İnsan ve Kâinat

Huseyni

Müdavim

﴿
هُوَ الَّذِى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى اْلأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَاۤءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
blank.gif
1


Bu âyetin sabık âyetle cihet-i irtibatı:

Evvelki âyette küfür ile küfran, delâil-i enfüsiye ile inkâr edilmiştir. Bu âyette, delâil-i âfâkiyeye işaret edilmiştir. Ve keza, evvelki âyette vücut ve hayat nimetlerine işaret edilmiş, bu âyette beka nimetine işaret edilmiştir. Ve keza, evvelki âyette, Sâniin vücuduna delil olmakla haşre bir mukaddeme olduğuna işaret edilmiş; bu âyette ise, âhiretin tahkikiyle şüphelerin izalesine işaret edilmiştir.

Evet, sanki onlar diyorlar ki: “İnsana bu kadar kıymet ve ehemmiyet verilmesi nereden ve neye binaendir? Ve Allah’ın yanında mevkii nedir ki onun için kıyameti koparıyor?”


Onlara cevaben Kur’ân-ı Kerim, bu âyetin işaretiyle diyor ki:

“İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı, semavat ve arz onun istifadesine muti ve musahhar olmazdı. Ve keza, insan ehemmiyetsiz olsaydı, mahlûkat onun için halk edilmezdi. Eğer insan ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olsaydı, o vakit insan, mahlûkat için halk olunacaktı.

Ve keza, insanın Hâlıkı yanında mevkii pek büyük olduğu içindir ki, âlem-i dünyayı kendisi için değil, beşer için, beşeri de ibadeti için halk etmiştir.”

Hülâsa: İnsan mümtaz ve müstesnadır; hayvanlar gibi değildir. Onun için insan ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
2
cevherine bir sadef olmuştur.



[NOT]Dipnot-1 “O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-2 “Sonra O'na döndürülürsünüz.” Bakara Sûresi, 2:28.
[/NOT]

Hâlık: her şeyi yaratan AllahSâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
arz: dünyabekà: devamlılık ve kalıcılık
beşer: insan, insanlıkbinaen: -dayanarak
cevher: değerli şey, özcihet-i irtibat: irtibat, münasebet yönü
delâil-i enfüsiye: dahili deliller; kalb, vicdan, his ve lâtifeler gibi insanın iç âlemine konan donanımlarından hareketle Allah’ın varlığına ait delillerdelâil-i âfâkiye: insanın kendi dışındaki deliller, kâinattaki deliller
ehemmiyet: önemhalk etme: yaratma
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmasıhülâsa: öz, özet
istifade: faydalanma, yararlanmaizale etme: giderme, ortadan kaldırma
keza: bunun gibiküfran: iyilik bilmeme, nankörlük
küfür: nimeti örtme, nankörlük, inkârkıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmaları
mahlukât: yaratılmışlarmevki: konum, yer, değer
mukaddeme: hazırlıkmusahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmiş
muti’: itaat eden, emre uyanmümtaz: seçkin, üstün
müstesna: seçkinsabık: geçen, önceki
sadef: içinde inci bulunan kabuksemavat: gökler
tahkikî: araştırarak ve kesin delillere dayanarakvücut: varlık
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayatâlem-i dünya: dünya âlemi
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 326


Bu âyetteki cümlelerin nüktelerine geçiyoruz.

Ey arkadaş! Birinci cümlede جَمِيعًا
blank.gif
1
, ikinci cümlede ثُمَّ
blank.gif
2
, üçüncü cümlede سَبْعَ
blank.gif
3
kelimeleri için bir tahkikat lâzımdır.
blank.gif
4


C - O tahkikatı, altı nokta da izah edeceğiz.


Birinci nokta: Aşağıda beyan edildiği gibi, hayatın öyle bir hâsiyeti vardır ki, hayat, cüz’ü küll, cüz’îyi küllî, ferdi nev’, mukayyedi mutlak, bir şahsı bir âlem gibi kılar. Binaenaleyh, tek bir insan, “Dünya benim evimdir. Dünyadaki envâ benim kavmimdir ve benim aşiretimdir ve bütün eşya ile muarefem ve münasebetim vardır” diyebilir.

İkinci nokta: Bilirsin ki, âlemde sabit bir nizam vardır, muhkem bir irtibat vardır ve daimî düsturlar, esaslı kanunlar vardır. Bu itibarla, âlem, bir saat veya muntazam bir makine gibidir. Herbir çarkın, herbir vidanın, herbir çivinin, makinenin nizam ve intizamında bir hissesi ve makinenin netice ve faidelerinde bir tesiri olduğu gibi, ehl-i hayat için ve bilhassa beşer için de bir faidesi var.



[NOT]
Dipnot-1
Tamamı, hepsi.
Dipnot-2 Sonra (bk. ḥ-r-f: Atıf harfleri).
Dipnot-3 Yedi.
Dipnot-4 Arapça İşârâtü’l-İ’câz’da şu ibare vardır ki, tercüme edilirken tay edilmiştir:BİRİNCİ MES’ELE:S - Bu ayetin işaretinden anlıyoruz ki, arzdaki herşey beşerin istifadesine aittir. Halbuki bir tek insanın (meselâ Zeyd’in) koca arzın herbir eczâsından istifadesi nasıl tasavvur edilebilir? Habib ve Ali, Bahr-i Muhît-i Kebîrde bir adanın ortasındaki bir dağın ücrâ bir köşesindeki bir taştan nasıl istifade edecek? Zeyd’in malı Ömer’in istifadesine nasıl verilebilir? Zîra bu ayet diğer kardeşleriyle beraber herşeyin—tevziat olmaksızın—herbir ferde ait olduğunu bildiriyor. Ve keza, Güneş ve ay gibi büyük cirimler nasıl Zeyd ile Ömer’e ait olabilirler? Çünkü onların onlardan istifadeleri pek cüzîdir. Hem zararlı şeyler nasıl beşerin istifadesi için olabilir? Zîra Kur’an’da mücâzefe olamaz. Belâgat-i hakikiyesine mübâlağa yakışmaz.
[/NOT]

Ali: (bk. bilgiler – Ali Aras)Bahr-i Muhît-i Kebîr: Büyük Okyanus
Habib: (bk. bilgiler – Molla Habib)arz: dünya
aşîret: kabile belâgat-i hakikiye: gerçek belagat
beyan: açıklama, anlatımbeşer: insan, insanlık
bilhassa: özelliklebinaenaleyh: bundan dolayı
cüz’: parçacüz’î: küçük, ferdî
daimî: devam eden, süreklidüstur: kural, prensip
ecza: kısımlar, bölümlerehl-i hayat: hayat sahipleri
envâ: çeşitler, türlerferd: kişi, birey, şahıs
hâsiyet: özellik, hususiyetintizam: düzenlilik
irtibat: bağ, ilişkiistifade: faydalanma, yararlanma
itibar: özellikizah: açıklama
kavim: toplulukkeza: bunun gibi
küll: bütünküllî: bir sınıfa ait bireylerin toplamı; tür
muarefe: tanışma, tanışıklıkmuhkem: sağlam, kuvvetli
mukayyed: kayıtlı, sınırlımuntazam: düzenli
mutlak: sınırsızmübalağa: abartı
mücâzefe: söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatmamünasebet: alâka, ilgi
nev: çeşit, türnizam: düzen, kanun, sistem
nükte: ince ve derin mânâsabit: yerleşik, kesin
tahkikat: araştırmalar; hakikatı araştırma, kesinliktasavvur: düşünme, hayal
tay etme: atlama, geçmetevziat: dağıtım
zîra: çünküâlem: dünya; evren, kâinat

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 327


Üçüncü nokta: Aşağıda işiteceğin gibi, istifadede müzahemet ve münakaşa yoktur. Nasıl ki Zeyd diyebilir ki, “Şems benim lâmbamdır, dünya benim evimdir.” Ömer de öyle diyebilir ve aralarında münakaşa da olmaz. Evet, Zeyd, meselâ dünyada tek farz edilirse, istifadesi nasılsa, bütün insanlar içinde iken istifadesi yine öyledir-ne fazla olur ne noksan. Yalnız “gâreyn”e ait olan kısım müstesnadır. Zira yiyecek, içecek ve saire şeylerde münakaşa olur.

Dördüncü nokta: Âlem için tek bir yüz, bir cihet değil, pek çok umumî ve muhtelif vecihler vardır. Ve faideleri temin eden kesretle umumî ve mütedahil, yani birbiri içinde cihetler vardır. Ve istifade yollarının da envâen türlü türlü tarikleri vardır. Meselâ senin güzel bir bahçen vardır. O bahçe, bir cihetten senin istifadene tahsis edildiği gibi, diğer bir cihetten de halkı faidelendirir. Meselâ o bahçenin hüsnüne, güzelliğine her bakan bir zevk alır, bir inşirah peyda eder; bunda bir mâni yoktur.


Kezalik, insanın beş zahirî, beş bâtınî olmak üzere on tane hassası ve duygusu vardır. İnsan, bu duygularıyla ve keza cismiyle, ruhuyla, kalbiyle dünyanın her bir cüz’ünden istifade edebilir; mâni yoktur.

Beşinci nokta: Bu âyetle diğer bazı âyetlerden anlaşılıyor ki, bu büyük dünya insan için yaratılmıştır. Ve yaratılışında, insanın istifadesi ille-i gaiye olarak nazara alınmıştır. Halbuki arzdan pek büyük olan Zühal’in, meselâ beşeri faidelendiren, yalnız ziyneti ve zayıf bir ziyasıdır. Bu cüz’î faide için ne suretle beşer ona ille-i gaiye olur?

Elcevap: Bir faideyi takip eden adam, bütün fikrini, hayalini o faideye hasreder ve ondan mâada birşeye bakmaz. Ve herşeye kendi hesabına bakar, kimseyi nazara almaz. Hattâ kendisini ille-i gaiye zanneder. Binaenaleyh, bu gibi adama karşı makam-ı imtinanda söylenilen o gibi kelâmlarda mübalâğa yoktur. Evet, binlerce hikmetler için yaratılan Zühal’in herbir hikmetinde binlerce cihetler ve herbir cihetinde binlerce istifade edenler bulunduğu halde, “Hilkatinde o adamın istifadesi, ille-i gaiyeden bir cüz olarak düşünülmüştür” denilirse ne mânii var? Çünkü ille-i gaiye, daima basit birşeyden ibaret değildir.


Altıncı nokta: İmam-ı Ali’nin وَتَزْعُمُ اَنَّكَ جِرْمٌ صَغِيرٌ وَفِيكَ اِنْطَوَى الْعَالَمُ اْلاَكْبَرُ
blank.gif
1



[NOT]Dipnot-1 Sen kendinin küçük bir varlık olduğunu zannedersin. Halbuki senin içinde büyük âlem dürülmüştür.
[/NOT]

Zühâl: Satürn gezegenibeşer: insanlık
binaenaleyh: bundan dolayıbâtınî: dahile ait, iç
cihet: taraf, yöncüz’: parça, kısım
cüz’î: küçük, ferdî, sınırlıenvâen: çeşit çeşit olarak
farz etmek: sanmak, zannetmekgâreyn: ağız ve tenasül organları
hasretmek: belirli bir şeyle sınırlama, bir şeye özgü kılmakhassa: duyu
hikmet: fayda, gayehilkat: yaratılış
hüsn: güzellikille-i gaiye: asıl gaye, maksat
inşirah: ferahlanma, sevinme istifade: faydalanma, yararlanma
kelâm: söz, ifadekesret: çokluk
keza/kezâlik: bunun gibimakam-ı imtinan: verilen nimet ve ihsandan söz etme makamı
muhtelif: çeşitli, farklımübalâğa: abartı
münakaşa: tartışmamüstesna: hariç
mütedahil: birbiri içinde, iç içemüzahamet: sıkışıklık
nazar: dikkat, bakışnazara almak: dikkate almak
peydâ: meydana gelme, ortaya çıkmasair: diğer, başka
tarik: yolumumî: genel, herkese ait
vecih: yön, yüzzira: çünkü
ziya: ışık, parlaklıkziynet: süs
zâhirî: görünen, dışâlem: dünya; evren, kâinat
İmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]şems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 328


emrettiği gibi, insan küçük bir cisim ise de, büyük âlemi içine alacak kadar büyüktür. Öyleyse cüz’î istifadesi küllî olur; öyleyse abesiyet yoktur.

İKİNCİ MESE’LE:ثُمَّ
blank.gif
1
hakkındadır.


Ey arkadaş! Bu âyet, arzın semadan evvel yaratılmış olduğuna delâlet eder ve
blank.gif
2
وَاْلاَرْضُ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَا âyeti de semâvâtın arzdan evvel halk edildiğine dâldir. Ve
blank.gif
3
كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا âyeti ise ikisinin bir maddeden beraber halk edilmiş ve sonra birbirinden ayırd edilmiş olduklarını gösteriyor.


Şeriatın nakliyatına nazaran, Cenâb-ı Hak bir cevhereyi, bir maddeyi yaratmıştır, sonra o maddeye tecellî etmekle bir kısmını buhar, bir kısmını da mâyi kılmıştır. Sonra mâyi kısmı da, tecellîsiyle tekâsüf edip zebed (köpük) kesilmiştir. Sonra arz veya yedi küre-i arziyeyi o köpükten halk etmiştir. Bu itibarla, herbir arz için hava-i nesîmîden bir sema hasıl olmuştur. Sonra o madde-i buhariyeyi bast etmekle yedi kat semavatı tesviye edip yıldızları içine zer’etmiştir ve o yıldızlar tohumuna müştemil olan semavat, in’ikad etmiş, vücuda gelmiştir.

Hikmet-i cedidenin nazariyatı ise şu merkezdedir ki: Görmekte olduğumuz manzume-i şemsiye ile tâbir edilen güneşle ona bağlı yıldızlar cemaati, basit bir cevhere imiş. Sonra bir nevi buhara inkılâp etmiştir. Sonra o buhardan, mâyi-i nârî hasıl olmuştur. Sonra o mâyi-i nârî, burudetle tasallûb etmiş, yani katılaşmış; sonra şiddet-i hareketiyle bazı büyük parçaları fırlatmıştır. O parçalar tekâsüf ederek seyyarat olmuşlardır; şu arz da onlardan biridir. Bu izahata tevfikan, şu iki meslek arasında mutabakat hasıl olabilir. Şöyle ki:“İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik” mânâsında olan كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا
blank.gif
4
’nın ifadesine nazaran, manzume-i şemsiye ile arz, dest-i



[NOT]Dipnot-1 Sonra (bk. ḥ-r-f: Atıf harfleri).
Dipnot-2 “Sonra da yeri yayıp (düzenleyip) döşedi.” Nâziât Sûresi, 79:30.
Dipnot-3 “(Gök ile yer) bitişik iken, Biz onları birbirinden koparıp ayırdık.” Enbiyâ Sûresi, 21:30.
Dipnot-4 Enbiyâ Sûresi, 21:30.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
abesiyet: faydasızlık, gayesizlik
arz: dünyabast etmek: yaymak, genişletmek
buhara inkılâp etme: gaz haline dönüşmeburudet: donma, soğuma
cemaat: topluluk, grupcevhere: bir şeyi o şey yapan asıl öz, maya, madde
cüz’î: az, küçük, ferdîdelâlet: delil olma, işaret etme
halk etmek: yaratmakhasıl olmak: meydana gelmek
hava-i nesimî: atmosferhikmet-i cedide: yeni fenler; pozitif ilimler
in’ikad etme: donma, katılaşma izahat: izahlar, açıklamalar
küllî: kapsamlıküre-i arziye: yer küre
madde-i buhariye: buhar, gaz halindeki madde manzume-i şemsiye: güneş sistemi
mutabakat: uygunlukmâyi: sıvı
mâyi-i nârî: akıcı, sıvı ateşmüştemil: içine alan, kapsamına alan
nazaran: –görenazariyat: nazariyeler, teoriler
nevi: çeşit, türsemavat: gökler
semâ: gökyüzüseyyarat: gezegenler
tabir: anlatma, ifade etmetasallub: katılaşma, sertleşme
tecellî: belirme, görünmetekâsüf: yoğunlaşma
tesviye etme: düzleme, düzenlemetevfikan: uygun olarak
vücuda gelme: var olma, oluşmazebed: köpük
zer’ etme: ekmeşeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
şiddet-i hareket: hızlı hareket

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 329


kudretin madde-i esîriyeden yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir.
blank.gif
1
وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاۤءِ âyeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki, Cenâb-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâniin ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yani esîri halk ettikten sonra, cevâhir-i ferde kalb etmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.


İşte arzın, hepsinden evvel tekâsüf ve tasallûb etmekle acele kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri menşe-i hayat olması itibarıyla, hilkat-i teşekkülü, semavattan evveldir. Fakat arzın bast edilmesiyle nev-i beşerin taayyüşüne elverişli bir vaziyete geldiği, semavatın tesviye ve tanziminden sonra olduğu cihetle, hilkati, semavattan sonra başlarsa da, bidayette, mebde’de ikisi beraber imişler. Binâenalâhâzâ, o üç âyetin aralarında bulunan zahirî muhalefet, bu üç cihetle mutabakata inkılâp eder.

İkinci bir cevap: Ey arkadaş! Kur’ân-ı Kerim tarih, coğrafya muallimi değildir. Ancak, âlemin nizam ve intizamından bahisle Sâniin marifet ve azametini cumhur-u nâsa ders veren mürşid bir kitaptır. Binaenaleyh, bunda iki makam vardır:


Birinci makam nimetleri, ihsanları, merhametleri göstermekle delâil-i zâhiriyeyi beyan etmekten ibarettir. Bu itibarla arz, semavattan evveldir.
İkinci makam azamet, izzet, kudret delillerini gösterir bir makamdır. Bu cihetle semavat, arzdan evveldir. ثُمَّ
blank.gif
2
mâbadinin, mâkablinden bir zaman sonra vücuda



[NOT]Dipnot-1 “Arşı su üzerindeyken...” Hûd Sûresi, 11:7.
Dipnot-2 Sonra (bk. ḥ-r-f: Atıf harfleri)
[/NOT]

Arş: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yerCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Sâni: herşeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allaharz: dünya
azamet: büyüklük, yücelikbahis: söz etme, konuşma
bast edilme: yayılma, genişlemebeyan: açıklama, anlatma
bidayet: başlangıçbinaenaleyh: bundan dolayı
binâenalâhâzâ: buna binâen, bundan dolayı cevahir-i ferd: atomlar
cihet: taraf, yöncumhur-u nas: halkın çoğunluğu
delâil-i zâhiriye: açıkta olan, görünen delillerdest-i kudret: kudret eli
esîr: bütün kâinatı dolduran ince, lâtif maddehalk etme: yaratma
hilkat: yaratılışhilkat-i teşekkül: oluşum, yaratılış, şekil olarak yaratılma
icad: yeni bir şey var etme, vücuda getirmeihsan: bağış, ikram
inkılâp etme: dönüşmeintizam: düzenlilik, sistem
itibar: özellik, bakımındanizzet: yücelik
kalb etme: dönüştürmekesif kılma: yoğunlaştırma, katılaştırma
kudret: güç, iktidarmadde-i esîriye: esîr maddesi; bütün kâinatı dolduran ince, lâtif madde
marifet: bilme ve tanımamebde’: ilk yaratılış, başlangıç
menşe-i hayat: hayatın kaynağımerhamet: acıma, şefkat
meskûn: yerleşilebilir, oturulabilirmevcudat: varlıklar, var edilenler
muallim: öğretmenmuhalefet: farklılık
mutabakat: uygunlukmâbadi: sonrası
mâkabli: öncesimürşid: irşad eden, doğru yolu gösteren
nazaran: –görenev-i beşer: insan nevi, türü, insanlık
nizam: düzen, kanunnüfuz etme: içe geçme, işleme
semavat: göklertaayyüş: yaşama, geçinme
tanzim: düzenlemetasallub: katılaşma, sertleşme
tecellî: belirme, görünmetekâsüf: kesifleşme, yoğunlaşma
tesviye: düzeltme, düzlemezâhirî: açık, görünürde
âlem: evren, kâinat

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 330


geldiğine delâlet eder ki, buna “terâhi” denilir. Demek burada arz ile semavat arasında bir uzaklık vardır. Bu uzaklık, arzın semavattan evvel halk edildiğine göre zâtîdir, aksi halde rütebî ve tefekkürîdir. Yani semavatın hilkati birinci ise de, tefekkürce rütbesi ikincidir; arzın hilkati ikinci ise de, tefekkürü birincidir. Yani, evvelâ arzın tefekkürü, sonra semavatın tefekkürü lâzımdır. Buna göre ثُمَّ
blank.gif
1
ile اِسْتَوٰى
blank.gif
2
arasında
blank.gif
3
اِعْلَمُوا وَتَفَكَّرُوا mukadderdir. Takdir-i kelâm
blank.gif
4
ثُمَّ اعْلَمُوا وَتَفَكَّرُوا اَنَّهُ اِسْتَوٰى ilâ âhir, dir.


ÜÇÜNCÜ MES’ELE:سَبْعَ
blank.gif
5
kelimesi hakkındadır.


Ey arkadaş! Semavatın dokuz tabakadan ibaret olduğu, eski hikmetin hurafelerinden biridir. Onların o hurâfe-vâri fikirleri, efkâr-ı âmmeyi istilâ etmişti. Hattâ bazı müfessirler, bazı âyetlerin zahirini onların mezheplerine meylettirmişlerdir.

Hikmet-i cedide ise, feza denilen şu boşlukta yalnız yıldızların muallâk bir vaziyette durmakta olduklarına kaildir. Bunların mezhebinden semavatın inkârı çıkıyor. Ve bu iki hikmetin birisi ifrata varmışsa da ötekisi tefritte kalmıştır.

Şeriat ise, Cenâb-ı Hakkın yedi tabakadan ibaret semavatı halk etmiş olduğuna hâkimdir ve yıldızların da balık gibi o semalar denizlerinde yüzmekte olduklarına kaildir.

Hadîs ise, semanın
blank.gif
6
مَوْجٌ مَكْفُوفٌ ’den ibaret bulunduğunu emrediyor. Şu hak olan mezhebin, altı mukaddeme ile tahkikatını yapacağız.



[NOT]Dipnot-1 Sonra.
Dipnot-2 Belli bir nizam ve intizamla düzenledi.
Dipnot-3 Bilin ve tefekkür edin.
Dipnot-4 Sonra, bilin ve tefekkür edin ki, hiç şüphesiz O yönelmiştir (iradesini yöneltmiştir.)...
Dipnot-5 Yedi.
Dipnot-6 “Sema, dalgaları karar kılmış bir denizdir.” Tirmizî, Tefsîru Sûre 57:1; Müsned, 2:370.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allaharz: yer, dünya
delâlet etme: delil olma, işaret etmeefkâr-ı âmme: genel düşünce, kamuoyu
feza: uzay, gökyüzühadîs: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek sözü
halk etme: yaratmahikmet: fen, müsbet ilim
hikmet-i cedîde: yeni felsefehilkat: yaratılış
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış, safsata, uydurma sözhurâfe-vâri: hurafeye benzer, hurafe gibi
hâkim: hükmedenifrat: aşırılık
ilâ âhir: sonuna kadaristilâ: kuşatma, işgal etme
kail olmak: inanmak, inandığını söylemekmeylettirmek: yöneltmek
mezhep: gidilen yol, fikir ve düşünce ekolümuallâk: asılı, boşta
mukaddeme: başlangıç, girişmukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen şey
müfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimserütebî: derecelere göre sıralama
semavat: göklersemâ: gökyüzü
tahkikat: derinlemesine araştırma, incelemetakdir-i kelâm: sözün gelişi; lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâ
tefekkür: etraflıca ve derinlemesine düşünmetefekkürî: etraflıca ve derinlemesine düşünerek
tefrit: tersine aşırılık, normalden aşağı olmaterâhî: geri kalma, gecikme, sonraya kalma, sonra olma
vücuda gelmek: meydana gelmekzahirî: görünürdeki
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyetثُمَّ: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 331


Birinci mukaddeme: Şu geniş boşluğun esîr ile dolu olduğu, fennen ve hikmeten sâbittir.

İkinci mukaddeme: Ecrâm-ı ulviyenin kanunlarını rapt eden ve ziya ve hararetin emsalini neşir ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuttur.

Üçüncü mukaddeme: Madde-i esîriyenin, yine esîr olarak kalmak şartıyla, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâtı ve ayrı ayrı nevileri vardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülâtları gibi.


Dördüncü mukaddeme: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilirse, tabakaları arasında muhalefet görünür. Evet, yeni teşekküle ve in’ikada başlamış milyarlarca yıldızlardan ibaret Kehkeşan ile anılan tabaka-i esîriye, sabit yıldızların tabakasına muhalifdir. Bu da manzume-i şemsiyenin tabakasına ve hâkezâ; yedi tabakaya kadar birbirine muhalif tabakalar vardır.

Beşinci mukaddeme: Araştırmalar neticesinde sabit olmuştur ki, bir maddede teşkil, tanzim, tesviyeler vâki olursa, biribirine muhalif tabakalar husule gelir. Bir madenden kül, kömür, elmas meydana gelir; ateşten alev, duman husule gelir. Müvellidülmâ ile müvellidülhumuzanın imtizacından su, buz, buhar tevellüd eder.

Altıncı mukaddeme: Şu müteaddit emarelerden anlaşıldı ki, semavat, müteaddittir. Şeriat Sahibi de yedidir demiştir; öyle ise yedidir. Maahaza yedi, yetmiş, yedi yüz sayıları Arap üslûplarında kesret için kullanılır.

Arkadaş! Pek geniş bulunan Kur’ân-ı Kerimin hitaplarına, mânâlarına, işaretlerine dikkat edilmekle, bir âmiden tut, bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı âmmeye olan müraatları, okşamaları fevkalâde hayrete, taaccübe muciptir.

Meselâ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ
blank.gif
1
kelimesinden bazı insanlar havâ-i nesîmiyenin tabakalarını fehmetmiştir. Öbür bazı da, arzımız ile arkadaşları olan hayattar küreleri



[NOT]Dipnot-1 Yedi gök.
[/NOT]

arz: dünya
ecrâm-ı ulviye: gök cisimleri, gökteki büyük cisimler
efkâr-ı âmme: genel düşünce, kamuoyuemare: belirti, işaret
emsal: benzerleresîr: bütün kâinatı kaplayan ince, lâtif madde
fehmetme: anlamafennen ve hikmeten: fenlere ve ilimlere göre
fevkalâde: olağanüstü feza: uzay, gökyüzü
hararet: ısı, sıcaklıkhavâ-i nesîmiye: atmosfer
hayattar: canlı, hayat doluhitap: konuşma
husule gelme: oluşma, ortaya çıkmahâkezâ: böylece, bunun gibi
imtizac: birleşme, kaynaşmain’ikad: oluşma, kurulma
kehkeşan: Samanyolu galaksisikesret: çokluk
küre: gezegen, yerküre gibi gök cismimaahaza: bununla beraber, bununla birlikte
madde-i esîriye: esîr maddesimanzume-i şemsiye: güneş sistemi
muhalefet: farklılıkmuhalif: farklı, zıt
muhtelif: çeşitli, değişikmukaddeme: başlangıç, giriş, basamak
mûcip: gerektirici, gerektirenmüraat: riayet etme, gözetme
müteaddit: bir çok, çeşitlimüvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojennakletme: iletme, taşıma
nevi: çeşit, türneşir: yayma
rapt etmek: bağlamaksemavat: gökler
taaccüb: hayret etme, şaşkınlık tabaka-i esîriye: esir maddesinden meydana gelen tabaka
tabakat-ı nâs: insanların dereceleri, sınıflarıtanzim: düzenleme
tesviye: düzeltme, düzlemetevellüd etme: doğma, meydana gelme
teşekkül: oluşumteşekkülât: oluşumlar
teşkil: meydana gelme, oluşmaumum: bütün, genel
veli: Allah dostuvâki olma: olma, meydana gelme
ziya: ışık, parlaklıkâmi: eğitimsiz kimse, normal halktan biri
üslûp: ifade tarzıŞeriat Sahibi: İlâhi kanunların sahibi olan Allah

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 332


ihata eden nesîmî küreleri fehmetmiştir. Bir kısım da, seyyarât-ı seb’ayı fehmetmiştir. Bir kısmı da, manzume-i şemsiye içinde esîrin yedi tabakasını fehmetmiştir. Bir kısım da, şu bildiğimiz manzume-i şemsiye ile beraber altı tane daha manzume-i şemsiyeyi fehmetmiştir. Bir kısım da esîrin teşekkülâtı yedi tabakaya inkısam ettiğini fehmetmiştir.

Hülâsa: Herbir kısım insanlar, istidatlarına göre feyz-i Kur’ân’dan hisselerini almışlardır. Evet, Kur’ân-ı Kerim, bütün şu mefhumlara şâmildir diyebiliriz.

Birinci cümle: هُوَ الَّذِى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى اْلأَرْضِ جَمِيعًا
blank.gif
1
﴿ Bu cümlenin beş vecihle mâkabliyle irtibatı vardır:

Birinci vecih: Evvelki âyet, vücut ve hayat nimetlerine işarettir. Bu âyet, beka ve bekanın esbab ve levazımatına işarettir.


İkinci vecih: Kur’ân-ı Kerim, vakta ki evvelki âyetle beşer için mertebelerin en yükseği olan rücûu ispat etti, sâmiin zihnine şöyle bir sual geldi: “Şu zelil insanların bu yüksek mertebeye liyakatleri nereden gelmiştir?” Kur’ân-ı Kerim, bu cümle ile o suali şöylece cevaplandırmıştır: “Bütün dünya dest-i itaat ve teshirine verilen insanın, elbette Hâlıkının yanında büyük bir mevkii vardır.”

Üçüncü vecih: Evvelki âyet beşer için haşir ve kıyametin vücuduna işaret etmesi, sâmice güya “Beşerin ne kıymeti vardır ki onun saadeti için kıyamet kopacak?” diye vârit olan sual, bu âyetle, “Arz bütün müştemilâtiyle istifadesi için yaratılan ve bütün envâ, itaat ve emrine verilen insan, netice-i hilkattir. Elbette ve elbette onun saadeti için kıyamet kopacaktır” diye cevaplandırılmıştır.

Dördüncü vecih: Evvelki âyet, kıyamette esbab ve vesaitin ortadan kalkmasıyla, insanın mercii yalnız Cenâb-ı Hakka münhasır kalacağına işaret etmiştir. Bu âyet ise, dünyada da insanın merci-i hakikîsi Cenâb-ı Hakka münhasır olduğunu söylüyor. Zira esbab ve vesaitin arkasında, kudretin şuaı görünür; tesir Onundur, esbab ise perdedir.


[NOT]Dipnot-1 “O ki, yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı.” Bakara Sûresi, 2:29.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
arz: dünyabekà: devamlılık ve kalıcılık
beşer: insanlıkdest-i itaat ve teshirine verilme: itaat ve emrine verilerek üstün kılınma
envâ: çeşitler, türleresbab: sebepler
esîr: bütün kâinatı kaplayan lâtif, ince maddefehmetme: anlama
feyz-i Kur’ân: Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğugüya: sanki
haşir: öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahülâsa: kısaca
ihata etme: kuşatma, kapsama inkısam: bölünme, kısımlara ayrılma
istidat: ruhî özellik, yetenekistifade: faydalanma
itaat: emre uyma, boyun eğmekudret: güç, iktidar
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmalarılevazımat: gerekli olan şeyler
liyakat: lâyık olmamanzume-i şemsiye: güneş sistemi
mefhum: bir sözden çıkarılan mânâmerci: sığınak, dönüş yeri
merci-i hakikî: gerçek dönülecek, sığınılacak yermevki: yer, konum
mâkabli: öncesimünhasır: ait, mahsus, sınırlı
müştemilât: içindekilernesîmî küre: atmosferi olan küre, yerküre gibi atmosferi olan gök cismi, gezegen
netice-i hilkat: yaratılışın neticesirücû: dönme, dönüş
saadet: mutlulukseyyarât-ı seb’a: yedi gezegen
sual: sorusâmi’: dinleyici, işitici
teşekkülât: oluşumlarvecih: şekil, tarz
vesait: araçlar, vasıtalarvârid olma: akla gelme
zelil: aşağı, alçakzira: çünkü
şamil: içine alan, kapsamlışua: ince ışık huzmesi, parıltı
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 333


Beşinci vecih:
Evvelki âyet, saadet-i ebediyeye işarettir. Bu âyet de, saadet-i ebediyenin insana verilmesini iktiza eden ve sebep olan Cenâb-ı Haktan sebkat etmiş fazl ve in’âma işarettir ki, kendisine arzın müştemilâtı ihsan edilmiş insanın, elbette saadet-i ebediyeye liyakatı vardır.


ثُمَّ اسْتَوٰى اِلَى السَّمَاۤءِ
blank.gif
1
﴿ Bunun mâkabliyle cihet-i irtibatı dörttür:

Birinci cihet: Arz ve sema, tev’em, yani ikizdirler; birbirinden ayrılmazlar. Zikirde, fikirde daima beraber dolaşıyorlar. Bu cümleden evvelki cümlede arz zikredildiği gibi, bu cümlede de sema zikredilmiştir.


İkinci cihet: Beşerin arzdan istifadesini ikmal ve itmam eden, ancak semavatın tanzimidir.

Üçüncü cihet: Evvelki âyet, ihsan ve fazl delillerine işaret etmiştir. Bu âyet de, kudret ve azamete işaret ediyor.

Dördüncü cihet: Bu cümle, beşerin istifadesi yalnız arza münhasır olmadığına, sema dahi onun istifadesine teshir edildiğine işarettir.

فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ
blank.gif
2
﴿ Bu cümlenin mâkabliyle irtibatı, üç çeşittir:

1. كُنْ
blank.gif
3
ile فَيَكُونُ
blank.gif
4
arasındaki irtibat gibidir. Nasıl ki memurun husulü كُنْ emrine bağlıdır; semavatın tesviyesi de, اِسْتَوَى
blank.gif
5
ya bağlıdır.

2. Kudretin taallûkuyla iradenin taallûku arasındaki irtibat gibidir. Yani; اِسْتَوَى iradenin taallûkuna, tesviye de kudretin taallûkuna benzer bir irtibattır.


3. Netice ile mukaddeme arasında bulunan irtibat gibidir. Çünkü semavatın tesviyesi, mukaddemesi olan اِسْتَوٰى ya terettüp eder.


[NOT]Dipnot-1 Sonra gökyüzünü belli bir nizam ile düzenledi.
Dipnot-2 Gökyüzünü yedi gök olarak tanzim etti.
Dipnot-3 Ol.
Dipnot-4 Hemen oluverir.
Dipnot-5 Belli bir nizam ve intizamla düzenledi.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allaharz: dünya, yeryüzü
azamet: büyüklükbeşer: insanlık
cihet: yön, tarafcihet-i irtibat: bağlantı yönü
fazl: lütuf, bağış, ihsanhusul: meydana gelme
ihsan: bağış, ikram, lütufikmâl: tamamlama
iktiza etme: gerektirmein’am: nimetler
irtibat: bağ, ilişkiitmam: tamamlama
kudret: güç, iktidarliyakat: lâyık olma
memur: emir altında olan, kendisine emredilen mukaddeme: başlangıç, önsöz
mâkabli: öncesimünhasır: ait, mahsus
münhasır olma: sınırlı olma, ait, mahsus olma müştemilât: içindekiler
saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluksebkat etme: daha önceden verilme
semavat: göklersemâ: gök
taallûk: münasebet, ilgili, alâkalı olmatanzim: düzenleme
terettüp etme: netice olarak lâzım gelme, gerekmeteshir edilme: emrine verilme
tesviye: düzleme, düzeltmetev’em: ikiz
vecih: şekil, tarzzikir: Allah’ı anma
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 334


وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
blank.gif
1
﴿ Bu cümle mâkabliyle iki vecihle merbuttur:

Birinci vecih: Bu cümledeki ilm-i küllî, semavatın tanzim ve tesviyesine delil olduğu gibi, tanzim ve tesviyenin vücudu da ilm-i küllînin vücuduna delildir.

İkinci vecih ise: Evvelki cümle kudret-i kâmileye, bu cümle ise, küllî ve şumullü ilme delâlet eder.

Cümlelerin nüktelerini beyan edeceğiz.

هُوَ الَّذِى
blank.gif
2
﴿ilâ âhir. Bu cümle, mâkabliyle bağlı değildir. Ancak, müste’nife olup, beş sual ile cevaplarına işarettir ki, bundan önce beyan edildiğinden tekrarına lüzum yoktur.

هُوَ الَّذِى deki هُوَ
blank.gif
3
müptedadır. اَلَّذِى sılasıyla beraber haberdir. Bu cümlede mübteda ile haberin tarifleri tevhide işaret olduğu gibi, hasra da delâlet eder. Yani müştemilât-ı arziyenin halkı Cenâb-ı Hakka münhasır olduğu gibi, Hâlıkı da yalnız Cenâb-ı Haktır. Bu hasr, ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
4
cümlesinde اِلَيْهِ
blank.gif
5
nin takdimiyle hasıl olan hasra delildir. Yani müştemilât-ı arziyenin halkı Cenâb-ı Hakka münhasır olduğu için, kıyamette merciiyet de Cenâb-ı Hakka münhasırdır.


اَلَّذِى sılasıyla beraber haberdir. Haberin aslı ve müstehakkı, nekre olmaktır. Burada mârife olarak gelmesi, hükmün zahir ve malûm olduğuna işarettir. Yani, “Cenâb-ı Hakkın müştemilât-ı arziyenin Hâlıkı olduğu malûm ve zahirdir.”


[NOT]Dipnot-1 “O ki, her şeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-2 O ki.
Dipnot-3 O.
Dipnot-4 “Sonra O'na tekrar döndürülürsünüz.” Bakara Sûresi, 2:28.
Dipnot-5 Ona.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
beyan: açıklama, anlatmadelâlet: delil olma, işaret etme
haber: (Ar. gr.) isim cümlesindeki hükmü, yüklemi (iş, oluş veya hareketi) ifade eden bölümhalk: yaratma
hasr: sınırlama, yalnızca birşeye ait ve mahsus kılmahâsıl olma: meydana gelme
ilm-i küllî: Cenab-ı Hakkın her şeyi kuşatan sonsuz ilmiilâ âhir: sonuna kadar
kudret-i kâmile: Allah’ın her türlü acz ve noksanlıktan uzak, sonsuz güç ve iktidarıküllî: büyük ve kapsamlı
malûm: bilinen, bellimerbut: bağlı
merciiyet: dönüş; kendisine dönüş yapılan zât olmamâkabli: öncesi
mârife: Arapça’da genellikle başına belirlilik takısı “elif-lâm”ı alan ve belirli bir şeyi gösteren kelimemünhasır: ait, mahsus
müpteda: (Ar. gr.) isim cümlesinde haberin (yüklemin) anlattığı iş, hareket veya oluşu taşıyan ve onlara konu teşkil eden isimdirmüstehak: hak etmiş, lâyık
müste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel sorulara cevap teşkil eden cümlemüştemilât-ı arziye: yerin içinde bulunan şeyler
nekre: Arapça’da başında belirlilik takısı “elif-lâm” bulunmayan ve belirsizlik ifade eden kelimenükte: ince ve derin mânâ
semavat: göklersıla: gr. sıla cümlesi; Arapça’da “ellezî=öyleki” gibi müphem isimlerle bir önceki cümleye bağlanan ve o cümleyi açıklayıcı olarak gelen cümle
takdim: öne geçirme, öne almatanzim: düzenleme
tesviye: düzleme, düzeltmetevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vecih: yön, şekilzahir: açık
şumullü: kapsamlıاَلَّذِى: (bk. n-ḥ-v
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 335


Menfaat için kullanılan لَكُمْ
blank.gif
1
’deki ل eşyanın hilkaten mübah, helâl, menfaatli olarak yaratılıp, bazı ârızalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Meselâ ağyârın malı, ismet-i şeriye için haram olmuştur. İnsanın eti hürmet ve keramet için, zehir zarar için, lâşe eti necaset için haram olmuşlardır.

Ve keza, herbir şeyde bir faide, bir menfaat olduğuna remizdir.

Ve keza beşer için herşeyde bir menfaati bulunduğuna remizdir. Evet, hangi şey olursa olsun, beşere bir cihetten bir istifadeyi temin eder, velev ibret almak için olsun.


Ve keza, arzın karnında istikbal insanlarını intizar eden pek çok rahmetin hazine ve definelerinin bulunduğuna remizdir.

لَكُمْ car ve mecrurunun مَافِى اْلاَرْضِ
blank.gif
2
üzerine takdimi, beşere ait istifadelerin her gayeden evvel ve evlâ olduğuna işarettir.

Umumu ifade eden مَا herşeyde menfaatleri aramaya insanları tergib ve teşvik içindir. فِى اْلاَرْضِ
blank.gif
3
’deki فِى’nin عَلٰى ’ya tercihi, en çok menfaatlerin arzın karnında olduğuna ve arzın karnındaki eşyanın taharrîsine insanları teşcî ettiğine işarettir.


Ve keza, arzın içindeki maden ve maddelerin istifade-i beşer için yaratılışı, arzın içinde henüz keşfedilemeyen anâsır ve maddelerden, tekâlif-i hayatın zahmetlerinden müstakbelin insanlarını kurtaracak bazı gıdaî vesaire maddelerin vücudu mümkün olduğuna delâlet eder.


[NOT]Dipnot-1 Sizin için.
Dipnot-2 Yeryüzünde bulunan her şey.
Dipnot-3 Yerde (içinde).
[/NOT]

anâsır: unsurlar, elementlerarz: dünya
ağyâr: başkaları, diğerleri beşer: insanlık
cihet: yöncâr: (cer harfleri)
delâlet: delil olma, işaret etmeevlâ: daha iyi, üstün
eşya: şeyler, varlıklar gıdaî: gıdayla ilgili
hilkaten: yaratılış itibariylehürmet: saygı gösterme
intizar: gözleme, beklemeismet-i şer’iye: dinen ve İslâm hukukuna göre masum olma ve dokunulmazlık
istifade: faydalanma, yararlanma istifade-i beşer: insanlığın faydalanması, yararlanması
istikbal: gelecekkeramet: üstünlük, şeref
keza: bunun gibilâşe: leş
mecrur: Ar. gr. başına gelen bir câr harfi veya bir tamlama nedeniyle son harfi esre olan kelimemenfaat: fayda, yarar
mübah: helâl, serbest; dinen yapılmasında ve yapılmamasında hiçbir sakınca olmayan davranışlar; yeme, içme gibimüstakbel: gelecek zaman
necaset: pislikrahmet: İlâhî şefkat ve merhamet
remiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstermetaharrî: araştırma, inceleme
takdim: öne alma, öne geçirmetekâlif-i hayat: hayatla ilgili sorumluluklar ve yükümlülükler
tergib: isteklendirme, istek uyandırmateşcî: cesaretlendirme, teşvik etme
teşvik: şevklendirmeumum: genel
velev: şayet, olsa bilevücud: varlık
ârıza: sonradan ortaya çıkan durum, nitelik, sebepعَلٰى: (bk. ḥ-r-f
فِى: (bk. ḥ-r-fل: (bk. ḥ-r-f
مَا: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 336


جَمِيعًا
blank.gif
1
arzdaki bazı eşyanın abes ve faidesiz olduklarına ait evhamı def etmek içindir.


ثُمَّ اسْتَوٰى
blank.gif
2
﴿’daki ثُمَّ
blank.gif
3
arzın hilkatiyle semavatın tesviyesi arasındaki Cenâb‑ı Hakkın ef’al ve şuunatının silsilesine işarettir. Ve keza, beşere menfaat hususunda, semavatın tesviyesi arzın hilkatinden rütbece uzak olduğuna delâlet eder.

İcâz ve ihtisar için,
blank.gif
4
اَرَادَ اَنْ يُسَوِّىَ yerinde اِسْتَوٰى
blank.gif
5
denilmiştir. اِسْتَوٰى kelimesinin istimali, burada mecazdır. Yani, hedefe kastını hasredip sağa sola bakmayanlar gibi, semavatın tesviyesini irade etmiştir.


اِلَى السَّمَاۤءِ
blank.gif
6
﴿Bu semadan maksat, semavatın maddesi olan buhardır.

فَسَوّٰيهُنَّ
blank.gif
7
﴿’deki ف tefrîi ifade ettiğine nazaran, tesviyenin istivâya bağlanması, فَيَكُونُ
blank.gif
8
’nün كُنْ
blank.gif
9
emrine veya kudretin taallûku iradenin taallûkuna veya kazânın kadere olan terettüplerine benziyor. Ve tâkibi ifade ettiğine göre, mukadder bazı fiilere imadır.

Takdir-i kelâm, نَوَّعَهَا وَنَظَّمَهَا وَدَبَّرَ اْلاَمْرَ بَيْنَهَا فَسَوّٰيهُنَّ ilâ âhir, ’den ibarettir.



[NOT]Dipnot-1 Tamamı.
Dipnot-2 Sonra belli bir nizam ve intizamla düzenledi.
Dipnot-3 Sonra.
Dipnot-4 Tesviyeyi (dengeli bir şekilde düzenlemeyi) irade etti.
Dipnot-5 Belli bir nizam ve intizamla düzenledi.
Dipnot-6 Gökyüzüne.
Dipnot-7 Onları belli bir nizam ve intizamla düzenledi.
Dipnot-8 Hemen oluverir.
Dipnot-9 Ol.[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allahabes: mânâsız, faydasız, boş
arz: dünyabeşer: insan, insanlık
def etmek: gidermek, uzaklaştırmakdelâlet: delil olma, işaret etme
ef’âl: fiiler, işlerevham: kuruntular, şüpheler
eşya: şeyler, varlıklarhasretme: sınırlandırma, yalnızca bir şeye ait ve özgü kılma
hilkat: yaratılışicâz: Kur’ân’ın vecizliği, geniş mânâları az sözle anlatması
ihtisar: kısaltma, özetlemeilâ âhir: sonuna kadar
irade: Allah’ın dilemesiirade etme: dileme, isteme
istimâl: kullanılmaistivâ: düzeltme, düzgün yapma
kader: Allah’ın, meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlamasıkazâ: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması
keza: bunun gibikudret: Allah’ın sonsuz güç ve iktidarı
mecaz: bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan sözmukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen
nazaran: –göresemavat: gökler
silsile: zincir, sıra, dizitaallûk: bağlanma, bitişme, alâkalı, ilgili olmak
takdir-i kelâm: sözün gelişi; lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan söz, mânâtefrîi: teferruat ve ayrıntılara ayırmakla ilgili
terettüp: neticelenme, sonuç olarak ortaya çıkmatesviye: dengeli bir şekilde düzenleme
tâkip: bir şeyin ardından hemen başka bir şeyin onu takip etmesi, gelmesi [şuûnât: durumlar, işler, özellikler; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler
ثُمَّ: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 337


Yani, “Nevilere ayırdı, tanzim etti, aralarında lâzım gelen emirleri, tedbirleri yaptı, sonra yedi tabakaya tesviye etti.”

سَوّٰى Yani, “Muntazam, müstevi; envâı, eczaları mütesavi olarak yarattı.”

هُنَّ Bu zamirin cem’i, semavat olacak maddenin nevilere münkasım olduğuna işarettir.

سَبْعَ
blank.gif
1 ﴿tâbiri, semavat tabakalarının kesretine işarettir ve bu tabakaların teşekkülât-ı arziyenin edvar-ı seb’asıyla sıfât-ı seb’aya münasebettar olduğuna îmadır.

سَمٰوَاتٍ
blank.gif
2
﴿ Bu semaların bir kısmı, seyyarat balıklarına denizdir; bir kısmı da sabit yıldızlara mezraadır; bir kısmı da sema çiçekleri hükmünde olan derâri yıldızlara bahçe ve bostandır.

وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
blank.gif
3
﴿ Bu و atıf içindir. Halbuki burada atfın tarafeyni arasında münasebet yoktur. Öyleyse, bu münasebeti bulmak için takdire ihtiyaç vardır. Şöyle ki: وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
4
“Öyleyse, bu büyük ecramın Hâlıkı Odur.” وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ “Öyle ise o ecramdaki san’atı tanzim, tahkim eden Odur.”


İlsakı ifade eden بِكُلِّ
blank.gif
5
kelimesindeki ب ilmin, malûmdan infikâk ve infisalinin mümkün olmadığına işarettir.



[NOT]Dipnot-1 Yedi.
Dipnot-2 Gökler.
Dipnot-3 “O, her şeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-4 Onun her şeye gücü yeter.
Dipnot-5 Her şeye.[/NOT]

Hâlık: her şeyi yaratan Allahatıf: bağlama, bağlaç; kendinden öncekiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı kuran edat
cem’i: çoğul kipinde gelmederârî: inciler gibi olan
ecram: büyük cisimler; gezegenler, yıldızlarecza: cüzler, parçalar
edvâr-ı seb’a: yedi devir, yedi dönem envâ: çeşitler, türler
ilsâk: bitiştirme, yapıştırma infikâk: ayrılma, çözülme
infisal etme: ayrılmakesret: çokluk
malûm: bilinenmezraa: tarla
muntazam: düzenlimünasebet: alâka, ilgi
münasebettar: alâkalı, ilgilimünkasım: kısımlara ayrılmış
müstevî: düzgün mütesâvî: birbirine eşit, orantılı
nevi: tür, çeşitsemavat: gökler
semâ: gökseyyarat: gezegenler
sıfât-ı seb’a: yedi sıfattabir: ifade
tahkim etme: hikmetle yerleştirme, sağlam hale getirmetakdir: lâfız olarak zikredilmediği halde, görünen lâfzın altında kapalı olarak bulunan sözü, mânâyı gösterme
tanzim: düzenlemetarafeyn: iki taraf
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılamatesviye: dengeli bir şekilde düzenleme, düzeltme
teşekkülât-ı arziye: dünyanın oluşum devrelerizamir: ismin yerini tutan kelime
îma: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, göstermeب: (bk. ḥ-r-f
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İnsan ve Kâinat - Sayfa: 338


كُلِّ
blank.gif
1
tâmimi ifade eden bir edattır. Burada ifade ettiği tâmimden hiçbir şeyin, hiçbir ferdin tahsisi ve daire-i şümulünden ihracı yoktur. Bu itibarla
blank.gif
2
مَا مِنْ عَامٍّ اِلاَّ وَقَدْ خُصَّ مِنْهُ الْبَعْضُ olan kaide-i külliyeyi tahsis ediyor. Çünkü kendisi bu kaidenin şümulünden hariç kalmıştır.

شَىْءٍ
blank.gif
3
Bu kelime vacip, mümkin, mümtenie şâmildir.

عَلِيمٌ
blank.gif
4
Yani, zâtı ile ilim arasında zarurî, lüzumî sübut vardır.

endOfSection.gif
endOfSection.gif

[NOT]Dipnot-1 Her şey.
Dipnot-2 Her umumî kâidenin bir istisnâsı vardır.
Dipnot-3 Bir şey.
Dipnot-4 İlmi, ezelî ve ebedî olan ve herşeyi en iyi bilen Allah.
[/NOT]

daire-i şümûl: kapsam alanı edat: cümle içinde isim ve fiil ve zamirlerle birlikte kullanılarak zaman, durum, yer ve yön gösteren kelimeler
ferd: birey, kişiihraç: çıkarma
itibar: özellikkaide: düstur, kural
kaide-i külliye: genel kurallüzumî: gereklilik, lüzumluluk
mümkin: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde ve eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanmümteni: olması muhal olan şey
sübut: sabit olma, kesin olarak var olmatahsis: hâs kılma, özelleştirme; genel bir mânâ ve hüküm ifade eden bir sözü, belirli bir hükme mahsus kılma, belirli bir mânâda kullanma
tâmim: umumileştirme, genelleme; bir hükmü aynı cinsin bütün fertlerine vermevâcib: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan, Allah
zarurî: zorunlu, gereklişamil: içine alan, kapsamlı
şümul: kapsamlılık

 
Üst