Esmâü'l-Hüsnâ üzerine

ensar-i

Member
Dünyanın üç yüzü vardır. İnsanların mânevî de­receleri veya alçalışları da buna göredir.

Birinci yüzü; “Dünya bir leştir. Onun talipleri, onun kelp­le­ridir (köpekleridir)” mânâsında, hadis olarak rivayet edilen bir sözle ifade edilir.

İkinci yüzü, “Dünya âhiretin tarlasıdır” diye ifade edilir.

Üçüncü ve en süslü yüzü de, “Dünya, âlemlerin sultanı olan Yüce Rabbimizin güzel isimlerinin meşheri, sergi yeri­dir” ifadesi ile dile getirilir.

Eğer insan dünyanın küfrüne, içkisine, kumarına, uyuş­tu­rucusuna ve haramlarla dolu olan gece hayatına talip olur­sa ve bunun için her türlü entrikaya girip iktisadî, fikrî ve si­yasî sapık yollara girerse birinci yüzde ifade edilen sı­nıfa dahil olur. Bu durumda da adı geçen mahlûklara ben­zer.

Dünyanın ikinci yüzü de, inançlarını hayata geçiren Müslümanların talip oldukları ve içinde yaşadıkları dünya­dır. Onlar yerler, içerler, şükrederler, farzlarını yapar, ha­ram­lar­dan kaçınırlar, dünyayı âhiretin tarlası kabul ederek ona göre çalışırlar.

Dünyanın üçüncü yüzü ise; velilerin, ermişlerin, dünya­nın her zerresini, taşını toprağını, rahmetini zahmetini ve bü­tün varlıklar âlemini Esmaü’l-Hüsna alfabesiyle okuya­rak, o güzelliklerin defineleri ile uğraşanlar ve bizleri de o zenginliğe kavuşturmak için ömürlerini feda ederek harca­yanların baktığı dünyadır.

İşte, dünyaya bu noktadan bakıldığında bütün kâinatın Esmâü’l-Hüsnânın tecelli yeri olduğu görülür. Böyle bir te­fekkürden iman-ı billâh, ondan marifetullâh, ondan da mu­hab­betullâh ortaya çıkar, bunlardan da saadet-i dareyn, yani iki cihan saadeti tezahür eder.

Allah’ın bu güzel isimleri doksan dokuz tanedir. Aslında, Allah-u Zülcelâlin isim, sıfat ve şuunâtı sonsuzdur. Bununla birlikte bize bildirilen, tefekkür edilmesiyle çok büyük se­vap ve faziletlerle müjdelendiğimiz isimler, doksan dokuz tanedir.

Elimize bir meyveyi, meselâ bir portakalı aldığımızda, onun güzel bir sûreti olduğunu görürüz. Bu ondaki Mu­sav­vir isminin tecellisidir. Portakalın belli bir miktarı vardır, bu da Mukaddir ismini gösterir. Portakaldaki renk ve koku Lâtif isminin tecellisidir. Kabuğunun, onun koru­yucusu olması Ha­fîz ismine delâlet ederken, rızık olma yö­nünden Rezzak is­mini onda okuruz. İçindeki, meselâ C vi­tamini gibi şifa veren hassalarından dolayı, Şâfi ismine mazhariyetini müşahe­de ederiz. Bütün bunların boş ve abes olmadıkları noktasından Hakîm ismini görürüz. Bu meyve­deki Allah’ın insanlara olan sonsuz merhametinden Rahîm ismini müşahede ederiz.

Bakınız, bir tek portakal meyvesinde, kasır anlayışımız ve gafil halimiz ile kaç tane ism-i İlâhîyi okuyabiliyoruz. Bir de insan gibi, Esmaü’l-Hüsna’nın tecellilerine mazhar olan muhteşem sahifeyi, hele hele kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan Efendimizin sahifesinde, bütün Esmaü’l-Hüs­na’nın tecelli etmesini bir düşünelim. Mevlid-i Şerifin mü­barek müellifinin, miraçta, Peygamberimize söylendiği resmedilen;

“Zâtıma mir’at edindim zâtını

“Bile yazdım adım ile adını”

hakikati anlaşılsın.

İşte, tasavvuf büyüklerinin zikr-i daimi ile tekrar ede ede derecelerine göre o mübarek esmanın mazharı olmaları sır­rındandır ki, o insanlar dünyanın gerçek yüzünü görmüşler ve onun geçici nimetlerine beş para vermemişlerdir. Allah aş­kı, peygamber sevgisi ve din-i mübine hizmet, onların um­manlar gibi olan büyük gönüllerini doldurmuş, her birisi Şems-i Ezelinin nurlarını neşreden birer Hak âşığı olarak hayatlarını bize şem’a eylemişlerdir.

Hüşyar ve uyanık bir dil “Ya Rezzak” dediği zaman, bü­tün zaman ve bütün mekanlarda, ins ü cin ve kâinattaki bü­tün rızka muhtaç olanların rızıklarını veren Rezzak-ı Âlemi, esma ve sıfatında tefekkür eder. Böylece bu Rezzakiyet ve Rahmaniyet ile Rabbine muhabbeti gelişir.
“Ya Şâfi” dediği zaman bütün zaman ve mekanlarda, bü­tün hastaları, doktorları, deva ve dermanları, ilaç ve tedavi­leri birden düşünerek, Rabbini o cihetten şuuren tanır ve se­ver.
Dünyayı meşher-i esmâ bilen biri, hastaneye baktığında, hastane binalarının alnında, mezkur alfabeye göre büyük harflerle yazılmış “Ya Şâfi” ismini okur. Hatta hastane mor­gunda, Cenâb-ı Hakkın “Mümit” isminin tecelli ettiğini te­fekkür eder.
Demek oluyor ki, zikr-i İlâhî ile meşgul olanların, zikir çekerek esma-i İlâhîyi çok anmaları, rastgele davranışlar de­ğil, mü’mini Allah’a imana, marifet-i İlâhîye, muhabbet-i Vedûda ve iki cihan saadetine ulaştırması sebebiyledir.
Esma-i İlâhiyeyi çekerek dua ederken, dikkat edilecek bir husus, matlubuna göre ismin seçilmesidir. Cenâb-ı Haktan günahlarının affını niyaz eden kişinin “Ya Aziz, ya Zün­­ti­kâm” demesi büyük yanlış olduğu gibi, şifa isteyenin de “Ya Kahhar” demesi hatadır.
Şu halde Esmaü’l-Hüsna’nın mânâlarını öğrenmeli, ona göre o isimleri şefaatçi kılarak, onları dilimize vird-i zeban ederek Yüce Rabbimizden istemeliyiz.
Kur’ân-ı Kerim’de, “Allah’ın güzel isimleri vardır, Ona o güzel isimlerle dua ediniz” buyurulmaktadır.
Yazımızı Haşir sûresinin bu konudan bahseden son âyet-i kerimesinin meâliyle bitirelim:
“O Allah ki, Hâlıktır, her şeyin yaratıcısıdır. Bâri’dir, ya­rattıklarına birbirinden ayrı ve lâyık şekiller verir. Musav­virdir, yarattıklarını dilediği bir surete kavuşturur. En güzel isimler Onundur. Göklerde ve yerde ne varsa Onu tesbih eder. Onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi ku­şatır.”
Abdülhamit Oruç
 
Üst