İşaratü'l-İcâz 7. Ders - Kötülükler ve Çirkinlikler Neden Yaratıldı ?

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
İşaratü'l-İcâz/Fatiha Suresi
Konu: Fena ve Çirkinliklerin Yaratılmasındaki Hikmet ve Herşeyin Zıddıyla Bilinmesi


Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

Selam ve dua ile.


[BILGI]S - Cenâb-ı Hak Ganiyy-i Mutlaktır. Âlemde bu kadar dalâletlerin ve pek çirkin fena şeylerin yaratılışında ne hikmet vardır?

C - Kâinatta maksud-u bizzat ve küllî ve şümullü olarak yaratılan, ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasî olsunlar.

S - Hakaik-i nisbiyenin ne kıymeti var ki, onun için şerler istihsan edilecek?

C - Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi.

Evet, [SUP]1[/SUP] اِنَّمَا تُعْرَفُ اْلاَشْيَاۤءُ بِاَضْدَادِهَا meşhur kaziyeden maksat, birşeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi.


[SUP]1[/SUP] : Her şey zıtlarıyla bilinir. [/BILGI]

[TAVSIYE]İşaratü'l-İcâz Dersleri: İşaratü'l İcâz
Diğer dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
***Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasî olsunlar.***


şerlerin hayırların mertebelerini göstermeye vesile olması ne demektir. misal verebilirmisiniz?
 

Huseyni

Müdavim
***Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasî olsunlar.***


şerlerin hayırların mertebelerini göstermeye vesile olması ne demektir. misal verebilirmisiniz?


Karanlık olmasa aydınlığın derecesini anlayamayız. Sabit bir aydınlık olur.
Soğuk olmasa sıcak dediğimiz şey sadece sıcak olur. Daha sıcak, daha da sıcak diyemeyiz.
Çünkü soğuğun müdahelesi olmadığından sıcaklık sabit kalır.
Açlık diye birşey olmasa, tokum diyemezdik.

İşte bunlar gibi şer olarak gördüğümüz çok şeyler vardır ki hayırların mertebelerini gösterir.

Mesela yeryüzünde birbirinden güzel manzaralar vardır.
O manzaraların içinde dikenler, kesif maddeler, kışırlar, solmuş yapraklar vs. vardır ki,
bunların güzelliğin mertebesinin anlaşılmasında önemli yeri vardır.
Bütün yeryüzü tek manzara olsa, bütün insanların simaları birebir aynı olsa,
hangisi güzel, hangisi çirkin olduğunu söyleyebilir miydik ?

Mesela şeytan şer olduğu halde, insanlar ondan Allah'a sığınmaları derecesinde imanları terakki ediyor.
Ne kadar da şeytana tabi olurlarsa, o derecede sükut ediyorlar.
Bu hal imanda sonsuz mertebelerin ortaya çıkmasına sebeb oluyor.
Aksi takdirde iman sadece meleklerin imanından ibaret kalır, mertebeleri olmazdı.
Çünkü onların şeytanı yok, kayıtsız şartsız iman ve itaat ederler..

İnsanara ise şeytan musallat edilmiş, serçeye atmacanın musallat edilmesi gibi,
ne kadar ondan kaçarsa, o kadar hayatı devam eder,
yani insan da şeytanın tuzaklarından kaçındığı nisbette imanı artar,
ahirette baki ve saadetli bir hayatı olur..
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]S - Hakaik-i nisbiyenin ne kıymeti var ki, onun için şerler istihsan edilecek?

C - Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi.

Evet, [SUP]1[/SUP] اِنَّمَا تُعْرَفُ اْلاَشْيَاۤءُ بِاَضْدَادِهَا meşhur kaziyeden maksat, birşeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi.


[SUP]1[/SUP] : Her şey zıtlarıyla bilinir.[/NOT]


Risale-i Nur'ları gazete gibi okumamanın gereğini bir kere daha anlamış bulunuyorum. Şu kadarcık cümlede, çoğu zaman gazete gibi okuduğumdan, çok şeyi kaçırmış olduğumu farkediyorum.

Bu kısımdan şimdilik anladıklarımdan paylaşmaya çalışacaklarım;

hakaik-i nisbiyenin, kainatın eczaları, cüzleri arasında nasıl bir rabıta, bağ oluşturduğu..

kainattaki nizamın, hakaik-i nisbiye ile olan diretk alakası hatta ona bağlanması..

ve hakaik-i nisbiyenin vahdeti netice vermesi..


Risale-i Nur'da çok yerlerde bu kısmın izahı geçmiş. Konumuzla ilgili olan kısımları paylaşmaya çalışacağım inşaallah..Ayrıca katkıda bulunmak isteyen kardeşlerimizden de istifade etmek isteriz..
 

Huseyni

Müdavim
Öncelikle "hakaik-i nisbiye"nin ne olduğunu anlamaya çalışalım..

Hakaik-i nisbiye dediğimiz şey; hakikatte varlığı olmadığı halde, nisbet ve kıyas ve orantılama yolu ile ortaya çıkan gerçeklerdir. Yani nisbi, orantı, kıyas olan şeyler. Mesela bir binanın üst katına üst kat denmesi, altta da bir katın ya da katların bulunmasındandır. Hakikatte üst kat diye birşey yok ama alt kat olduğundan bu ifadeyi kullanmak mecburiyetinde kalıyoruz. Bunun gibi herşeyin bir altı olmasıyla, üstün sayısız mertebeleri ortaya çıkıyor. Esfel-i safilinden taa ala-yı illiyyine kadar mertebeleri var.

Sağ ve sol, ön ve arka nisb-i hakikatlerdendir. Bir şeyin tarafını ifade edebilmek için ve bir tarafı tarif etmeye çalışırken, o tarafın zıddının olması, nisbi bir hakikati ortaya çıkarıyor. Mesela iki elimiz var. Doktor sorsa "hangi elin ağrıyor" bir taraf diğer tarafın tersine düştüğünden, birine sol diyorsak diğerine de sağ diyoruz ve bu şekilde derdimizi anlatıyoruz.

El hakikatte tek bir varlık, ancak bu elin birçok hakaik-i nisbiyesi var. Altı var, üstü var, sağı var, solu var, önü var, arkası var, içi var, dışı var, sertliği var, yumuşaklığı var vs..El hakikatte bir el iken, bir varlık iken, onun hakaiki nisbiyesinin, kıyaslama ile ortaya çıkan hakikatlerinin birden çok daha fazla olduğunu görüyoruz. İşte Üstad Hazretleri bu kısmı şu şekilde ifade ediyor. "Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür." Burda zat ifadesi kullanılmış, yani bir kişiye göre olan nisbi hakikatler. Biz ise bir el örneğini verdik. Aynı nisbi hakikatler insanın kendisi içinde düşünülebilir.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır.[/NOT]


Kainatın eczası yani yaratılmış herşeyin arasında bulunan, hakikatte varlığı olmayan, kıyaslama yolu ile ortaya çıkan nisb-i hakikatler nelerdir ?

[TAVSIYE]Evet, bu kâinatta

hayır-şer,
lezzet-elem,
ziya-zulmet,
hararet-bürudet,
güzellik-çirkinlik,
hidayet-dalâlet


birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir.

Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez.
Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz.
Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz.
Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder.
Çirkinlikle, hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücut bulur.
Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır.

Bunlara kıyasen, herşey, bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sümbül verip çok hakikatler olur.


Şualar[/TAVSIYE]


Kainatın cüzleri arasında bir bağ oluşturan nisb-i hakikatlere verdiğimiz bu misalde bir gerçeği daha farkediyoruz. Burada farkettiğimiz hayır, lezzet, ziya (ışık, nur), sıcak, güzellik ve cennet gibi hakikatte var olan şeylerin zıdlarının onlara müdahil olmasıyla, tanımlanabildiklerine şahit oluyoruz. Mesela çirkinlik denen güzelliğin zıddı olmasa, güzellik tek kare bir güzellik olarak kalır. Bu daha güzel, şu bundan da güzel, bu hepsinden harikulade gibi sözleri söylememiz mümkün olmazdı. Çünkü çirkinliğin müdahelesi yok. Ne zaman ki çirkinlik güzelliğe müdahele etmiş, güzelliğin çirkinlikler adedince mertebeleri oluşmuş. Haddi zatında herşey güzeldir. Ancak çirkinlikler, o güzelliklerin hangi mertebede olduğunu anlayabilmemize yarıyor.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir.[/NOT]


[TAVSIYE]Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekàya akıp gidiyor. Elbette, nasıl ki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennete akar; öyle de, şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehenneme yağar. Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havza girer, durur.


Şualar[/TAVSIYE]


Cennet ve cehennemin tek bir varlığı var. Ancak bu iki mevcudun oluşması için, şerlerin ve hayırların mertebeleri adedince nisbi hakikatleri var. Hayrın mertebeleri cenneti, şerrin mertebeleri de cehennemi netice veriyor. Yani bir vücud-u vahidi netice veriyor.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. [/NOT]

Kainattaki düzen ve intizam ancak hakaik-i nisbiyelerin (hakikatte vücudu olmayan hakikatler) varlığı ile meydana gelmiştir. Mesela gitmemiz gereken bir işimiz var ya da okulumuz var. Okul hakikattir, vardır ve birdir. Okula varana dek kullandığımız yönler, yolun ismi, caddelerin, sokakların, dolmuşların isimleri, geçtiğimiz semtlerin ismi hepsi nisbi hakikatlerdir. Göründüğü gibi okul tek ama onun hakaik-i nisbiyesi belki yüzlerce. Bu yönleri, isimleri kullanmasak varacağımız yere gitmek çok daha zor olurdu belki imkansızlaşırdı. Dolmuş şoförüne "filanca yerde dur" diyemezdik. Hatta "dur" emri bile nisbidir. Varlığı yoktur. Bunu da söylemekten aciz olurduk o halde. Bundan da anlaşılıyor ki, nisbi hakikatler, kaniattaki düzeni, nizamı oluşturuyor.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir.[/NOT]


[TAVSIYE]Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekàya akıp gidiyor. Elbette, nasıl ki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennete akar; öyle de, şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehenneme yağar. Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havza girer, durur.


Şualar[/TAVSIYE]

[TAVSIYE]
Evet, bu kâinatta

hayır-şer,
lezzet-elem,
ziya-zulmet,
hararet-bürudet,
güzellik-çirkinlik,
hidayet-dalâlet


birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir.

Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez.
Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz.
Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz.
Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder.
Çirkinlikle, hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücut bulur.
Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır.

Bunlara kıyasen, herşey, bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sümbül verip çok hakikatler olur.


Şualar[/TAVSIYE]


Hakaik-i Nisbiye ile ilgili bu kısımlardan ve daha önceki bölümlerden anladığıma göre, hakikatte bütün nisbi olan şeyler, aslında tek bir hakikati netice veriyor. Yani Allah'ın Zatını ve Esmaü'l Hüsnasını..

Mesela acz nisbi bir hakikattir. Varlığı yoktur. Biz bu acz sayesinde, sonsuz bir kudrete iltica ediyoruz.. Allah'ın hakikat-ı sabite olan (sabit hakikat) Kadir ismi, nisbi bir hakikat olan bizdeki aczle tezahür ediyor, öyle anlayabiliyoruz. Aczimi olmasaydı anlayamayacaktık. Bizdeki fakr hali yine Allah'ın Ganiyy ismini ortaya çıkarıyor. Bizdeki nisbi ilim Allah'ın hakiki ilmini ortaya çıkarıyor. Onu anlamak için verilmiş. Bizdeki duyma, görme, irade etme gibi sıfatlarda nisbidir. Varlığı, vücud-u haricisi yoktur.

Mesnevi-i Nuriye de bu hakikat şu şekilde ifade ediliyor..


[TAVSIYE]Evet, Cenâb-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki, Cenâb-ı Hakkın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vahid-i kıyasî yapsın.

Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan ene’nin iki vechi vardır. biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fâil değildir. Diğer veçhi ise şerre bakar. Bu vecihle kendisini fâil bilir.

Ene’nin mâhiyeti mevhûmedir. Rububiyeti hayalîdir. Vücudu birşeye hâmil olamaz. Ancak mizânülhararet gibi, Vâcibü’l-Vücudun rububiyetine âit sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor.[/TAVSIYE]


Netice olarak sağ-sol, hayır-şer, şeytan,nefis-vicdan, nur-nar, iman-küfür, hidayet-dalalet hepsi nisbi hakikatlerdir. Vücudu haricileri yoktur.

Ancak bu hakikatler nisbi de olsalar bir sabit bir hakikati netice veriyor.

Sağ el sol el ikisi de nisbi, sağ elle yemek sünnet olduğundan, ahirette Allahın Cemali isimlerinin tecellisine vesile oluyor. İman ve küfür nisbi hakikatler. Ahirette Allahın Celali ve Cemali isimlerinin tecellilerini netice veriyor. İmanın mertebeleri dünyada nisbi bir hakikat iken ahirette gerçek bir vücudu oluyor. Bunlar gibi daha çok misaller verilebilir...
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
***Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasî olsunlar.***


şerlerin hayırların mertebelerini göstermeye vesile olması ne demektir. misal verebilirmisiniz?

Burada kısaca şunuda ifade edebiliriz. Kader risalesinde; Halkı şer şer değil kesbi şer şerdir ifadesi izah edilmiştir. Buradaki meselenin bir hulasası olarak o meseleyede bakarsak: Allah şerri yaratmamıştır, ancak yaratılan şer gibi gözükenler ise hayıra aittir. Şerler ya hayırın yokluğundan yada hayırı göstermek için var edilmiştir demek mümkündür. Mesela şeytanın yaratılması ve görünürde şer olsada hakikatte insanı kemale ulaştırmak içindir. Hem şeytan hakikatte bilgin ve alim bir melek olarak yaratılmış Allah'a ve marifeti hususunda hiçbir şüphesi bulunmamaktadır. Lakin kibir ve secde etmeme ve lanet edilmesi meseleleriyle şeytan çirkin bir hal almıştır.

Ve kısaca mesnevi nuriyede açıklaması ve detayı bulunan bir mesele ise Allah bir şeyi nehyeder çirkin olur emrede güzel olur. Yoksa o şeyin çirkin olması ve güzel olması ile ne çirkin olur nede güzel olur. Mesela hınzırın (domuz) haram olması Allah'ın dilemesi iledir. Yoksa Allah o hayvanı çirkin yaratmamıştır ki çirkin olduğu için haram olsun. Veyahut küçük büyük baş sığırların helal olması aynı kıyaslama ile mümkündür.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi.[/NOT]

Şerlerin yaratılmasında murad bizzat şer değildir. Hayra hizmet etmesi için şerler yaratılmıştır. Bir şerrin şer yönü bir ise maslahat yönü çok daha fazladır, belki bindir. Mesela zekat Allahın bir emridir. Nefis taşıyan insana kazandığından kırkta bir vermek zordur. Verdiği zaman kaybettiği sermayesinin sadece 40 ta biridir. O da esasen bir kayıp değil, kazançtır. Çünkü Allahın emrine itaat etmek, dünyada kirlenmiş sermayesini temize çıkarmak, ahirette mükafatına nail olmak gibi çok hayır yönleri vardır. Ayrıca zekat terkedildiğinde, fukara kısmından zengin kısmına bir nefret ve kin duyulmasına, zenginden de fukaraya zulmetme gibi neticeler ortaya çıkar.

Yine cihad etmekte, en fazla bir hayatın bitmesi sözkonusudur. O da şehitlik mertebesi gibi nimetlere mazhariyete sebeb olduğundan, fani bir hayatın son bulmasının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Terkedildiğinde ise, bütün camiayı etkileyen menfi sonuçları vardır.

İşte kainattaki bütün şer gibi görülen şeyler de böyledir. Şer yönü bir ise, hayır yönü bindir.

[TAVSIYE]Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes’uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.

İşte, şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, “Yağmur rahmet değil.” Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz’î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz’î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz’î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir.

Sözler[/TAVSIYE]
 
Üst