hayattı...

Hayat, Hayy-ı Kayyum’un en harika sanatıydı ve en anlaşılmazıydı... Ağacın dış görünüşünden daha karmaşık ve sanatlı olan bir iç yapısı vardı. Bu iç yapıya hareket kazandıran hayatsa, hepsinden daha karmaşık ve sanatça üstündü.[buradaki sanat kelimesinin lugat anlamlarını yazmakta fayda vardır: Beceri, dehâ, hüner, marifet, maharet, ustalık, üstün yaratıcılık..] Hayat, sanat ve mahiyetçe en harika bir zîruhuydu kainatın... (zîruh: canlılık sahibi, anlam sahibi, canlandırıcı ilke sahibi, etkin ilke sahibi...)

Bir müzik sesi geliyordu kulağıma.. uddu şimdi çalınan... kuşların nağmelerinden kendine besteler çalan insandı udun tellerine dokunan... insanın özündeki hayattı.. kainatın hayatıydı...

[/FONT]
 
Üst