Manası açık ayetler neden vardır?

faris

Well-known member
Allah abesle iştigal etmez. Bütün noksanlıklardan münezzehtir.

Ancak bazı ayeti kerimelerde mealen görüyoruz ki çok bilinen manalar verilmekte bundaki hikmet nedir?

Mesela :

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..

Bilen ile bilmeyen bir olmadığı zati net olmasına rağmen Allahu Teala neden böyle ferman ediyor?
 

teblið

Vefasýz
Neden mi diye dusundugumde acikcasi konunun ana fikrinin cok onemli oldugunu ve bircok ayeti celilelerde tekrar tekrar zikredilmeside onem arzettiginden olsa gerek.bu mubarek ayeti celilenin ana fikri nedir oyleyse?
Tabiki ilim ilim ilim...

Bazi kesimlerce islamiyet sadece amel etmekten gecer diye savunurlar.efendim namaz kil oruc tut hacca git tamamdir cennete gidersin.

Ama yanliz oyle degildir elbetteki.temelde ilim uyatar.tabiri caizse binanin temeli ilim kolonlarida ameldir.

Basit bir ornek;namazin icindeki ve disindaki farzlar ve sunnetleri bilmezssek o kilinan namazimizin bir anlami varmidir?

İste bilmek ve bilerek ameliyata tatbik etmek ilimle mumkundur.

Velhasil ilmin degeri bu kadar muhim oldugunda ayeti celilelerde ferman edilmistir.
 
Son düzenleme:

Kýrýk Testi

Well-known member
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Kitabullah hakkında şehsi re'yi ile söz ederse, isabet bile etse hatadadır.
Ebu Davud, İlm, 5 (3652);Tirmizi, Tefsir 1, (2953).

Rezin şu ilavede bulunmuştur: "Kim re'yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer."

"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın."
Tirmizi, Tefsir 1, (2951)

Açık ayetler hakkında da dikkatli davranmak lazım zannımca.
Peygamber Efendimizi (s.a.v) tanımadan Kur'an ı kerimi tam manasıyla anlıyabilmek zordur deniyor, hatta alim bir zat Hadisin Kur'an dan ziyade Kur'anın Hadise ihtiyacı vardır diyor.

O (s.a.v) yürüyen Kur'andı..
 
Son düzenleme:

faris

Well-known member
Evet

Yeniden hatirlatmanizdan dolayi size tesekkur ederim. Lakin hadisi serifdede denildigi gibi sahsi olmamak ve ilmi kaide olmak sartiyla
.

Onun icin sorum ve icindeki sorularim ilmi kaynaklardaki cevaplarin soruya donmus halidir..

Evet islam fikhinda da ayet vw hadis hususunda boyle gecmekte. Eger ayette yap deniliyorda o ayetle ilgili jadisi serifde yapmayin denilirse hadisi serife ittiba edilir. Yine hadisi serif ile alimlerin dusuncelerin de de bu mizan gecerli. Cunku hakikati onlar bilir ve ilmi dayanaklari olur ki fetvalar boyle verildiginden fetva veren atese yakindir denilmekte..
 

teblið

Vefasýz
Evet tabiki bilenlere soyle mesaj verilmis olabilr.

Hadislerden bildigimiz sekliyle .her seyin bir zekati vardir.ilmin zekatida anlatmak ve paylasmaktir.yani ilmi tabiriyle tebliğ etmektir.
 

Huseyni

Müdavim
Hem de tahakkuk etmiş: Kur’ân’ın herbir tarafında intişar eden makasıd-ı esasiye ve anasır-ı asliye dörttür. Onlar da, ispat-ı Sâni-i Vâhid ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adalettir. Yani, hikmet tarafından kâinata irad olunan suallere şöyle: “Ey kâinat, nereden ve kimin emriyle geliyorsunuz? Sultanınız kimdir? Delil ve hatibiniz kimdir? Ne edeceksiniz? Ve nereye gideceksiniz?” kat’î cevap verecek, yalnız Kur’ân’dır. Öyleyse, Kur’ân’da makasıddan başka olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ san’atın intizamıyla Sâni-i Zülcelâle istidlâl yolu gösterilsin.

Evet, intizam görünür. Ve kemâl-i vuzuh ile kendini gösterir. Sâni’in vücud ve kast ve iradesine kat’iyen şehadet eden intizam-ı san’at, kâinatın her cihetinde boynunu kaldırarak her canibinden lemean eden hüsn-ü hilkati nazar-ı hikmete gösteriyor. Güya herbir masnu birer lisan olup Sâniin hikmetini tesbih ediyor. Ve herbir nev’ parmağını kaldırarak şehadet ve işaret ediyor.

Madem maksat budur ve madem kâinatın kitabından intizama olan rumuz ve işaratını taallüm ediyoruz. Ve madem netice bir çıkar. Teşekkülât-ı kâinat, nefsülemirde nasıl olursa olsun, bize bizzat taallûk etmez. Fakat o meclis-i âlî-i Kur’ânîye girmiş olan kâinatın her ferdi, dört vazife ile muvazzaftır.

Birincisi: İntizam ve ittifakla Sultan-ı Ezelin saltanatını ilân...

İkincisi: Herbiri birer fenn-i hakikînin mevzu ve müntehabı olduklarından, İslâmiyet fünun-u hakikiyenin zübdesi olduğunu izhar...

Üçüncüsü: Herbiri birer nev’in nümunesi olduklarından, hilkatte cârî olan kavanîn ve nevâmis-i İlâhiyeye İslâmiyeti tatbik ve mutabık olduğunu ispat–tâ o nevâmis-i fıtriyenin imdadıyla İslâmiyet neşvünema bulsun. Evet, bu hâsiyetle, din-i mübin-i İslâm, sair hevâ ve heves içinde muallâk ve medetsiz, bazan ışık ve bazan zulmet veren ve çabuk tagayyüre yüz tutan dinlerden mümtaz ve serfirazdır.

Dördüncüsü: Herbiri birer hakikatın nümunesi olduklarından, efkârı hakaik cihetine tevcih ve teşvik ve tenbih etmektir. Ezcümle: Kur’ân’da kasemle temeyyüz etmiş olan ecram-ı ulviye ve süfliyeyi tefekkürden gaflet edenleri daima ikaz ederler. Evet, kasemat-ı Kur’âniye, nevm-i gaflette dalanlara kar’u’l-asâdır.

Şimdi tahakkuk etmiş, şu şöyledir. Öyleyse, şek ve şüphe etmemek lâzımdır ki, mu’ciz ve en yüksek derece-i belâgatte olan Kur’ân-ı mürşid, esâlib-i Araba en muvafıkı ve tarik-i istidlâlin en müstakîm ve en vâzıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir. Demek, hissiyat-ı âmmeyi tefhim ve irşad için bir derece ihtiram edecektir. Demek, delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vech ile zikredecek ki, onlarca mâruf ve akıllarına me’nûs ola. Yoksa delil, müddeâdan daha hafî olmuş olur.

Bu ise, tarik-i irşada ve meslek-i belâgata ve mezheb-i i’câza muhaliftir. Meselâ, eğer Kur’ân deseydi, “Yâ eyyühennas! Fezada uçan meczup ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanıyla beraber müstakarrında istikrar eden şemse ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umumiyeye ve feza-yı gayr-ı mütenahîde dal ve budakları münteşir olan şecere-i hilkatten, anasır-ı kesireden olan münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz-tâ Sâni-i Âlemin azametini tasavvur edesiniz.” Veyahut, “O kadar küçüklüğüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ı hurdebiniyeyi istiab eden bir katre suya, aklın hurdebiniyle temaşa ediniz-tâ Sâni-i Kâinatın herşeye kâdir olduğunu tasdik edesiniz.” Acaba, o halde delil müddeâdan daha hafî ve daha muhtac-ı izah olmaz mıydı? Hem de onlarca muzlim bir şeyle, hakikatı tenvir etmek veyahut onların bedahet-i hislerine karşı mugalâta-i nefis gibi bir emr-i gayr-ı mâkule teklif olmaz mıydı? Halbuki i’câz-ı Kur’ân pek yüksek ve pek münezzehtir ki, onun safî ve parlak dâmenine ihlâl-i ifham olan gubar konabilsin.


İşarat'ül-İ'caz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Vecih: İnsan rızka çok mübtela olduğu için, rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mani tevehhüm edip, kendine bir özür bulmamak için âyet-i kerime diyor ki: "Siz ubudiyet için halkolunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhde ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızk ve it'amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünki Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terketmeyiniz!"


Eğer bu mana olmazsa Cenab-ı Hakk'a rızık vermek ve it'am etmek muhaliyeti bedihî ve malûm olduğundan, i'lam-ı malûm kabîlinden olur. İlm-i Belâgat'ta bir kaide-i mukarreredir ki: Bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise, o mana murad değil, onun bir lâzımı, bir tâbii muraddır. Meselâ, sen birisine desen: "Sen hâfızsın." O, malûmunu i'lam kabîlinden olur. Demek maksud manası budur ki: "Ben senin hâfız olduğunu biliyorum." Bildiğimi bilmediği için ona bildiriyorum.


İşte bu kaideye binaen, âyet Cenab-ı Hakk'a rızık vermeyi ve it'am etmeyi nefyetmekten kinaye olan mana şudur: "Bana ait olup ve rızıklarını taahhüd ettiğim mahlukatıma rızık yetiştirmek için halkolunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubudiyettir. Evamirime göre rızka çabalamak da bir nevi ibadettir."
Lem'alar ( 269 )

Ustad r.a.'ın şerh ettiği gibi buradaki manada da bir hocamızın açıklaması ile bilenlere dikkatli olun her an ayağınız kayabilir ihtarı ve ikazı verilmektedir. Allah sen bizleri senin ilminde ve sana itaatte sağlam ve daim duranlardan eyle amin.
 
Üst