"Kur'an Nesli" Oluşturmadaki Engel??

molla_zehra

Well-known member
Müslümanların yeni bir "Kur´ân nesli" oluşturmalarının önündeki en büyük engel yine kendileridir.

Yeni ve örnek bir Kur'an nesli oluşturma sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuz kesin. Ancak, çağa örnek ve önder olacak bir Kur'an neslinin vahyî ilkeler doğrultusunda tepeden tırnağa yeniden inşa edilmesi nasıl mümkün olacaktır? İşte bu devasa sorunun cevabını bir çırpıda vermek kolay değildir.
Önce, bireysel hayatımızdan başlayarak hayatın bütün alanlarını kendisine göre şekillendirmek zorunda olduğumuz vahyî gerçekliği doğru anlamak ve yaşamakla işe başlamalı değil miyiz?
Ömrünü Kur'an neslinin yeniden inşasına vakfeden ve bu uğurda şehadet şerbetini içen merhum Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler isimli eserinde 'Kur'an'ı uygulamak üzere okuma' şuurunu şöyle özetler:
"İlk nesillerin dinamizmi ve bereketi, Kur'an'ı uygulamak üzere okumalarından kaynaklanıyordu. Onlar Kur'an'a kültürlerini geliştirme, bilgi edinme, haz duyup tatmin olma gibi maksatlarla yanaşmazlardı. Onlar Kur'an'ı Allah'ın emirlerini öğrenmek üzere okurlar ve her emri de, savaş alanında aldığı günlük emri hemen uygulayan bir ordu gibi duyar duymaz yerine getirirlerdi. İşte bu uygulamak üzere öğrenme şuuruydu."
Uygulamak için yani yaşamak ve yaşatmak için okumak, öğrenmek... İşte, S. Kutub'un sözünü ettiği ilk neslin şiarı: "semi'nâ ve eta'nâ" yani 'işittik ve itaat ettik' (Bakara 2/285).
Ashabın Kur'an hocalarından Abdullah ibn Mes'ud(r.a), örnek ve öncü Kur'ân neslinin her alanda kendilerini Kur'an'la nasıl inşa ettiklerine dair çok pratik bir formül önerir bize: "Biz on ayet öğrenir, hayatımıza aktarır; sonra diğer on ayete geçerdik."
Demek ki, aslolan vahyî hakikatleri, ilkeleri bilmek değil, bildiğini hemen uygulamaktır; öğrenmek ve öğretmek değil, derhal yaşamak ve yaşatmaktır.
Bir gün, Halife Ömer(r.a.), Medine'den Mekke'ye doğru yolculuk yapmakta iken, bir tepeciğin yamacında koyun otlatan siyahi bir çobana rastlar. Kur'an'ın emir ve yasaklarının Arabistan'ın bu ücra köşesinde yaşayan bir çocuk tarafından nasıl algılandığını test etmek ister. Çocuğa, sürüdeki koyunlardan birini kendisine satmak isteyip istemediğini sorar. Çocuk kesin bir ifadeyle 'hayır' der. Halife 'iyi ama, niye?' der. Siyahi çocuk, sert bir tavırla, 'Niçin mi? Çünkü onlar benim değil. Onlar benim efendime ait... Ve ben de onun kölesiyim' cevabını verir. Ömer (r.a), 'Ne olmuş yani' der, 'bu parayı al, koyunu bana ver ve git efendine, koyunlardan birini bir kurdun kaptığını söyle. 'Çocuk halifeye dik dik bakarak şu cevabı verir: 'Burada beni görmediği için efendimi aldatabilirim, ama ikimizi de gören ve dinleyen Büyük Efendi(Rabb)mizi aldatabilir miyim?'
Bu kıssayı İhya'da nakleden İmam Gazali, Halife Ömer'in bu manzara karşısında sakalı ıslanıncaya kadar ağladığını ve köle çocuğun âzat edilmesi için gerekli parayı fazlasıyla sahibine verdiğini aktarır.
Evet, dağ başında koyun otlatan bu çocuğun böyle asil bir davranış sergilemesi için, kendisine ait olmayan bir malı başkasına satamayacağı ve yalan söylemenin büyük günah olduğu gerçeğini bilmesi, keza yaptığı bütün eylemlerin Allah tarafından her zaman ve her yerde işitilip görülmekte olduğunun bilincinde olması yetiyordu.
Böylece, günümüz müslümanlarının, örnek bir Kur'ân nesli oluşturma konusundaki başarısızlıklarının sebeplerine ya da bu konuda onları başarısız kılan engellere gelmiş bulunuyoruz. Ceffelkalem söyleyeceğimiz şey şudur: Müslümanların yeni bir "Kur'ân nesli" oluşturmalarının önündeki en büyük engel yine kendileridir. Müslümanlar, faturayı şeytana, emperyalistlere, tağutî güçlere... yıkmak yerine zira onlar kendi üzerlerine düşen 'saptırıcılık' görevini ziyadesiyle yapıyorlar, kusuru kendi tembelliklerinde, umarsızlıklarında, yanlışlıklarında... aramalıdırlar. Günümüz müslümanlarının büyük bölümü, hayatlarının bütün alanlarında vahyî ilkelere göre hareket etmek yerine, akıp giden seküler hayatın kendilerine dayattığı uygulamalara dinî meşrûiyet kılıfları üretmekle meşguller. Bu da onların savrulmalarına, zihinsel kırılmalara uğramalarına, oportünist ve revizyonist eğilimlere sapmalarına yol açıyor. Özetle; bir çok 'müslüman' entelektüel, yazar, siyaset erbabı, kanaat önderi... Kur'ân'a uymak yerine, Kur'ân'ı kendilerine uydurmanın yollarını arıyor...
Bu konuda Hz. Ömer'in(r.a) ihtarı ne kadar anlamlı:
"Bu Kur'ân sizin için mükafat, bir şeref ve bir hazinedir. Siz Kur'an'a uyun; Kur'an'ı kendinize uydurmayın! Kim Kur'an'ı kendisine uydurursa, Kur'an onu cehenneme kadar sürükler; fakat kim Kur'an'a uyarsa, Kur'an onu Firdevs cennetlerine kadar götürür."
İmdi, başta ifade ettiğimiz öncü bir Kur'an neslini inşa sorumluluğu ile karşı karşıya olan biz müminler şu devasa soruyu fert ve cemaat olarak kendimize sormalıyız: Biz müminler, Kur'an'da yer alan her emir ve yasağı, her hayat ilkesini tıpkı 'yaşayan Kur'ân' olan Rasûlüllah(s.) ve ashabı gibi uygulamak üzere öğrenme bilinciyle tek tek talim edip 'semi'nâ ve eta'nâ' refleksiyle hayatımıza aktarma kararlılığında mıyız?
Geleceğimizi ve öncü Kur'ân neslinin inşasını, bu soruya vereceğimiz cevap belirleyecek.


ABDULLAH YILDIZ
 
Üst