Allah Asla Terketmez

muvafýk

Member
Allah insanlara mühlet verir. Şu dünyayı bir imtihan ve ‘sınanma’ yeri olarak yaratmıştır; ve şu dünyada, insanlık tarihinin iki ana akımını bu ‘mühlet’in içinde sınar. Mühlet verir; ama asla terketmez.




BİR BÜTÜN OLARAK İNSANLIK TARİHİNE baktığımızda, karşımıza çıkacak en çarpıcı vâkıalardan biri, ‘dalgalanmalar’dır. Bir fert olarak kendi hayat tarihçemizde de bir dizi ‘dalgalanma’ yaşanır durur.



Bu gelişler ve gidişler, inişler ve çıkışlar insanın yüreğini helecana sürüklese bile, önemli ve değerlidir. Zira, Kadîr-i Rahîm nasıl deniz içindeki balıkları denizin akciğeri hükmündeki dalgalar sayesinde suya karışan oksijenle besliyorsa, insan da bu dalgalanmalar ve gelgitler ile beslenir durmaksızın...



Nitekim, şöyle hayatımızın en verimli, en semereli, sonuçları itibarıyla en bereketli zamanlarına bakalım: Bu zamanlar, dalgaların şaha kalktığı musibet anlarıdır. İnsan musibetlerin insanı alabildiğine sıktığı o dalgalanma anlarını sükûnla, sabırla ve “Bu olayla bana ne söyleniyor?” sorusuna cevap arayışıyla geçiriyorsa, yaşadığı acılardan hayat boyu tadılacak tatlı sonuçlar çıkarır. Yüreğinin daraldığını hissettiği o zamanlarda, hayat boyu teneffüs edeceği hakikat oksijenleri bulur.



Velhasıl, ‘dalgalanmalar’ suretinde akseden bu ‘sınanma’ anları, gerçekte hayata tadını ve anlamını veren anlardır. Ama bu, bu anlarda, az önce sözünü ettiğimiz hali yaşayanlara mahsus kalır. Öte yanda ne yazık ki bu kadar açık mesajlara rağmen ne ders, ne de ibret alanlar vardır.



Manidardır, kendi hayatlarından bu ders ve ibreti çıkarma inceliğinden mahrum olanlar, bir bütün olarak insanlık tarihinden de aynı dersi ve ibreti çıkaramayacak kadar kördürler. O yüzden, hayat çizgilerini kesintiye uğratan, hayat ritimlerini bozan, hayat anlayışlarını sorgulanır duruma getiren ‘sınanma’ anlarında, Kur’ân’ın deyişiyle, ‘ne tevbe eder, ne de hatırlarlar.’ Bu olayın niye yaşandığını sormaz; bilakis inat ve isyanlarını arttırırlar. Arızanın asıl sebebini farkedebilecekleri müthiş imkânları, mağrurcasına giriştikleri ‘balans ayarları’ ile kısa vadeli ucuz kârlara, ama sonucu hüsran olan adımlara dönüştürürler. Bu hüsranların en büyüğü ise, kabrin öte tarafında durmaktadır. Ölüm ötesinde; kimi yüzlerin utancından mosmor, korkusundan bembeyaz, kahrından kapkara kesildiği o günde yaşayacakları en büyük hüsran ise henüz akıllarının ucunda dahi değildir.




Allah insanlara mühlet verir. Şu dünyayı bir imtihan ve ‘sınanma’ yeri olarak yaratmıştır; ve şu dünyada, insanlık tarihinin iki ana akımını bu ‘mühlet’in içinde sınar. Ölüm ötesinde hakikatın mutlak hükümranlığı vardır; ama imtihan gereği, şu dünyada, ‘günler döndürülür.’ Hakikat nurları kâh her tarafı kaplar, kâh gizlenir. Kâh gündüz olur, kâh gecenin karanlığı çöker insanlığın üzerine. Kâh baharlar ve yazlar yaşanır, kâh güzler ve kışlar. Bu gelgitler ve ‘dalgalanma’lar hengâmında, insanlar sınanırlar: O’na teslim olanlar veya nefsine teslimiyeti tercih edenler, O’na itaat edenler veya isyan edenler, O’nun emrine uyanlar veya emrine başkaldıranlar, O’nu tanıyanlar veya O’ndan gafil olanlar, O’nu bilenler veya unutanlar... şu dünya hayatının akışı içinde, bu ‘dalgalanmalar’la ayrışır durmaksızın.




Mü’minler, bu ‘mühlet’in şuuruyla, ne zafer anlarında ‘gurur sarhoşu’ olur; ne de ucu cehenneme uzanan ateş ırmaklarının yolcularının galebe çalıyor gözüktüğü anlarda ümitsizliğe kapılırlar. Aksine, böylesi anlarda sabır, teslimiyet, tevbe, tevekkül, tefekkür, dua, tezekkür, iltica, istiğfar, iztiâze, istiâne.. gibi bir dizi ubudiyet haliyle donanırlar. Gerçi dünyanın onlara dar geldiği, herşeyin çıkmaz gözüktüğü, Kıyameti çok yakınlarında hissettikleri anlar bile yaşanır. İbrahim (a.s.) ateşe atılır. Musa (a.s.) önünde deniz, ardında Firavun ordusu; bir an kalakalır. İsa (a.s.) için ölüm tezgâhları kurulur, bütün kavim Lût’un (a.s.) kapısına dayanır. Mağaradaki Nebî (a.s.m.) ile müşrikler arasında üç adımlık bir mesafe kalır. Bedir’de mü’minler üç kat güçlü bir orduyla karşılaşır. Bütün âlem-i İslâm, bir yanda Moğol, öte yanda Haçlı orduları arasında sıkışıp kalır. Batının, İslâm âleminin yarıdan çoğunu sömürgeleştirdiği; kalan kısmını da fikrî esaret altına aldığı ‘sömürgecilik’ günleri yaşanır.




Ama Allah asla terketmez. O, ‘imkânsız’ın onun için ‘imkânsız’ olduğu bir Kadîr-i Mutlak’tır. O herşeye Kâdir’dir; hiçbir şey, hiçbir sebep ona karşı duramaz. O Latîf’tir; ‘sebeplerin sukut ettiği’ sanılan noktada dahi, herşeye nüfuz eder ve aşılmaz sanılan engelleri aşarak lütfuyla mü’minleri sevindirir. O Habîr’dir; kapalı kapılar ardında alınan ‘gizli’ kararların hiçbiri O’ndan saklanabilmiş değildir. O Azîz’dir; her türlü sebebin üstündedir, ve emrine dil uzatarak izzetine sataşanları, cümle âleme zelil ve maskara eder. O Cebbar’dır; herşeye boyun eğdirir. O Müheymin’dir; kullarını koruyup gözetir. O Muğîs’tir; ‘herşey bitti’ sanılan anlarda dahi, kullarını alıp kurtarır. Ve, eğer hikmeti iktiza ederse, Serîü’l-Hisab’dır; gerekirse, hesabı çabucak görür.




Hem, Hakîm’dir de. Hikmeti gereği, şu dünyayı bir ‘meydan-ı imtihan’ olarak yaratmıştır—tâ ki, elmas ruhlar ile kömür ruhlar tanınsın ve bilinsin. Zaten o yüzden mühlet verir.




Ne ki, kimileri bu mühleti, ne yaparsak yanımıza kâr kalıyor şeklinde yorumlar; ‘duruma hâkim’ oldukları zannına kapılırlar. İnananlar ise, Allah’ın kimilerine verdiği mühleti, eğer her gün ve her saat O’nun güzel isimlerini teneffüs etmekte ihmale düşerlerse, “Acaba terk mi edildik?” korkusuyla karşılarlar.




Hayır! Allah mühlet verir; ama asla terketmez.




Bu muhakkak bilinmelidir.


Metin KARABAŞOĞLU
www.karakalem.net
 

istiðna

Active member
Aynada yüzüme bakınca anlıyorum ki, Allah bana güveniyor. Beni bu yüzle yarattığına göre, benim insanlık takımında yer almamı istemiş. Varlığın ileri ucunda görev vermiş bana. Var edip de taş bırakabilirdi beni; taş yapmamış. Hayat verip de salkım söğüt eyleyebilirdi. Ağaç yapmamış beni. Demek ki, ağaçtan fazlasını bekliyor benden. Hayvan olarak da yerimi alabilirdim yeryüzünde. İnsanım ve bir insan yüzü taşıyorum. Demek ki, taştan da, ağaçtan da, hayvandan da fazlasını bekliyor benden. Bu bedenin içinde ben “ben” olarak var olduğuma göre, Yaradanım beni yedek kulübesinde bırakmamış, insan eylemiş. Bu bedenin içinde ben değil de bir başkasının ruhu olabilirdi. Bu yüzün gerisinde benim değil de bir başkasının bakışı saklanıyor olabilirdi. Eğer öyle olsaydı, yani varlık sahasında, benim bedenimin içinde “ben” yerine, yine kendine “ben” diyen bir başkası var olsaydı, hiç itirazım olabilir miydi? Yedek kulübesinde bekletilen futbolcunun hiç olmazsa, sahaya çıkma umudu vardır. Sahayı görür, oynamak için can atar. Ama “yokluk” kulübesinde bırakılmış olsaydım, varlık sahasını hiç göremeyecek, göremediğim gibi görülmeye değer bir varlık sahasından haberdar olmayacak, kulübede bekletilişimi de hiç sorun etmemiş olacaktım. “Yok” iken, “yok kalabilecek” iken, “var” olmamın tercih edilmesi, hele de bu varlığın kalıbı içinde sunulması, kendi hesaplarımda hiç yokken, kendim hiç ummuyorken, varlık sahasına sürülmüş olmam sıradan bir şey midir?
Demek ki Rabbim bana güvenmiş, insan kadrosunda yer almak üzere beni seçmiş; bir başkasını değil. Benim bedenimin malzemesinden başka varlıklar yaratabilecekken (ki içinde yürüdüğüm 90 kiloluk et kemikten ne güzel güller, ne tatlı patatesler, domatesler vs. yaratılabilirdi!) beni yaratmayı tercih etmiş… Benim yerime başkalarını var edebilecekken, beni başkalarına tercih etmiş, beni “insan” olarak var etmeyi dilemiş…

Varlık sahasında bir “insan” olarak var olma görevini ben üstlenmişim. Benim bedenim üzerinde bir “insan” binası yükseltilmiş. Benim kapladığım hacimde bir “insan”ın konuşması, yürümesi, durması, bakması, susması takdir edilmiş. Yani, en az “bir” insan olmalıyım bu âlemde. Daha azına razı olma hakkım yok. İnsan olarak sıfırlayamam kendimi. Sahadan insan olarak silersem kendimi, bana yapılan yatırıma yazık etmiş olurum. Varlık sahasındaki insan varlığımı azaltırsam, bozarsam, yıkarsam, bana duyulan güveni boşa çıkarmış olurum.

Evet, evet; ben, biz, hepimiz, Allah’ın güveninin eserleriyiz. Ve hiç de az değiliz. Ve hiç de kendimizi azımsama hakkına sahip değiliz. Sahadayız. Ve maç bütün hızıyla devam ediyor. Gözler üzerimizde.
 
Üst