Osmanlıda şeriat istemek?

yozgati

Well-known member
Osmanlıda şeriat istemekle neden mesul olunup da mahklemeye çıkmış Üstad? Osmanlı gibi şer'i bir ülkede, şeriat istemekle suçlanmak ne demektir? 31 Mart Olayının İçyüzü Nedir? hakikaken size tuhaf gelmekte değil mi?

bu soruma Prof.Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ ağabeyin ce31 Mart Hâdisesi’nin İçyüzü

31 Mart Vak’âsı diye tarihe geçen bu olay, 14 Nisan 1909 tarihine rastlamaktadır. Tarihçiler bu olayın, kendi zulümlerini örtmek isteyen İttihadçıların, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini temin etmek için, İngiliz Gizli Servisi’nin yardımı ile ve İngilizlerin aleti olarak tertipledikleri bir hâdise olduğuna ittifâk etmişlerdir.

Ancak suç, samimi Müslümanlara yıkılsın diye, bir kısım dini sloganlar kullanılmış ve “Şeriat elden gidiyor” diye, dine ve dindarlara hücum planları hazırlanmıştır. İttihadçılar, kendilerinin tertipledikleri bu olayı, dindarları mürteciler diye suçlayarak dindara yıkmışlar ve mâalesef kendileri gibi düşünen tarihçileri de kullanarak, bu olayı en büyük irtica olayı diye takdim etmişlerdir. Böyle bir tertibi, fiiliyata dökmek için hem yeterli sebepler vardı ve hem de memleketin bazı halleri böyle bir fitne için alevlendirici özellik arz ediyordu. Şöyle ki:

Evvelâ, 31 Mart Vak’âsının Sebepleri Nelerdi?

A) Bu olayın asıl sebebi, İttihadçıların yaptıkları zulüm ve istibdât idi. İttihadçılar, tam bir zorba kesilmişlerdi ve muhâliflerini sokaklarda öldürecek kadar azıtmışlardı. Mesela; İsmail Mahir Paşa, muhâlif gazetecilerden Ahmed Samimi ve Hasan Fehmi Bey, İstanbul caddelerinde açıkça öldürüldü ve fâil-i meçhuller artmaya başladı. Sultan Abdülhamid, Meşrutiyetin gereği icrâya karışmıyor ve sadece temsil vazifesini görüyordu. Devlete daha çok hâkim olmayı isteyen İttihadçılar, yabancı devletler tarafından Abddülhamid’e karşı bir şeyler yapmaya zorlanıyorlardı. Onlar için tek hedef, gölgesinden dâhi korktukları Sultan Abdülhamid idi.

B) Osmanlı Devletini yıkma planlarının yapıldığı Meclis’te ki vekillerin değişmesi için, millet tam mânâsıyla kaynıyordu. Ermenistan ve Rum Pontus tartışmalarıyla uğraşan Meclis’te ki vekillerden, halk rahatsızdı.

C) İcrâdan uzak tutularak köşesine çekilmeye mecbur edilen Sultan Abdülhamid’in, yeniden devlet ve millet lehine harekete geçmesini arzu edenler vardı. Çünkü İttihadçılar, İngilizlerin maşası gibi, onu tahttan indirmek ile meşgullerdi.

D) Asker, siyâsete karışmıştı. Aldığı askeri ve dini terbiyeye aykırı işler yapmaya başlamıştı. Mesela; Selânik ve Manastır’dan İstanbul’a getirilen III. Ordu’ya âit subayları fiyakasından halk ve diğer ordu mensupları yaka silkmeye başlamışlardı. Bununla kalmayıp İttihadçılar, İstanbul’u korumakla görevli I. Orduyu tahkir ederek, III. Ordu’nun Selânik’te ki tümeninden nigahbân-i hürriyet ve muhâfız-i meşrutiyet adıyla avcı taburlarını İstanbul’a sevk ettiler.

E) Hasan Fehmi Bey başta olmak üzere, fâil-i meçhul olayların artması milleti tedirgin ediyordu.

F) İttihadçılar kendilerine muhâlif gördükleri subayları ve hatta askerleri kadro dışı ediyorlardı. Açıkça bir tasfiye hareketi başlamıştı. Bu durum da ciddi bir gerginlik sebebiydi.

G) Hürriyet adı altında her türlü ahlaksızlık, serbest hale gelmişti. Açıkça şer-i şerife aykırı işleri yapan İttihadçılara karşı, halkta ve özellikle de sağını solundan ayıramayan Derviş Vahdet gibi bazı dindarlarda, idâreye karşı bir nefret oluşmaya başlamıştı. Bütün bu sebeplerin bulunduğu bir ortamda, özellikle 24 Temmuz 1908-14 Nisan 1909 tarihleri arasında, her iki tarafa âit gazeteler, gerginliği artırıcı yayınlar yapıyorlardı.

Partiler, sanki bir iç savaş olacak gibi fedâi yazmaya başlayan cemiyetler kurmaya başladılar. Iİtihadçılar, zafer sarhoşluğuyla baskı ve zorbalıklarını daha da artırmaya başladılar. Sınırsız hürriyet anlayışı, askerlere kadar aşılandı ve erler, subaylara itâat etmez hale geldiler. Dine ve ahlaka aykırı bazı şeyler, askerlere telkin edilmeye başlandı. Orduda itâat ve ahlak bozulmaya başlayınca, din de hassas ama muhâkeme-i akliye de eksik olan bazı nâdânlar, iyilik yapıyorum zannıyla, bazı fitne tohumlarını ekmeye başladılar.

Hürriyetin yanlış anlaşılması ve tatbik edilmesi sonucunda, devletin idâresi cahillerin elinde kaldı ve herkes kendi başına hareket eder hale geldi. İstanbul, serseri mayınlarla dolu bir hale gelmişti. İşte, İngiliz Gizli Servisi’nin tahrikleriyle hareket eden İttihad ve Terakkiciler, 31 Mart 1325 günü, yani 14 Nisan 1909 tarihinde, gergin durumu fırsat bilerek tertiplerini fiiliyata dökmeye karar verdiler ve III. Ordu’dan getirdikleri avcı taburlarına mensup neferlerin fişeğini patlattılar. Başlarında tek bir subayın dâhi bulunmadığı ve sadece başçavuş ve çavuşların komuta ettiği bu erler, “Şeriat isteriz” deyip, isyan ettiler. Ayasofya ve Sultan Ahmed Câmii önlerinde toplanan kalabalık, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile Meclis-i Meb’usan Reisi Ahmet Rıza Bey’in azlini ve bütün İttihadçılarin sürgün edilmelerini istiyorlardı. Yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı, isyan eden askerlere, başta hamallar olmak üzere her çeşit insan karışmıştı. Görünürde İttihadçılara karşı, şeriatı ve onun teminâtı olan Abdülhamid’i kurtarmak için yapılmış bir isyandı.

Ancak tamamen İttihadçıların ve İngiliz Gizli Servisi’nin, Abdülhamid’i tahttan indirmek ve bu arada dindar halkı da ezerek, gözdağı verilmek için yapılmış bir tertipti. Bu serseri mayın gibi isyan eden askerler, İttihadçıların ileri gelenlerinden Ahmet Rıza Bey zannederek, Adliye Nâzırı Nâzım Paşa’yi ve Gazeteci Hüseyin Cahid zannıyla da Milletvekili Emir Şekib Arslan Bey’i öldürdüler. Sultan Hamid, II. Tümen kumandanını çağırarak âsileri dağıtmasını istedi; ancak Padişah’ın tâlimatını dinlemeyen komutan, Ordu Komutanından emir almadığını söyleyecek kadar alçalmıştı. Mâalesef İttihadçı olan ve sonradan bu haline çok pişman olan Mahmud Muhtar Paşa ise, emir vermemekte direndi.

Daha sonra isyan eden bu cahil askerlere, kendileri gibi cahil olan hamallar ve de sağını solundan fark edemeyecek kadar ahmak olan bazı dindarlar da katıldı. Zaten İttihadçıların muhâlifleri de böyle bir fırsat bekliyordu. Onlar da akıllı hareket edemediler. İş çığırından çıkmıştı. Bediüzzaman başta olmak üzere, bir kısım akıllı İslam âlimleri, askerlere ve hamallara, bunun bir oyun olduğunu ve oyuna gelmemeleri gerektiğini ikâz ettiler. Hatta Bediüzzaman, bir nutuk ile sekiz taburu itâata getirmişti.

İttihadçılar, İngilizlerin aleti olmuşlar ve bütün Müslümanların ümidi haline gelen Abdülhamid’i indirmekten başka gaye gütmemişlerdir. Bu olayı kendileri tertip etmelerine rağmen, ısrarla bir irtica olayı olduğunu ifâde etmeleri, günümüze kadar gelen devlet ile milletin arasını açmak adetinin kötü bir başlangıcı oldu.

Fırsatı ganimet bilen İttihadcçılar, olaylar büyüyünce Selânik’ten Hareket Ordusu adını verdikleri kuvvetleri, Padişah’ı kurtarmak gibi yalancı bir sloganla İstanbul’a sevk etmeye başladılar. Bu hareket ordusunun sadece kumandanı olan Mahmut Şevket Paşa, Müslüman ve Türk’tü. Askerlerin çoğu, yağmacı ve Müslüman katili olan Makedonyalılardı. Tam bir çapulcu ordusuydu. Olayın vahâmetini anlayan İstanbul’da ki generaller ve özellikle I. Ordu Komutanı Nazım Paşa, Sultan Abdülhamid’e müdâhale etmeleri gerektiğini anlattılarsa da, Müslümanı Müslümana kırdırmayacağını söyleyen Padişah, onlara gerekli tâlimati vermedi. I. Ordu Kumandanı Nazım Paşa’ya, Hareket Ordusu’na silah çekmemeleri için yemin bile ettirdi.

25 Nisan’da Hareket Ordusu, Yunan ordusu gibi davrandı ve Yıldız Sarayı’nı yağmaladı. Kütüphane dışında Padişah’ın altın arabasını bile parçalayıp götürdüler. Daha sonra da 27 Nisan 1909’da Meclis-i Umumi’yi toplayarak Abdülhamid’i hal kararını silah zoruyla çıkardılar. En önemli ithâmları, 31 Mart Vak’âsı’nı tertip etmekle suçlamak idi. Halbuki, bu tamamen yalandı. I. Ordu’ya tâlimat vermemekte direnen Padişah, Müslümanı Müslümana kırdırmakla ithâm ediliyordu.

Kısaca; 31 Mart Olayı, İttihadçıların tertipledikleri bir fitneydi; ancak muhâlifleri olan Kâmil Paşa-zâde Said Paşa, İsmail Kemal Bey, muhâlif gazetecilerden Mizancı Murad ve Volkan Gazetesi baş yazarı Derviş Vahdet gibi bazı safdiller de durumdan pasta çıkarmak uğruna ateşe körükle gittiler ve fitne ateşini söndürmek yerine daha da alevlendirdiler.

Neticede düşmanlar kâr etti; devlet, millet ve din zarar etti. Çünkü, kurulan Divân-ı Harb-i Örfî çok mâsumları idam sehpalarında sallandırdı. Din düşmanı kesimlerin eline de tam bir irtica sermâyesi verilmiş oldu. Bediüzzaman gibi allâmeler bile, 31 Mart Olayı ile suçlandılar, ama beraat ettiler.
 
Üst