Huseyni
Müdavim
﴿ وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَاۤءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰۤئِكَةِ فَقَالَ اََنْبِؤُنِى بِأَسْمَاۤءِ هَؤُلاَۤءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ قَالُوا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَناَۤ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَناَۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ قَالَ يَاۤ اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَاۤئِهِمْ فَلَمَّاۤ اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَاۤئِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّىۤ اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
Cenâb-ı Hak, bütün eşyanın isimlerini Âdem’e (a.s.) öğretti. Sonra o eşyayı melâikeye göstererek dedi ki: “Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini bana söyleyiniz.” Melâike, dediler ki: “Seni her nekaisden tenzih ve bütün sıfât‑ı kemaliye ile muttasıf olduğunu ikrar ederiz. Senin bize öğrettiğin ilimden başka bir ilmimiz yoktur; herşeyi bilici ve her kimseye liyakatine göre ilim ve irfan ihsan edici Sensin.” Cenâb-ı Hak dedi ki: “Ya Âdem! Bunların isimlerini onlara söyle.” Vakta ki Âdem, isimlerini onlara söyledi, Cenâb-ı Hak dedi ki: “Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin Âdem hakkında lisan ile izhar ettiğinizi ve kalben gizlediğinizi bilirim.”
Mukaddeme
Bu tâlim-i esmâ meselesi, ya Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın melâikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup, melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir; yahut melâikenin, hilâfetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilâfete liyakatini melâikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir.
Ey arkadaş! Herşeyin Kitab-ı Mübînde mevcut olduğunu tasrih eden
[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:31-33.
Dipnot-2 “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.
[/NOT]
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun | Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah |
Hazret-i Âdem: [bk. bilgiler – Adem (a.s.)] | Kitâb-ı Mübîn: herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim |
arz: yeryüzü, dünya | gayb: görünmeyen âlem |
hilâfet: halifelik; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev | icbâr etme: mecbur etme, zorlama |
ihsan: bağış, ikram, lütuf | ikrar: kabul etme, doğrulama |
irfan: bilme, anlayış | izhar: gösterme, açığa çıkarma |
lisan: dil | liyakat: lâyık olma |
melâike: melekler | mevcut: var olan |
mukaddeme: başlangıç, giriş | muttasıf: vasıflanmış, nitelenmiş |
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey | nekais: eksiklikler, kusurlar |
nev-i beşer: insanlar, insanlık | sadık: bağlı, doğru |
semavat: gökler | sıfât-ı kemâliye: Allah’ın her türlü kusur ve eksiklikten uzak olduğunu ve mükemmelliğini bildiren sıfatları |
tasrih etme: açık şekilde bildirme | tenzih: eksik ve çirkinliklerden arındırma, uzak tutma |
tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi | vakta ki: ne zaman ki |
Âdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)] | âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi |