Şualar 5. Ders - Zahirî Çirkinlikler ve Ardındaki Güzellikler

Eddaî2

Well-known member

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.



Derslerimiz devam ediyor inşaallah. Katılımlarınızı bekliyoruz.

[BILGI]Bir zaman, bahar mevsiminde temâşâ ederken gördüm ki: Zemin yüzünde haşir ve neşr-i âzamın yüz binler nümunelerini gösteren bir seyeran ve seyelân içinde kàfile kàfile arkasında gelen geçen mevcudatın ve bilhassa zîhayat mahlûkatın, hususan küçücük zîhayatların kısa bir zamanda görünüp der’akap kaybolmaları ve daimî bir faaliyet-i müdhişe içinde mevt ve zevâl levhaları bana çok hazin görünüp, rikkatime şiddetle dokunarak beni ağlatıyordu. O güzel hayvancıkların vefatlarını gördükçe kalbim acıyordu: “Of, yazık! Ah yazık!” diyerek bu “ah”ların, “of”ların altında derinden derine bir vâveylâ-i ruhî hissediyordum. Ve bu âkıbete uğrayan hayat ise, ölümden beter bir azap gördüm.

Hem, nebatat ve hayvanat âleminde gayet güzel, sevimli ve çok kıymettar san’atta olan zîhayatların bir dakikada gözünü açıp bu seyrangâh-ı kâinata bakar, dakikasıyla mahvolur, gider. Bu hali temâşâ ettikçe ciğerlerim sızlıyordu. Ağlamakla şekvâ etmek istiyor; “Neden geliyorlar, hiç durmadan gidiyorlar?” diye feleğe karşı kalbim dehşetli sualler soruyor ve böyle faidesiz, gayesiz, neticesiz, çabuk idam edilen bu masnucuklar gözümüz önünde bu kadar ihtimam ve dikkat ve san’at ve cihazat ve terbiye ve tedbir ile kıymettar bir surette icad edildikten sonra gayet ehemmiyetsiz paçavralar gibi parçalanıp hiçlik karanlıklarına atılmalarını gördükçe, kemâlâta meftun ve güzelliklere müptelâ ve kıymettar şeylere âşık olan bütün lâtifelerim ve duygularım feryad edip bağırıyorlardı ki: “Neden bunlara merhamet edilmiyor? Yazık değiller mi? Bu baş döndürücü deverandaki fenâ ve zevâl nereden gelip bu biçarelere musallat olmuş?” diye mukadderat-ı hayatiyenin dış yüzünde bulunan elîm keyfiyetleriyle kadere karşı müthiş itirazlar başladığı hengâmda, birden nur-u Kur’ân, sırr-ı îmân, lûtf u Rahmân ile tevhid imdadıma yetişti, o karanlıkları aydınlattı, benim bütün o “ah” ve “of”larımı “oh”lara ve o ağlamalarımı sürurlara ve o yazık demelerimi maşaallah, barekâllah’lara çevirdi; “Elhamdü lillahi alâ nûri’l-îmân” dedirtti. Çünkü, sırr-ı vahdetle şöyle gördüm ki:

Herbir mahlûk, hususan herbir zîhayatın sırr-ı tevhidle çok büyük neticeleri ve umumî faideleri vardır. Ezcümle:

Herbir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı sinek, öyle mânidar, İlâhî, manzum bir kasideciktir ki, hadsiz zîşuurlar onu kemâl-i lezzetle mütalâa ederler. Ve öyle kıymettar bir mu’cize-i kudrettir ve bir ilânname-i hikmettir ki, Sâniinin san’atını nihayetsiz ehl-i takdire cazibedarâne teşhir eder. Hem kendi san’atını kendisi temâşâ etmek ve kendi cemâl-i fıtratını kendisi müşahede etmek ve kendi cilve-i esmâsının güzelliklerini âyineciklerde kendisi seyretmek isteyen Fâtır-ı Zülcelâlin nazar-ı şuhuduna görünmek ve mazhar olmak, gayet yüksek bir netice-i hilkatidir. Hem kâinattaki hadsiz faaliyeti iktiza eden tezahür-ü rububiyete ve tebarüz-ü kemâlât-ı İlâhiyeye (Yirmi Dördüncü Mektupta beyan edildiği gibi) beş vech ile hizmeti dahi, ulvî bir vazife-i fıtratıdır. Ve böyle faideleri ve neticeleri vermekle beraber, kendi yerinde, bu âlem-i şehadette zîruh ise ruhunu ve hadsiz hafızalarda ve sâir elvâh-ı mahfuzalarda suretini ve hüviyetini ve tohumlarında ve yumurtacıklarında mahiyetinin kanunlarını ve bir nevi müstakbel hayatını ve âlem-i gaybda ve daire-i esmâda âyinedarlık ettiği kemâlleri ve güzellikleri bırakıp, mesrurâne terhis mânâsında bir zâhirî mevt ile bir zevâl perdesi altına girer, yalnız dünyevî gözlerden saklanır mahiyetinde gördüm; “Oh, elhamdü lillâh” dedim.

Evet, kâinatın bütün tabakatında ve umum nevilerinde gözle görünen ve her tarafa kök salan gayet esaslı ve çok kuvvetli ve kusursuz ve nihayet derecede parlak olan bu cemâller ve güzellikler, elbette şirkin iktiza ettiği çok çirkin ve haşin ve gayet menfur ve perişan olan evvelki vaziyet muhal ve mevhum olduğunu gösteriyor. Çünkü, böyle çok esaslı bir cemâl perdesi altında böyle dehşetli bir çirkinlik saklanamaz ve bulunamaz. Eğer bulunsa, o hakikatli cemâl, hakikatsiz, asılsız, vâhî ve vehmî olur. Demek şirkin hakikati yok, yolu kapalı, bataklıkta saplanır; hükmü muhal, mümtenidir.

Bu mezkûr hissî olan hakikat-i imaniye, tafsilâtla ve kat’î burhanlar ile Sirâcü’n-Nur’un müteaddit risalelerinde beyan edildiğinden, burada bu kısacık işaretle iktifa ederiz.


Şualar[/BILGI]


[TAVSIYE]Benzer ders: Risale-i Nur Açıklamalı 1: Zahirî Çirkinliklerin Altındaki Güzellikler

Diğer dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 54 - Zahirî Çirkinlikler ve Ardındaki Güzellikler

[NOT]Bir zaman, bahar mevsiminde temâşâ ederken gördüm ki: Zemin yüzünde haşir ve neşr-i âzamın yüz binler nümunelerini gösteren bir seyeran ve seyelân içinde kàfile kàfile arkasında gelen geçen mevcudatın ve bilhassa zîhayat mahlûkatın, hususan küçücük zîhayatların kısa bir zamanda görünüp der’akap kaybolmaları ve daimî bir faaliyet-i müdhişe içinde mevt ve zevâl levhaları bana çok hazin görünüp, rikkatime şiddetle dokunarak beni ağlatıyordu. O güzel hayvancıkların vefatlarını gördükçe kalbim acıyordu: “Of, yazık! Ah yazık!” diyerek bu “ah”ların, “of”ların altında derinden derine bir vâveylâ-i ruhî hissediyordum. Ve bu âkıbete uğrayan hayat ise, ölümden beter bir azap gördüm.[/NOT]

İmanın önemini vurgulamak için yapılan, bir tefekkürün yansımasıdır bu sözler belki de.

Üstad Hazretlerinin, baharın şirin yüzünü temaşa ederken gördüğü manzara ve o şirin manzara içinde, mahlukatın kısa bir zaman sonrası için ayrılıktan verdiği haberler ve bilhassa zihayatın yani hayat sahiplerinin kısacık burada kalıp ardı ardına gözden kaybolmaları, hayatlarına son verilmesi gibi haller ruhunun çığlıklarına sebeb oluyor.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 54 - Zahirî Çirkinlikler ve Ardındaki Güzellikler

[NOT]Hem, nebatat ve hayvanat âleminde gayet güzel, sevimli ve çok kıymettar san’atta olan zîhayatların bir dakikada gözünü açıp bu seyrangâh-ı kâinata bakar, dakikasıyla mahvolur, gider. Bu hali temâşâ ettikçe ciğerlerim sızlıyordu. Ağlamakla şekvâ etmek istiyor; “Neden geliyorlar, hiç durmadan gidiyorlar?” diye feleğe karşı kalbim dehşetli sualler soruyor ve böyle faidesiz, gayesiz, neticesiz, çabuk idam edilen bu masnucuklar gözümüz önünde bu kadar ihtimam ve dikkat ve san’at ve cihazat ve terbiye ve tedbir ile kıymettar bir surette icad edildikten sonra gayet ehemmiyetsiz paçavralar gibi parçalanıp hiçlik karanlıklarına atılmalarını gördükçe, kemâlâta meftun ve güzelliklere müptelâ ve kıymettar şeylere âşık olan bütün lâtifelerim ve duygularım feryad edip bağırıyorlardı ki: “Neden bunlara merhamet edilmiyor? Yazık değiller mi? Bu baş döndürücü deverandaki fenâ ve zevâl nereden gelip bu biçarelere musallat olmuş?” diye mukadderat-ı hayatiyenin dış yüzünde bulunan elîm keyfiyetleriyle kadere karşı müthiş itirazlar başladığı hengâmda, birden nur-u Kur’ân, sırr-ı îmân, lûtf u Rahmân ile tevhid imdadıma yetişti, o karanlıkları aydınlattı, benim bütün o “ah” ve “of”larımı “oh”lara ve o ağlamalarımı sürurlara ve o yazık demelerimi maşaallah, barekâllah’lara çevirdi; “Elhamdü lillahi alâ nûri’l-îmân” dedirtti. Çünkü, sırr-ı vahdetle şöyle gördüm ki:[/NOT]

Evet baharın gelişiyle birlikte, bir nevi haşri andıran manzara hepimizi etkilediği gibi, Üstad Hazretlerini de derinden etkiliyor. Üstadın ifadesiyle üçyüzbin nevinin birden hayat bulduğu bu mevsim, haşrin bir numunesini gösterdiği gibi, aynı zamanda insana sürur ve neşe de veriyor.

Yüzbinlerce tür hayvanat ve nabatat birden, ihtimamlı bir şekilde, hiç karıştırılmadan, fevkalade bir surette, maddi ve manevi tüm azalarımızı kendisiyle meşgul edecek güzellikte yaratılıyor. Ancak o canlılar gözümüzün önünde çok durmuyorlar. Kısa sürede gözden kayboluyorlar. Bazıları da var ki hayata mazhar olur olmaz kaybolup gidiyor, hayatı sönüyor. Fevkalade güzellikte yaratılan çiçekler, kısa bir süre sonra gözden kayboluyor. Rengarenk kelebekler bazısı birgün, bazısı birkaç gün yaşayıp kayboluyorlar. Bunun gibi çok güzellikler bir an yaşayıp ardından kaybolup gidiyor. Bu güzellikler içinde, firak ve zavali hatırlatan bu hazin durum Üstad Hazretlerini ve bizlerin ruhunu derinden derine yaralıyor. Neden bunca masraf ve sonrasında neden bu ayrılıklar ? Madem o kadar kısa kalacaklardı, o halde neden bu kadar güzel ve cazibedar yaratıldılar ? Bu gidişler merhametle izah edilebilir mi ? Üstad bu manzarayı tefekkür ederken, bu soruların cevabını arıyor. Yoksa maksat haşa kaderi ve Allah'ın bu muhteşem faaliyet-i azimesini sorgulamak değil. Maksat imani bir tefekkürün, bu hazin manzarayı nasıl birden bire sürura çevirdiğini göstermek. Evet Üstad Hazretleri aradığı bu suallerin cevabını imanın nurunda buluyor. İman o karanlıklı manzarayı birden ışıklandırıyor.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 54 - Zahirî Çirkinlikler ve Ardındaki Güzellikler

[NOT]Herbir mahlûk, hususan herbir zîhayatın sırr-ı tevhidle çok büyük neticeleri ve umumî faideleri vardır. Ezcümle:

Herbir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı sinek, öyle mânidar, İlâhî, manzum bir kasideciktir ki, hadsiz zîşuurlar onu kemâl-i lezzetle mütalâa ederler. Ve öyle kıymettar bir mu’cize-i kudrettir ve bir ilânname-i hikmettir ki, Sâniinin san’atını nihayetsiz ehl-i takdire cazibedarâne teşhir eder. Hem kendi san’atını kendisi temâşâ etmek ve kendi cemâl-i fıtratını kendisi müşahede etmek ve kendi cilve-i esmâsının güzelliklerini âyineciklerde kendisi seyretmek isteyen Fâtır-ı Zülcelâlin nazar-ı şuhuduna görünmek ve mazhar olmak, gayet yüksek bir netice-i hilkatidir. Hem kâinattaki hadsiz faaliyeti iktiza eden tezahür-ü rububiyete ve tebarüz-ü kemâlât-ı İlâhiyeye (Yirmi Dördüncü Mektupta beyan edildiği gibi) beş vech ile hizmeti dahi, ulvî bir vazife-i fıtratıdır. Ve böyle faideleri ve neticeleri vermekle beraber, kendi yerinde, bu âlem-i şehadette zîruh ise ruhunu ve hadsiz hafızalarda ve sâir elvâh-ı mahfuzalarda suretini ve hüviyetini ve tohumlarında ve yumurtacıklarında mahiyetinin kanunlarını ve bir nevi müstakbel hayatını ve âlem-i gaybda ve daire-i esmâda âyinedarlık ettiği kemâlleri ve güzellikleri bırakıp, mesrurâne terhis mânâsında bir zâhirî mevt ile bir zevâl perdesi altına girer, yalnız dünyevî gözlerden saklanır mahiyetinde gördüm; “Oh, elhamdü lillâh” dedim.
[/NOT]

Mahlukatın bir an için görünüp kaybolmalarına, bilhassa hayat sahiplerinin bir an-ı seyyale yaşayıp gitmelerine, ancak tevhid sırrıyla, imani bir bakış açısıyla bakıldığında hikmetlerini anlayabiliyoruz.

Mahlukatın vücuda gelmesinin çeşitli gayeleri ve neticeleri vardır. Üstad yukarıdaki ifadeleri, Onuncu Söz'ün Mukaddimesi'nin, Dördüncü Esası'nda şu şekilde izah ediyor.


[TAVSIYE]Evet, her şeyin vücudunun müteaddit gayeleri ve hayatının müteaddit neticeleri vardır. Ehl-i dalâletin tevehhüm ettikleri gibi dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır değildir ta hikmetsizlik içine girebilsin. Belki herşeyin gayât-ı vücudu ve netâic-i hayatı üç kısımdır:

Birincisi ve en ulvîsi Sâniine bakar ki, o şeye taktığı harika-i san’at murassaâtını, Şâhid-i Ezelînin nazarına resmigeçit tarzında arz etmektir ki, o nazara bir ân-ı seyyâle yaşamak kâfi gelir. Belki, vücuda gelmeden, bilkuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir. İşte, seriüzzevâl lâtif masnuat ve vücuda gelmeyen, yani sünbül vermeyen birer harika-i san’at olan çekirdekler, tohumlar şu gayeyi bitamamihâ verir. Faydasızlık ve abesiyet onlara gelmez. Demek, herşey, hayatıyla, vücuduyla Sâniinin mucizât-ı kudretini ve âsâr-ı san’atını teşhir edip, Sultan-ı Zülcelâlin nazarına arz etmek birinci gayesidir.

İkinci kısım gaye-i vücut ve netice-i hayat, zîşuura bakar. Yani, herşey, Sâni-i Zülcelâlin birer mektub-u hakaiknümâ, birer kaside-i letâfetnümâ, birer kelime-i hikmet-edâ hükmündedir ki, melâike ve cin ve hayvanın ve insanın enzârına arz eder, mütalâaya davet eder. Demek, ona bakan her zîşuura ibretnümâ bir mütalâagâhtır.

Üçüncü kısım gaye-i vücut ve netice-i hayat, o şeyin nefsine bakar ki, telezzüz ve tenezzüh ve bekà ve rahatla yaşamak gibi cüz’î neticelerdir. Meselâ, azîm bir sefine-i sultaniyede bir hizmetkârın dümencilik ettiğinin gayesi, sefine itibarıyla yüzde birisi kendisine, ücret-i cüz’iyesine ait, doksan dokuzu sultana ait olduğu gibi; herşeyin nefsine ve dünyaya ait gayesi bir ise, Sâniine ait doksan dokuzdur. İşte bu taaddüd-ü gayattandır ki, birbirine zıt ve münafi görünen hikmet ve iktisat, cûd ve sehâ ve bilhassa nihâyetsiz sehâ ile sırr-ı tevfiki şudur ki:

Birer gaye nokta-i nazarında cûd ve sehâ hükmeder, ism-i Cevâd tecellî eder. Meyveler, hubublar, o tek gaye nokta-i nazarında bigayri hisabdır; nihayetsiz cûdu gösteriyor. Fakat umum gayeler nokta-i nazarında hikmet hükmeder, ism-i Hakîm tecellî eder. Bir ağacın ne kadar meyveleri var; belki her meyvenin o kadar gayeleri vardır ki, beyan ettiğimiz üç kısma tefrik edilir. Şu umum gayeler nihayetsiz bir hikmeti ve iktisadı gösteriyor. Zıt gibi görünen nihayetsiz hikmet, nihayetsiz cûd ile, sehâ ile içtima ediyor. Meselâ, asker ordusunun bir gayesi temin-i asayiştir. Bu gayeye göre ne kadar asker istersen var ve hem pek fazladır. Fakat hıfz-ı hudut ve mücahede-i a’dâ gibi sair vazifeler için, bu mevcut ancak kâfi gelir; kemâl-i hikmetle muvazenededir. İşte, hükûmetin hikmeti, haşmet ile içtima ediyor. O halde, o askerlikte fazlalık yoktur denilebilir.[/TAVSIYE]
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 54 - Zahirî Çirkinlikler ve Ardındaki Güzellikler

[NOT]Evet, kâinatın bütün tabakatında ve umum nevilerinde gözle görünen ve her tarafa kök salan gayet esaslı ve çok kuvvetli ve kusursuz ve nihayet derecede parlak olan bu cemâller ve güzellikler, elbette şirkin iktiza ettiği çok çirkin ve haşin ve gayet menfur ve perişan olan evvelki vaziyet muhal ve mevhum olduğunu gösteriyor. Çünkü, böyle çok esaslı bir cemâl perdesi altında böyle dehşetli bir çirkinlik saklanamaz ve bulunamaz. Eğer bulunsa, o hakikatli cemâl, hakikatsiz, asılsız, vâhî ve vehmî olur. Demek şirkin hakikati yok, yolu kapalı, bataklıkta saplanır; hükmü muhal, mümtenidir.[/NOT]
 
Üst