Lem'alar 4. Ders - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir..

Eddaî2

Well-known member
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor. Anladıklarımızı paylaşalım. Selam ve dua ile.


[BILGI]İKİNCİ NÜKTE

Yirmi Altıncı Sözde sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musibet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.

BİRİNCİ VECİH: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...

مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاۤءُ [SUP]1[/SUP]
İKİNCİ VECİH: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, [SUP]2[/SUP] kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. [SUP]3[/SUP] Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.

ÜÇÜNCÜ VECİH: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır [SUP]4[/SUP] ve dâr-ı hizmettir. [SUP]5[/SUP] Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. [SUP]6[/SUP] Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, [SUP]7[/SUP] o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, [SUP]8[/SUP] şekvâ değil, şükretmek gerektir.

Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: “Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor.” Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.


[SUP]1[/SUP] : Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
[SUP]2[/SUP] : bk. Müslim, Birr: 52; Ebû Dâvud, Cenâiz: 1; el-Hâkim, el-Müstedrek: 1:1500.
[SUP]3[/SUP] : bk. Buhârî, Merdâ: 1; Müslim, Birr: 52; Tirmizî, Zühd: 57; Muvatta’, Cenâiz: 40.
[SUP]4[/SUP] : bk. Bakara Sûresi, 2:155; Âl-i İmrân Sûresi, 3:154, 186; Mâide Sûresi, 5:48; En’âm Sûresi, 6:165.
[SUP]5[/SUP] : bk. Tevbe Sûresi, 9:105; Necm Sûresi, 53:39.
[SUP]6[/SUP] : bk. Bakara Sûresi, 2:21; Necm Sûresi, 53:36.
[SUP]7[/SUP] : bk. Tirmizî, Deavât: 79; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:106.
[SUP]8[/SUP] : bk. Dârimî, Rikak: 56; Müsned: 2:159, 194, 198, 3:148, 238, 258.



Lem'alar[/BILGI]

[TAVSIYE]Benzer dersler: Risale-i Nur Açıklamalı 1: Zahirî Çirkinliklerin Altındaki Güzellikler
Diğer dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

"Elif. Lâm. Mîm. İnsanlar yalnız inandık demekle hiç imtihân edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?"

"Şânım hakkı için onlardan öncekileri de imtihân ettik. Elbette Allâh, (dîn ve îmân dâvâsında) sâdık olanlarla yalancıları bilmektedir." (el-Ankebût, 1-3) buyurarak îmân ve imtihânın âdetâ içiçe olduğunu beyân eylemiştir.

Buna göre; îmân bir lutuf, imtihân da onun miyârı, kuldan istenilen sabır ve teslîmiyyetle îmânı muhâfaza ise, bir bedel mesâbesindedir. Yâni Hakk Teâlâ, verdiği lutfunun yüceliğini ve değerini idrâk ettirmek için kullarına takdîr buyurduğu imtihânlarla -onların iktidarları nisbetinde- âdetâ bir bedel taleb etmektedir. Âyet-i kerîmedeki:

"Allâh mü'minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır." (et-Tevbe, 111) ifâdesi de, bu hakîkatin bir tezâhürüdür.

Dolayısıyla, rızâ-yı ilâhîyi kazanmak için, Hakk'ın istediği bedelleri (can, mal-mülk, vesâireyi) seve seve O'nun yolunda fedâ etmek, îmânın kemâline vesîledir. Mü'minlerin şu imtihân dünyâsındaki ibtilâ, mihnet ve meşakkatlerinin, âhıret kazancına bir bedel olarak kaydedildiği şüphesizdir.
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

"(Ey mü'minler!) Eğer (başınıza gelen sıkıntılara aldırmayıp Allâh'ın dînini yaşamak husûsunda) sabır (ve sebât) eder ve ittikâ ederseniz, (yâni hem takvâ üzre Allâh'a sığınır, hem de gerekli tedbirleri alarak korunursanız), onların (İslâm düşmanlarının) hîle ve tuzağı size hiçbir zarâr vermez! Çünkü Allâh, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." (Âl-i İmrân, 120)
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

"(Ey mü'minler!) Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmezden önce cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet Peygamber ve onunla birlikte inananlar: Allâh'ın yardımı ne zaman? diyecek olmuşlardı. Bilin ki Allâh'ın yardımı yakındır." (el-Bakara, 214)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

"Mü'min bir erkek veya kadın; nefsinde, çoluk çocuğunda, malında imtihâna uğrar, tâ ki Allâhımız'a temiz ve günâhsız kavuşsun..."

Demek ki kula verilen imtihânların hikmeti, sadece sâdıklar ve fâsıkların birbirinden ayırd edilmesi için değil, aynı zamanda kulun, günâh kirlerinden temizlenmesi içindir.

Bu sebebledir ki, zâlimlerin inananlara yaptıkları zulümler, zâhiren kahır gibi görünse de îmânını koruyabilenler için bir lutufdur.
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

"Ey insanlar!

Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız!

Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar. Sonra hepsi mahvolur gider. Vukuâtın ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini tâkip eder.

Dikkat edin, söylediklerime kulak verin! Gökten haber var; yerde ibret alacak şeyler var! Yeryüzü serilmiş bir döşek, gökyüzü yüksek bir tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acabâ vardıkları yerden memnun oldukları için mi orada kalıyorlar; yoksa alıkonulup da uykuya mı dalıyorlar...

Ey insanlar!

Gafletten sakının! Her şey fânîdir, ancak Cenâb-ı Hak Bâkî'dir. Birdir, şerîk ve nazîri (ortağı ve benzeri) yoktur. İbadet edilecek, yalnız O'dur. O doğmamış ve doğurmamıştır.
Kuss bin Sâide'
 
Son düzenleme:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

İmâm Şâfiî Hazretleri, buyurmuştur:

"Kervanların, yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı değildir? Gideceği yere ulaşmak isteyen, istasyonda uyumaz (istasyonda gaflete dalmaz)."
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

Ebû Hüreyre -radıyallâhü anh-'ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber -sallallâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

"İsrâiloğulları arasında, biri ala tenli (abraş), biri kel, biri de kör, üç kişi vardı. Allah Teâlâ onları denemek istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.

Melek, ala tenliye gelerek:

«-En çok istediğin şey nedir?» dedi. Ala tenli:

«-Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu hâlin benden giderilmesi...» dedi. (Bu söz üzerine) melek onu sıvazladı ve vücudundaki ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti. Melek bu defa:

«-Peki, en çok sahip olmak istediğin mal nedir?» dedi. Adam:

«-Devedir.» dedi. Ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek:

«-Allah sana bu deveyi bereketli kılsın.» diye duâ etti (ve yanından ayrıldı).

Sonra kele giderek:

«-En çok istediğin şey nedir?» diye sordu. Kel:

«-Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin giderilmesi.» dedi. Melek onun (başını) sıvazladı, (bir anda) kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi. Melek devamla:

«-Peki, en çok sahip olmak istediğin şey nedir?» diye sordu. O da:

«-Sığır...» dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek:

«-Allah sana bunu bereketli kılsın!» diye duâ ettikten sonra körün yanına gitti ve:

«-En çok istediğin şey nedir?» diye sordu. Kör:

«-Allâh'ın gözlerimi bana geri vermesini ve insanları görmeyi çok istiyorum.» dedi. Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iâde etti. Bu defa melek:

«-Peki, en çok sahip olmak istediğin şey nedir?» diye sordu. O da:

«-Koyun...» dedi. Bunun üzerine ona, döl veren bir gebe koyun verildi.

Deve ve sığır yavruladı, koyun da kuzuladı. Neticede birinin vadi dolusu develeri, diğerinin vadi dolusu sığırları, ötekinin de bir vadi dolusu koyun sürüsü oldu.

Daha sonra melek, ala tenliye, eski kılığında geldi ve:

«-Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere, önce Allah, sonra senin yardımın ile ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına, senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyorum.» dedi.

Adam:

«-Mal verilecek yer çoook.» dedi. Melek:

«-Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allâh'ın zengin ettiği abraş (ala tenli) değil misin?» dedi. Adam:

«-Bana bu mal, atalarımdan miras kaldı.» dedi. Melek:

«-Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin.» dedi ve sonra eski kılığına girip kelin yanına gitti. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek ona da:

«-Yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin.» dedi. Daha sonra körün kılığına girip bu sefer de onun yanına gitti ve:

«-Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allâh'ın, sonra da senin yardımınla yoluma devam edeceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına, senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim.» dedi. Bunun üzerine (eski) kör:

«-Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iâde etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allâh'a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım.» dedi.

Melek:

«-Malın senin olsun. Bu, sizin için bir imtihandı. Allah senden râzı oldu, arkadaşlarına gazab etti.» cevabını verdi (ve oradan ayrıldı)." (Buhârî, Enbiyâ, 51; Müslim, Zühd, 10)

Nîmetleri ihsân eden Cenâb-ı Hak'tır. Kula düşen ise, kendisine lûtfedilen nîmetlerin şükrünü îfâya gayret gösterip, nâil olduğu bu ihsan ve ikrâmı, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına cömertçe tevzî edebilmektir. Zira nâil olduğu nîmet karşısında tevâzû içerisinde şükredip, karşılaştığı bütün sıkıntı ve musîbetler karşısında büyük bir metânetle sabredebilmek, murâkabe şuuruna ermiş bir kalbin sanatıdır. Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını kazandıran bu şuurdan mahrum bir gönül, darlık ve bolluk, felâket ve saâdet, hastalık ve sıhhat gibi farklı hâllerde dâimâ farklı davranacaktır. Bu hakikat, âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyrulmaktadır:

"İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde; «Rabbim bana ikram etti.» der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise; «Rabbim beni önemsemedi.» der."
(el-Fecr, 15-16)
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurmuştur:

"Senin iç dünyan bir misâfirhâne gibidir. Sevinçler de, kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan, ne de gamları kendine dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme; çünkü o gamlar, sabredersen senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır."
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

[NOT]Yirmi Altıncı Sözde sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musibet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.

BİRİNCİ VECİH: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...

مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاۤءُ [SUP]1[/SUP]


[SUP]1[/SUP] : Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. [/NOT]


Başa gelen musibet ve hastalıklarda insanların şekvaya, şikayete, isyan etmeye hakları yoktur. Çünkü hak sahibi olmak için bütün maddi ve manevi azalarına sahip olabilmesi gerekir. O halde insan, kendine ait olmayan vücuduna bir hastalık geldiğinde ya da başına bir musibet geldiğinde nasıl hak dava edebilir ? Şu kısım şikayete hiçbir şekilde hakkımız olmadığını daha açık bir şekilde anlatıyor. Anlamaya çalışalaım inşaallah.


[TAVSIYE]
Yirmi Altıncı Sözün hâtimelerinde denildiği gibi, nasıl ki bir mahir san’atkâr, kıymettar bir elbiseyi murassâ ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı, lâyık olduğu bir ücrete mukàbil model yaparak, kendi san’at ve maharetini göstermek için, o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir. Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o san’atkâra desin: “Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?”

Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl, herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmâsıyla kemâlât-ı san’atını göstermek için, herbir şeye, hususan zîhayata, duygularla murassâ bir vücut libasını giydirerek, üstünde kalem-i kazâ ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i esmâsını gösterir. Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak, bir kemâl, bir lezzet, bir feyiz veriyor.

مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاُ [SUP]1[/SUP] sırrına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle karşı hiçbir şeyin hakkı var mıdır ki, desin, "Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatimi bozuyorsun." Hâşâ!

Evet, mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü’l-Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hakkını edâ etmektir.

Çünkü verilen bütün vücut mertebeleri vukuattır, birer illet ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkânâttır. İmkânât ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz.

Meselâ madenler diyemezler: “Niçin nebâtî olmadık?” Şekvâ edemezler; belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için, hakları Fâtırına şükrandır.

Nebâtat, “Niçin hayvan olmadım?” deyip şekvâ edemez. Belki, vücut ile beraber, hayata mazhar olduğu için, hakkı şükrandır.

Hayvan ise, “Niçin insan olmadım?” diye şikâyet edemez. Belki, hayat ve vücut ile beraber, kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkezâ, kıyas et.

Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...

Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: “Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım?” diye şekvâ ederek ağlayıp sızlasın ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler dahi anlar.

Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvâlı, gafil insan!

Kat’iyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasâretli bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.

İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî etme.

Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.


Sorularla Risale | Risale-i Nur Külliyatı | Birinci Makam[/TAVSIYE]







 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

[NOT]İKİNCİ VECİH: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, [SUP]2[/SUP] kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. [SUP]3[/SUP] Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.[/NOT]

Musibetler ve hastalıklar günahlara keffarettir. Günahları affettirir. İnsanın manen temizliğine vesiledir. Günahlarımızın affına vesile olan ve manen bizi temizleyen musibet ve hastalıklara karşı şekvada bulunmaya ne hakkımız olabilir ? Zaten istediğimiz Cenab-ı Hakkın huzuzruna tertemiz çıkmak değil mi ? Cennet temizlerin yeridir. Cennete layık hale gelebilmek için, günahlarımızdan arınmamız ve temizlenmemiz icab ediyor. Buna vesile olan hastalık ve musibetlere karşı şekva değil, belki şükür ve sabır içinde olmak icab eder.


[TAVSIYE]Bir kaba taş düşünelim, bu taş, bir heykeltıraşın eline verilse ve ondan güzel bir heykel yapılması istenilse, o heykeltıraş da eline çekiç ve aletlerini alarak onu evire çevire yontmaya başlar. Taşa çok zahmetler ve sıkıntılar verecektir. Ama neticede ise mükemmel ve sanatlı, güzel bir heykel ortaya çıkacaktır. Bu sayede o heykelin ilk kaba hali tasaffi ederek safileşip kemalini bulacaktır. İlk haline kıyasla, mükemmel bir hal kazanacaktır. Hem değer kazanıp terakki edecektir..

Kaba taş, bu halleri kazanırken, biraz, ustanın elinde hırpalandı, sıkıntı çekti ama güzel bir sonucu da elde etmiş oldu. Kaba taşlıktan, mükemmel bir sanat kıvamına geldi.

Aynen bunun gibi, insan da o kaba taş gibi, fıtratına yerleştirilmiş olan çok istidat ve kabiliyetlerin inkişaf edip mükemmel bir kıvama gelmesi için Allah, insanı musibet, hastalık,sıkıntılar ile terbiye ve tezkiye ediyor. Hayatımıza konulmuş olan ham yetenekleri hareket ve musibetlerle yontuyor, temizliyor ve kemale sevk ediyor. Yoksa hareket ve musibetler olmazsa, hayat yeknesak, tekdüze kalıp inkişaf etmeyecekti. Kaba bir taş gibi sürekli değersiz kalacaktı. Kaba taşın güzel bir heykel olmasının yolu, ustanın yontmasından geçmesi gibi, insanın da ham olan kabiliyetlerinin inkişaf edip kemal bulmasının tek yolu imtihan, musibet ve hastalık gibi zorluklardan geçmesiyle mümkündür.

Dünyadaki musibetler ve hastalıklar, insanı olgunlaştırıp kemale götürür. İnsandaki iyi yönlerle kötü yönleri ayrıştırıp tasaffi ettirir. Zayıf ve ham olan manevi bünyesini kuvvetli hale dönüştürür. Sabır ve metaneti sayesinde manen terakki ettirir tekemmül eder...


Sorularla Risale | "Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar." cümlesini izah eder misiniz?
[/TAVSIYE]
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

[NOT]ÜÇÜNCÜ VECİH: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır [SUP]4[/SUP] ve dâr-ı hizmettir. [SUP]5[/SUP] Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. [SUP]6[/SUP] Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, [SUP]7[/SUP] o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, [SUP]8[/SUP] şekvâ değil, şükretmek gerektir.[/NOT]


Dünyaya bir imtihana tabi tutulmak için geldik. Her imtihanın bir zorluğu vardır. Musibetler ve hastalıklarda bizim imtihanımızın zorluklarındandır. Ancak insanlar olarak gaflete düşüp, imtihan bitmeden önce mükafat istiyoruz. Hiç imtihandan önce sınava not veren öğretmen var mı ? Olamaz, çünkü böyle yaptığı takdirde, yaptığı sınavın bir anlamı kalmaz. Himzet olmadan ücret olmaz. Dünya hizmet, ahiret ise ücret yeri. Burada çalışacak, inşaallah ahirette de karşılığını bulacağız. Musibetler ve hastalıklar dinimize gelmediği ve sabır içinde mukabele etiiğimiz takdirde, manen terakkimize sebep oluyor. Musibet ve hastalıklar şiddetine göre manevi kazancımıza vesile oluyorlar. Ne kadar ağırsa, o kadar günahımız affoluyor ya da nafile bir ibadet hükmünü alıyor. Hem yapmacık olmadığından, tam ihlas sırrına muvafık olduğundan, daha da makbul bir ibadet yerine geçiyor. Böyle bir musibetten ya da hastalıktan dolayı, şikayet etmek değil şükretmemiz gerekiyor inşaallah.

Dini musibetten anladığımız, dinimizi yaşamamıza mani olan hastalık veya musibetlerdir.
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir

[NOT]Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: “Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor.” Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.[/NOT]


İbadetleri ikiye ayırıyor Üstad Hazretleri. Müsbet ve menfi ibadetler. Müsbet olanlar bildiğimiz namaz, oruç, hac, zekat vs. ibadetlerdir. Menfi ibadetler ise musibet ve hastalıklardır. Ki hastalıklar ve musibetler tabiri caizse, birden bire gözümüzün açılmasına sebeb olurlar. Küçücük cesedimizle yerine göre dünyaya meydan okuyoruz. Musibetler ise zaaflarımızı, acizimiz hatırlatıyor bize. Allah cc. izin vermezse bir parmağımızı bile kıpırdatamayacağımızı anlıyoruz. Hastalık veya musibeti tam hissederek yaşadığımızdan yapmacıklığa ve riyakarlığa meydan bulamıyoruz. Oysa rahat ve lezzet içinde yaptığımız ibadetlerin birçoğundan gafiliz. Musibetler samimi hal takınmamıza ve samimi bir dil ile Allah'a yalvarmamıza vesile oluyorlar. Günahlardan uzaklaşıp, Allah'a cc. yaklaşmamıza vesile oluyorlar. Bunun gibi musibetlerin ve hastalıkların daha birçok faydalarını ve güzel neticelerini düşünürsek, kısacık ömrümüz meyvedar olacaktır inşaallah.
 
Üst