sahabi'm!!!!

Yeltegiyan

Elfidam
faydalı olacağına inandığım bir konu başlatayım, böylece sahabileri tanırız hemde hedef koymuş oluruz :)

istifademiz bol olur inş.
benim sahabim Musab bin Umeyr. :-[


İslâmda ilk öğretmen:
MUS'AB BİN UMEYR






Mus'ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş'in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi. Zengin oldukları için gâyet râhat bir hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Güzel konuşurdu.

Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya zarar veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde yetiştirilmişti.

Güzel yüzlü ve zengin olduğundan Mekke halkı ona gıpta ile bakardı. Peygamber efendimiz bunun için "Mekke'de Mus'ab'dan daha zarîf, daha nârin, daha güzel kimse yok idi. Saçları kıvrım kıvrım idi." buyurmuşlardı.

Dîninden dönmedi

Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hissediyordu Mus'ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâmı anlattığı ve o zaman Mekke'de müslümanların toplandığı Erkam bin Ebi'l-Erkam'ın evine gitti. Resulullahı görür görmez Müslüman oldu.

İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti. Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı.

Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı. Onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Arabistan'ın yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar.

Fakat Mus'ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır ve sebât göstererek aslâ İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün gücüyle haykırıyordu:

- Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun peygamberidir.

İslâmiyet'i kabûl ettikten sonra Mekke'de sıkıntı ve işkencelere mâruz kalan Mus'ab bin Umeyr, Resûlullahın izniyle iki defa Habeşistan'a hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı.

Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi. Onun bu gelişini Hz. Ali şöyle anlatmıştır:

Resûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resûlullah onun bu hâlini görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve:

- Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir, buyurdu.

İlk öğretmen

Birinci Akabe bî'atında Müslüman olan Medîneliler, Resûlullah efendimize:

"Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Halkı Allahın Kitâbına da'vet edecek, Kur'ân-ı kerîmi okuyacak, İslâm dînini anlatacak, İslâmın sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek, yerleştirecek, namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder" diye mektup yazdılar.

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz Mus'ab bin Umeyr'i, Medine'ye gönderdi ve ona:

"Medînelilere Kur'ân-ı kerîm okumasını, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını" emretti.

Mus'ab bin Umeyr kısa zamanda Medîne'ye vardı. Orada kendisini büyük sevinçle karşıladılar. Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşti. Ev sâhibi Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada insanlara dinlerini öğretmeye başladı.

Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmeteri netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.

Mus'ab bin Umeyr, Medîne'de Es'ad bin Zürâre'nin evinde Kur'ân-ı kerîm öğretiyor ve İslâmiyet'i anlatıyordu. Onun bu hizmetiyle Medîne'de çok kimse Müslüman oldu. Medîne'de bulunan kabîle reîslerinden Sa'd bin Muâz, Üseyd bin Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Bunların durumu çevreyi etkiliyor, İslâmiyet'in hızla yayılmasını engelliyordu.

Bir gün Mus'ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında bulunan Müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabîlesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı:

Sözümüzü dinle

Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!

Onun bu taşkın hâlini gören Mus'ab bin Umeyr;

- Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi.

Üseyd sâkineşip;

- Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu.

Mus'ab bin Umeyr ona İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîm okudu. Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp;

- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı, diye sordu.

Güzel yüzlü, tatlı dilli öğretmen cevap verdi:

- Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demek kâfidir.

Mus'ab bin Umeyr'in, bu sözü üzerine Kelime-i şehâdeti söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde duramadı ve:

- Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek ayrıldı.

Evs kabîlesinin reîsi Sa'd bin Muâz'ın ve kabîlesinin yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.

Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanına koştu. Yanına varınca sert bir kızgın bir tavırla konuşmaya başladı.

Mus'ab bir Umeyr, ona da gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.

Mus'ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîmden bir miktâr okudu. Kur'ân-ı kerîm okunurken Sa'd'ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada Müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve râhatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi:

- Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?

İlk cuma namazı

Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün.

- Öyle ise Allah'a ve Resûlüne îmân etmelisiniz... Îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun.

Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabûl etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı. Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmeteri netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.

Ensâr-ı kirâm , Resûlullahdan izin alarak Sa'd bin Heyseme'nin evinde ilk defâ Cum'a namazını edâ ettiler. Medîne-i münevverede ilk kılınan Cum'a namazı bu oldu.

Mus'ab bin Umeyr, Müslüman olan Medîneli müslümanlar ile ikinci Akabe bîatında bulundu. Bedr savaşında sancaktâr olup, büyük gayret ve kahramanlık gösterdi. Süveyd bin Harmale ile birlikte Abdüddâroğullarından Bedir savaşına katılan iki kişiden biri idi. Mus'ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu.

Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle Peygamberimize benziyordu.

Peygamberimize benziyordu

Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı.

Mus'ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimize siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehîd oldu.

Mus'ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygaberimize benzediği için müşrikler onu şehîd edince Peygamberimizi ödürdüklerini zannetmişlerdi.

Hz. Mus'ab şehîd olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı. Mus'ab'ın şehîd düştüğünden Resûlullahın henüz haberi olmamıştı. "İleri ey Mus'ab ileri!" diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; "Ben Mus'ab değilim" diye cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hz. Ali'ye verdi.

Resûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehîd olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:

"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehîd oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehîd olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu:

- Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şehîd olarak haşrolunacaksınız.

Selâm vereceklerdir

Daha sonra yanındakilere dönüp;

- Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehîdler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu.

Daha sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus'ab bin Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi.

Habbâb bin Eret der ki:

Mus'ab bin Umeyr, Uhud'da şehid edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Resûlullah bize:

- Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız! buyurdu.
 

illailayh

Active member
Hz. Talha, ticaret maksadıyla bir seyahate çıkmıştı. Busra panayırında bulunduğu sırada, oradaki manastırda yaşayan bir Rahip,”Bu pazar halkı içinde Mekke’den kimse var mı?”diye seslendi. Hz. Talha, “Evet, ben Mekkeliyim” dedi. Rahip,”AHMED (sallallahu aleyhi vesellem) zuhur etti mi ?”diye sordu. Hz. Talha, “AHMED (sallallahu aleyhi ve sellem) kim?” dedi

Rahip, “Abdullah bin Abdulmuttalib’in oğludur. Mekke onun zuhur edeceği şehirdir. O,Peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi, Harem-i Şerif’ten çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicrete mecbur bırakılacaktır” cevabını verdi.



Rahibin bu sözleri Talha’nın dikkatini çekmiş ve Mekke’ye gelir gelmez halka,”yeni bir haber var mı?”diye sordu.

“Evet” dediler.”Abdullah’ın oğlu MUHAMMEDÜL EMİN (sallallahu aleyhi
vesellem) peygamber olduğunu iddia etti. Ebû Kuhafe’nin oğlu Ebû Bekir de,ONA
tabi oldu!”

Bunun üzerine derhal Hz. Ebu Bekir’in yanına vardı ve, “Sen, MUHAMMED’E (sallallahu aleyhi ve sellem) tabi oldun mu?”diye sordu. Hz. Ebu Bekir “evet” dedi. “Ben ONA tabi oldum. Sen de git, ONA tabi ol! Zira O, insanları hak ve gerçek olana davet ediyor.” Hz. Talha da rahipden duyduklarını Hz. Ebu Bekir’e anlattıktan sonra, beraberce ALLAH RESULÜNÜN huzuruna geldiler. Derhal Müslüman olan Hz. Talha, Rahibin söylediklerini anlatınca da Peygamber Efendimiz gülümsedi. Müşrikler, Hz. Talha gibi faziletli bir insanın Müslüman olmasına tahammül edemediler. Kureyşin azılı pehlivanlarından Nevfel b. Adviyye onu bir ipe bağlayıp işkenceye uğrattı.

Genç yaşta İslamiyet’le şereflenen Hz. Talha, Cennetle müjdelenen on sahabiden biridir. RESUL-İ EKREM EFENDİMİZ, onun hakkında “Yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmak isteyen Talha ya baksın” buyurmuşlardır. Son derece cömert ve cesur bir Sahabi idi. Uhud Harbin’de PEYGAMBER EFENDİMİZE, atılan oklara elini tutmuş ve bu yüzden parmakları çolak kalmıştı. Aynı harpte seksene yakın yara aldığı halde, RESULULLAHIN yanından ayrılmamıştı. ALLAH bu dini İSLAMI bütün dinlerden üstün kılacaktır. ALLAH’ım! İslam’ın müslüman milletlerin, diğer milletler nazarında hakir görüldüğünü ancak SANA arzeder, SANA şikâyet ederim.

Ey merhametlilerin en merhametlisi olan ALLAH’ım! Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin RABBİ ancak SENSİN. Bizlerin RABBİ de ancak SENSİN. SEN, bizleri kötü huylu, yüzsüz bir düşmanın eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin.

ALLAH’ım yeter ki SENİN gazabına uğramayalım. Ne çekersek ona katlanırız. Fakat SENİN af ve mağfiretin bunları bize yaptırmayacak kadar geniştir.

ALLAH’ım! SENİN gazabına uğramaktan, ilahi rızandan uzak durmaktan, SENİN o zulmetleri aydınlatan ve ahiret işlerini yoluna koyan İlahi nuruna sığınırız

ALLAHIM! SEN razı oluncaya kadar, affını dileriz!

ALLAHIM! Her kuvvet, her yardım ancak SENİNLE kaimdir!

(Bu dua şefkat ve merhamet sahibi, iki cihanın güneşi sevgili PEYGAMBER EFENDİMİZE aittir)

ALLAH a emanet olunuz.
[bgcolor=#0044ff][/bgcolor][bgcolor=#0044ff][/bgcolor][bgcolor=#0044ff][/bgcolor][bgcolor=#0044ff][/bgcolor]
 

GuLSerbeti

Well-known member
ABDULLAH İBN MES'UD

(?- 32/652-653)


İlk müslümanlardan, muhaddis,* fakîh ve müfessir* sahâbî.

Adı Abdullah, künyesi Abdurrahman'dır. Babası Mes'ud, annesinin adı Ümm-i Abd'dir. Babası hakkında fazla bir bilgi yoktur. Onun, Zühreoğullarından Abd b. Hâris'in müttefiki olduğu bilinmektedir.

Abdullah, Mekke'nin fakîh âilelerinden birine mensuptu. Gençliğinde Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güderek çobanlık yapmıştır. Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber ile ilk tanışması ve karşılaşmasını şöyle anlatır: Ben Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) yanımdan geçiyorlardı. Rasûlullah bana sütümün olup olmadığını sordu. Ben de ona çoban olduğumu ve bu koyunların emânet olduklarını söyledim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yavrulamamış ve süt vermeyen bir koyunun var mı? Bana gösterir misin?" dedi. Ben de koç yüzü görmemiş bir koyun yanaştırdım. Rasûlullah koyunun memesini tutup sağmaya başladı. Gerçekten yavrulamamış ve sütü olmayan bu koyundan süt sağıp Ebu Bekir'e verdi. Hz. Ebu Bekir içti; sonra kabı Rasûlullah alıp o da içtikten sonra koyunu saldı. " (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 150-151)

İşte İbn Mes'ud o günden sonra Hz. Peygamberin yanından ayrılmadı.

İslâm'ı kabul edenlerin altıncısıdır. O müslüman olduğu zaman Peygamberimiz (s.a.s.) henüz Erkam'ın evine taşınmamıştı.

İslâm'ı kabul ettikten sonra hep Kur'ân-ı Kerim ezberlemiştir. Kendi ifâdesiyle hıfzettiği yetmiş sûreyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in huzurunda okumuştur. Sahâbeler arasında hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete girişememiş, daha sonra Abdullah Kur'an'ın tamamını ezberlemiştir.

İbn Mes'ud, müslüman olduğu sıralarda müslümanlar Hz. Peygamber ile açıktan açığa ibâdet edemiyor, istedikleri yerde yüksek sesle Kur'an okuyamıyorlardı. Müslümanların böyle bir hareketi, müşriklerin bütün câhilî duygularını kabartır, onları müslümanlara karşı şiddetli ve canice saldırılarda bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki müslümanlar, bu gibi tehlikelerden sakınmak isterler, müşrikleri aleyhlerinde harekete teşvik ve tahrik edecek hareketlerden kaçınırlardı. İşte bu zor günlerde Abdullah İbn Mes'ud, Kâbe'de Kur'ân okumak istemişti. Hz. Peygamber ve Ashâbı bunun tehlikeli bir hareket olduğunu, özellikle Mekke'de kendisini himaye edecek büyük bir âilenin bulunmadığını, müşriklerin ona karşı pervasızca hareket ederek kendisini işkenceye uğratacaklarını söylemişler, fakat İbn Mes'ud'un iman coşkunluğu bütün bunları geçmiş: "Beni, onların şerrinden Allah korur!" diyerek kalkmış ve Kâbe'ye gitmişti.

Bu sırada Kureyş müşriklerinin büyükleri toplanmış, Harem'de bir meseleyi görüşüyorlardı. Onlar konuşurlarken, yüksek ve güzel bir ses besmele çekmiş ve Kur'ân-ı Kerîm'den Rahman sûresini okumaya başlamıştı. Herkes hayret etmiş ve bu cesur adamın kim olduğunu öğrenmek üzere ona yöneldiklerinde İbn Mes'ud olduğunu görmüşlerdi. Kureyş'liler kızmış, bu hareketi en şiddetli cezalarla karşılamak istemişlerdi. İbn Mes'ud'u kızgın kumlara yatırıp İslâm'ı terketmeye davet ettiler. Fakat İbn Mes'ud, bu ezalara zerre kadar önem vermedi. Müşrikler de işkencelerinin bir fayda vermeyeceğini anlayarak onu bıraktılar .

Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) Kureyşliler'in bu haince hareketleri yüzünden hastalandı ama içinde yanan iman ateşi zerre kadar sönmemiş, mâneviyatı asla sarsılmamıştı. İbn Mes'ud, ilk fırsatta aynı hareketi tekrarlamış; yine Kureyşliler'in toplandıkları yerlerde Allah kelâmını en yüksek sesle okuyup Hz. Peygamber'den sonra ilk kez Kâbe'de Kur'ân okuyarak müşriklere İslâm mesajını tebliğ etmişti. (İbnü 'I-Esîr, Üsdü '1-Gâbe, I I I, 256-257).

Abdullah ibn. Mes'ud'un bu imanı ve cesareti müşriklerin ona büyük düşman kesilmesine neden olmuştu. Kureyş'in bu tutumu karşısında İbn Mes'ud (r.a.) Mekke'yi terketmeye ve hicrete mecbur kaldı ve Habeşistan'a gitmek üzere çöllere düştü. Daha sonra Habeşistan'dan Medine'ye hicret ederek Muaz b. Cebel'e misâfir oldu.

Rasûlullah Medine'ye gelince, ona bir yer göstererek Medine'de yerleşmesini sağlamıştı.

İbn Mes'ud, bütün büyük savaşlara katılmış ve hepsinde de önemli fedâkârlıklar göstermiştir. Bedir savaşında, Ensâr'dan iki genç, İbn Mes'ud'a gelerek, kendilerine Ebu Cehil'i göstermesini istemiş, sonra da küfür ordusunun başını temizlemişlerdi.

_________________________________________________İbn Mes'ud (r.a.) Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber gazveleriyle Mekke'nin fethinde Rasûlullah ile birlikte bulundu. Huneyn gazvesindeki bozgun esnasında Rasûlullah'ın yanından hiç ayrılmadı. Rasûlullah onun bu fedâkârlığını takdir buyurmuştu. Abdullah İbn Mes'ud, her gazada, Allah yolunda şehîd olmak gayreti ile savaşan sahâbîlerdendi. Ondaki iman kuvveti, onu daima ileriye atıyor, ancak müslümanların zaferi ve müşriklerin yenilgisi gerçekleştikten sonra rahat ediyordu. Hz. Peygamber'in vefatından sonra kısa bir müddet, inzivaya çekildi. Fakat Ömer devrinde yeni fetihlere başlandığı zaman heyecanı yeniden uyanan İbn Mes'ud, cihad için Suriye cephesine gitti.

Hz. Ömer, hicrî yirminci yılda İbn Mes'ud'u, Kûfe kadılığına tayin etti. Kadılık görevinin yanı sıra Beytülmâl*'in muhafazası ile ilgilenecek, öte yandan halkın dinî eğitimine de önem verecekti. Hz. Ömer bununla ilgili olarak Kûfe halkına gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

"Size Ammâr b. Yâsir'i Emir, İbn Mes'ud'u da öğretici olarak gönderiyorum. Beytü'l-mâl'ınıza da İbn Mes'ud'u tayin ettim. Bunların her ikisi de Bedir ehlindendirler. Onları dinleyin ve onlara itaat ediniz. İbn Mes'ud'u yanımda alıkoymak istiyordum ama sizi kendime tercih ettim."

İbn Mes'ud (r.a.), üzerine aldığı bu görevi son derece liyakat ve ehliyet ile yerine getirdi. Kûfe, mahsullerinin çokluk ve çeşitliliği, gelirinin genişliğiyle tanınmış bir merkezdi. Onun için buranın 'beytü'l-mâl'i önemliydi . Çünkü burası, binlerce Mücahidin tahsisâtını karşılıyordu. Horasan, Türkistan ve bunlara benzer diğer yerlerde, cihada katılan müslümanlar en uzak cephelerde çarpışan ordular, buradan teçhiz ediliyordu. Bu durum, İbn Mes'ud tarafından yürütülen vazifenin ne kadar zor olduğunu göstermeye yeterlidir. İbn Mes'ud'un bu kadar mühim bir işi üstlenmesi onun ne kadar hünerli biri olduğunu gösterir.

Abdullah İbn Mes'ud, aynı zamanda son derece zâhid ve müttakî idi. Dünyevî hiçbir zevk onu çekememişti. Bundan dolayı onun emin eline verilen bütün vazifeleri en yüksek doğrulukla yerine getirir; beytü'l-mâl'in her şeyini korur ve her şeyi ancak yerine, ehil ve hakkı olana verirdi. Bu hususta o kadar itina ederdi ki: Bir defasında Sa'd b. Ebi Vakkas ile arasında bir ihtilaf oldu. Sa'd, beytü'lmâl'den bir miktar borç para almış, ödeme zamanı geldiğinde borcunu ödemediğini görünce, ona ağır sözler söylemiş ve kalbini kırmıştı.

İbn Mes'ud altmış yaşındayken hastalandı. Bir gece rüyasında Rasûlullah'ı gördü. Hz. Peygamber onu davet ediyordu.

İbn Mes'ud'un vefatı yaklaştığı zaman Hz. Zübeyr ile oğlu Abdullah yanına gelmişlerdi. Hicrî otuzikinci yılda vefat etti. Onu Hz. Zübeyr ve oğlu teçhiz ve tekfin ettiler. Sahih rivâyetlere göre cenaze namazını bizzat Hz. Osman kıldırdı. Hz. Osman b. Mazun ise onu kabrine indirdi.

İbn Mes'ud, İslâm'a girdiği günlerden beri ilimle uğraşmakla kendini göstermişti. Rasûlullah ondaki bu ilgi ve şevki sezerek: "Sen, muallim olacak bir gençsin" buyurmuşlardı. Gerçekten İbn Mes'ud her ânını ilim tahsili ile geçirmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in deniz gibi ilminden yararlanmak için fırsatı ganimet bilmişti.

İbn Mes'ud, Rasûlullah'ın en özel, en mahrem dostlarından ve adamlarındandı. O, Rasûlullah'a hizmetle övünürdü. Bazen Rasûlullah'ın misvakını taşır, takdim ederdi. Bazen âsasını getirirdi. Buna benzer birçok özel hizmetlerini yapardı. Ayrıca o, Rasûlullah'ın sırdaşlarındandı. Rasûlullah'ın o kadar yakınlarındandı ki, meclisine izinsiz girer, onunla konuşur, emirlerini dinler ve bütün arzularını yerine getirirdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153).

İbn Mes'ud, ilâhî vahyi, bizzat onu alan ve telâffuz eden Hz. Peygamber' den öğrenmiştir. Bunun içindir ki o, Kur'an'ı en iyi bilen, en mükemmel ezberleyen zatlardandı. Herkes onun bu husustaki bilgisini ve kabiliyetini takdir ederdi; ashâb'ın hepsi, onun Kur'ân'a olan vukûfiyetini ve bundaki üstünlüğünü kabul ederlerdi. (Buhâri, Fadâilu Ashâbi'n-Nebi, 37).

Ebu Ahves der ki: "Bir gün Ebu Musa'l-Eş'âri'nin evinde bulunuyorduk. Orada ibn Mes'ud'un arkadaşlarından bazı zatlar vardı. Mushaf'a bakıyorlardı. Abdullah kalkarak, İbn Mes'ud hakkında şunları söyledi: "Rasûlullah'ın ilâhî vahyi İbn Mes'ud'dan daha iyi tanıyan birini bırakmadığı kanaatindeyim." Ebu Musa bu sözleri dinledikten sonra: "Biz bulunmadığımız zaman o, Rasûlullah'ı görür, biz kabul olunmadığımızda o, huzura kabul olunurdu" dedi.

Amr b. As'ın oğlu Abdullah'ın meclisine devam eden Mesruk der ki: Abdullah b. Amr'a gider, konuşurduk. Bir gün Abdullah İbn Mes'ud'dan söz açıldı. Abdullah dedi ki: 'Öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki, onu çok seviyorum, seveceğim de. Çünkü Rasûlullah onun hakkında şöyle buyurmuştu: "Kur'an'ı dört kişiden öğreniniz: ibn Mes'ud'dan, Muaz b. Cebel, Übey b. Kaab ve Ebu Huzeyfe'nin mevlâ'sı Sâlim'den." Rasûlullah bu açıklamasına İbn Mes'ud ile başlamıştı . " (Buhârî, Fezâilü'l Kur'ân, 8)

İbn Mes'ud, Kur'an'ın yayılmasına, onu, Rasûlullah'dan aldığı şekilde öğretmeye çalışırdı. Öte yandan tefsir ilminde de mühim hizmetleri olmuştu. İbn Mes'ud der ki: "Habeşistan'a hicret etmeden önce, Mekke'de bulunduğumuz sırada, Rasûlullah'a, namaz kılarlarken selâm verirdik, o da selâmımızı alırdı. Habeşistan'dan dönüşümüzde yine aynı şekilde namaz kılarlarken selâm verdik, selâmımızı almadı. Namazını bitirdikten sonra Rasûlullah'a sebebini sordum: "Cenâbı Hak, namazda konuşmayı yasakladı", buyurdular. (İbn Hanbel, Müsned, 1, 377).

Yine İbn Mes'ud anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.s.)'e şöyle soruldu: "En büyük günah şunlardan hangisidir? Allah'a ortak koşmak, kendi çocuğunu öldürmek, komşunun karısı ile zina etmek. " O zaman Rasûlullah'a şu âyet-i kerime indi: "Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etmezler, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de bunları yaparsa kıyâmet günü ağır cezaya çarptırılır. " (el-Furkan, 25/67).

İbn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'ı tefsir etme hususunda son derece ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: "Mescitteydim. Orada Kur'ân'ı kendi re'yiyle tefsir eden bir adamı gördüm ve hemen oradan ayrıldım. Bu adam: "Göğün açık bir duman ile geleceği günü bekle, o insanları sarar, bu, acıklı bir azaptır." (ed-Duhan, 44/10), âyetini tefsir ederken, kıyâmet gününde herkesin nefesini tıkayacak ve onları nezleye uğratacak bir dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir insanın bilmediği bir şey için Allah bilir, demesi, onun ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise Kureyş'in Rasûlullah'a karşı son derece şiddetli davrandıkları zamanlarda inmişti.

İbn Mes'ud, Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan öğrenenlerdendi. Onun için kıraatinde başka bir mükemmellik vardı. Rasûlullah onun kıraatinden bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte İbn Mes'ud, güzel sesle Nisâ sûresini okuyordu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile birlikte mescide gelmiş ve onu zevkle dinledikten sonra şöyle demişlerdi: "İbn Mes'ud! ne dilersen dile nâil olursun!"

Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmiş ve Rasûlullah'dan duyduklarını İbn Mes'ud'a müjdelemek istemişti. İbn Mes'ud ona: "Ebu Bekir seni geçti" demişti. Hz. Ömer de: "Allah Ebu Bekir'den razı olsun, onun daha önce sana geldiğinden haberim yoktu" demişti (İbn Hanbel, Müsned, 1, 454)

Gerçekten İbn Mes'ud'un kıraati son derece güzeldi. Rasûlullah, Kur'an'ı ona talim ettikten sonra, sesinden dinlemek isterdi. İbn Mes'ud, bir gün Rasûlullah'a: "Biz Kur'an'ı sizden okuduk, sizden öğrenmedik mi?" demiş, Rasûlullah da şöyle buyurmuştu: "Evet ama ben Kur'an'ı başkalarından dinlemek isterim."

_________________________________________________İbn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlullah'ın huzurunda Nisâ sûresinden bir bölüm okuyordum. "Her ümmetten bir şâhid getirdiğimiz, seni de onların üzerine şâhid getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nice olacak?" (en-Nisâ, 4/41). Âyeti kerimesine geldiğim zaman, Rasûlullah'ın gözleri yaşarmıştı ."

İbn Mes'ud, Rasûlullah'a yakınlığı dolayısıyla son derece geniş bilgiye sahipti. "Onun, o devre ait bilmediği yoktu" dersek mübalâğa etmiş olmayız. Bununla beraber o, asr-ı saâdet'e ait rivâyetlerde son derece ihtiyatlı davranırdı. Amr b. Meymun şöyle der: "Abdullah ile tam bir yıl kaldım. Bu müddet içinde onun 'Rasûlullah buyurdu' dediğini duymadım. Şâyet böyle bir söze başlarsa bütün vücudu ürperir ve alnından terler akardı." (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 156).

İbn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti; Rasûlullah'ın hadislerini rivâyet ederken son derece dikkatli olmalarıydı. O, talebelerine derdi ki: "Rasûlullah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet ve risâlet şanına en lâyık, ümmetinin hidâyetine en faydalı ve takvâya en uygun olanını gözetiniz." (İbn Hanbel, Müsned, I, 385).

İbn Mes'ud'un, çok ihtiyatlı davranmasına ve talebelerine de hadis rivâyeti konusunda sıkı sıkı tembihlerde bulunmasına rağmen, ondan çok hadis rivâyet edilmiştir. Üstelik o, çok rivâyetiyle tanınan Muksirun* sahâbîlerden biridir. Buna rağmen İbn Mes'ud, mutlak hadis rivâyet etmez, onun rivâyetleri çoğunlukla Rasûlullah'dan öğrendiği farzları açıklayan ve dini emirlerin kolayca anlaşılmasına yardımcı olan talimatlardır. Sahih hadis kitapları ve müsnedlerde ondan rivâyet edilen hadislerin toplamı sekizyüzkırksekizdir. Bunların altmışdördünü Buhârî ve Müslim müştereken rivâyet ederler. Ayrıca yirmibirini Buhârî, otuzsekizini Müslim nakletmiştir. Böylece Buhârî, İbn Mes'ud'dan toplam seksen beş, Müslim, toplam doksandokuz hadis rivâyet etmişlerdir.

İbn Mes'ud, fıkıh ilminin kurucularından olan fakîh sahâbilerden biridir. O, özellikle Hanefi fıkhının temel taşıdır. Önce de belirttiğimiz gibi, o, bütün Kûfe eyaletinin kadısıydı. Onun içindir ki İbn Mes'ud, halka, fıkıh meselelerini ve içtihadlarını öğretir, bütün mürâacatlarını cevaplar ve problemlerini hâllederdi. Irak kıtasının bütün âlimleri, İbn Mes'ud'u rehber tanırlardı. Çünkü fıkıhta en çok istifâde ettikleri zat oydu. Hz. İbn Mes'ud'un başlıca talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid, özellikle fıkıh ilmindeki derinlikleriyle şöhret kazanmışlardı. Bunlardan sonra İbrahim enNahàî, Kûfe fikhına genişlik vermiş ve Irak fakîhi ünvanını almıştı. İbrahim en-Nahâî'nin bütün dayanağı İbn Mes'ud'un içtihadlarıydı. İbn Mes'ud'un bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâd b. Süleyman'a intikâl etmiş, ondanda İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye geçmişti. İmâm-ı A'zam bunları genişletmiş, ilim ve ictihadıyla yaymıştı. Böylece İslâm âleminin önemli bir bölümü, bunların ilminden yararlanmıştır.

Abdullah İbn Mes'ud, kıyas ile muasırlarının birçok problemlerini çözmüş, bu kaidenin yerleşmesinde son derece büyük hizmetlerde bulunmuş ve böylece usul-u fıkıh ilminin ortaya çıkmasına, istinbat melekesinin kuvvetlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur.

İbn Mes'ud, bu suretle kıyas'ın en önemli esaslarını tesbit etmiştir.

İbn Mes'ud'un bu önemli fıkhî görüş ve içtihadları Mısırlı âlim Muhammed Ravvâs Kal'aci tarafından "Mevsû'atu Fıkhî Abdullah İbn Mes'ud " (Abdullah ibn Mes'ud'un Fıkhî Ansiklopedisi, Kahire 1984) adıyla toplanmış ve ilim hayatına kazandırılmıştır.

Hz. İbn Mes'ud'un muasırları ondan birçok meselelerde faydalanmışlardır. İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî; "Ashâb içinde fıkıh meselelerinde derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş'ari, Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'tur" der. İmam Sa'bi: "Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah ibn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fıkhî meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanımın bütün âlimleri Abdullah İbn Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle dolu bir zattır." derdi.

İbn Abbas da, İbn Mes'ud hakkında şöyle der: "Kur'ân'ın en büyük tercümanıdır."

İbn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays idi. Alkame, dimağının tazeliği, malûmatının genişliği ile seçkindi. İbn Mes'ud, onun kendisinden daha çok malûmatlı olduğunu söylerdi:

İbn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'ı Kerim, hadîs ve fıkıh okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka oluştururlardı. Ondan ders okuyanlar arasında büyük şöhret kazananlar da vardı. Alkame, Meşruk, Esved, Abîde, Kâdı Şüreyh, Ebu Vâil bunlar arasındadırlar. Her biri büyük bir âlim olan bunlar arasında özellikle Alkame, daima İbn Mes'ud'u hatırlatan bir simâ olmuştu. İbn Mes'ud yola çıktığı zaman talebelerinin çoğu onunla beraber hareket ederler ve ona yoldaş olurlardı.

Bir gün Habbâb b. Eret, İbn Mes'ud'un son derece geniş olan ders halkasına gelmiş, oraya devam eden gençlerin çokluğundan memnun olmuş ve İbn Mes'ud'a en liyakatli talebesini sormuştu. İbn Mes'ud da Alkame'yi göstermişti. Hz. Habbab, Alkame ile görüşmüş ve onun malûmatının genişliğinden çok derin bir zevk duymuştu.

İbn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir iştiyakla dinlerler ve derslerini aşk ve şevkle alırlardı. Başlıca talebelerinden olan Şakik der ki: "Mescitte İbn Mes'ud'u bekler, onun derse çıkması için yolunu gözetlerdik. Bir gün biz böyle bekleşirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmiş ve bize: 'Dilerseniz evine gidip bakayım, evdeyse alıp getirmeye çalışayım' demiş ve gitmişti. İbn Mes'ud gelmiş, bize: 'Ben sizi bıktırmamak için gelmedim. Rasûlullah bize vaazlarını fasıla ile verirdi. Çünkü bıkkınlığa uğramamızı istemezdi.' demişti."

İbn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O, ahlâk ve yaşayış tarzını bizzat Rasûlullah'dan öğrenmişti. Çünkü o, Rasûlullah'ın en yakın dostlarındandı. Her zaman Rasûlullah'ın yanına girer, hizmetlerini görür, ayakkabılarını çevirir, önünde yürür, yıkanacağı zaman perde tutar önünde siper olurdu. Rasûlullah ona, kayıtsız şartsız bir müsaade vermişti. İbn Mes'ud'a: "Her zaman yanıma girebilirsin, ancak benim mani olacağım zamanlar hariç" derdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154). Bunun içindir ki onun, Rasûlullah'ı yegâne uyulacak insan bilmesi, onun her hâliyle hâllenmesi kadar tabii bir şey olamaz. İbn Mes'ud, Kûfe'den ayrıldığı hâlde ünü orada uzun zaman yaşamış; herkes onun ilim ve irfanının yanı sıra takvasını, iffetini, güzel huyluluğunu, kalbinin rikkatini ve övgüye değer ahlâkını anmaya devam etmişti. Hz. Ali, Kûfe'ye gittiği zaman İbn Mes'ud'un övgüye değer vasıflarla anıldığını duyduktan sonra onun Kur'ân'ı Kerim'e vukûfunu, helâli helâl, haramı haram tanıdığını, dinde fakih ve sünnette âlim olduğunu ilâve etmişti.

Abdullah İbn Mes'ud, Ebu Umeyr adında bir dostunu ziyaret etmek üzere çıkmış, fakat evinde bulamayarak âilesine selâm göndermiş ve kendisine bir miktar su verilmesini rica etmişti. Evin hanımı, hizmetçisini komşuya göndererek su istetmişti. Hizmetçi geciktiği için hanım ona lânet okumuştu. İbn Mes'ud hanımın hizmetçiye lânet okuduğunu duymuş ve evden çıkmıştı. Çıkarken dostu Ebu Umeyr ile karşılaşmıştı. Ebu Umeyr "Ya Ebu Abdurrahman! Sen kendisinden kadınların kıskanılacağı bir adam değilsin, niçin kardeşinin hanımına selâm vererek içerde oturmadın ve su içmedin?" demişti. İbn Mes'ud'un cevabı: "Öyle yaptım fakat zevceniz ya su bulunmadığı veyahut evdeki su kâfi gelmediği için hizmetçiyi komşuya gönderdi, hizmetçi geç kaldığı için de ona lânet okudu. Hâlbuki ben Rasûlullah'dan şu sözleri duydum: "Lânet kime gönderilmişse ona gider, ona kazılmak ister. Şayet buna bir yol bulamazsa: Ya Rabbi, beni falana gönderdiler, kalktım gittim, ona hulûl için bir yol bulamadım! Şimdi ne yapayım? der. Cenab-ı Hak da ona: Nereden geldinse oraya dön der. " Onun içindir ki, hizmetçinin bir mazereti olabileceğini düşündüm ve lânetin geri dönmesinden korktum. Buna sebep olmak istemedim."

Bir defasında adamın biri vefat etmiş ve hiçbir hayrı olmadığı söylenmişti. İbn Mes'ud, bunu duyar duymaz, elinde bulunanları sadaka olarak vermişti. Rasûlullah'ın Ashâb'ından birçokları, onun sünnetine yapışmakla büyük bir şerefe kavuştular. Fakat Abdullah İbn Mes'ud, hiçbir zaman dünyayı istemedi. O hep ahireti gözetirdi. Hz. İbn Mes'ud, son derece misafirperverdi. Kûfe'de ikâmet ettiği sırada evi hiç misafirsiz kalmazdı.

İbn Mes'ud, namazlarını vaktinde kılmaya o kadar riayet eder ki, bir kere Vali Velid b. Ukbe, Kûfe mescidinde halkı bir süre bekletmişti. İbn Mes'ud hemen kalkarak, halka namazı kıldırmıştı. Vali, buna üzülerek, niçin böyle yaptığını sormuş ve "Mü'min'lerin emirinden bir buyruk mu aldın? Yoksa bir bid'at mı icat ettin?" demişti. İbn Mes'ud, ona şu cevabı vermişti: "Ben, mü'minlerin emirinden bir buyruk almadığım gibi, bir bid'at de icat etmedim. Fakat senin bir işin vardır, diye bizim de namazımızı geciktirmene Allah razı olmaz."

İbn Mes'ud, Ramazan'dan başka çoğu günler oruç tutar, Aşûre* günlerini de oruçlu geçirirdi. Abdurrahman b. Yezid der ki: "İbn Mes'ud, günlerinin çoğunu oruçlu geçirirdi. Oruca ve namaza devamdan ayrıca bir zevk alırdı. İbn Mes'ud, son derece külfetsiz bir hayat sürer, gayet basit yemeklerle beslenir, külfetsizliği ve sadeliği hayatının düstûru bilirdi. Talebesi Alkame, bu hususta İbn Mes'ud'un harfiyen Rasûlullah'a uyduğunu söyler. İbn Mes'ud; senelerce beytü'lmâl* idare etmiş, bir gün, bir dakika da olsa adalet ve insaftan ayrılmamıştır.
Ahmed AĞIRAKÇA
 
Üst