Nurlardan hatra gelenler

Sergerdan

Well-known member
Kalabalık olan kardeşleri Yusuf a.s kıskanıyorlardı.Birgün babaları Yakup a.s ı da kandırıp onu götürdüler,sonrasında onu bir kuyuya attılar.Çocuk yaştaki Yusuf a.s büyüyüp kıssada anlatılan diger olaylardan sonra Mısır da önemli bir göreve yükseldi.Bir zaman kıtlık oldu,kardeşleri Mısır a erzak almaya geldiler,Yusuf a.s onlardan bir vesile ile ana baba bir kardeşi Bünyamini getirmelerini istedi.Yusuf u kaybetmelerinden sonra babaları Yakup a.s onlara güvenemedi ancak şart koşarak yine izin verdi.Onları Mısır'a ikinci yolculuklarına gönderirken şöyle tenbih etti:

67. Ve dedi ki: "Ey yavrularım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah'ın takdirini sizden engelleyemem. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Onun için bütün tevekkül edenler O'na tevekkül etmelidirler."

68. Ne zaman ki, şehre vardılar, o zaman babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiler. (Gerçi bu şekilde girmeleri) onlar hakında Allah'ın takdir ettiği hiçbir şeyi önleyemezdi, bu sadece Yakub'un içinden geçirdiği bir isteğin yerine getirilmesi oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.


Demek, İmân tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder. Fakat, yanlış anlama! Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibârettir.
 
Ynt: Nurlardan hatra gelenler

müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibârettir.

biz hedef şaşırıp minnettarlığımızı kullara yapıyoruz hata ediyoruz zaten bir süre sonrada tokat geliyor oysaki sebeblere Allah razı olsun demek en makbulu
 

Sergerdan

Well-known member
Ynt: Nurlardan hatra gelenler

Bizler isteklerimize ulaşmak isterken sebeblere farklı derecelerde ehemmiyet veriyoruz.Tevekkül halini insanın ihtiyarına ve ihtiyarından gelen nefsindeki cuzi hakimiyetine ve hakimiyetinde olan ilminin ve aklının gösterdigi sebebe güvenmemek olarak düşünebiliriz belki.Mesela insan ihtiyar kesbettikçe rızık ondan kaçar.Bir bebegin rızkı çocuktan,çocugun rızkı da genç bir insandan daha kolaydır.Tilki,kurt gibi hayvanlar zekasına,gücüne güvenirken zayıf serçe onlardan daha kolay beslenir.Fıtrattaki bu hakikat da sanki esbab-tevekkul arasında olması gerekeni hatırlatıyor sanki.

Allah tan gafil bir anda insan ilmine,sebeb-sonuç arasındaki ilişkiye,gücüne,kabiliyetine,tecrübesine ...önem vermiş oluyor.Kendisinde olan bu şeyleri adi birer sebeb,fiili dua,adetullahın kapısını çalma olarak görmezse Allah ın nazarında çirkin bir hal almış oluyor.Bu çirkinlik aşagıdaki hikaye de geçen adamın haline benziyor.

Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer:

Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor.

Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et."

O dedi: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim."

Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tard edecek, ya 'Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor, hapis edilsin' diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor" denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum" dedi.
 

Sergerdan

Well-known member
Tevekkül

Arkadaş! Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebep olur. Meselâ, kelp, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı haseneyle muttasıftır ve o sıfatlarla iştihar etmiştir. Hattâ, sadakat ve vefâdarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmaya lâyık iken, maalesef, insanlar arasında mübarekiyet değil, necisü'l-ayn addedilmiştir. Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.

Bunun esbabı ise, kelpte hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimamla yapışır ki, Mün'im-i Hakikîden bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikîden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve beynennâs tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir.

Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder-senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün'im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar-şuur olsun, olmasın. Evet, kedinin mırmırları "Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm"dir.
 
Üst