Latifelerin ölmesi ne demek?

þualar

Active member
“Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sık

Bedenin organları olduğu gibi, ruhun da gözle görülmeyen latifeleri vardır. Hatta kalp için bile latife-i Rabbaniye ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz. Bunlara latife denilmesi ise latif olmaları, gözle görülmemeleri itibariyledir.

Sualdeki kısımdan bu latifelerin bir kısmının çok hassas olduğu anlaşılıyor. Gaflet ve dalaletten gelen haller bu latifeleri yaralıyor hatta ölümüne bile yol açabiliyor.

Mesela yalan söylemek insanın vicdanını rahatsız eder. Ama bir insan bunu alışkanlık haline getirdiğinde artık yüzü kızarmaz ve bir heyecan duymadan yalan söyler hale gelir. Bu hal, ondaki dürüstlük, sadakat gibi bir takım latifelerin öldüğünün bir göstergesi gibidir.
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Günahlar ve Latife-i Rabbaniye

Fethullah Gülen

Bazı latifeler, ruh ve kalbin kayyimi durumundadır. Cenâb-ı Hakk'ın engin rahmetindendir ki, bunların pek çoğu pörsüyüp solsalar da ölmezler. Dolayısıyla belli günahlar neticesinde yaprak dökümüne uğrayan bu latifeler, tevbe mevsiminde tekrar yeşerir, çiçek açar ve meyve verirler.
İmam Şa'ranî'nin şu ifadesi bu hükmümüze delil kabul edilebilir. Diyor ki: Ben namazsız bir insanla biraz yan yana otursam kırk gün namazımın bereketini bulamam.' Onun bu sözünden, namazsız insanlarla düşüp-kalkmama manâsının anlaşılması yanında, kırk gün sonra namazın bereketinden istifade edilebileceği manâsını anlamak da mümkün... Zaten bazı hadisler de buna işâret eder mahiyettedir. Meselâ 'içki içenin kırk gün namazı kabul olmaz' meâlindeki hadis buna örnek gösterilebilir. Bunun manâsı, aslî manâda namaz kabul olmaz demek değildir belki namazla ulaşılabilecek öyle noktalar vardır ki, içki içen bir insan, kırk günlük bu ölü zaman içinde o önemli noktaya ulaşamaz, demektir. Bundan, aynı zamanda, kırk gün sonra tekrar istenen mükemmeliyette namaz kılabilir manâsını anlamak mümkündür... İçki içenin namazının makbul olmamasını ise eskiler, 'kemaline masruf' diye anlatırlar.. Yani o namaz, 'namaz' kelimesiyle anlaşılan ihatalı, derin ve kurbete vesile olabilecek manâdan yoksundur. Meselâ namaz kılar da yine kendisini münkerattan alıkoymaz. Halbuki hakiki namaz, münkerata girmeme hususunda ilâhî bir garantidir.
Demek ki, içki içenin kırk günlük namazı böyle bir garantiden mahrumdur. Yani o, mükemmel bir namaz olmaktan uzaktır. Bununla beraber, içki bütün hayatî latifeleri öldürmüş de sayılmaz zira kırk günün sonunda, eğer aynı cinsten günah işlenmezse, o kişinin pörsüyen, solan latifeleri tekrar yeşerip hayatiyet kazanabilmektedir...
Bazı latifeler ise, işlenen bazı günahlar neticesinde ebediyyen kurur, söner ve ölürler. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu latifeler, insanın ruhî ve kalbî hayatı adına asıl hayat kaynağı olan latifelerden değildirler.
Şimdi de mes'elenin bir başka yönüne bakalım. Şayet günahlar böyle hayatî latifeleri bütün bütün öldürmüş olsaydı, küfür ve Allah'ı inkâr haydi haydi onları öldürürdü. O zaman da küfürden sonra imân, irtidattan sonra da geri dönüş kapıları tamamen kapalı demek olurdu ki bu da pek çok şeyi içinden çıkılmaz hâle getirirdi. Hz. Ebû Bekirler, Hz. Ömerler böyle kapalı bir dönemden sonra imâna uyanmışlardı.. uyanmış ve insanlığın ebedî sultanları olmuşlardı. Demek ki, onlardaki hayatî latifeler cahiliye döneminde bütün bütün ölmemiş ve her zaman imâna açık kalabilmişti. Sadece kalabilmiş de değil ardından bir başkasının ulaşması imkânsız mertebe ve derecelere yükselmişlerdi..
Ayrıca, İslâm, insanın aslî fıtratına dönmesidir. Böyle bir dönüşle insan ikinci bir fıtrat kazanır. Eğer küfür ve inkâr, belli dönem itibariyle sahabenin aslî hüviyetini tamamen değiştirmiş olsaydı, o insanlardan hiçbiri imân edemez ve tabii gökteki yıldızlar haline gelemezlerdi. Aynı şeyi bazı büyük veliler için de söylemek mümkündür...
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, günahlar bazı latifeleri öldürür bu doğrudur fakat bu latifeler ruh ve kalbin asıl dinamikleri değildirler.. Ne var ki, insan her zaman bütün latifelerini hüşyar ve uyanık tutmakla mükelleftir. Onun içindir ki, Bediüzzaman 'Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork.. Bir dane, bir lokma, bir öpmekle batma..' buyurur.
Zira bazı duygular çok naziktir, çabuk kırılırlar. İşlenen küçük bir günah bile onun mahvına sebep olabilir.
Velilerin ekserisi böyle bazı latifelerinin ölüp gittiğinden bahisle, kendi kendilerinden şikayette bulunmuşlardır. Çünkü ölen latifeler, önemli ölçüde onların terakkilerine mâni' olmuştur. İnsanı keşfe hazırlayan latifeler ölmüşse, o insan ne kadar uğraşsa keşfe açılamaz, eşyanın perde arkasını müşahede edemez. Keşif ve keramet ne kadar ve ne derece önemlidir? Bu ayrı bir konu...
Bizim burada söylemeye çalıştığımız sadece bir vak'anın raporu mahiyetindedir. Ancak şu hususu da ısrarla ve altını çizerek tekrarlamakta fayda görüyorum: Ölen latifeler kat'iyen hayatî latifeler değildir. Eğer bunun aksi olsaydı, tevbeye çağrılmamızın bir manâsı kalmazdı..
 
Üst