Huseyni
Müdavim
Birkaç defa beraat kazanan Risale-i Nur’un bir kaç vilayette haksız müsaderesine dair, Nur’un yüksek bir talebesinin mahkemesindeki müdafaasından bir parçadır.
(Bu müdafaa, bir takriz olarak buraya ilhakı münasip görülerek derc edilmiştir.)
Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi Yüksek Makamına,
Mahkeme-i âdilenizin huzuruna çıkmaktan fevkalâde memnunum.
Âdil mahkemeler; Kâinat Hâlıkının Hak isminin, Âdil isminin ve daha çok esmâ-i İlâhiyenin tecellîgâhıdır. Hak nâmına hükmeden, Âdil-i Mutlak hesabına adalet eden ve hakikî, İslâmî bir adâlet olan kürsî-i muallâ ne yüksektir, ne mübecceldir! Hak tanımaz mağrur zâlimleri huzurunda ser-füru ettiren, haksızları hakkı teslime icbar eden âdil mahkemeler, en yüksek tebcile ve en âli ihtirama sezâdırlar.
Zulüm ve gadr ile hukuku ihlâl edilmiş, haysiyet ve şerefi pâyimal edilmiş mazlumların, huzurunda ahz-ı mevki ile tazallum-u hâl eden bîçarelerin şu dünya-yı fânide ihkak-ı hak için mesned-i re’sleri, mahkemelerdir. Şu halde, ne şeref-bahş bir taht-ı âlîdir ki; mazlûmlara melce’ ve penah, zalimlere de hüsran ve tebah oluyor.
İnsanların ebrarını da, eşrarını da cem’ eden huzur-u mehâkim, öyle korkulacak bir yer değildir. Belki muhabbete, hürmete lâyıktır.
Sultanlarla köleleri, asilzadelerle âhâd-ı nâsı müsavi tutan şu makam, saltanattan da mübecceldir. Hususuyla, bütün âlem-i insaniyete devirlerin, asırların akı-şı
Diyarbakır: (bk. bilgiler) | Hak: doğru ve gerçek olan Allah |
Hâlık: her şeyi yaratan Allah | ahz-ı mevki: yer edinme, makam kazanma |
asilzâde: soylu | beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması |
bîçare: çaresiz, zavallı | cem’ etme: bir araya getirme, toplama |
derc etmek: içine koymak, yerleştirmek | dünya-yı fani: geçici ve ölümlü dünya |
ebrar: iyi insanlar | esmâ-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın isimleri |
eşrar: şerli ve kötü kimseler | fevkalâde: olağanüstü, çok güzel |
gadr: zulüm, acımasızlık | hakiki: gerçek |
haysiyet: itibar, özellik | huzur-u mehâkim: mahkemelerin önünde durma |
hürmet: saygı | hüsran: zarar, ziyan, kayıp |
icbar: mecbur etme, zorlama | ihkak-ı hak: hak sahibine hakkını verme |
ihlâl etmek: bozmak, karıştırmak | ihtiram: saygı gösterme |
ilhak: eklemek, ilâve etmek | kâinat: evren, yaratılmış herşey |
kürsî-i muallâ: yüce taht, saygı değer makam | mahkeme-i âdile: âdil mahkeme |
mazlum: zulme uğramış | mağrur: gururlu, kendini beğenmiş |
melce: sığınak | mesned-i re’s: başvurma yeri, müracaat makamı |
muhabbet: sevgi | mübeccel: tâzim ve hürmet gösterilen |
münâsip: uygun, denk | müsavi: eşit |
müsâdere: el koyma, toplattırma | penah: sığınak, dayanak |
pâyimâl edilme: ayak altında alınma, çiğnenme | saltanat: sultanlık makamı, egemenlik, hâkimiyet |
ser-füru: baş eğme, söz dinleme, itaat etme | sezâ: lâyık |
taht-ı âlî: yüce taht; büyük makam | takriz: birşeyi veya bir eseri beğendiğini söyleme ve bu gayeyle yazılan yazı |
tazallum-u hâl: mazlum olduklarını anlatmak, zulme uğradıklarını şikâyet etmek | tebah: harap yer, yıkıntı, yıkılmış |
tebcil: yüceltme, saygı gösterme | tecellîgâh: yansıma ve görünme yeri |
vilayet: il | zâlim: zulmeden, zulüm yapan |
Âdil: adalet sahibi, herşeye hakkını veren Allah | Âdil-i Mutlak: sınırsız adâlet sahibi Allah |
âhâd-ı nâs: sıradan insanlar, herhangi bir insan | âlem-i insaniyet: insanlık âlemi |
âlî: yüce, yüksek | şeref: yükseklik, yücelik, büyüklük |
şeref-bahş: şeref veren |