Lahika Analizi 41: Kastamonu Lahikasi 23.Mektup

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.



Bismillahirrahmanirrahim.

Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.


Bu haftaki Lahika Analizi dersimize Kastamonu Lahikasi 23.Mektup,dan devam ediyoruz insallah. Anladiklarinizi paylasarak katilimlarinizi bekliyoruz kardesler.




[BILGI]Aziz, sıddık, vefâdâr, sebatkâr kardeşlerim,

Cenâb-ı Hakka yüz binler şükür ve hamd olsun. Sizin gibi sadık, ciddî, faal zâtları Risale-i Nur’un etrafında toplayıp bağlamış; iman ve Kur’ân hizmetinde kuvvetli ve nurlu kalemlerini çalıştırtıyor.

Kardeşlerim, bu defa irsâlâtınız o kadar beni memnun ve minnettar etti ki, herbir sahifesi bir kıymettar hediye ve güzel bir mektup hükmünde göründü, hüzünlerimi, gamlarımı izale edip ve kalbimi sürur ve sevinçle doldurdu. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onların hurufları adedince size rahmet etsin ve sizden razı olsun.

Hâfız Ali kardeşim,

Bir zaman Barla’da Cuma gecesinde dua ederken, senin “Âmin” sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım, dedim: “Hâfız Ali ne vakit gelmiş?”

Dediler: “O burada yoktur.”

Ben şimdi o vâkıadan diyebilirim ki, üç dört saat mesafeden duâma âmin’ini işittirmesi, otuz günlük mesafeden buradaki zaif davet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmin hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi çok mânidar bir tevafuktur.

Sıddık Sabri,

Senin cisminde (ayağında) kardeşliğimin sikkesini gördüğüm zaman bir hiss-i kablelvuku ile kalbime geldi: Bu zât mühim bir vakitte bana çok ehemmiyetli bir kardeşlik edecek. Ve muvaffak oldun, yaptın. Allah senden ebeden razı olsun.

Abdülmecid’e, Beşinci Şuayı haber vermiştim, cevap gelmedi. Belki ihtiyâten sükût ettiler, göndermedim. Siz, evvelce muhabere ediniz, sonra gönderebilirsiniz. Eğer Hastalar Risalesini bana gönderirseniz, İhtiyarlar Risalesi de beraber olsa daha iyi olur. Mektubunuzda selâm gönderen vefadar kardeşlerime binler selâm.

Bugünlerde mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim. Biri dedi:

Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derecede hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?

Ona cevaben dediler:

Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’ân’ın i’câzıyla o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.

Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerrep ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır, diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.

Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatırıma gelen bir vâkıayı beyan ediyorum.

Ben, namaz tesbihatının âhirinde otuz üç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadis-i şerifte, “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer.” [SUP]2[/SUP] Risale-i Nur’da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdetâ ihtiyarsız bir surette, Kur’ân’ın âyetü’l-kübrâsının iki tefsiri olan iki Âyet i Kübrâ risalelerinden mülâhhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım, size gönderdiğim Âyetü’l-Kübrâ risalesinin Birinci Makamın hülâsasından müntehap güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiyeden müstahreç nurlu, tatlı fıkralardan terekküp ediyor.

Ben, kemâl-i lezzetle, her gün tefekkürle okumaya başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî menbaları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı Kur’âniyeyi, kendi Kur’ânımda, evvelce işaretler koyup bir Hizb-i Âzam-ı Kur’ânî yapmak niyet etmiştim. Şimdi bu Hizb-i Âzam ve bu vird-i ekber, Risale-i Nur mensuplarına bazı eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşaallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıtlarını tefhim için vakit bulsam, gayet kısa haşiye gibi birşeyi yazacağım
Umum kardeşlerime ve hizmet-i Kur’âniyede bütün arkadaşlarıma hasret ve iştiyakla binler selâm.

[/BILGI]​
[BILGI]
Dualarınıza muhtaç

Said Nursî[/BILGI]

[NOT]



Bu risaleyle ilgili sorular


"Sıddık Sabri, Senin cisminde (ayağında) kardeşliğimin sikkesini gördüğüm zaman,.." izah eder misiniz?

Risale-i Nurlardaki tekraratın / tekrarların hikmeti nedir?

Risale-i Nurların, tevhidin üzerinde bu kadar durmasının hikmeti nedir? Tevhide dair bir iki risale olsa yeterli olmaz mıydı?

"Belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen ... o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor." İzah eder misiniz, müfsit aletler ve dehşetli yaralar nelerdir?

"Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerrep ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir..." Devmıyla izah eder misiniz?
[/NOT]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Risale-i Nurlardaki tekraratın / tekrarların hikmeti nedir?



Üstad Hazretlerinin bu hususta verdiği cevap şu şekildedir:

"Risale-i Nur'un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derecede hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?"
"Ona cevaben dediler:"


"Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur'ân'ın i'câzıyla o geniş yaralarını, Kur'ân'ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor."

"Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerrep ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın i'câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır, diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum."(1)



.

Risale-i Nurların imana dair meselelerde çok tekrar ve tahşidat, yani yığınak yapmasının sebepleri hem koca İslam alemine bir dayanak noktası olması, hem külli bir ıslah vazifesini ifa etmesi, hem meselenin çok can alıcı ve önemli olması, hem küfrün bütün birikimi ve hıncı ile İslam ve imana hücum etmesi, hem bütün insanlığa sarsılmaz ve kırılmaz bir kurtuluş ipi olmasındandır.

Risale-i Nurlardaki imana dair mevzuların tekrarı, lüzumsuz ve usandıran bir tekrar değil, ihtiyacın tekrar etmesinden gelen faydalı bir tekit ve takviye tekrarıdır. Nasıl günde üç öğün ekmek yemek, su içmek ihtiyaçtan geldiği için tekrar sayılmıyor ise, aynı şekilde kalp ve ruhumuzun ekmeği ve suyu mesabesinde olan iman hakikatlerinin tekit ve takviye edilmesi de tekrar sayılmaz.
 

garp

Active member
Risale-i Nurların, tevhidin üzerinde bu kadar durmasının hikmeti nedir? Tevhide dair bir iki risale olsa yeterli olmaz mıydı?





"Risale-i Nur'un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derecede hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?"
Ona cevaben dediler:

"Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur'ân'ın i'câzıyla o geniş yaralarını, Kur'ân'ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor."

"Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerrep ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın i'câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır, diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum."(1)

Üstadın yukarıdaki cevabı kafi derecede meseleyi hallediyor. Cevabın esas noktası; Risale-i Nurlar külli bir yıkıma karşı külli bir onarım ve tamir yapıyor. Elbette külli bir tamirde çok alet ve edevatlar gerekecektir. İşte Risale-i Nurların iman ve tevhide dair yığınakları bu ihtiyaçtan ileri geliyor. Bir zaman gelecek, Risale-i Nurlar dünyanın maddi ve manevi şeklini değiştirecek, elbette böyle bir vazife için çok donanım ve külli bir bakış açısı gerekecek. İşte bu sebeple tevhidin bütün makam ve dereceleri Risale-i Nurlarda beyan ve ispat edilmiş.

(1) bk. Kastamonu Lâhikası, 23. Mektup
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.



"Belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen ... o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor." İzah eder misiniz, müfsit aletler ve dehşetli yaralar nelerdir?


Müfsit aletler; materyalist ve inkarcı felsefe tabanlı olan, fikri akım ve ideolojilerdir. Materyalist ve maddeci felsefenin fikir bakımından bazı temel şubeleri vardır. Bunlara biyolojik alanda Darwin’in evrim teorisi, psikolojik alanda Sigmund Freud' psikanalizi, sosyolojik alanda Ogüst Komt pozitivizmi, iktisat alanında Karl Marks örnek olarak verilebilir.
Bu gibi felsefi ekollerin temeli ve esası; maddeci ve inkarcı olmasıdır. Risale-i Nurlar ise; küfür ağacının dal budakları yerine, kökü ve esası olan maddeci ve inkarcı görüşlerini muhatap alıp çürütüyor. Nasıl ağacın kökü kesildiğinde dal ve budak da kök ile kurur gider; aynı şekilde Risale-i Nur küfür ağacının kökünü kuruttuğu için, ağacın şubeleri olan dal ve budakları ile fazla iştigal etmiyor.
Mesela; evrim ve pozitivizm gibi fikri akımlar, maddeci felsefenin dalları ve budakları mesabesindedir. Üstad Hazretleri bunların isminden çok temel felsefi alt yapılarını çökertmiştir.
Yukarıda özetlediğimiz fikri akımlar, milyonlarca insanın imansız ölmesine vesile olup, insanlığı manevi bakımdan çok tahrip etmişler. Müfsit aletler bu akım ve ideolojiler iken, yaralar ise bu ideolojilerin birey ve toplum üzerindeki menfi tesirleri ve ahlakı bozucu etkileridir.


Yazar: Sorularla Risale, 02-6-2011
 

pendüender

Well-known member
"Belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen ... o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor." İzah eder misiniz, müfsit aletler ve dehşetli yaralar nelerdir?

Onların eskileri ile sonrakileri arasında, hakîkate uzak ve yakın olmak bakımından büyük farklılıklar bulunmakla berâber, hepsi de küfr ve ilhâd damgasın taşırlar.
FELSEFECİLERİN SINIFLARI VE KÜFR ÜZERE BULUNMALARI
Felsefeciler, fırkalarının çeflidi çok olmasına rağmen, üç kısma ayrılırlar.
1– Dehriyyûn,
2– Tabî’iyyûn,
3– İlâhiyyûn.
Dehriyyûn: Felsefecilerin en eski gurubudur. Kâinâtı idâre eden kudret ve ilm sâhibi bir yaratıcının varlığını, ya’nî Allah-ü Teâlâyı inkâr etmişlerdir.
Âlemin bir yaratıcı tarafından değil de, öteden beri kendiliğinden
mevcûd olduğunu, canlının menîden, menînin de canlıdan meydâna geldiğini, böylece ebedî olarak devâm edeceğini iddi’â etmişlerdir. Bu kısım
felsefeciler zındıkdırlar.
Tabî’iyyûn (Tabî’atcılar): Bunlar ekseriyyetle tabî’at âleminden,
hayvanların ve bitkilerin şaşılacak hâllerinden bahs ederler. Canlıların organlarını inceleyen anatomi ilmiyle çok meşgûl olurlar. Canlıların yaratılışında, Allah-ü TeâlânIn kudretini ve eşsiz hikmetini görerek, şaşkınlıklarını gizleyemezler. Herşeyin gâye ve maksadına hâkim, hikmet ve kudret sâhibi olan Allah-ü Teâlâya inanmak mecbûriyyetinde kalırlar. Anatomi ilmiyle canlıların organlarının hayrete düşüren fâidelerini inceleyen herkes, hayvanların yapılarını böyle yaratan Allah-ü Teâlânın insan vücûdunu dahâ mükemmel yarattığı hakkında kesin bilgiye sâhib olur.
Bu kısm felsefeciler, dahâ çok tabî’atla alâkalı araştırma yapdıkları için, hayvânî kuvvetlerin düzgün ve mükemmel olmasında, mîzâcın
uygunluk içinde olmasının büyük te’sîri bulunduğuna kanâ’at getirdiler.
Böylece insandaki idrâk ve akl kuvvetinin, insanın mîzâcına [tabî’atına yapısına] bağlı olduğunu zan etdiler. Mîzâcın (tabî’atın, yapısının) bozulmasıyla onun da yok olacağını kabûl etdiler. Yok olan şey, bir dahâ var olamaz dediler. Bu sebeble bunlar, nefs ölür, bir dahâ dönmez fikrine sâhib oldular ve âhiret yokdur, dediler. Cenneti, Cehennemi, kıyâmeti ve hesâbı inkâr etdiler. ibâdet için sevâb, günâhdan dolayı azâb olacağını kabûl etmediler. Gemsiz, başı boş kaldılar. Hayvanlar gibi şehvetlere daldılar. Bunlar da zındıkdırlar. Çünki, îmânın aslı, Allah-ü Teâlâya ve âhirete inanmakdır. Her ne kadar Allah-ü Teâlânın varlığına ve sıfatlarına inandılarsa da, âhireti inkâr etdiler.
‹İlâhiyyûn: Bunlar dahâ sonra gelmiş olan felsefecilerdir. Bunlardan
biri de Eflâtûnun hocası olan Sokratdır. Eflâtûn ise, Aristonun hocasıdır.
Aristo, mantık ilmini tertîb ederek, felsefe bilgilerini özetleyip, kolayca istifâde edilir hâle getirmişdir.
İlâhiyyûn kısmında olan felsefeciler, dehriyyûn ve tabî’iyyûn sınıfından olan felsefecileri red etdiler. Onların bozuk fikrlerini, başkalarına
söz bırakmayacak şeklde ortaya koymuşlardır. Allah-ü Teâlâ onları birbiriyle çarpışdırdı. Kur’ân-ı Kerîmde, Ahzâb sûresi 25.ci âyet-i kerîmesinde, meâlen, (Allah, muhârebe yükünü mü’minlerden kaldırdı...) buyurulduğu gibi, mü’minlerin onları red etmek için uğraşmasına lüzûm kalmadı.
Sonra Aristo, Eflâtûnun, Sokratın ve dahâ önce yaşamış olan ilâhiyyûn felsefecilerinin görüşlerini şiddetle red etdi. Onların hepsinden uzaklaşıp, ayrı bir yol tutdu. Buna rağmen, onların küfr ve bid’at olan ba’zı fikrlerini kabûl etdi. Kendini bu çeşid düşüncelerden kurtaramadı. Bu sebeble hem bunları, hem İbni Sînâ, Fârâbî ve başkalarI gibi, onlara uyan kimseleri tekfir etmek vâcib oldu. Şunu da ilâve edelim ki, Aristonun ilmini
hiçbir felesof, İbni Sînâ ve Fârâbî kadar bize tam nakletmeye muvaffak olamamışdır. Diğerlerinin naklleri hep karışık ve hatâlıdır. Okuyanlar anlayamaz ve zihnleri karışır. Anlaşılmayan bir şey nasıl red veyâ kabûl edilebilir.

EL-MÜNKIZÜ
MİN-EDDALÂL
(Huccet-ül İslâm İmâm-ı Muhammed Gazâlî)
“kuddise sirruh
 
Son düzenleme:

kenz-i mahfi

Sorumlu
"Sıddık Sabri, Senin cisminde (ayağında) kardeşliğimin sikkesini gördüğüm zaman,.." izah eder misiniz?

[BILGI]Sıddık Sabri'nin ayak parmaklarından ikinci ve üçüncü parmağı, aynen üstadın ayak parmağında olduğu gibi birbirine yapışık bir vaziyettedir. Üstadın burada "kardeşliğimin sikkesi" demekten kastı budur.
[/BILGI]

[DIKKAT]Sabri Arseven Hoca, üstadın en mümtaz talebelerinden olup Eğirdir'in Bedre Köyü'nün imamıdır. Risalelere biraz geç iltihak etmiş ise de pek çoklarını geçip ilkler sırasına girmiştir. Üstadın "Bu zat mühim bir vakitte bana çok ehemmiyetli bir kardeşlik edecek" demesiyle hakikat tavuzzuh etmiştir.
[/DIKKAT]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.




"Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerrep ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir..." Devmıyla izah eder misiniz?



.
"BİRİNCİ SEBEP: Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir."

"Birden, o halette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: "İ'câz-ı Kur'ân'ı beyan et."
"Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım."(3)


.
Risale-i Nurların yazılma gerekçesi maddeci ve inkarcı felsefenin yayılması ile İslam aleminin iman ve ahlak noktasından zor durumda kalmasıdır. Özellikle komünist felsefi akım, dünyanın yarısını etkisi altına alıp, insanları inkarcılığa ve maddeciliğe sürüklediği bir hengamede, Risale-i Nurlar bu inkarcı akıma karşı Anadoluda bir set bir bariyer vazifesini görmüştür. Risale-i Nurlar İslam aleminin manevi bir kalkanı olmuştur.


Risale-i Nurların en büyük vasfı; iman hakikatlerini kati ve akli deliller ile akla ve kalbe tespit ve teyit etmektir. Özellikle günümüzde fen ve felsefe fazlaca inkişaf ettiği için, iman hakikatlerinin fen ve felsefenin anlayacağı şekilde izah edilip yorumlanması büyük bir ihtiyaç haline gelmiştir.

İşte Risale-i Nurlar bu ihtiyaca tam bir cevap ve tam bir reçete hükmündedir. Risale-i Nurlar bu sebeple kaleme alınıp, milletin yaralanan ve rahnelenen vicdanına ve kalbine merhem olarak takdim edilmiştir. Risale-i Nur'un imana dair delilleri tahşidatla takdim etmesi, alem-i İslam’ın necat ve ıslahı içindir.

Bir haneyi tamir etmek için bir kamyon kum lazım gelirken, bir ülkenin bütün yapılarını tamir etmek için binlerce araba kum lazım olur. Risale-i Nurlar maddecilik ile yara almış bir kalbi değil, bütün alem-i İslam’ın kalplerini tamir ediyor. Bu yüzden hakkalyakin derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetleri ve cihazları küfrün önüne set ediyor.
 
Üst