Risale Açıklamalı 62 - Risale-i Nur Hakkında Bir İtiraza Cevap..

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Konu: Kur'an Ayetleri ve Risale-i Nur

Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

Selam ve dua ile.


[BILGI]
[SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP]وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ[SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP]بِاسْمِهِ


Bu âciz kardeşiniz, hem o itiraz eden eski dost zâta, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın feyziyle, Yeni Said (r.a.), hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe burhanlar zikrediyor ki, değil Müslüman uleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.

Amma, Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda, Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) ihbârâtı nev’inden, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân dahi bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Risale-i Nur’a nazar ı dikkati celb etmesine mânâ-yı işârî tabakasından rumuz ve imaları, i’câzının şe’nindendir ve o lisan-ı gaybın, belâgat-ı mu’cizekârânesinin muktezasıdır.

Evet, Eskişehir Hapishanesinde, dehşetli bir zamanda ve kudsî bir tesellîye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, mânevî bir ihtarla, “Risale-i Nur’un makbuliyetine eski evliyalardan şahit getiriyorsun. Halbuki

[SUP][SUP]3[/SUP] [/SUP]وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu meselede söz sahibi Kur’ândır. Acaba, Risale-i Nur’u, Kur’ân kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acip sual karşısında bulundum.

Ben de Kur’ân’dan istimdat eyledim. Birden, otuz üç âyetin mânâ-yı sarîhinin teferruatı nev’indeki tabakattan, mânâ-yı işârî tabakasından ve o mânâ-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne, medâr-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunmasını, bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmı, bir derece izah ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatimde hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı ve ben de, ehl-i imanın imanını, Risale-i Nur’la takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatimi yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede, biz demiyoruz ki, “âyetin mânâ-yı sarîhi budur;” tâ hocalar “Fihi nazarun” desin.

Hem dememişiz ki, “Mânâ-yı işârînin külliyeti budur.” Belki diyoruz ki, mânâ-yı sarîhinin tahtında müteaddit tabakalar var; bir tabakası da, mânâ-yı işârî ve remzîdir. Ve o mânâ-yı işârî de, bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları var ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mânâ-yı işârî tabakasının külliyetinde bir ferttir. Ve o ferdin kasten bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyaziyle karineler, belki hüccetler gösterilmişken, Kur’ân’ın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’câz ve belâğatine hizmet ediyor. Bu nevi işârât-ı gaybiyeye itiraz edilmez.

Ehl-i hakikatın, nihayetsiz işârât-ı Kur’âniyeden had ve hesaba gelmeyen istihracatlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.

Amma, benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip böyle itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk eylemek azamet ve kudret-i İlâhiyeye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta ve böyle ihtiyac-ı şedit zamanında böyle bir eserin zuhuru, “vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeye delildir” demeye mecbur olur.

Ben, sizi ve muterizleri Risale-i Nur’un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki, bu işaretler ve evliyanın imalı haberleri, remizleri beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevk etmiş. Hiçbir vakitte, hiçbir dakika, nefs-i emmareme medar-ı fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın gözünüz önünde tereşşuhatıyla ispat ediyorum.

Evet, bu hakikatle beraber, insan kusurdan, nisyandan hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde bazı hatalar olmuş. Fakat, Kur’ân’ın hurufât-ı kudsiyesinin yerine, beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla, yeni hat altında, tahrifkârâne, ehl-i dalâletin tevilât-ı fâsideleri âyâtın sarâhatini incitmelerine bakmıyor gibi; biçare, mazlum bir adamın, kardeşlerinin imanını kuvvetlendirmek için, bir nükte-i i’câziyeyi beyan ettiği için, hizmet-i imaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette değil ehl-i hakikat zâtlar, belki zerre miktar insafı bulunan itiraz edemez.

Bunu da ilâveten beyan ediyorum: Bu zamanda, gayet kuvvetli ve hakikatli milyonlar fedakârları bulunan meşrepler, meslekler, tarikatler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zâhiren mağlûbiyete düştükleri halde, benim gibi yarım ümmî ve kimsesiz ve mütemadiyen tarassut altında, karakol karşısında ve müthiş, müteaddit cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, o mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risale-i Nur’a sahip değildir. Ve o eser, onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîmin bu zamanda bir nevi mu’cize-i maneviyesi olarak rahmet i İlâhiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur’âniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur’da öyle parçalar var ki, bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yeminle temin ediyorum ki, Eski Said’in (r.a.) (HAŞİYECİK) kuvve-i hafızası da beraber olmak şartıyla, o on dakikalık işi, on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum. Ve o bir günde altı saatlik risale olan Otuzuncu Sözü, ne ben ve ne de en müdakkik dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamazlar. Ve hâkezâ...

Demek, biz müflis olduğumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve bir hizmetçisi olmuşuz. Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, şu hizmette hâlisâne, muhlisâne bizi ve umum Risale-i Nur talebelerini daim muvaffak eylesin. Âmin, bihürmeti Seyyidi’l-Mürselîn…

Said Nursî


[SUP]1[/SUP] : Allah’ın adıyla.
[SUP]2[/SUP] : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

[SUP]3[/SUP] : “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.[/BILGI]


[TAVSIYE]Diğer Sikke-i Tasdik-i Gaybi dersleri: Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Diğer açıklamalı dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Cevap: Sikke-i Tasdik-i Gaybi 7. Ders - Risale-i Nur Hakkında Bir İtiraza Cevap..

[BILGI]Bu âciz kardeşiniz, hem o itiraz eden eski dost zâta, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın feyziyle, Yeni Said (r.a.), hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe burhanlar zikrediyor ki, değil Müslüman uleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.[/BILGI]

Ustad Bediüzzaman r.a. kendi hayatını üç dönemde ele almakta. Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said dönemleri. Bu dönemlerin üçüde Risale-i Nur eserlerinde mevcut. Bu üç dönemdeki hayatında Kur'an-ı Azimüşşanın dersini tebliğ etmekte, aralarındaki fark ise metod farkıdır. Nasıl ki istanbuldan Ankaraya gitmek için çeşitli araçlar kullanmak mümkündür öylede Kur'anın hakikatlerinide Ustadımız Bediüzzaman hayatında çeşitli dönemlerde farklı metodları ele alarak kullanmaktadır. İşte bu dönemlerden biri olan Yeni Said döneminde ise yine ustadımız r.a. kendi ifadesi ile "hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe burhanlar zikrediyor.." demektedir. Bu dönemde Ustadımız Bediüzzamanın r.a İman Hakikatlerini mantık ve ispat ile ele aldığını ifade etmektedir. Hatta bu hakikatleri ele aldığı metod öyle kuvvetlidir ki en muannid insanları dahi bu hakikatleri kabul etmeye mecbur etmektedir.
 
Üst