bir hıristiyan yorumu.

sevgi

Yeni Üye
s.a.
herkese.
sizlere bir sorum va içinizde bilen varsa bana yazsınsın. risalede bu soruna cevap olabilecek nerede yzıyo.
işte aramızdaki temel fark..bu zihniyetiniz yüzünden siz Tanrı'yı kötülüğün yaratıcısı ve günahın yardakçısı yapmaktasınız..size göre tanrı insanların günah işlemesine engel olmak yerine, onları günahlı bir dünya içerisine atıp kendi zavallı nefsleriyle onları başbaşa bırakmaktan ve mahvetmekten zevk almaktadır..böyle bir "tanrıya" inanmanız kutsallığa boşvermek, günahı hoşgörmek ve küçümsemek, kör bir kadercilik içerisinde değişmeye, gelişmeye engel olmak demektir..
Oysa gerçek Tanrı, yüce ve yaklaşılmazdır.Kutsaldır, yakıp yok eden ateştir, kötülük ve günah O'nun huzurunda anılamaz bile.. Gözleriniz günahın ağırlığı altında kapalı olduğu için Tanrı'yı tanımıyorsunuz ve O'nu haliyle kendinize benzetiyorsunuz
şimdi bu sorunun ce
 

Sergerdan

Well-known member
Sevgi kardeş öncelikle hoşgeldiniz.İnş sık sık aramızda olur,bize katılırsınız.

Benim yorumum şöyle;

Hristiyanlık bakış açısında ''sevgi'' ön planda sanırsam ve dini onunla anlamaya çalışıyorlar,ve baglılıklarındaki kuvveti oradan almaya çalışıyorlar.Ama islam salt sevgiyle açıklamaz,daha dogru görür.Aklidir bir o kadar.Yoksa sevgi polyanacılıga götürür ,her mesele de insanın istedigi gibi filmlerde mutlu son beklemek gibi izahlar getirmek zorunda kalınır.Mesele şu Allah a yakıştırılmayan zahiri çirkinliklerin imtihan sırrı geregi,şehadet aleminde bulunmamız itbariyle ve kader cihetiyle aslında bulunması gereken olduklarını anlamakta.Yani yukarıdaki yazının bakış açısıyla şeytanı Allah neden yaratmıştırda denilir ve zahiren Allah insanların kötülügünü ister gözükür.

Bu sevginin ifratı Hz İsa a.s peygamberimizi Allah ın oglu yapmakla,azizlerini rahiplerini olaganüstü görmekle sonuçlanmış diye akla geliyor.İseviligin ruhbanlıga dönüşmesinde dinlerinin bu yalnız sevgi ile yorumu neden olmuş olabilir.Halbuki dinimizde peygamber bir beşerdir ve o haliyle bize rehber olmakta yeterli olabilmektedir.Biz inancımızda daha öte bir şey aramak zorunda kalmamışız.İsevilikteki tahrif burdan gelmiş denebilir.

Mesela isevilik için şöyle bir yer geçiyordu o da sorunuzla ilgili gibi.Mesela müslümanlıkta hakiki bir dindar olmak enaniyeti tam bırakmakla mümkündür,kendini küçük yalnız köle bilmekte saklıdır.İsevilikte öyle olmamış,dünyaca pek büyük makamda olanlar bu makamlarından gelen gururlarını kırmadan hakiki dindar olabiliyorlar.Benim aklıma geldiki peygamberlerine Allah ın oglu diyerek makam veren sevgideki duygusallıkları,ifratları,noksanlıkları kendilerine de makam vermeyi saglıyor ve belki bu yüzden kötüyü,günahı dünyaya ve kendilerine yakıştırmıyorlar.Halbuki dinimizde insanın isyanı bir gerçektir ancak buna ragmen tevbesi,itaati de bir gerçektir.

Sevginin buna benzer olumsuz bir sonucu islamda da olmuş.Mesela Hz Ali ye oldugu makamdan fazla makam verenlerin durumu veya ehl-i tarikatlerde bazen ve bazı zatların şeriatın muhalifine harketleri, beyanları gibi.Çünkü muhabbet hissi ifrat eder ve sevdiginde kusur görmek istemez.

Herneyse giriş çok uzadı ve diger mesajda risale-i nurlardan bahsettigim yerleri de gönderirim inş.Sorunun cevabıyla ilgili olabilecek çok yer var ve hangisini yazacagımı şaşırdım.Biryerden başlamak gerek ama..(Devamını az sonra yazıyorum inş.)
 

Yaakarii

Member
İşte, şu sırdandır ki, kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam, diyemez "Yağmur rahmet değil." Evet, halk ve icad da bir şerr-i cüzî ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüzî için hayr-ı kesîri terk etmek, şerr-i kesîr olur. Onun için, o şerr-i cüzî hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki, abdin kisbine ve istidadına âittir.
 

Sergerdan

Well-known member
Yaakarinin alıntısıyla aynı manada güzel bir yeri de şu linkten okuyabilirsiniz.O kişinin eleştirisine yeterli bir cevap bence,bana kafi geldi.Hem mümin de o kişi gibi dünyaya ve insana günahı kötülügü yakıştırmaz belki onun derecesinde ,fakat onun düştügü hataya düşmeden.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1671&a=dolayısıyla

Çok çok güzel bir izah burası,dolayısıyla bir güzellik olma,külli hayırlar,külli menfaatler,çirkinin yaratılması yerlerine dikkatle bakmak gerek.

İnşaallah yeterli olmuştur,ilk mesajda degindigim yerlerle ilgili de alıntı yapalım ki kitabi olsun hem yanlış olmasın.

İslâmiyetin Hıristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırr-ı hikmeti şudur ki:

İslâmiyetin esası, mahz-ı tevhiddir; vesâit ve esbaba tesir-i hakikî vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hıristiyanlık ise, "velediyet" fikrini kabul ettiği için, vesâit ve esbaba bir kıymet verir, enâniyeti kırmaz. Adeta rububiyet-i İlâhiyenin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir.

"Onlar hahamlarını ve papazlarını kendilerine Allah'tan başka rab edindiler." (Tevbe Sûresi: 9:31.)


âyetine mâsadak olmuşlar. Onun içindir ki, Hıristiyanların dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve enâniyetlerini muhafaza etmekle beraber, sabık Amerika Reisi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Mahz-ı tevhid dini olan İslâmiyet içinde, dünyaca yüksek mertebede olanlar ya enâniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir derece bırakacak. Onun için, bir kısmı lâkayt kalıyorlar, belki dinsiz oluyorlar.


Muhabbetteki ifrata deginmeye çalıştıgımız bir yer:


Hazret-i Ali'ye (r.a.) karşı Şîa-i Velâyetin ifratkârâne muhabbetleri ve tarikat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini Şîa-i Hilâfet derecesinde mes'ul etmez. Çünkü, ehl-i velâyet, meslek itibarıyla, muhabbetle mürşidlerine bakarlar. Muhabbetin şe'ni ifrattır. Mahbubunu makamından fazla görmek arzu ediyor. Ve öyle de görüyor. Muhabbetin taşkınlıklarında ehl-i hal mâzur olabilirler. Fakat onların muhabbetten gelen tafdili, Hulefâ-i Râşidînin zemmine ve adâvetine gitmemek şartıyla ve usul-ü İslâmiyenin haricine çıkmamak kaydıyla mâzur olabilirler.


Biraz dagınık oldu galiba şimdilik bu kadar :angel:
 
Üst