Huseyni
Müdavim
﴿ كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Yani, “Ne suretle Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Halbuki sizin hayatınız yoktu, O size hayatı verdi. Sonra sizi öldürecektir, sonra yine hayat verecektir, sonra ona rücu edip gideceksiniz.”
Âyetlerin nazmına ait üç vecih, bu âyette de câridir.
Bu âyetin mâkabliyle irtibatı:
Evet, Kur’ân-ı Kerim, vakta ki insanları ibadete ve Allah’a îman etmeye dâvet etti. Ve îmanın itikad edilecek esaslarıyla yapılacak hükümlerini icmâlen, delillerine işareten zikretti. Evvelce mücmelen işaret edilen delilleri tazammun eden nimetlerin tâdâdiyle, bu âyette de zikretmeye avdet etti.
Evet, bu âyetle, en büyük nimet olan hayata işaret edilmiştir. İkinci âyetle, beka nimetine işaret edilmiştir. Evet, semavat ve arzın tanzimatı, hayatın kemal ve saadetini temin eder.
Üçüncü âyetle, beşerin kâinat üzerine tafdil ve tekrimine işarettir.
Dördüncü âyetle, beşere tâlim-i ilim nimetine işaret yapılmıştır. Bu nimetlerin suretine, yani nimet oldukları cihete bakılırsa, inayet-i İlâhiyeye delil oldukları gibi, ibadete de delildirler. Çünkü nimetleri verene şükür vâciptir; küfran-ı nimet, aklen de haramdır. Eğer o nimetlerin hakikatlerine bakılırsa, mebde ve meâdı ispat eden delillerdir.
Ve keza, bu âyet, geçen kâfir ve münafıkların bahsine de nâzırdır. Onun için, taaccübü ifade etmekle inkârı tazammun eden كَيْفَ
[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:28.
Dipnot-2 Nasıl? (bk. ḥ-r-f: Diğer edatlar)
[/NOT]
arz: yeryüzü | avdet etme: geri gelme, geri dönme |
bahs: konu | bekà: devamlılık ve kalıcılık |
beşer: insan, insanlar | cihet: taraf, yön |
câri: geçerli olan, yürürlükte bulunan | hakikat: esas, gerçek mahiyet |
icmâlen: kısaca, özet olarak | inâyet-i İlâhiye: Allah’ın inâyeti; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen, düzenlilik; Allah’ın yardımı |
irtibat: bağlantı | istifham: soru |
itikad etmek: inanmak | kemâl: kusursuzluk, mükemmellik |
keza: bunun gibi | kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse |
kâinat: evren, yaratılmış her şey | küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük, nimete saygısızlık |
mebde: başlangıç; ilk yaratılış | meâd: dönülecek yer; ölümden sonraki yaratılış, haşir |
mâkabli: öncesi | mücmelen: kısaca, özetle |
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen | nazm: diziliş, tertip ve düzen |
nâzır: bakan | rücu etme: dönme |
saadet: mutluluk | semavat: gökler |
taaccüb: hayret etme, şaşkınlık | tafdil: üstün tutma |
tanzimat: düzenlemeler | tazammun etme: içine alma, kapsama |
tehdit: korkutma | tekrim: lütuflandırma, ikram etme, saygı gösterme |
tâdâd: sayma | tâlim-i ilim: ilim öğretme, bildirme |
vakta ki: ne zaman ki | vecih: şekil, yön |
vâcip: zorunlu, gerekli |