Lahika Analizi 49:Asâ-yı Mûsâ’- Birinci Kısım:Birincisi

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.
Bismillahirrahmanirrahim.

Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.


Bu haftaki Lahika Analizi dersimize Asâ-yı Mûsâ’ Birinci Kısım- Birincisin,den devam ediyoruz insallah. Anladiklarinizi paylasarak katilimlarinizi bekliyoruz kardesler.


[BILGI]Birincisi

Dördüncü Sözde izahı bulunan, her gün yirmi dört saat sermaye-i hayatı, Hâlıkımız bize ihsan ediyor—tâ ki, iki hayatımıza lâzım şeyler o sermaye ile alınsın. Biz kısacık hayat-ı dünyeviyeye yirmi üç saati sarf edip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan hayat-ı uhreviyemize sarfetmezsek, ne kadar hilâf-ı akıl bir hata ve o hatanın cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntıları çekmek ve o sıkıntılar yüzünden ahlâkını bozmak ve meyusâne hayatını geçirmek sebebiyle, değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine gitmekle ne derece hasâret ederiz, kıyas edilsin.

Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet; ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi ve kalbî ve ruhî meyusiyet ve sıkıntıların kısmen zevâl bulması ve hapse sebebiyet veren hatalara kefâreten affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan, bir ders ve musibet arkadaşlarıyla tesellîdârâne bir hoş sohbet olduğu düşünülsün...

Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazancı için bin adam iştirak etmiş bir piyango kumarına yirmi dört lirasından beş on lirayı veren ve yirmi dörtten birisini ebedî bir mücevherat hazinesinin biletine vermeyen—halbuki dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanmak ihtimali binden birdir; çünkü bin hissedar daha var—ve uhrevî mukadderat-ı beşer piyangosunda, hüsn-ü hâtimeye mazhar ehl-i iman için kazanç ihtimali binden dokuz yüz doksan dokuz olduğuna yüz yirmi dört bin enbiyanın ona dair ihbarını keşfle tasdik eden evliyadan ve asfiyadan had ve hesaba gelmez sâdık muhbirler haber verdikleri halde, evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derece maslahata muhalif düşer, mukayese edilsin.
[/BILGI]

Bu risaleyle ilgili sorular



[NOT]


  • "Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet; ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi,.." Hastalık ve hapis dışında her musibet için bu bereketlenme var mı?
  • "...Evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derece maslahata muhalif düşer, mukayese edilsin." Uhrevî mukadderat-ı beşer piyangosunu açıklar mısınız? Üstad Hazretleri neden haram olan piyango teşbihini kullanıyor?
  • On Birinci Şua, Meyve Risalesinin, Birincisini kısaca özetler misiniz?

[/NOT]
 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.

"Eğer, bir saati beş farz namaza sarf etsek, o halde hapis ve musibet müddetinin herbir saati, bazan bir gün ibadet; ve fâni bir saati, bâki saatler hükmüne geçebilmesi,.." Hastalık ve hapis dışında her musibet için bu bereketlenme var mı?



Müslümanın ayağına diken batsa, kefaretine ve sevabına vesile olduğunu ifade eden ayet ve hadisler mevcuttur. Kalbi imanla oturaklaşmış her mümin bilir ki, kâinatta hikmetsiz bir hareket ve iş yoktur.
İbrahim Hakkı Hazretlerinin,
"Her işte hikmeti vardır / Abes fiil işlemez Allah"
beytinde de ifade edildiği gibi, her iş ve oluşun bir hikmet yönü vardır. İnsanın başına gelen her türlü musibet, Peygamberimiz (asv)'in,
"Mü'min bir kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü isabet etse, hatta ayağına bir diken batsa bile, bunlar mü'minin bir kısım günahlarına keffaret olur." (Müslim, Birr 52)
hadisinde ifade buyurduğu gibi, sabır ve rızayla karşılanması durumunda manevî bir kazanç kapısına dönüşmektedir.
Üstad Hazretlerinin bu gibi içtihatları bunun gibi hadislere dayanmaktadır. Bereketlenme, musibet ve belanın şiddetine göre değişebilir. Sorularla Risale
 

Bahtiyar

Active member
Ey AKIL bu kıyas ı ömrüne şiar yap ki, zarara sıkıntıya girmiyesin...

Soruyorum ey akıl sana bir saat tini bundan sonra yaşıyacağın sonsuz hayata sarf etmezsen bu ömründe dahi hem kalbi hem ruhi sıkıntıları çekmeye ahlakını bozmaya , ümitsizce hayatını geçirmeye değermi.Ey akıl madem akıl sın nefsin sana değil sen nefsine binmelisin...
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"...Evvelki piyangoya koşmak, ikincisinden kaçmak ne derece maslahata muhalif düşer, mukayese edilsin." Uhrevî mukadderat-ı beşer piyangosunu açıklar mısınız? Üstad Hazretleri neden haram olan piyango teşbihini kullanıyor?



Üstad Hazretlerinin bu teşbihi piyango kumarına meyletmiş ve hatta onu meslek edinmiş geniş bir kitleye hitap etmesinden dolayıdır.
Peygamber Efendimiz (asv)'in en önemli hitap metotlarından birisi de toplumun anlayacağı dilden ve örneklerden hareket etmesidir. Temsil ve örneklerin reel hayata uygun ve reel hayatın içinden olması mevzuu güçlendirir. Bugün İslam ülkesi olan ülkemizin Milli Piyango Dairesine sahip olması meseleye gayet güzel işaret ediyor.

Yani kazancı hem haram hem de milyonda bir olan piyangoya gitmeyi aklınız kabul ediyor da, kazancı yüz de yüze yakın olan ahiret piyangosuna neden ilgisiz ve alakasız kalıyorsunuz; demek sureti ile hem piyangonun helal ve meşru olanını, hem haram olanın ne kadar akıl dışı ve çirkin olduğunu, hem de kumarın toplumsal bir yara haline geleceğine işaret ediyor.
 

pendüender

Well-known member
Dünyada geçirilen zaman, âhiretin sonsuzluğu karşısında bir zerre veya bir damla mesâbesinde bile değildir. Fakat dünya imtihanının neticesi, ya sonsuz saâdet yurdu olan cennet, ya da ebedî bir ıztırap mahalli olan cehennemdir. Kulun yolculuğunun hangi istikâmete olacağını, fânî hayatında “âhireti veya dünyayı tercih edişi” belirler. Bu bakımdan şu kısacık dünya hayatında, âhireti tercihte gaflet göstermekten daha büyük bir aldanış söz konusu olamaz.

Hakk’a yakınlığın nûruyla gafletten uyanmış olan Allah dostları ise, kâinat kitabının her harfini gönül gözüyle ve hikmet nazarıyla okurlar. Kâinâtın ulvî bir gâye ile var edildiğini, hiçbir şeyin boş ve abes yere yaratılmadığını, her geçen günün ömür takviminden bir yaprak daha koparıp insanı kabre bir adım daha yaklaştırdığını yakînen idrâk ederler. “Hayat nîmetinin mânâ ve hikmeti nedir? Dünya niçin insanoğlunun emrine âmâde kılındı? İki kapılı bir hân olan bu cihâna nereden geldik, buradan yolculuk nereye?” gibi sualler üzerinde tefekkür ederek, ömürlerini ince, derin ve hassas bir hâlet-i rûhiye ile yaşarlar.
 

pendüender

Well-known member
DÜNYALARI VERSELER,

BİR ÂHİRET AMELİYLE DEĞİŞMEYİZ!..

Mûsâ -aleyhisselâm- Firavun’un sarayında bolluk içinde yaşamaktayken, Firavun’un kendisini öldürmek istediğini haber almış ve derhal Medyen istikâmetinde azıksız olarak yola çıkmıştı. Tam sekiz gün aç-susuz yürümüş, hâlsiz ve bitkin bir durumda Medyen kalesi önlerine varmıştı. O kadar çâresizdi ki artık:

“...Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtâcım!” (el-Kasas, 24) diye ilticâ ediyordu. Sonra orada kim olduklarını bilmeden, Şuayb

-aleyhisselâm-’ın kızlarına, koyunlarını sulamaları husûsunda yardımcı oldu. Hazret-i Şuayb bunu duyunca kendilerine iyilikte bulunan bu zâtı evine davet edip yemek ikrâm etmek istedi. Hazret-i Mûsâ sekiz gündür mîdesine bir lokma girmemiş olmasına rağmen, önüne konulan yemeğe el uzatmadı.

Hazret-i Şuayb’a da:

“–Biz öyle bir âileyiz ki, bütün dünyayı verseler, bir âhiret ameli ile değişmeyiz! Ben size bu yemek için değil, Allah rızâsı için yardım ettim.” dedi.

Şuayb -aleyhisselâm- bu cevâba çok memnun oldu ve:

“–Bu ikrâmımız, yaptığın yardım için değil, Hakk’ın misâfiri olduğun içindir.” buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ -aleyhisselâm- ikrâmı kabûl etti.

İşte âhirete îmânın, davranışlara aksetmiş âbidevî bir misâli. Dünyada açlıktan bütün gücünün tükeneceğini bilse bile, bir âhiret amelini dünyevî hiçbir karşılıkla değişmeme firâseti…
 

pendüender

Well-known member
Vâsile bin Eskâ

-radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Tebük Seferi’ne çıkılacağı günlerde (sefere katılabilmek için ne maddî gücüm ne de bir bineğim vardı. Bu mübârek seferden mahrum kalmamak için) Medîne meydanında müslüman kardeşlerime şöyle nidâ ettim:

“–Ganimet hissemi vermek karşılığında kim beni bineğine bindirir?”

Ensâr’dan yaşlı bir zât, bineğine sırayla binmek sûretiyle beni savaşa götürebileceğini söyledi. Bu hayırlı arkadaşla yola çıktım. Allah ganimet de nasîb etti; hisseme bir miktar deve isâbet etti. Develeri o yaşlı zâta götürdüm. O ise bana:

“–Develerini al götür.” dedi.

“–Başta yaptığımız anlaşmaya göre bunlar senin.” dediysem de Ensârî:

“–Ey kardeşim! Ganimetini al, ben senin bu maddî payını istememiştim. (Ben sevâbına, yâni uhrevî kazancına iştirâk etmeyi düşünerek ve Hakk’ın rızâsını umarak seni buraya getirdim.)” karşılığını verdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 113/2676)

Böylece o mübârek Ensârî de, o devrin en kıymetli dünyâ metâı sayılan birçok deveye sahip olmaktansa, âhirette nâil olacağı ecri tercih etti. Allah için olan bir hayrı elde edebilmek için, ne kadar kıymetli de olsa dünyevî bir menfaatten vazgeçebilme dirâyetini sergiledi.
 

pendüender

Well-known member
GERÇEK AKILLI KİM?

Akıl ve mantığın îcâbı, küçük ve geçici menfaatleri, faydası ebediyyen sürecek büyük kazançlar ile değişmeyi gerektirir. Allah Teâlâ buyurur ki:

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Takvâ1 sahipleri için âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (el-En’âm, 32)

Hadîs-i şerîfte de, gerçek akıl sahipleri şöyle târif edilir:

“Akıllı, nefsine hâkim olup onu hesâba çekerek ölümden sonrası için çalışan; ahmak ise nefsini hevâsına tâbî kıldığı hâlde Allah’tan (hayır) umandır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459)

İşte bir insanın ne kadar akl-ı selîm sahibi olduğu, bu gerçekler ışığında mîzân edilmelidir. Akl-ı selîmin îcâbı; bâkîyi fânîye tercih etmektir.

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şöyle buyurmuştur:

“Âhiretin yanında dünyanın durumu, sizden birinin parmağını denize daldırıp çıkarması gibidir. Parmağı (denizden) ne çıkardıysa (âhiretin yanında) dünya işte odur.” (Hâkim, Müstedrek, 4/319)
 

pendüender

Well-known member
Ashâb-ı kirâm, Mekke devrinde müşriklerin baskı, zulüm ve ambargosu altında iken kendi kendilerine:

“Bizler Rabbimize kul olabilmek için her cefâya katlanıyoruz. Allâh’a isyân eden kâfirler ise dünyada refah içinde rahat rahat dolaşıyor, dünya menfaatlerini istedikleri gibi kullanıyorlar.” dediler. Bunun üzerine Rabbimiz, mü’minlere dünyadan çok daha hayırlı olan ukbâyı tercih etmelerini emretti:

“İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir! Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. Ebrâr (hayır-hasenat sahipleri) için Allah katındaki (nîmetler) daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 196-198)

Dolayısıyla âhiret penceresinden bakıldığında dünyanın bütün rahatı ve zevk u safâsı, azıcık bir menfaatten ibârettir. Şâyet dünyanın Allah katında bir değeri olsaydı, Cenâb-ı Hak en sevgili kulları olan peygamberlerini, kıyâmete kadar saraylarda refah içinde yaşatırdı. Fakat Allah Teâlâ peygamberlerine ve sâlih kullarına fânî dünyanın hakîkî yüzünü göstermiş ve onların kalplerini dünyadan çok daha hayırlı olan ukbâya yönlendirmiştir.

Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:

“Benim dünya ile bir bağım yok. Benim dünyadaki durumum, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da yoluna devam eden bir yolcu gibidir.” (Tirmizî, Zühd, 44)
 

pendüender

Well-known member
Âhiret şuuru noktasında Lokman Hekim’in şu nasihati çok mühimdir:

“Evlâdım! Âhiretin uğruna dünyanı fedâ et, her ikisini de kazanırsın. Fakat sakın ola ki dünyan uğruna âhiretini fedâ etme, her ikisini de kaybedersin.”

Gerçekten de dünya ve âhiret, bir terâzinin iki kefesine benzer. Birine ağırlık verilince diğeri hafifler. Akl-ı selîm sahibi her mü’minin gönlü, dâimâ âhirete meyletmek mecbûriyetindedir. Zîrâ dünyanın gelgeç sevdâlarına ve içi boş heveslerine râm olup onunla mutlu olanın kalbinden âhiret sevgisi ve düşüncesi çıkar. Âhirete dâvet sesi kalbe yerleşince de, dünyâya dâvet fikri gönle yabancılaşır.
 

pendüender

Well-known member
“Fakat siz (ey insanlar!) Âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu hâlde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (el-A’lâ, 16-17)

“…Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) âhireti istiyor...” (el-Enfâl, 67)

Dünyada kazanılan zenginlik, sahibine en fazla kabre kadar yoldaşlık eder. İnsanın dünyadan kabre götürebileceği, zâhiren yalnızca bir kefenden ibârettir. Bâtınen ise insan, îmânı ve amelleriyle kabre girecektir. Bu itibarla dünyanın vefâsız servetine güvenmemek, geçici zevklerine aldanmamak gerekir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
On Birinci Şua, Meyve Risalesinin, Birincisini kısaca özetler misiniz?


Burada namaz kılan ve kılmayanların kazanç ve kayıpları arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Bir saatlik ibadetle günün yirmi dört saatini ibadet haline getirmenin yolu gösteriliyor. Ve namazın insan için hem dünya hem de ahiret saadetinde ne kadar lüzumlu ve gerekli bir ibadet olduğuna işaret ediliyor.
Burada namaz kılanın bütün mübah ve meşru işlerinin ibadet hükmüne geçeceği ifade ediliyor. Yani sabah ile öğle namazını kılan birisinin, bu iki vakit arasında yaptığı bütün meşru fiiller; bu ders olsun, inşaatta çalışmak olsun fark etmez, hepsi ibadet hükmündedir.
İnsanın yirmi dört saatlik bir gününü, yirmi dört kiloluk bir süte benzetecek olursak; nasıl süte az bir maya atılınca hepsi yoğurt oluyor. Bir saatlik namaz da süte atılan bir maya gibi, insanın yirmi dört saatini hayır ve ibadete çeviriyor. Elbetteki haramlar, haram fiiller bunun dışındadır.
 
Üst