Cümle Açıklamaları İkinci Söz

ASHAB-I BEDR

Well-known member
"Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor."
ifadelerini açıklar mısınız?



"Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar.

Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır."

"Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş'e içinde zikirhaneler...

Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah'a şükreder.(1)

İki adam arasındaki fark, uğursuzluğa yormak ve yormamak üzeredir. Birisi her şeyi güzele ve imana uygun yorduğu için, onun nazarında her şey güzel ve talihli oluyor.

Diğeri ise, her şeyi kötüye ve inkara uygun bir şekilde yorduğu için, onun aleminde her şey kötü ve talihsiz oluyor. Bedbinlik tabiri bir cihetle uğursuz ve kötü bakış ve yorum anlamındadır.

"Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır."(2)


Yani "çirkin gören çirkin düşünür çirkin düşünen de hayattan elem ve azap duyar." Müslüman için dünyaya gelmek askere alınmaya, ölüm ile dünyadan göçmek de askerden terhis edilmeye benzetiliyor. Malum, bizim örfümüzde askere gitmek de askerden terhis olmak da güzel ve neşeli addedilir.

Öyle ise Müslümanın dünyaya ibadet ve kulluk için gelmesi ve daha sonra kulluğunun neticesi olan cennete ölüm tezkeresi ile gitmesi de hak ve güzeldir. Kafirler ve münkirler meseleye böyle bakmadığı için, gelmek de gitmek de onların nazarında azap ve elemdir.


Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, İkinci Söz

(2) bk.
Münazarat, Sualler ve cevaplar
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
"Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir,.." ifadesini nasıl anlamalıyız?

Bu ifade ile imansız bir nazarla kainata bakıldığında ortaya çıkan tablo, anlatılmaktadır. Yoksa, imanlı bir nazarla bakıldığı zaman bu tablo tamamen değişecektir.


Allah'ı bilmeyen ve ahirete inanmayan insanlar, bir terhis teskeresi olan ölümü, musibetleri ve hastalıkları ebedi ayrılık, yetimlik, yokluk olarak algılayacak ve acınacak bir duruma düşeceklerdir. Âdeta bir ecel pençesi herkesin başında duruyor ve zamanı geldiğinde onu paramparça edip yok ediyor gibi görünüyor. Halbuki gerçek hiç de böyle değildir.

Bu konunun detayı
On Yedinci Lem'anın Beşinci Notasında izah edilmektedir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
"Diğer adam ise mü´mindir. Cenab-ı Halık'ı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahman, bir ta'limgah-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü candır." Bu ifadeleri devamı ile birlikte açıklar mısınız?


"Diğer adam ise, mü'mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler-ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar.

Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır."(1)

İman, varlığın hakikatini insana gösteren bir nur ve bir ışıktır. Şayet iman nuru ve ışığı insanın olaylara bakışında rehber olmaz ise, olayların manasını ve hakikatini kavrayamaz.Mesela, inkar ve küfür nazarında ölüm bir hiç ve bir yokluktur.

Zamanın akıp gitmesi, varlıkları yokluk derelerine yuvarlayan dehşetli bir sel gibidir. Geçmiş, varlıkların yokluk mezarlığı hükmündedir. Gelecek ise karanlık ve insanın başına hangi musibetleri getireceği bilinmeyen bir endişe noktasıdır.

İman nazarında ise, ölüm saadeti ebediyenin başlangıcı, daimi bir memlekete açılan bir kapı hükmündedir. Zamanın akıp gitmesi ise askerlikteki terhis gibi, vazifesini bitiren, manasını gösteren varlık aleminin kararlı ve daimi bir memlekete, yani vatanı aslileri olan cennete gitmek için bir vasıta ve araçtır.
Aynı şekilde imanının nazarında geçmiş, yokluk kuyusu değildir.

Hiçbir mahluk varlıktan sonra ebedi hiçliğe gitmiyor. Gelecek ise karanlık ve insana endişe üreten bir nokta değil, tam aksine vazifesini bekleyen ve varlık alemine çıkmayı bekleyen plan ve programlarla doludur. İşte imanın nuru ve bakış açısı, olayların ve nesnelerin hakikat-i halini ve gerçekliğini, insanın nazarına takdim ediyor.

Nasıl ruh, insan bedenine hayat ve canlılık veriyor ise, iman da aynı şekilde insanın ruhuna ve hayatına manevi bir hayat ve canlılık veriyor; her şeyin iç yüzünü ve hakikatini açan bir anahtar hükmüne geçiyor.

(1) bk.
Sözler, İkinci Söz
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
"Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor." deniyor. İkinci Söz'de geçen bu ifadeleri değerlendirir misiniz?


Her iki kardeşin başından geçen olaylar aynı, ama algılama ve tesirleri taban tabana zıttır. İyi huylu kardeş "Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." sırrınca başına gelen bütün olayları güzel yorumlayıp güzel algıladı ve Allah da ona bu güzel anlayışına uygun bir muamele sergiledi. Yani bütün o olayların gerçek yüzünü ve sırrını çözen ana iksir ve formül, algılama ve bakış açısıdır.

İyi huylu kardeş iman ve hidayetin nazarı ile olayları hep güzel algılayınca, Allah ona mükafat olarak güzel muamelede bulundu.

Kötü huylu kardeş ise bütün o olayları çirkin ve tesadüf eseri olarak gördü ve öylece algıladı. Yine"Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." sırınca Allah bu suizan sahibi adama, zannı gibi muamele etti ve onu kötü düşüncelerinin ve algısının girdabına ve karmaşasına bırakıverdi.Bu sözün en can alıcı noktası, aynı olayları iki farklı bakış açısı ile yorumlamaktır ki, bu hadis adete bu sözün ruhu ve hayatı gibidir.

"İşte bu bedbaht adam, sûizan ve akılsızlığıyla, gördüğünü adi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek. Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor. Biz de şu meş'umu bu azapta bırakıp döneceğiz. Ta öteki kardeşin halini anlayacağız."(1)
Mesela mümin, ölümü ebedi bir saadetin başlangıcı olarak görürken, kafir ölümü ebedi bir yokluk ve hiçlik olarak görüyor.

Allah mümine bu güzel zannından dolayı ebedi bir saadet verirken, kafire de bu kötü zannından dolayı ebedi bir ayrılmak ve yok olmak telaşını ve endişesini veriyor. "Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." sırrı burada tam manasını ve hükmünü icra etmiş oluyor.

İki kişi aynı olayla karşılaşıyorlar. Birisi dehşet alıp daha fena bir duruma düşerken, diğeri olaya müspet ve iyimser bakmak sayesinde diğer arkadaşı kadar etkilenmiyor.


Olaydan alınması gereken çok ibretler ve dersler olduğu halde, talihsiz arkadaş bu derslere kulak tıkar gibi yanından geçiyor. Sanki hiçbir riski ve derdi yokmuş gibi, yemek ve içmekten başka hiçbir şeyle alakadar olmuyor.
Evet, olaylara iman ve hidayet gözlüğü ile bakan birisi, her şeyin iyi ve güzel tarafını görür ve onunla mutlu olur.

Zahirde çirkin ve azap gibi duran şeyleri de kadere havale edip, tam bir teslimiyet ve tevekkül ile o huzur ve mutluluğuna halel ve zarar verdirmez. Bu sebepledir ki, "Kadere iman eden kederden emin olur." denilmiştir.
Kafasına ve kalbine iman ve hidayet gözlüğünü takmayan bir münkir ise, her şeyin ve her hadisenin kötü ve çirkin tarafını görür ya da öyle algılar. Hayatı bir azap makinesine döner. Sefayı unutur, kederi alır, hayatı zehir olur.


Hayat kafir için bu kadar azaplı ve sıkıntılı iken, kafir sanki hiçbir şey yokmuş gibi sadece oyun ve eğlencenin peşindedir ya da bu realiteleri onunla unutmak istiyor. Arkasına ecel aslanı takılmış, önünde yılan ağzını andıran kabir kuyusu bulunan bir adamın, iştahla dünyanın haram lezzetlerine dalması şaşılacak bir hayvanlıktan başka bir şey değildir.

"Ne ölüyor ki, kurtulsun, ne de yaşıyor..."
ifadesi, kafirin hayattaki durumuna ve büyük bir ikilem içinde olduğuna işaret ediyor.
Evet, iman her şeyi güzel gösteren bir iksir ve formül gibidir. Kim bu formülü ve iksiri elde ederse, hem bu dünya hayatı hem de ebedi olan ahiret hayatı kurtulur. Aksi durumda olan insanlar ise, keder ve azap yumağı içinde helak olurlar.

Kafirin nefsine uyarak hiçbir şey yokmuş gibi eğlenmesi geçici bir göz boyamadır.

İlk dokuz sözdeki hikaye ve temsillerin hepsi metafordur (mecazdır), ama bizim anladığımız manada sıradan birer mecaz değiller. Bu temsil ve mecazların hepsi hakikate yakın ve hakikati bütün boyutları ile gösteren bir dürbün ve mercek mesabesindedirler.


(1) bk. Sözler, Sekizinci Söz
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
'İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen..." deniyor. Buradan, iman ettiğimiz şeyler -haşa- mevcut olduğu için değil de, öyle iman ettiğimiz için huzur buluyoruz, şeklinde anlaşılıyor?

Nasıl ki, bazı ilaçlar, hasta bir uzvu iyi ederken, başka bir uzvu da yan etkisi ile yıpratıyor. Tıpkı bunun gibi, ama aksi olarak, iman da saadeti ebediyeye bir ilaç iken, yan ama faydalı bir etki olarak dünyaya da müspet tesir ederek saadeti temin ediyor. Zira iman cennetin küçültülmüş bir şeklidir; kalbe girdiği zaman hem dünyada hem ahirette mutlak bir nur ve saadet oluyor.



Batılı filozof Kant’ın iddia ettiği gibi, din sadece dünya saadetine bakan pragmatist bir araç ve olgu değildir. Din, hem dünya hem de ahiretin bir huzur ve saadet vesilesidir.Üstad Hazretleri İman ve Küfür Muvazeneleri'nde imandaki dünya saadetini ya da küfürdeki dünyevi azabını şu şekilde izah ediyor:


"Kur'ân-ı Hakîmin sırr-ı i'câzıyla hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir mânevî cehennemi dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada mânevî bir cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde mânevî elîm elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i Şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi mânevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor. Çünkü, bu zamanda iki dehşetli hal var."

"Birincisi: Âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlûp etmektir.

Ve يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا âyetinin işaretiyle, bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalâlete o hubb-u dünya ve o sır için tâbi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten gidiyor.

Yoksa, bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalâletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında, Cenâb-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücudunu ispat ile ve onun azabıyla insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yoluyla ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, “Cenâb-ı Hak Gafûrü’r-Rahîmdir, hem Cehennem pek uzaktır.” der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlûp olur."


"İşte, Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalâletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-ı meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip, aklı başında olanları tevbeye sevkeder.

O muvazenelerden, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözlerdeki kısa muvazeneler ve Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfındaki uzun muvazene, en sefih ve dalâlette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor. Meselâ, Âyet-i Nurda, seyahat-i hayaliye ile hakikat olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz.

Tafsilini isteyen Sikke-i Gaybiyenin âhirine baksın."(1)
Akılları gözüne inmiş ve maddeci olan bu zaman insanını, sadece cennet sevdası ve cehennem korkusu ile ıslah etmek çok zor olduğu için, Üstad Hazretleri iman ve küfrün dünyadaki neticelerini göstererek mükemmel bir ıslah tarzı geliştirmiş. Yoksa sırf dünyaya ait mutluluk nazara verilmiyor. Bu tarz ifadeler materyalist olan nefsi ıslah ve yola getirmek içindir.

(1) bk.
Hutbe-i Şamiye, Mukaddeme
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz'de "Ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiliyor,.." cümlesinde, Üstad'ın, bu tabirleri seçmesinin hikmeti ne olabilir?


"Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah'a şükreder."(1)


İnsanın kalp ve aklında ne hükmedip yerleşmiş ise, o hükme göre hadiseleri yorumlayıp algılaması insan fıtratının değişmez bir prensibidir.Mesela pesimist (karamsar) birisi her şeyi karamsar olarak okur ve anlar, hayatı da ona göre şekillenir.

Optimist (iyimser)
birisi ise her şeyi iyimserlik penceresinden izler hayatı da ona göre algılar. Kırmızı gözlük nasıl eşyayı kırmızı gösteriyor ise, siyah gözlükte eşyayı siyah gösterir.
Münkir, kainatı anlamsız, işe yaramaz ve tesadüfün oyuncağı olarak gördüğü için, her şey ona azaplı ve sıkıntılı olarak yansır.

Mümin ise
her şeyin anlamlı, faydalı ve Allah’ın tedbir ve dizgini elinde olduğunu bildiği için, her şey ona sevimli ve huzurlu olarak yansır.


“Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Öyle ise hayata ve olaylara iman ve ibadet gözlüğü ile bakarsak, her şeyin sırrı ve hakikati çözülür. O olaylar arkasındaki güzellikler tezahür eder ve insan o güzellikler ile mutlu ve bahtiyar olur.

Bu bakış açısını elde edebilmek için, insanın hem kalbini hem nazarını hem de bilinç altını iman ve hidayet ile doldurması gerekir. İnsanın kalbinde ve nazarında ne varsa, hayatı ve olayları ona göre yorumlar.

Öyle ise en mühim iş, kalp ve nazarın nasıl ve neyle terbiye edildiğidir. Zaten insanın diğer cihazları kalp ve nazara bakar. Kalp ve nazarda ne varsa hükmü de ona göre olur.

Davul ve musiki
neşeyi temsil ediyor. Neşe ise imanın bir uzantısı ve tabii bir sonucudur. Kalbimizde ve nazarımızda iman hükmederse, her şey saadet ve neşe kaynağı olur. Mesela insanın doğması, askere alınması gibi...

Ölmesi ise askerlikten terhistir. Bizim örfümüzde her ikisi de güzel ve neşe vericidir. Genelde gençlerimizin davul ve musiki eşliğinde askere gönderilmesi de, konumuzun anlaşılması için güzel bir tevafuktur.

(1) bk. Sözler, İkinci Söz.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz'de geçen: "Terhisatı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin..." cümlesindeki bağlantıyı açıklar mısınız?

İman, hakikatleri insana gösteren bir nur ve bir ışıktır. Şayet iman nuru ve ışığı insanın olaylara bakışında rehber olmaz ise, olayların manasını ve hakikatini kavrayamaz.

Mesela, inkar ve küfür nazarında ölüm bir hiçlik ve yokluktur. Zamanın akıp gitmesi, varlıkları yokluk derelerine yuvarlayan dehşetli bir sel gibidir. Geçmiş, varlıkların yokluk mezarlığı hükmündedir. Gelecek ise karanlık ve insanın başına hangi musibetleri getireceği bilinmeyen bir endişe noktasıdır.İman nazarında ise, ölüm saadeti ebediyenin başlangıcı, daimi bir memlekete açılan bir kapı hükmündedir.

Zamanın akıp gitmesi ise askerlikteki terhis gibi vazifesini bitiren, manasını gösteren varlık aleminin kararlı ve daimi bir memlekete, yani vatanı aslileri olan cennete gitmek için bir vasıta ve araçtır.

Aynı şekilde imanının nazarında geçmiş yokluk kuyusu değildir, hiçbir mahluk varlıktan sonra ebedi hiçliğe gitmiyor.

Gelecek ise, karanlık ve insana endişe üreten bir nokta değil, tam tersi, vazifesini bekleyen ve varlık alemine çıkmayı bekleyen plan ve programlarla doludur. İşte imanın nuru ve bakış açısı, olayların ve nesnelerin hakikati halini ve gerçekliğini, insanın nazarına takdim ediyor. İman hayata ve nazara nur ve ışık oluyor.

Özet olarak terhisat, yani ölüm, insanın ebedi aleme geçmesi iken, küfür ve inkar bu güzel geçişi dünyadan ve içindeki nimetlerden ebedi bir ayrılmak suretinde vehmettiriyor. Küfür ve inkarın nazarında ölüm, sanki her şeyin sonu ve ebedi bir hüsran ve ayrılık şeklinde tasvir ediliyor.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz'de geçen; tuba-i cennet ve zakkum-u cehennem kavramlarını açıklar mısınız?

Tûbâ, en güzel, en hoş, en iyi manasına gelir. Tîb (temiz ve güzel kokular) kelimesinden türemiştir.


Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

“İman edip güzel amel işleyenler için Tûbâ ve varılacak güzel yurt vardır.”

(Ra’d,13 / 29)

Ayette geçen "Tûbâ" kelimesine “cennet” manası verildiği gibi, “cennette bir ağaç” manası da verilmiştir.

Zakkum; Yemen’in Tihame bölgesinde yetişen küçük yapraklı, acı, fena kokan ve cilde temas ettiğinde ölüme götürebilecek ölçüde yara açan bir ağaçtır.
Zakkum, “Cehennemde bulunan iğrenç yiyecekler” ve “ehl-i cehennemin konuk olacağı ağaç” manalarına gelir.

Zakkum için Saffât sûresinde şöyle buyrulur:

“Bu mu daha iyi bir ikramdır, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir fitne (sınama aracı) kılmışızdır. O bir ağaçtır ki cehennemin tâ dibinde yetişir.”

(Saffat, 62-64)

Şecere, ağaç anlamındadır ve Risale-i Nur'da çokça kullanılan bir kelimedir. Risale-i Nur'da şecere en çok kainatın geneli için kullanılan bir terimdir. Kainatın en başı tohum ve kök olarak tasvir edilir, ondan sonrası umum kevni alemler ve semavat gövde olarak tasvir edilir.

Kevni alemleri kuşatan toprak, hava, su ve ateş gibi unsurlar, dal ve budak olarak tasvir edilir; en nihayetinde insanlık alemi de ağacın meyvesi ve neticesi olarak tasvir ediliyor.

Bunun haricinde amel ve ibadetin mertebelerini ifade için yine ağaç örneği verilir. Çekirdekten tut ta ağaca kadar iman ve ibadette mertebeler var, diye hakikate temsil olarak getiriliyor.

Yine imanda Şecere-i Tuba küfür de ise şecere-i Zakkum ifadeleri ile iman ve küfür içindeki lezzet ve elemlere işaret ediliyor. Ayrıca tuba, iyilikleri ve güzellikleri temsil eden bir sembol iken, zakkumfenalığı ve kötülüğü temsil eden bir semboldur.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz'ün başında,"O muttakiler ki gayba inanırlar" ayeti var ki, gayba imandan bahsediyor. İkinci Sözde ise, imanın ne kadar büyük bir emniyet ve selamet olduğu anlatılıyor. Bağlantı kuramadım; açıklar mısınız?

Tefsir, lafzi ve işari olmak üzere iki kısımdır. Lafzi tefsir ayetin zahiri kalıbını ve ona mebni olan manaları nazara verirler. İşari tefsirler ise daha ziyade delalet, tazammum ve istilzam üzerine giderler. Yani ayetin ince ve herkes tarafından görülmesi mümkün olmayan manaları nazara verilir.

Bu sebeple işari tefsirlerin latif tespitleri ayetin zahirinden kopukmuş gibi durur ve öyle algılanır. Ama münasebet latif ve nurani bir şekilde mevcuttur.

Risale-i Nurların ayetlerle olan münasebetlerine bu cihetle de bakmak gerekir. Kevser suresinden deccâl ve ahir zaman fitnesi ile ilgili tespitlerin yapılması buna güzel bir misaldir.

"O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah'a ve Onun bildirdiklerine iman ederler."

(Bakara, 2/3)
İkinci Söz'de özet olarak inananların ve inkâr edenlerin bakış açıları arasında bir karşılaştırma yapılıyor. İnsan cennete gitmeden, dünyada iken cennet hayatının yaşanabilmesinin imanla mümkün olduğu izah ediliyor ki, gaybi olan imanın hazır bir sureti tefsir ediliyor.

Serlevha yapılan ayetin en belirgin ve öne çıkan manası gayba imandır.
Aynı şekilde İkinci Söz'de en belirgin ve öne çıkan mana, gayba imanın insan hayatındaki tesiri ve insana bahşettiği saadettir. Dolayısıyla baştaki ayet ile İkinci Söz arasında sıkı bir bağ vardır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz; Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas ve Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Nokta, İkinci Mebhas'ın hülasası mıdır? Bu mevzuda haricen nerelere başvurulmalı?


İkinci Söz; genel hatları ile iman edenlerle ve inkâr edenlerin bakış açıları arasında bir karşılaştırmadır ki; Risale-i Nurların ekser eczaları bu minval üzeredir. İkinci Söz aynı zamanda cennet hayatını, insan bu dünyada yaşamaya başlayabilir mi sorusunun da cevabıdır.


"İmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:.."(1)

Mümin, her şeyi güzele ve imana uygun bir şekilde yorumladığı için, onun nazarında her şey güzel ve talihli oluyor. Kafir ise her şeyi kötüye ve inkara uygun bir şekilde yorduğu ve olaylara öylece baktığı için, onun aleminde her şey kötü ve talihsiz oluyor. Bu mana İkinci Söz'ün özüdür ve Risale-i Nurların çok yerleri ile ilişkilendirilebilir.

(1) bk. Sözler, İkinci Söz

Risalede geçen ilgili yerleri okumak için tıklayınız:

Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas


Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf,İkinci Nokta,İkinci Mebhas
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz'de inanmayan insanların nazarına görünen hadiselerin dehşetine ve zulmetine bakıldığında;

bu özellikte olanların yaşayamaması ve hayata tahammül edememesi icap eder.

Fakat çok keyifli gibi görünüyorlar. Bunu nasıl izah edersiniz


Sorunun en güzel cevabı Üstad'ın şu ifadeleridir:


“Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor.”(1)

Bir öğrenci ders çalışmanın öneminden ve sınıfta kalmanın acı sonuçlarından gaflet ettiğinde, günlerini arkadaşlarıyla gülerek, eğlenerek geçirir.Gerçeklere göz kapamak, ölümle başlayan hesap ve azap safhalarını unutmak da gafil insanlara bu fani dünyada geçici bir zevk verebilir. Üstadımız bu tip zevkleri “zehirli bala” benzetir.

(1) bk.
Lem'alar, On Yedinci Lem'a, Beşinci Nota.


 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İkinci Söz'de; Seyyid-i Kerîm ve Mâlik-i Rahîm ibaresinde, neden seyyid ve malik sıfatlarına özellikle vurgu yapılıyor? Ve yine neden cennete çekirdek, küfüre tohum demiş?

"Bütün mevcudat, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder."(1)

Kur’an nasıl isimleri anlatmak istediği zaman, ona uygun ve o isme münasip hadiseleri nazara veriyor ise, aynı şekilde hadiselerin sonunda o isim ile fezleke yapıyor, yani o hadisenin niteliğine uygun bir isim ile o hadiseyi bitiriyor.

Mesela; rızık hakikatini tasvir eden bir ayetin sonuna, fezleke ve özet olsun diye Rezzak ismini yerleştiriyor.

Risale-i Nurlar da, rehberi olan Kur’an’ı takliden, aynı usul ve tarzı kullanıyor. Yani konunun içeriği ve gidişatına uygun isimlerle ya da sıfatlarla olayı özetleyip toparlıyor.

İşte "Seyyid-i Kerîm ve Mâlik-i Rahîm" ifadelerinde de aynı mana ve usul hükmediyor. Mevcudatın o dost ve şirin haleti ve her mevcudun nimet ve şefkate mazhar olması hakikatini en güzel bu isimler özetleyip toparlıyor.

"Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor."

Öncelikle edebiyatta aynı kelimeyi sıkça kullanmaktansa, ona eş veya yakın anlamlı kelimeler kullanmak tercih edilir.

Ayrıca "tohum" küçük bitkiler için, "çekirdek" ise genelde daha büyükleri için kullanıldığından, cennetin azamet ve büyüklüğüne işareten cennet için çekirdek kelimesi kullanılmış olabilir.

"Çekirdek, hem mu'cizat-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nazeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.”(2)

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, İkinci Söz

(2) bk. a.g.e., Onuncu Söz.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İman için çekirdek, küfür için tohum kullanılmış. Çekirdek ile tohum arasındaki farkı nasıl anlamalıyız?

Edebiyatta aynı kelimeyi sıkça kullanmaktansa, ona eş veya yakın anlamlı kelimeler kullanmak tercih edilir.


Belağatın zirvesinde olan Kur’an'dan şu ayete bakalım:

“Nuh, kavmi içinde elli yıl eksiğiyle bin sene kaldı...”

(Ankebut, 29/14)

Burada yıl ve sene birbiri yerine kullanılabilen kelimeler olmakla beraber, her ikisinde farklı kelime kullanılması tercih edilmiştir.

Bu ise manada bir zenginliktir. Ayrıca, tohum küçük bitkiler için, çekirdek ise genelde daha büyükleri için kullanıldığından cennetin azamet ve büyüklüğüne işareten cennet için çekirdek kelimesi kullanılmış olabilir.

"Sual: Eğer dense, “Neden en çok misalleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?” Elcevap: Çünkü onlar, hem mu'cizat-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nazeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.” (1)

“İsm-i Evvel ile işaret edildiği gibi: Herbir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdek öyle bir sandukçadır ki, o ağacın proğramını ve fihristesini ve plânını ve öyle bir tezgahtır ki, onun cihazatını ve levazımatını ve teşkilatını ve öyle bir makinedir ki, onun ibtidadaki incecik vâridatını ve latifane masarıfını ve tanzimatını taşıyor.”

“Eski zamandan beri darb-ı mesel olarak umumun dilinde ve lisan-ı nâsta gezen şu"Çekirdekten yetişme" sözü bu risalenin müellifine bir işaret-i gaybiye-i örfiye denilebilir. Çünki; Risale-i Nur hâdimi olan şahıs Kur'anın feyziyle, çekirdek ve çiçekte tevhid için iki mi'rac-ı marifet keşfederek tabiiyyunları boğan aynı yerde âb-ı hayat bulmuş ve çekirdekten hakikata ve nur-u marifete yetişmiş ve bu iki şeyin Risale-i Nur'da ziyade tekrarları bu hikmete binaendir.”
(2)

 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İmanın manevî tuba-i cennet çekirdeği taşımasını, küfrün ise yine manevî bir zakkum-u cehennem tohumu saklamasını nasıl anlamalıyız?



Burada, müminin şahsında iman nazara ders veriliyor. Bu manaya mazhar olanlar kâmil iman sahipleridir. Diğerleri de derecelerine göre bu feyizden, bu nurdan hisselerini alırlar.

Üstad iman için “intisap” tabirini kullanıyor. Yani insan, iman ile kendini Allah’ın bir eseri biliyor. Hayatını O’nun Muhyi ismine, Sûretini Musavvir ismine, her organının hikmetli yaratılışını Hakîm ismine,…, nispet ediyor. Bu ise insan için hem en büyük bir şeref, hem de en ileri bir haz ve zevk kaynağıdır. Böyle bir insan, kendini bu dünyada Allah’ın misafiri bilmenin, güneşten, aydan, hayvanlara bitkilere kadar her şeyin onun hizmetine verilmiş olmasının manevî hazzını duyar. Ayrıca önünde bulunan kabrin “zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli alemlere açılan bir kapı” olduğuna inanmanın rahatını ve huzurunu tadar. Bu ve benzeri manevî zevkler imanda mevcuttur.

“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” buyruluyor. İman eden kişi, kendini ve bütün eşyayı Allah’ın mülkü bilmekle tevhide erer. Bu ise teslimi netice verir. “Mülkü sahibine teslim eder, cefasını değil, sefasını çeker.” Kendi iradesini kullanması gereken yerlerde bunu hassasiyetle uygular, sonrası için Rabbine tevekkül eder, O’nun hükmüne razı olur. Böyle bir kul dünyada da, ahirette de saadete erer.

İman bir manevî Tûbâ-i cennet çekirdeği taşıyor. Küfür ise manevî bir zakkum-u cehennem tohumunu saklıyor.

Sözler



İman, insan için bu dünyada manevî bir cennet olduğu gibi, ahirette de cennet o imanın meyvesi olur. Yani cennet amel ile kazanılamaz. Ne kadar ibadet etsek geçmiş nimetlerin şükrünü tam eda edemeyiz ki ahirette de cenneti kazanalım. Cennet, imana bir mükâfattır, cennetteki dereceler ise ibadete göredir.

Aynı şekilde, cehennem de küfrün zehirli meyvesidir. Onda çekilecek azaplar da günahlar ve isyanlar nispetindedir.

Küfür bu dünyada da sahibini manevî bir cehennem içinde bırakır. Kendi varlığını maddeye, tabiata, tesadüfe veren kişi, Allah’ın eseri ve O’nun nazlı bir misafiri olmanın manevî lezzetini kaybetmekle bir azap çektiği gibi, gücünün yetmediği hadiselerin ve onu bekleyen ölümün onun ruhuna açtığı yaralarla, teslim ve tevekkülden mahrum olarak ölünceye kadar yine manevî bir azap içinde kalır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Kâfir ve Fasığın Dünyayı Matemhane-i Umumi Görmesi Ne Demektir?


Kâfirin nazarında, her şey olduğundan daha farklı bir anlam kazanır. İşte bu bakış açısı, dünayı kafirin nazarında bir matemhane, hüzün ve ızdırap yeri olarak gösterir. Mesela; bir mümin için terhis tezkeresi olan ölüm, kafirin nazarında ebedi yok olmaktır; bütün sevdiklerinden ve dostlarından ebedi ayrılıktır.

Dünya, kafirin nazarında; neticesiz, işsiz, muattal, karmakarışık olarak şuursuz tesadüflerin oyuncağı ve sağır tabiatın ve kör kuvvetin mel'abegâhı (oyun yeri) ve umum zîşuurun matemhanesi ve bütün zîhayatın mezbahası ve hüzüngâhı suretinde görünür.

"Hem mesela; İnsanın en lâtif ve şirin bir seciyesi olan şefkat, küfür nazarıyla bakılsa, öyle müthiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir. Tek bir güzel yavrusunu ebedî kaybeden bir gafil valide, bu hırkati tam hisseder."(1)

Herbir zîhayat, kafirin nazarında, zalimlerin hücumuna mâruz, miskin birer musibetzededirler.

Keza, mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görür ve hakeza.

İşte bu bakış açısı, cehenneme gitmeden önce, cehennemi bir halet-i ruhiye yaşatır. Bu haleti ruhiyeden kurtulmanın tek çaresi ise -
kâfir ve fasık adama göre- sarhoşluk ve eğlencelerdir...


(1) bk.
Şualar, İkinci Şua, Birinci Makam
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Sözlerde yer alan İkinci Söz imanı anlatıyor. Ancak ne anlatmak istediğini tam anlayamadım, yardımcı olur musunuz?


"İMANDA ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle."
(1)


Üstat bu cümle ile konunun ana temasını ifade ediyor.Kainata ve içindekilere iman nazarı ile bakarsan, her şey saadet ve huzur kaynağı; küfür nazarı ile bakarsan, her şey karanlık ve azap kaynağıdır. Bu risalede mümin ile kafirin eşyaya ve olaylara bakış açısı veriliyor. Mümin, iman gözlüğü ile kainata ve olaylara baktığından, her şeyde bir huzur ve saadet bulurken, kafir ise küfür gözlüğü ile kainata ve olaylara baktığı için, o da her şeyde bir acı ve azap görüyor.

Adeta iman, mümin için dünyada küçük bir cennet hayatı; küfür ise kafire küçük bir cehennem hayatı yaşatıyor.
İman nurlu ve ışıklı bir gözlük olduğu için, bu gözlük ile kainata bakıldığında, her şeyin içyüzünü ve hakikatini gösteriyor. Küfür ise karanlıklı ve zulümatlı bir gözlük olup, her şeyi çirkin ve kötü gösteriyor. İşte bu sözün ana teması budur.Mesela kafir, ölümü yokluk ve hiçlik görürken; mümin ise ölümü ebedi saadetin başlangıcı ve girişi olarak görüyor.

(1) bk. Sözler, İkinci Söz.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Temsilde hodbin ve hudabin adamların karşılaştıkları hadiseler anlatılırken her iki adamın “nazarında” ifadesine vurgu yapılıyor. Acaba her iki şahsın farklı nazarları mı hadiseleri değiştiriyor?

Burada nazar kelimesi, bakış açısı manasına kullanılmıştır. Üstad'ın şu ifadeleri konuya açıklık getirir; fazla beyana ihtiyaç bırakmaz:


“Evet, herkes kâinatı kendi aynasıyla görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan Sûretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus sûretinde görür.

Gayet sürurlu ve neş'eli, müjdeli ve kemâl-i neş'esinden gülen bir adam, kâinatı neş'eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir Sûrette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür.

Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir Sûrette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.”(1)


 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
"..Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler." cümlesini açıklar mısınız?


İlgili cümlenin geçtiği pasajı buraya aldıktan sonra değerlendirmesini yapalım:

"Evvelki adam kâfirdir veya fâsık gâfildir. Şu dünya onun nazarında bir mâtemhâne-i umumiyedir. Bütün zîhayat firâk ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudât ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş'et edip, onu mânen tâzib eder."

Burda iman ve küfür muvazenesi yapılmaktadır. küfür ve gaflet nazanrıyla aleme bakılınca ortaya çıkan manzara nazara veriliyor. Her şey, kâfirin nazarında anlamsızdır, değersizdir. Bu anlamsızlık ve değersizlik; ruhsuz ve cenaze gibi kavramlarla ifade edilmektedir.

"Bir vakit, iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbîn, tâlihsiz bir tarafa; diğeri hudâbîn, bahtiyar diğer tarafa sulûk eder, giderler."

"Hodbîn adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbîn olduğundan; bedbînlik cezası olarak, nazarında pek fenâ bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçareler zorba, müthiş adamların ellerinden ve tahribâtlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir mâtemhâne-i umumi şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim hâleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz."

"Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve me'yusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdânı azab içinde kalır."

"Diğeri hudâbîn, hudâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumi şenlik görüyor. Her tarafta bir sürûr, bir şehrâyin, bir cezbe ve neşe içinde zikirhâneler. Herkes ona dost ve akrabâ görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlîl ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor.

Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar hem kendi, hem umum halkın sürûru ile mesrur ve müferrah olur, hem güzelce bir ticaret eline geçer. Allah'a şükreder. Sonra döner, öteki adama rast gelir, halini anlar. Ona der:

"Yahu, sen divâne olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve tâlân etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle."

"Tâ şu musîbetli perde senin nazarından kalksın. Hakikati görebilesin. Zîrâ nihayet derecede âdil, merhametkâr, raîyyetperver, muktedir intizamperver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyât ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz." (1)


"Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i'câz ile dersini veren Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, aynı i'câz ile, nazar-ı dalâlette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun'-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur'ân-ı Azîmüşşanın..." (2)

 

Denis

Well-known member
[DIKKAT]"Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor."

Öncelikle edebiyatta aynı kelimeyi sıkça kullanmaktansa, ona eş veya yakın anlamlı kelimeler kullanmak tercih edilir.

Ayrıca "tohum" küçük bitkiler için, "çekirdek" ise genelde daha büyükleri için kullanıldığından, cennetin azamet ve büyüklüğüne işareten cennet için çekirdek kelimesi kullanılmış olabilir.

"Çekirdek, hem mu'cizat-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nazeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.”(2)

[/DIKKAT]




Çok güzel açıklamışlar, Allah (c.c.) razı olsun..
 
Üst