ALİ ULVİ KURUCU BEY(1922-2002)

hasret

Well-known member
O’nu anlatmak için “Medine-i Münevvere’de büyük bir âlim” “Akif-i Sâni” “Osmanlı irfan hayatının son yadigârlarından biri” “Aruzun son temsilcisi” vs. bir çok tanımlamalar yapılmıştır ve hepsi de çok doğru, hepsi de çok uygun, hepsi de çok güzeldir.


2187bj2.jpg



Ama bunların verâsında, onu âli ve ulvi kılan şey şu mısraında gizli gibime gelir;
“Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..

Evet, Efendiler Efendisinin bağrı yanık bir bülbülü olabilmek, her bezmi onun kudümüne vesile saymak, bir ömrü onun şahsiyeti etrafında örgülemek, bu şerefe, bu nimete nail olmak bahtiyarlığın en büyüğüdür. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi buna işaret sadedinde, Fasıldan Fasıla adlı şaheserinde şöyle diyor: “Mücrimim, gerçi Muhammed Mustafa hayranıyım” diyen, bunu hakikaten yürekten söyleyebiliyorsa, bu onun kurtuluşuna yeter kanaatindeyim.”



“Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i sûzândır Efendim.
Kıtmîrinim ey Şâh-ı rüsûl, kovma kapından,
Âsîlere lûtfun yüce fermândır Efendim.”



O, hep komşusu olduğu Nebiler Şahı(SAV)’nın misk-ü amber kokusunu tüttürdü sözlerinde, sohbetlerinde, şiirlerinde ve de hallerinde.. Hani bir aşk beyti vardır ya; ‘Ez sohbeti gariban. Bûy-i Muhammed Ahmed”(Biz öyle garipleriz ki, bizim sohbetimizde ancak Ahmed, Muhammed kokuları tüter.)

Bu aşk çağlayanını en evvel- Birçok risale okuyucusu gibi-Tarihçe-i Hayatın önsözünde samimiyet kokan tahlilleri ile tanımış ve pek sevmiştim. Şifahi olarak da İstanbul’da, kendisinin adaşı ve kendisi gibi hafız olan bir hizmet kahramanının adıyla serfiraz müessesenin salonunda, gözyaşları dolu bir gecede dinlemek “sizler benim kabul olmuş dualarımsınız” sözleri ile coşmak ve de –biraz cahil cesareti sonucu- takkesini hediye almak şerefi nasip olmuştu..



Kendisinin bir yerde buyurduğu gibi; “bir büyüğün hayatını yazmak kolay olmasa gerek! İnsan hangi meziyetinden ve hangi faziletinden başlayacağını bilemiyor.”


Ruhaniyetinden özür dileyerek…

O SENELER


Küçük Ali Ulvi’nin gençliğe adım attığı o yıllar İslam’ın İslam diyarlarındaki gurbet seneleridir. Er olanın yağ gibi eriyip gittiği, şirin erlerin toprağın altına yattığı, sümbüller yerine zehirli dikenlerin bittiği, peteklerde balların kalmadığı seneler… Bayburtlu Zihni’nin deyişi ile



Vardım ki yurdunu ayak göçürmüş,



Canan göçmüş ıssız kalmış otağı;



Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş,



Sâkiler meclisten kesmiş ayağı.”


O günleri yaşayan her iman sahibinin sesi soluğu bu şekilde tüter. Onlardan bir dertli, karşısında gördüğü bahar hediyelerine şöyle demekten kendini alamaz; “O bakımdan siz çok bahtiyarsınız. Bilmem ki bu bahar yamaçlarında, bahar yamaçlarının gülünün kıymetini bilebilecek misiniz? Kış görmeden bilmem ki baharı takdir edebilecek misiniz? Bir kaç şeyine bile bizim neslimiz ve bizden evvelkiler sağda solda dolaştı, ona destan kestiler. Acaba aralanan şu karın, şu buzun arasından bize tebessüm eden bir kaç şeyi görebilir miyiz?” dediler…

ŞAHSİYET VE AHLAK-I HAMİDESİ



Onu “tam bir insan-ı kâmildi” diyerek özetleyebiliriz aslında. Sünnete ittibası çok yüksek olduğundan Peygamber’in ahlakının bir yansıması vardı onda. Muhterem hocamız Hayreddin Karaman Beyefendi onu şu güzel ifadelerle anlatıyor: “Yüzünde Muhammedî nurun izleri vardı; mütebbessim, mevzun (ölçülü), nurlu bir yüz. Onunla bir mekanı ve zamanı paylaştığınızda, o zaman ve mekan, sizin hayatınızda, mutluluk, heyecan ve kemal yolculuğunda ileri doğru atılmış bir adımın anıtı olurdu. Oradan mutlaka güzel duygular ve faydalı bilgilerle ayrılmış olurdunuz.”


Mustafa Özcan bey de şunları ifade ediyor; “Ali Ulvi Bey arif meşrep kişiliğiyle adeta bir pamuk dedeyi çağrıştırıyordu. Fikrin katılığının yerine, gönlün yumuşaklığı vardı onda. Mücessem bir hamiyet timsali idi. Cakarta’dan Tanca’ya; İslâm dünyasının dertleriyle hemdert olurdu.”



Dr. Coşkun Yılmaz beyefendi de şu bilgileri veriyor bize: “Arif, abid, zahid, nezahet ve nezaket sahibi, zarif, latif, sevimli, tertipli, mütevazıydı.Tatlı dilli, güler yüzlü, güzel giysili idi.”



MÜMTAZ VASIFLARI



A-Peygamber Sevgisi



Ali Ulvi Bey denince akla hemen İnsanlığın İftihar Tablosuna karşı duyduğu derin sevgi ve bağlılık gelir. Bu konuda ne hisli terennümleri vardır;



Çiçekler, lâleler, güller sana ilân-ı aşk eyler



Gönüllerde esen bâd-ı sabâsın Yâ Resulullah”


Burada bunların en meşhur üç tanesini kaydetmeden geçemeyeceğiz:


Bu bahse kendisinin gördüğü bir rüya ve üç müşahede ile son verelim; “Mehmed Zahid Efendi(1895-1980), Hacca gittiklerinde bir keresinde Ali Ulvi Bey’in müdürlük yaptığı kütüphanede kalmak, gece burada istirahat buyurmak ister. Ali Ulvi Bey; “şeref duyarım” cevabını verir ve şu rüyasını anlatır: “Geçen senelerin birinde, şu kanepede Peygamber Efendimizi yatar buldum. Peygamber-i Zişan kanepede yatıyor. Hz. Osman nöbet bekliyor başında. Ben de kapıda bekliyorum. Yukarıda hafif bir tıkırtı oldu. Peygamber Efendimiz derhal uyandılar.. Uyanması ile Hz. Osman’ın bir çırpınışları var; “Ya Resulullah rahatsız mı oldunuz? Rahat ettiremedim mi sizi” diye. Peygamber Efendimiz gül bahçesi gibi, mehtap gibi, avizeler gibi, nurlar içinde parlayan simasıyla; “çok rahat etmişim Osman” dediler…

Tabii bu rüyayı dinleyen Mehmed Zahid Kotku hazretlerinin o gece gözlerine edeben bir saniye bile uyku giremez..



Müşahedeler de şöyle; Dr. Coşkun Yılmaz Beyefendi anlatıyorlar; “1997 Haccında Esad Coşan Hocaefendi ile gidenler o yıl Arafat’ta Hocaefendinin yaptığı bir duadan söz etmişlerdi. Bu duayı, Berlin sokaklarında araba teybinden dinlemek nasip olduğunda,orada olmamakla birlikte, çok derinden etkilendiğim bir niyaz, bir yakarıştı. Bu duya şahitlik edenler arasında Ali Ulvi Bey yok. Ali Ulvi Bey daha sonra Esad Coşan Hocaefendiyi ziyaret gelir. Sohbet sırasında hocaefendiye şöyle der; “Efendi Hazretleri, siz Arafat’ta dua ederken Peygamber Efendimiz de “Amin” diyordu…


Diğer bir müşahedesi de şöyle; Zaman Gazetesi eski müfettişlerinden Mehdi Yönet Bey anlatıyorlar: “1995 yılında Ankara’da yapmış olduğumuz Ebedi Risalet Sempozyumuna çok büyük katılım olmuş, salon tıklım tıklım dolmuştu. Cuma günü Şanlıurfa’da, Pazar günü ise Ankara’da yapılmıştı. Sempozyum bitimi İstanbul’a dönmek için Esenboğa Havaalanına giderken, Mustafa Yazgan hocamız da arabada bizimle birlikte idi. Mustafa Yazgan hocam Ali Ulvi Kurucu Hocam’a şöyle bir soru sordu; “Urfa’da yapmış olduğumuz sempozyumda kelimeler adeta kendiliğinden ağzımdan çıkıyordu. Ankara’da bunun tam tersi oldu. Kelimeler adeta boğazımda düğümleniyordu. Çok zorlanarak konuştum. Bunun sebebi nedir?” Ali Ulvi Kurucu hocam, elindeki asâsını yere 3 sefer vurarak; “Mustafa Bey, Mustafa Bey! Sen Ankara’da kimin huzurunda konuştuğunun farkında mıydın? Sabah saat 9’da sempozyum başlarken Fahr-i Kainat Efendimiz salonu teşrif ettiler. Sempozyum bitinceye kadar oradan ayrılmadılar. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? O Güzeller Güzelinin huzurunda konuşmanın ne büyük şeref olduğunu biliyor musun?” diyordu…





Yine Mehdi Yönet beyin bir hatırası; Kayseri’de bir ziyaretlerinde bir ev kendilerine tahsis edilir ama Mehdi beyi bir türlü uyku tutmaz; “O gece bir türlü uyku tutmuyordu. İki de bir kalkıp abdest alıp namaz kılıyorduk. Gecenin bir saatinde kalktığımda Ali Ulvi Kurucu hocamla karşılaştım. “Ne o Mehdi yavrum, uyuyamıyorsun değil mi?” diye sordu. Ben de “uyuyamıyorum” dediğim de; “Mehdi yavrum, nasıl uyuyacaksın? Fahr-i Kainat Efendimiz burada. Onun olduğu yerde uyunur mu yavrum” diyordu. O geceyi sabaha kadar uykusuz geçirdik..

[/b]_________________________________________________SÖZLERİNDEN SEÇMELER



***İnsan sadece şahsî hedef ve gayelerini ön planda tutarak yaşarsa vefatıyla hatıralardan silinir. Cemiyet, millet ve fikirleri uğruna yaşayanlar, ölseler de gönüllerde kalıcıdırlar. Gözler hep onları arar ve özler. Kim severek yaşarsa sevilerek ayrılır ve unutulmaz.



***Salâvat ümmetlik şuurunun ifadesidir.



***Adetlerin en güzeli bir alışkanlığın esiri olmamaktır.



***Hayatta muvaffakiyet şartlarından biri de irade sahibi olmaktır.



***Aslında insan, gönülden ibaret değil midir?



***Her eser güttüğü davadan alır kıymetini denildiği gibi, sohbetler de, gaye edindikleri hedef bakımından mana ve değer kazanırlar. Sohbet vardır: Bir ferdin derdini mevzu eder. Sohbet vardır bir ailenin hayati meselelerini görüşür. Sohbet vardır bir milletin dert ve davalarını da aşarak bütün bir insanlığın asırlarını ve nesillerini kaplayan büyük davaları gaye edinir.


*** Peygamber-i Zişan Efendimizin siret-i seniyyeleri ile bizzat O’nun nur ve irfan müesseselerinde yetişen Sahabilerin hayat safhalarını, sohbetlerimizin mihrak noktası kabul etmek, yapılacak hizmetlerin en faydalısı olacağına, bütün ruhumla inanmış bulunuyorum.”

***“Kitap yazmak üstüne ne kadar konuşulsa azdır. Eskiden vaaz her işi halleder sanıyorduk, olmadı. Kitap çok mühimdir, camiye gidemeyenleri camiye çekmek için kitap bir vasıta durumundadır."



***"Bizim arzu ve irademiz bütün dünyanın Müslümanlık şerefine yükselmesidir. Her insanı din kardeşi olmaya namzet görüp onu sevmeli, onunla ilgilenmelidir. Değil falan insan falan kavim; deniz dalgalarının kumların, ağaç yapraklarının bile Müslüman olmasını isteriz."
 
Üst