Risale Açıklamalı 9 - Öyle Bir Şeriat ki..

Huseyni

Müdavim

Bismillahirrahmanirrahim.

Bu ayın ilk dersini Muhakemat'tan seçtik. Birlikte mütalaa edelim inşaallah.

Baki selam ve dua ile.


[NOT]Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahmân-ı Lemyezelîye elyaktır ki, bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garrâ ile sırat-ı müstakîme hidayet etmiştir.

Öyle bir şeriat ki, akıl ve nakil, dest-be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.

Öyle hakaik ki, kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemâlâtın göklerine yükselip, intişar edip, öyle füruat ki, meyveleri saâdet-i dâreyndir; ve bizi Kur’ân-ı Mu’ciz ile irşad eylemiş...

Öyle kitap ki, kaideleriyle hilkat-i âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmetle mektûb ve cârî olan kavanîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden, ahkâm-ı âdilânesiyle nev-i beşerin nizam ve muvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.

Muhakemat[/NOT]
 

kab-ý kavseyn

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 20 - Öyle Bir Şeriat ki..

ve aleykum selam abi.. dua ile inşaallah..


Öyle bir şeriat ki, akıl ve nakil, dest-be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.


bismihi subhanehu.. Rabbimizin bizlere ihsan ettiği islam nimeti ile müşerref olmuşuz..ve sonsuz cemal ve kemal sahibi Rabbimiz bizlere diğer canlılardan farklı olarak düşünebilme istidadını nakşeylemiş.. bunun ile marifetullaha ersin muhabbetullahı bulsun istemiştir..
insan tek başına(akıl ile) Rabbi rahimini bulacak olsa da tam manası ile ibadet edemeyeceğinden Rasullerini , harika san'at larını hakkınca tanıttırmak,ve kulluğumuzu ve şükrümüzü hakkıyla yerine getirebilmek için göndermiştir..

*en sonuncusu ve en mubareği olan Efendimiz (sas) alemlere rahmet olmuş bizleri o cehalet bataklığından kurtarıp neden niçin nasıl sorularına bir cevap hükmünde koskoca 63 yılını ümmeti ümmeti diye geçirmiştir..

işte;Rabbimizn koyduğu kanunlar akıl ve nakil ile hakikat değerini alır.. üstadımızın da dediği gibi;Bazan müsavi, bazan madde daha kıymettar; bazan oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san’at bulunuyor. Belki, bazan, antika olan bir san’at bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte, öyle antika bir san’at,antikacıların çarşısına gidilse, hârika-pîşe ve pek eski, hünerver san’atkârına nisbet ederek, o san’atkârı yad etmekle ve o san’atla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahasına alınabilir.
İşte, insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir san’atıdır.

nakil olmadan akıl ile gördüğümüzde bizlere sanki antika gibi gelen bu kainatın ,nakil ile anlam kazanması,kur'an ile hayatlanması,sünnet ile ruhunu tamamlaması ve bu güzelliklerin imana dönüşmesi Rabbimizin esmalarına ayinedarlık cihetiyle elmasa kalbediyor.. akıl ve nakil kardeş gibi el ele verip bizleri hakka ve hakkaniyete götürüyor inşaallah..
 

kab-ý kavseyn

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 20 - Öyle Bir Şeriat ki..

Öyle hakaik ki, kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemâlâtın göklerine yükselip, intişar edip, öyle füruat ki, meyveleri saâdet-i dâreyndir; ve bizi Kur’ân-ı Mu’ciz ile irşad eylemiş...

Bismihi subhanehu..

kainattaki her şeyin nizam ve intizam içerisinde belli bir ölçü içerisinde halk edilmesi,iman ve Kur'an hakikatlerinin her canlıda
kendini göstermesi,hiç bir canlının başıboş olmadığı aslında hepsinin Allah tarafından birer görevli memur gibi vazifelerini yapmaları
Rabbimizin sonsuz kudretini ilan etmektedir..
acaba sırf bu dünya içinmi yaratılmışsın ki bütün ömrünü ona harcıyorsun hitabının bizzat muhatabı olarak bizler,Rabbimizin vermiş
olduğu iman nimetini hakkınca hakikata sarf edip insan-ı kamile yine O'nun ihsanı ile ulaşmalıyız..
bir insan da imanın güzellikleri tecelli ettiği vakit Rabbine ayinedar olabilir..karanlıkta kalan güzellikler yalnızca iman ile hayatlanır..ve
bu uğurda çalışmak ta dünya namına en güzel nimettir..
hakkı ve hakikati anlatmada,bildiği ile amel etmede dünya namına bir şey beklememek,sevap kazanma arsızlığı ile değilde ben bunu
yapıyorum ama Rabbim bundan hoşnut olur mu,benden razı olur mu düşüncesi bizlerde hakim olmalıdır..bu nedenle hep Rızay-ı
ilahinin peşinden koşmalı ve hep rıza buudlu yaşamalıyız.. Kur'an'a has bir talebe olmak,onu tam manası ile rehber edinmek
hakikatin damlalarını bir bir yudumlamak demektir..
iman ve kur'an adına yaptığımız hizmetlerimizin,dünya hayatına da huzur,ferah,esenlik ve bereket gibi güzellikleri katsada bizlerin
asıl ücret alacağı yer Rabbimizin huzurudur,o huzura da inşaallah kur'an ve sünnet ışığında hiç bir karanlığa takılmadan
varacağız..Allahu alem..*

‎"Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki,

güneşten daha parlak

ve Cennet gibi güzel

ve saadet-i ebediye gibi şirindir."



 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 20 - Öyle Bir Şeriat ki..


Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahmân-ı Lemyezelîye elyaktır ki, bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garrâ ile sırat-ı müstakîme hidayet etmiştir.

Bütün tahiyyeler, selamlar, dualar; varlığının başlangıcı olmayan, her daim var bulunan, hikmeti ve hakimiyeti bütün zaman ve mekanları kuşatmış, yarattıklarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimize mahsustur ki O bizi İslamiyetle müşerref eylemiş, İslamiyetin şeriatıyla, hükümleriyle, bize en doğru olan yola sırat-ı müstakime nail eylemiş. Elhamdülillah.


Öyle bir şeriat ki, akıl ve nakil, dest-be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.

Bu şeriat öyle bir şeriattır ki akıl onunla meşgul oldukça nurlanır. Akıl kemaline şeriatla ulaşır. İslamiyetin akla ve mantığa zıt hiçbir yeri yoktur. Mutlaka her bir hükmü aklımızın alamayacağı kadar hikmetlerle doludur. Mesela bir alim düşünürsek ömrünü bu hikmetleri izah edecek bir tefsir vücuda getiriyor. Sonra bir başka alim gelip farklı açıdan aynı meseleleri değerlendiriyor. Ve bunun gibi 14 asırdır gelmiş geçmiş binlerce alim var. Hepsi de aynı meselelerde ittifak etmişler. Hem aklen hem de naklen aynı hadiselerden haber veriyorlar. İmanın şartları gibi mesela.

 

kab-ý kavseyn

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 20 - Öyle Bir Şeriat ki..

Öyle kitap ki, kaideleriyle hilkat-i âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmetle mektûb ve cârî olan kavanîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden, ahkâm-ı âdilânesiyle nev-i beşerin nizam ve muvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.


bismihi subhanehu

bizlere verilen islam nimetinden sonra tamamlayıcısı olan efendimiz(sas) ve onun yüce ahlakı olan kur'an'ı kerimimiz tüm dertlerimize deva ruhumuza gıda,her zerrenin anlam kazanmasına vesile,hakkı hakkınca tanıma,azametine bir kerre de sözleri ile şahit olma şeklinde tanımlayabiliriz..

bizlere öylesine güzellikler sunan bu mucize kitabımızın her meseleyi halletmesi,her müşkülümüzü çözmesi,ve hak kanunlarını tam manası ile barındırması,Rabbimize uzanan nurlu bir kudret eli olması hasebiyle bizlere hakiki bir üstad,tam bir yol gösterici ve bizimle beraber gelen bir yol arkaşıdır..

Bu öyle bir arkadaş ki hep bizlerin iyiliğini isteyen,bizim için hep doğru olanı gösteren, insan-ı kemale ulaşmamız adına elinden geleni yapan mubarek nurlu bir arkadaş.. Rabbim bizlere tayin ettiği bu arkadaşın kalbini kırmadan ve efendimizin(sas) sünnetine uyarak hakka varmayı nasip eylesin.. Amin amin..

Rabbim bizleri yaratmış olduğu dinin üzerinde sabit kılsın,kur'an'a has bir talebe eylesin inşaallah.. Amin amin..*
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 20 - Öyle Bir Şeriat ki..


Öyle hakaik ki, kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemâlâtın göklerine yükselip, intişar edip, öyle füruat ki, meyveleri saâdet-i dâreyndir; ve bizi Kur’ân-ı Mu’ciz ile irşad eylemiş...

İslamiyet arzdan semaya yükselen bir ağaç gibi. Kur'an'ın hükümlerini ise o ağacın kökü olarak düşünebiliriz. Kökleri o derece sağlamdır ki onları yerinden oynatmak bile mümkün değildir. Kur'an'ın ayetleri de o kadar bilir gibi görür gibi, net ve kesindir ki beşerin aklı o ayetlerin manalarını ihata edemiyor. Onları anlamak ve anlatamaktan aciz kalıyoruz. Her bir ayet bütün zamanlara ve topluluklara hitap ederek her an tazeliğini muhafaza ediyor. Yolunu şaşırmış felsefe o ayetleri, o kökleri çürütmekten aciz kalıyor.

Mürşid-i hakiki olan Kur'an-ı Kerim'i anlamak ve yaşamak, hayata tatbik etmek hem bu dünya hayatımızın hem de ahiret hayatımızın saadetine vesile oluyor biiznillah.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 20 - Öyle Bir Şeriat ki..


Öyle kitap ki,
kaideleriyle hilkat-i âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmetle mektûb ve cârî olan kavanîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden, ahkâm-ı âdilânesiyle nev-i beşerin nizam ve muvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.

Kur'an öyle bir kitap ki alemlerin nasıl yaratıldığını, bu yaratılıştaki sonsuz hikmetleri, kainatta akıp giden çok ince ve dakik kanunları bizlere haber veriyor. Kainatın nasıl, ne amaçla yaratıldığını, akıbetinin ne olacağını, hangi usul ve kaidelere uyarsak dünya üzerindeki nizamı ve düzeni sağlayabileceğimizi ve kainatın zembereği olan insanın nasıl terakki edebileceğini, Kur'an dan öğreniyoruz. Kur'an her konuda insanlığa şaşmaz bir rehber olmuş. Kim ona uymuşsa, ondaki emir ve tavsiyelere, yasaklara uymuşsa, yani onun hükümleriyle amel etmişse maddeten ve manen terakki etmiş. Kim de aksi ile amel etmişse maddeten terakkide görünse de manen tedenni etmiş.


 

müzahref

Member
Kim ona uymuşsa, ondaki emir ve tavsiyelere, yasaklara uymuşsa, yani onun hükümleriyle amel etmişse maddeten ve manen terakki etmiş.

Bu durumda insanın aklına bizim durumumuz geliyor ve insan sormadan edemiyor biz müslümanlar neden bu haldeyiz diye araştırdım şöyle bir cevap verilmiş:

Her musibet kahır değil; her musibeti, her hastalığı yahut her felaketi mutlaka bir kahır tecellisi olarak görmemek lâzım.
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:
“Belâların en büyüğü peygamberlere, sonra evliyaya, sonra diğer has kullara gelir”
Belâ, denilince “musibetlerle imtihan olmayı” anlıyoruz. Ağır imtihanların neticeleri de büyüktür. Memur imtihanıyla, meselâ kaymakamlık imtihanında sorulan sorular elbette bir değil. Birincisi ikinciden ne kadar kolaysa, ikincinin sonucu da birinciden o kadar önemli.
Konuyla ilgili harika bir tespit: “Kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır. Çirkinlik de güzeldir.” (Sözler)
İnsan öncelikle kendi bedenini şöyle bir gözden geçirmeli. Her organını ayrı ayrı düşünmeli.
Ve sormalı kendi kendine: Hangisinin yeri, şekli, büyüklüğü, vazifesi en güzel şekilde takdir edilmemiş? Sonra kendi ruh dünyasına intikâl etmeli ve aynı düşünceyi o âlem için de sürdürmeli. Hafıza mı gereksiz, hayal mi? Sevgi mi fazlalık, korku mu?
Beden bütün organlarıyla bir bütün teşkil ettiği ve ancak o zaman fayda sağladığı gibi, ruh da bütün duyguları, hissiyatı ve lâtifeleriyle bir bütün. O da ancak böylece netice verebiliyor. İnsan ruhundan, akıl ve hafızayı çekip alsanız hiçbir fonksiyon icra edemez olur. Endişe duygusunu alsanız tembelleşir; ne dünyasına çalışır ne âhiretine. Korkuyu çıkarsanız, hayatını koruyamaz hale gelir. Sevgi hissi taşımasa, hiç bir şeyden zevk alamaz.
İşte insanın, hem bedeni hem de ruhu en güzel ve en hikmetli bir şekilde tanzim edilmiş. Buna “bedihi kader” deniliyor. Aynı şekilde, insanın bir ömür boyu başından geçen hâdiseler de nizamlı ve intizamlı. Buna da “mânevî kader” denilmekte. Bedihi kader, mânevî kaderden haber veriyor. Her ikisinin de her şeyi güzel... Elbette ki, cüz’i iradeyle işlenen günahlar, isyanlar hariç.
Mânevî kaderin irademiz dışındaki tecellileri karşısında, aciz bir kul olarak, ne yapacağımızı şaşırdığımız, bocaladığımız zaman, hemen bedihî kadere ve ondaki sonsuz hikmetlere nazar etmeliyiz. Meselâ, anne rahmindeki rahimane terbiyemizi hatırlamalıyız: O dönemde İlâhî hikmet ve rahmet bizi en güzel şekilde terbiye ediyordu ve biz olanların hiçbirinin farkında değildik.
Şimdi de aynı rahmetin başka cilveleriyle yaşıyoruz.
“Allah’a karşı hüsn-ü zan ibadettir” hadisinden dersimizi tam alarak, bizi o gün öylece besleyen, büyüten ve her şeyimizi en güzel şekilde tanzim eden Rabbimizin rahmetine itimat etmeliyiz. Karşılaştığımız her hâdiseyi bir imtihan sorusu olarak değerlendirmeli ve nefsimizin hoşuna gitmeyen olaylarda da bir rahmet tecellisi aramalıyız. İnsan sadece nefsini ölçü aldı mı yanılır. Bir gencin nefsi, okula gitmemek ve oyun oynamaktan yanadır. Ama akıl bunun karşısına çıkar. İstikbâldeki güzel makamları, yahut çekeceği sıkıntıları gösterir, onu oyundan vaz geçirir. Demek ki, nefis için güzel olan, akıl için güzel olmuyor.
Kalp ise apayrı bir âlem. O, iman ile nurlanırsa, her şeyi ve her hâdiseyi İlâhî isimlerin birer tecellisi olarak görür. “Allah’ın bütün isimleri güzel olduğu gibi, onların bütün cilveleri, bütün tecellileri de güzeldir” gerçeğine ulaşır. Artık bu bahtiyar kul için, çirkinlik diye bir şey kalmaz ortada.
“Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyenler, bu makama varmış bahtiyar insanlardır. Bu zatlar, “Allah onları sever, onlarda Allah’ı” sırrına ermişlerdir.
•••
Nur Küllayatında, güzellik iki kısımda incelenir: “Bizzat güzel” ve “neticeleri itibariyle güzel” diye. Bu sınıflandırmaya bazı örnekler verebiliriz: Gündüz bizzat güzeldir, gecenin de kendine göre ayrı bir güzelliği vardır. Biri uyanıklığı, diğeri uyumayı andırır. İkisine de ihtiyacımız olduğu açık değil mi?
Öte yandan, meyve bizzat güzeldir, ilâç ise neticesi itibariyle güzel.
İnsanın muhatap olduğu hâdiseler de ya gece gibidir, yahut gündüz gibi. Sıhhat gündüzü andırır, hastalık ise geceyi. Hastalığın günahlara kefaret olduğu, insana âczini ders verdiği, kulluğunu ikaz ettiği, kalbini dünyadan kesip Rabbine çevirdiği düşünülürse, onun da, en az sıhhat kadar büyük bir nimet olduğu görülür. Sıhhat bedenin bayramıdır, hastalık ise kalbe gıdadır.
“Gece ve gündüz” bu kâinatta aralıksız faaliyet gösteren “celal ve cemal” tecellilerinin sadece bir halkası. Elektriğin eksi ve artı kutupları, gözün karası ve akı, kanın al ve akyuvarları gibi daha nice halkalar var. İç dünyamızda ve dış âlemde bu ikililerle kuşatılmışız ve her birinden ayrı faydalar ediniyoruz.
Konuyla yakından ilgili bir âyet-i kerimenin meâli şöyledir: “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara Sûresi, 2:216)
Âyet-i kerime cihatla ilgili, ama hükmü umumî. Ve bu âyetle bir başka “ikili” nazarımıza veriliyor: Harp ve sulh. Sulh yani barış gündüz gibidir, herkesin hoşuna gider; harp ise geceyi andırır. Ama gerektiğinde harp etmeyenlerin istikbâlleri kararır, nesilleri daimi bir zulmete boğulur. Cihatta şehit olanlar ise bir anda velayet makamına çıkarlar ve kaybettikleri dünya hayatı onların bu yeni hayatları yanında gece gibi kalır.
Ölümden daha ileri bir musibet düşünülebilir mi? Âyet-i kerime, nefsin hoşlanmadığı bu olayın altında büyük hayırlar bulunduğunu haber vermekle, dünyanın diğer belaları, hastalıkları, felaketleri için bizlere büyük bir teselli vermiş olmuyor mu?
Bir hadis-i kutsî: “Rahmetim gazabımı geçti.” Bu hadis-i kutsîye şöyle bir mânâ verilmiştir: “Her musibetin altında Allah’ın nice rahmet cilveleri vardır ki, o musibetin verdiği elemleri, acıları geçmiştir.”
Ebediyet yanında ömür bir an gibi de kalmıyor. Bu kısa hayatta başımıza gelen hastalıklar, belâlar, sıkıntılar ebedî hayatımız hakkında hayırlı oluyorsa, ne gam! Sonsuza göre yetmiş-seksen yılın ne hükmü var?!.. Bu dünyanın bütün fânî belâları ve sıkıntıları ebedî saadet yanında hiç hükmünde kalmıyor mu?
Ama, insanın nefsi, peşin zevkin tâlibidir; istikbâle nazar etmez. O saha, akıl ve kalbe aittir.
Az önce de değindiğimiz gibi, her musibet mutlaka “kahır” değildir. Nefsimizin hoşuna gitmeyen ve fâni dünyamızı karartan olaylar: Ya İlâhî bir ikazdır, bizi yanlış yoldan geri çevirir. Veya, günahlarımıza kefarettir; acımızı bu dünyada çektirir, ebedî âleme bırakmaz.
Yahut, insan kalbini geçici dünya hayatından, Allah’a ve âhirete çevirmeye bir vasıtadır.
Öte yandan, musibetler insan için sabır imtihanıdır; bu imtihanı kazanmanın mükâfatı ise çok büyüktür.
Son olarak, bunlar İlâhî bir tokat, bir kahırdır. Umumî musibetlerde bunların hepsinin de hissesi olabilir. Bir grup için kahır, bir başkası için ikaz, bir diğeri için günahlara kefaret...
Münferit belâlarda ise, bize göre en selâmetli yol, şu olsa gerek: Musibet kendi başımıza gelmişse, nefsimizi suçlayalım; onu tövbeye sevk edelim. Başkalarına gelen belâ ve âfetleri ise onların terakkilerine vesile bilelim. Böylece hem nefis terbiyesinde yol kat etmiş, hem de başkaları hakkında kötü düşünmekten kurtulmuş oluruz.

Elhamdulillah her şeyde güzellik ciheti var. Yani yine hem maddi hem manevi terakki ediyoruz inşallah.
 
Üst