Bu acip asrın bir hassası...

hasret

Well-known member
Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.

Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.

Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.
 

Sergerdan

Well-known member
Eline saglık Şualar abi,
O acip hastalıga yakalanmayalım,ona karşı pürdikkat olalım inş.

Acaba az mıdır çok mudur hayatımızda;zaman degişti,ihtiyaçlar arttı bu müslümanlar da yanlış düşünüyor yav deyip aslında umur-u uhreviyeden uzaklaştıgımız ef'alimiz,davranışlarımız?
 

hasret

Well-known member
Sergerdan ' Alıntı:
Eline saglık Şualar abi,
O acip hastalıga yakalanmayalım,ona karşı pürdikkat olalım inş.

Acaba az mıdır çok mudur hayatımızda;zaman degişti,ihtiyaçlar arttı bu müslümanlar da yanlış düşünüyor yav deyip aslında umur-u uhreviyeden uzaklaştıgımız ef'alimiz,davranışlarımız?

Abi burası beni en derinden vuran mektuplardan bi tanesi...Ne bilim burası cok ince noktalara kadar işaret ediyor.Cam parcası deyince malayani olan sana Allahı unutturan hersey geliyor aklıma...Neleri uhrevi hayatıma tercih ettim! İştebvurası yakıyo beni...sonra şu uzuv meselesi yirmiücüncü sözde diyor ya;

Şu hakikati, bir vakıa-i hayaliyede şöyle bir temsilde gördüm ki: Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, itle oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar yabanî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahiçocukların oynamasını tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bom boş, hep nazik vazifeler muattal kalmış, ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.

burayı bana hatırlatıyor.Kimin emrini yerine getiriyorsan sen onun kölesisin.Nefsinin mi,rabbinin mi?

Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafa zası için, zarure t derece sinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhrevi yeye muvakk aten tercih edilme sine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat, yalnız bir ihtiya ca binaen helâkete sebebi yet vermey en bir zarara göre tercih edilme z, ruhsat yoktur . Halbuk i bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniye yi terk eder.

Şurasıda cok ehemmiyetli,gecmiş zamnda cok tartışmış olduğum bir meseleye müthiş bi cevap...

RABBİM'' Öyleyse, herşeyden evvel onun daires ine girmel i, sadaka tle, tam metane t ve ciddî ihlâs ve tam itimad la ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesiri nden kurtul sun''SU İFADEYE LAYIK ETSİN...Bu metup müzakere edilse ne güzel olurdu...
 

yunus44

Active member
BU YARANIN BİR MERHEMİNİDE YAZMAK İSTEDİM SAYGILARIMLA.
....
Birincisi: Meyusâne bir hatıradan müjdeli bir ihtar:

Bugünlerde hatırıma geldi ki, hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara mâruz kalıyor.
Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar.
"Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadet ve takvâsı nasıl mukabele edebilir?" diye meyusâne düşündüm.

Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim.
Risale-i Nur şakirtleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair
kuvvetli işaret-i Kur'âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm.
Kalben dedim ki: "Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?" diye mütehayyir kaldım.
Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur'un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a'mâl-i uhreviye kanunuyla
ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder.
Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille mukabele eder.
Bazı melâikenin kırk bin dille zikrettikleri gibi, hâlis, hakikî, müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder,
necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur.
Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur.
Elbette, bu büyük kazancı kaçırmamak için, takvâda, ihlâsta, sadakatte çalışmak gerektir.

Kastamonıu Lâhikası
 

hasret

Well-known member
Risale-i Nur'un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiy e olan iştirak-i a'mâl-i uhrevi ye kanunu yla
ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedin ce diller le ibadet edip istiğfar eder.
Bin taraft an hücum eden günahlara, binler dille mukabe le eder.
Bazı melâikenin kırk bin dille zikret tikler i gibi, hâlis, hakikî, müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin diller iyle ibadet eder,
necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur.
Risale-i Nur daires inde sadaka t ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ı kebâir derece siyle o ulvî ve küllî ubudiy ete sahip olur.
Elbett e, bu büyük kazancı kaçırmamak için, takvâda, ihlâsta, sadaka tte çalışmak gerekt ir.




Mükemmel bir yer,muvafık olmuş buraya...
 

muvafýk

Member
"yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur . Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniye yi terk eder."
Bu kısım özellikle bana ilginç geldi.Maslahat bahanesi ile haram olan bazı muamelelere cevaz veren zevatın bu ifadeyi can kulağı ile dinlemeleri lazım.
 

yunus44

Active member
DAHA ÖNCE YAZMIŞTIM http://www.saidnur.org/forum/index.php/topic,539.msg21449.html#msg21449
Bediüzzamandan fıkhi tesbitler BÖLÜMÜNDE VAR AMA SON KISIMIDA EKLEYEREK ÖNEMİNE BİNAEN TEKRAR YAZIYORUM
......................
Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi.
Onlar dediler:

"Biz şimdi mecburuz.Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar. kaidesiyle,
Avrupa'nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz" dediler.

Ben de dedim: "Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan gelse, kat'iyen doğru değildir; haramı helâl etmez.
Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok.
Meselâ; Bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine câri olur, mâzur sayılmaz, ceza görür.
Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir.
Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir."

İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: "Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var?
Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar.
Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i kat'iye ile, su-i ihtiyardan neş'et eden hükümleri ayırmıştır.
Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş."
EMİRDAĞ LAHİKASI
 

illailayh

Active member
yunus44 ' Alıntı:
DAHA ÖNCE YAZMIŞTIM Bediüzzamandan fıkhi tesbitler BÖLÜMÜNDE VAR AMA SON KISIMIDA EKLEYEREK ÖNEMİNE BİNAEN TEKRAR YAZIYORUM
......................
Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi.
Onlar dediler:

"Biz şimdi mecburuz.Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar. kaidesiyle,
Avrupa'nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz" dediler.

Ben de dedim: "Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan gelse, kat'iyen doğru değildir; haramı helâl etmez.
Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok.
Meselâ; Bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine câri olur, mâzur sayılmaz, ceza görür.
Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir.
Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir."

İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: "Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var?
Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar.
Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i kat'iye ile, su-i ihtiyardan neş'et eden hükümleri ayırmıştır.
Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş."
EMİRDAĞ LAHİKASI

ilk kez okudum çok tatmin edici üstad bu noktada..aklıma gayri ihtiyari şu kamudaki türban yasagı geldi??? hani birzamanlar ugruna herseyden vazgectıgımız türban.. şimdilerde son derece sıradan bir hal alan örtü tavizi malesef beraberinde bircok haramı mübah hale getirdi.. haramdan helale gidilmicegini hakkal yakin görüyoruz..şimdi abi bu durumda şu hakikatlere binaen tercih şart mı??
 

yunus44

Active member
evvela güzel bir hatıra var onu anlatmak isterim.
Ahmet gümüş abi (zübeyir gündüz alp abinin yanında kalmış bir abi)
ondan dinlemiştim.
Birgün biri kendine 1 soru sorar,
cevabını risaleden okurken 2. bir sorur sorar.
bir alt satır 2.sorunun cevabı olduğunu görür ve okur, adam tamader.
3.soruyu sorar o adam
Ahmet gümüş abide bir altdaki parağrafı okur.Tamam mı der. Adamda tamam der.
risale-i nurun bir kerameti ortaya çıkar.
şimdide arkadaşımızın sorduğu sorunun cevabı olarak bir alttaki parağrafı yazmak istiyorum ins. cevap olur.

................................................................................................
Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid'alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek "Zaruret var" zannıyla hareket eden o biçarelere vurmayınız.
Onun için kuvvetimizi dahilde sarf etmiyoruz.
Biçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz.
Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde, şimdi milyonlar Nur talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.
 

hasret

Well-known member
maşallah,Barekalalh! ne güzel tesbitler ve paylaşımlar.yunus44 abi paylaşımlarından dolayı Rabbim yar ve yardımcınızolsun.

muvafık ' Alıntı:
"yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur . Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniye yi terk eder."
Bu kısım özellikle bana ilginç geldi.Maslahat bahanesi ile haram olan bazı muamelelere cevaz veren zevatın bu ifadeyi can kulağı ile dinlemeleri lazım.

Aynen katılıyorum.
illailayh ' Alıntı:
ilk kez okudum çok tatmin edici üstad bu noktada..aklıma gayri ihtiyari şu kamudaki türban yasagı geldi??? hani birzamanlar ugruna herseyden vazgectıgımız türban.. şimdilerde son derece sıradan bir hal alan örtü tavizi malesef beraberinde bircok haramı mübah hale getirdi.. haramdan helale gidilmicegini hakkal yakin görüyoruz..şimdi abi bu durumda şu hakikatlere binaen tercih şart mı??

kardeşim yukarda demişiim ya, bi zaman tartıştığım meseleye mükemmel bir cevap diye işte muvafığın kopy yaptığı yeri kastetmiştim.
 

zeyhak_

Well-known member
Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerinikısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.

Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerinitatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerinive kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlikve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.

Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.
 
Üst