Lahika Analizi 36: Kastamonu Lahikasi 18.Mektup

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.

Bismillahirrahmanirrahim.

Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.


Bu haftaki Lahika Analizi dersimize Kastamonu Lahikasi 18.Mektup,dan devam ediyoruz insallah. Anladiklarinizi paylasarak katilimlarinizi bekliyoruz kardesler.



[BILGI]Âhiret kardeşlerime mühim bir ihtar

İki maddedir.

Birincisi: Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, “Risale-i Nur talebesi” ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve mânevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.

Hem, dört vecihle dört nevi ibadet-i makbule hükmünde bulunan kitabetinde, hem imanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmasına çalışmak, hem hadisin hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-ü imanîyi elde etmek ve ettirmek, hem hüsn ü hattı olmayan ve vaziyeti çok ağır bulunan Üstadına yardım etmekle hasenatına iştirak etmek gibi çok fâideleri elde edebilir. Ben kasemle temin ederim ki, bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye hükmüne geçer; belki herbir sahifesi bir okka şeker kadar beni memnun eder.

İkinci madde: Maatteessüf, Risale-i Nur’un, imansız ve emansız cin ve insî düşmanları onun çelik gibi metin kalelerine ve elmas kılıç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden çok gizli desiseler ve hafî vasıtalarla, haberleri olmadan yazanların şevklerini kırmak ve fütur vermek ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytancasına hücum edip darbe vuruyorlar. Hususan burada ihtiyaç pek çok ve yazıcılar çok az ve düşmanlar çok dikkatli, kısmen talebeler mukavemetsiz olduğundan, bu memleketi o Nurlardan bir derece mahrum ediyor.

Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam hangi risaleyi açsa, benimle değil, hâdim-i Kur’ân olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.

• • •
[/BILGI]


Bu risaleyle ilgili sorular
[NOT]Dinimizi Öğrenmek İçin Osmanlıca Bilmek Şart mı?

Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır.. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi unvanını alır, denilmektedir. Eserleri hiç yazmamış olanlar ve sadece okuyanlar veya hizmet edenler talebe değil mi?

"Onu yazan veya yazdıran, Risale-i nur talebesi ünvanını alır." cümlesine göre; Nur Talebeliğinin Şartı Yalnız Yazmak mı?

"Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır..." Üstad'ın talebelerine yazdığı Yazı Mektubu olmasına rağmen, neden milyonlarca talebe risale yazmıyor, bu mektup neden Latince risalede geçmiyor?

Yazı ve Şeker Mektubu Diye Bir Mektup Var mıdır?

"Onu yazan ve yazdıran ve okuyan, "Risale-i Nur Talebesi" ünvanını alır." Hadisin belirttiği gibi, alimlerin sarfettiği mürekkep, mahşerde şehidlerin kanıyla muvazene edilecek. Bu durumda yazıcıların devam ettirdiği vazifeye nasıl bakmalı?

Onu Yazan ve Yazdıran'a, Okumak İlavesi Neden Yapılmıştır?
[/NOT]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır.. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi unvanını alır, denilmektedir. Eserleri hiç yazmamış olanlar ve sadece okuyanlar veya hizmet edenler talebe değil mi?

Öncelikle bu mektubu, yazıldığı zaman, mekan ve şartlar çerçevesinde tetkik ve tahlil etmek gerekir. Üstadımız bu mektubu yaklaşık yetmiş yıl önce kaleme almış. O dönemin şartları araştırılmadan yapılacak yorumlar, eksik ve tarihî gerçeklerden uzak kalır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1936 yılında Eskişehir Hapishanesi’nden tahliye edilir edilmez, Kastamonu’ya sürgün edilmiş ve Kastamonu Çarşı Karakolu’nun merdiveni altında üç ay misafir olarak tutulmuş, daha sonra da o karakolun tam karşısında bulunan bir evde kalmasına müsaade edilmiş ve Kastamonu’da tam yedi yıl ikamet ettirilmiş.

O günün şatlarında bugünkü manada bir araya gelip sohbet etmek mümkün değil. Üstad’ı ziyaret etmek ve O’nunla temas kurmak isteyenlere çeşitli eza ve cefalar yapılmakta, baskınlar, aramalar ve tarassutlar aralıksız devam etmekteydi. Telif edilen eserleri matbaalarda basıp dağıtmak da mümkün değildi. İşte o sıkıntılı dönemlerde Nur talebeleri ellerine kalem almış, Risaleleri el yazısıyla gece gündüz yazıp çoğaltmışlar. O dönemde kalem ile yazılan nüshalar, bütün Anadolu’ya meşakkat ve sıkıntılar içinde ulaştırılmış.

İşte Üstadımız bu mektubu da, öyle bir zamanda, öyle bir makamda kaleme almış ve risaleleri yazanları şevk ve gayrete getirmiştir. Sav’da bin kişi kalemle eserleri yazıp çoğaltmıştır. Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesiyle;

“Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, îmana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstadın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, cahil-münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı. Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu. İman, tekniğe meydan okudu. Nur risaleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.”
Artık günümüzde risaleler Türkçe, Arapça, Osmanlıca olarak basılmış, kırktan fazla dile çevrilmiş ve her tarafta serbestçe okunmaktadır. Eskiden kalem ile aylarca ve yıllarca yazılan nüshalar, şimdi matbaalarda birkaç günde, hatta birkaç saatte basılıp çoğaltılmaktadır. Günümüzde milyonlarca insan bu eserleri okuyor, birçoğu da hayatını bu Kur’an hizmetine tahsis etmiş. Bunların hiçbirisinin elinde kalem yoktur, kimse risaleleri yazmıyor, bu ulvi hakikatlerin neşrine çalışıyorlar. Bunu bırakıp yazı ile meşgul olurlarsa, o zaman bu hakikatler herkesin eline ulaşmaz. Ancak şahsi olarak yazanlar yazabilirler, onların hizmetlerini de takdir ederiz. Şimdi bu eserleri yazmayıp sadece okuyanlara ne diyeceğiz? Bunlar Nur talebesi değil mi diyeceğiz? Eline kalem almayanları Risale-i Nur dairesinin ve şahs-ı manevinin dışında mı göreceğiz?

Üstadımız Şualar Mecmuasında şöyle buyuruyor:

“Bunun gibi teselliye dair evvelce yazılan küçük mektuplar ara-sıra okunsa ve Meyve’nin, hususan âhirleri beraber mütalâa edilse ve hatıra gelen Risale-i Nur’un meseleleri müzakere olsa, inşaallah talebe-i ulûmun şerefini kazandırır.”
Evet, iman hakikatleri ile ilgili bir kısım meselelerin birlikte mütalâa ve müzakere edilmesinin “talebe-i ulum” şerefini kazandırabileceğine dikkat çeken Üstadımız, yine Şualar Mecmuası’nda nur talebelerinin “ders müzakeresinde birer zeki muhatap” olmalarını tavsiye ediyor.

Bu felaket ve helaket asrı çok sancılı, fitne ve fesat çok yaygın. Tahribat çok dehşetli, yıkım ise çok kolay. Bunun için iman ve Kur’an hakikatlerini hikmetle, yumuşak lisanla ve mantık ile anlatmak ve onları gönüllere nakşetmek gerekir.
Bunun için de bu eserleri mütalaa, müzakere, tetkik, tahlil ve tetebbuat ile çok ciddi bir şekilde okumak lazımdır.

Mehmet KIRKINCI
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Bir eserin okunabilmesi için onun öncelikle yazılması lazımdır. Fakat okunmadıktan sonra sadece yazmak hikmete uygun gelmese gerektir. Nurları yazmakla Kur'an hattı muhafaza olunur. Risaleleri okumakla da imanlar muhafaza olunur. Sadece yazmak veya sadece okumak diye bir husus külliyatta mevcut değildir. Risalelerin geneline baktığımızda okumanın biraz daha ağırlıklı olarak işlendiğini görebiliriz. Buna bir misal Emirdağ Lahikası II sayfa 104'te şu ibare vardır. "Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahiolsa Risale-iNur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakiki talebe-i ulumun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, ihlas risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar." Analizini yaptığımız mektupta sadece "yazmak" işlendiği halde burada ise önce "okumak" sonra "dinlemek" sonra da "yazmak" işlenmiştir. ve bu sayede hakiki talebe-i ulumun sıfatına mazhar olunduğu gibi Risaleleri yazmak hususunda üstadın İhlas Risalesinin sonuna ilave edilen mektupta bahsettiği 5 nevi ibadete de mazhar olunulur inşaallah. O zaman okuyalım, yazalım, dinleyelim.... velhasılı Risalelerle meşgul olalım.
 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Onu yazan veya yazdıran, Risale-i nur talebesi ünvanını alır." cümlesine göre; Nur Talebeliğinin Şartı Yalnız Yazmak mı?


Risaleler başta tümüyle Hatt-ı Kur'ânla yazıldı. Ama daha sonra daha geniş kitlelerin faydalanabilmesi için Latin harfleriyle basımı yapıldı. Risalelerin önemli bir görevi Hatt-ı Kur'ân'ı muhâfazadır. Kur'ân yazısı ve üslubunun korunması adına önemli bir hizmettir.

Herkese ısrarla "Yazınız" demek yanlış olduğu gibi, "Hatt-ı Kur'ân'la yazmak dönemi geçmiştir." demek de o kadar yanlıştır.

Osmanlıca gibi bir dilin muhâfazasını netice veren bir gayreti yanlış göremeyiz. Böyle zengin bir dil, geçmişimizi muhâfaza eden bir mahfâza gibidir. Bu mahfâzayı korumak adına yapılan bir fâaliyeti takdirle karşılamak icâb eder.

"Risaleler mutlaka Hatt-ı Kur'ân'la yazılmalı, aksi takdirde onlar Risale değildir ve Latince yazanlar, Nur Talebesi olamazlar."
gibi bir durum ve tavır da ancak va ancak tâassub eseri olabilir. Böyle bir yaklaşım, vesileyi gâyeden daha üstün tutma ve gâyeyi vesileye fedâ etmek gibi bir yanlışı netice verir. Yazıya tahşidât yapmak, okumaya önem vermemek demek değildir. Kur'ân'ın ilk emri "Oku" dur. Ancak başka âyette de, "Kalemle ilmi öğreten odur" demekle yazmaya da dikkat çekiyor.

Nitekim başka Risalelerde de talebeliğin ölçüsü olarak okumayı da şart koşuyor. Yazanlara gelen sevapların onlara da geleceğini ifâde ediyor.
"Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dâhi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nev'i ibâdete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların mâişetlerini temin hususundaki âdi muâmeleleri de bir nev'i ibâdet hükmüne geçebilir" diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum."(1)
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, (77. Mektup)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dinimizi Öğrenmek İçin Osmanlıca Bilmek Şart mı?

Kur'an dilinin Arapça olması hasebiyle ve Osmanlıcanın da Arapçadan fazla beslenmesi elbette ki, İslam kültürünün anlaşılmasında pek çok faydası vardır. Bilen ile bilmeyen burada aynı olmayacaktır. Her dili bilmek şüphesiz faydalıdır.

Osmanlıca kelimelerin çoğu, Risale diliyle muhafaza edilerek günümüze kadar gelmesinin, bugünün genç neslinin bu kelimelerden istifadesine sebep olmuşur. Dilimiz zenginliğini Osmanlıca kelimelere borçludur. Dil zenginliktir. Ne kadar kelime biliyorsak o kadar düşünebiliriz. Dil kültürün taşıyıcısıdır. Dilinin tahribiyle birlikte tahrip olan kültürler buna şahittir. Koskoca bir medeniyetin ve kültürün taşıyıcısı olan Osmanlıca dilinin muhafazası herkesin, imkanları nisbetinde önemli bir görevidir.

Fakat bu durum, Osmanlıca bilmeyen dinini bilemez demek değildir.
İslam'ı öğrenmek için daha kolay bir vasıtadır. Yoksa, bir İngiliz, bir Alman, İslam'ı öğrendiği gibi, Osmanlıca bilemeyen de öğrenecektir...


Yazar: Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır..." Üstad'ın talebelerine yazdığı Yazı Mektubu olmasına rağmen, neden milyonlarca talebe risale yazmıyor, bu mektup neden Latince risalede geçmiyor?

Latince olarak yazılan dört ayrı külliyat'a baktık ve hepsinde de iddianın aksine olarak ilgili mektubun var olduğunu gördük. Aynen aşağıya alınmıştır. Yazmak bir ibadet ise, yazan sevabını kazanır ve başkasının da yazmasını temenni eder, dua eder. Ancak yazmıyorlar diye hiç kimseyi ne kınamaya ve ne de zorlamaya hakkı olmasa gerektir. Zira ibâdetin icabı budur. Mesela teheccüd namazı da bir ibadettir. Bunu kılanlar, kılmayanlar da kılsın diye dua eder. Ama kılmayanları teşhir eder gibi, bu işi bir meslek haline getirip kılmayanları tahkir edemez.



Bir Nur talebesinin Osmanlıca yazıp okuması daha güzeldir. Ancak mümkün değil ise Latince okumasını da yasaklamak ne kadar doğru olabilir. Herkes hizmetin bir tarafından tutmuş gitmektedir. Rabbimiz, ihlas ve mâhviyet nasip eylesin diye herkese dua etmekle mükellefiz. Herkesin kusuru kendisine aittir. Kusurlara yaklaşırken, "Mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslâhına çalışır." fehvasınca hareket etmelidir, diye düşünüyoruz.


"Birincisi: Risale-i Nur'a intisap eden Zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişârına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran,
"Risale-i Nur talebesi" ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisânımla belki yüz defa, bazan daha ziyâde hayırlı dualarımda ve mânevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur. Hem, dört vecihle dört nevi ibâdet-i makbûle hükmünde bulunan kitâbetinde, hem imanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmasına çalışmak, hem hâdisin hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-ü imanîyi elde etmek ve ettirmek, hem hüsn-ü hattı olmayan ve vaziyeti çok ağır bulunan Üstadına yardım etmekle hasenâtına iştirâk etmek gibi çok faydaları elde edebilir. Ben kasemle temin ederim ki, bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye hükmüne geçer, belki her bir sayfası bir okka şeker kadar beni memnun eder."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Onu yazan ve yazdıran ve okuyan, "Risale-i Nur Talebesi" ünvanını alır." Hadisin belirttiği gibi, alimlerin sarfettiği mürekkep, mahşerde şehidlerin kanıyla muvazene edilecek. Bu durumda yazıcıların devam ettirdiği vazifeye nasıl bakmalı?

Hadiste geçen "mürekkepten" maksat, ilimdir. Böyle kabul etmediğimiz takdirde, eser yazamayan alimler ile kitaplarını başkasına yazdıran alimler bu sevaba hiç bir zaman mazhar olamayacaklar demektir. Hatta Bediüzzaman'ın kendisi de buna mazhar olamayacktır. Zira Bediüzzaman, kitaplarını kendisi yazmamıştır, katiplere yazdırmıştır.

Nur Talebeliğinin yegane şartını yazmaya bağladığımızda, Üstad, çok yerde: "Ben de sizin gibi bir Nur Telebesiyim," gibi ifadelerini doğru kabul etmemek gerekecektir. Zira kendisi de bir kaç sayfanın dışında Risale yazmamıştır.

Yazar: Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Onu yazan veya yazdıran, Risale-i nur talebesi ünvanını alır." cümlesine göre; Nur Talebeliğinin Şartı Yalnız Yazmak mı?


Risaleler başta tümüyle Hatt-ı Kur'ânla yazıldı. Ama daha sonra daha geniş kitlelerin faydalanabilmesi için Latin harfleriyle basımı yapıldı. Risalelerin önemli bir görevi Hatt-ı Kur'ân'ı muhâfazadır. Kur'ân yazısı ve üslubunun korunması adına önemli bir hizmettir.

Herkese ısrarla "Yazınız" demek yanlış olduğu gibi, "Hatt-ı Kur'ân'la yazmak dönemi geçmiştir." demek de o kadar yanlıştır.

Osmanlıca gibi bir dilin muhâfazasını netice veren bir gayreti yanlış göremeyiz. Böyle zengin bir dil, geçmişimizi muhâfaza eden bir mahfâza gibidir. Bu mahfâzayı korumak adına yapılan bir fâaliyeti takdirle karşılamak icâb eder.

"Risaleler mutlaka Hatt-ı Kur'ân'la yazılmalı, aksi takdirde onlar Risale değildir ve Latince yazanlar, Nur Talebesi olamazlar."
gibi bir durum ve tavır da ancak va ancak tâassub eseri olabilir. Böyle bir yaklaşım, vesileyi gâyeden daha üstün tutma ve gâyeyi vesileye fedâ etmek gibi bir yanlışı netice verir. Yazıya tahşidât yapmak, okumaya önem vermemek demek değildir. Kur'ân'ın ilk emri "Oku" dur. Ancak başka âyette de, "Kalemle ilmi öğreten odur" demekle yazmaya da dikkat çekiyor.

Nitekim başka Risalelerde de talebeliğin ölçüsü olarak okumayı da şart koşuyor. Yazanlara gelen sevapların onlara da geleceğini ifâde ediyor.
.

"Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dâhi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nev'i ibâdete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların mâişetlerini temin hususundaki âdi muâmeleleri de bir nev'i ibâdet hükmüne geçebilir"
diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum."(1)


.​
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, (77. Mektup)
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Birincisi: Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, “Risale-i Nur talebesi” ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve mânevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.

Harf inkilabindan dolayi matbaalarda basilamayan risaleler o zaman elle yazilip cogatiliyordur.

"Bir kisim kardeslerime hususi bir mektuptur" basligi altinda üstad soyle belirtiyor:

" Yazıda usanan ve ibadet ayları olan Şuhur-u Selâsede sair evrâdı, beş cihetle ibadet sayılan Haşiye Risale-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadis-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim.

BİRİNCİSİ:
b712.gif
-1- (ev kemâ kâl). Yani, "Mahşerde ulema-i hakikatin sarf ettikleri mürekkep şehidlerin kanıyla muvazene edilir, o kıymette olur."

İKİNCİSİ:
b713.gif
-2- (ev kemâ kâl). Yani, "Bid'aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur'âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir."
Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sufîmeşrep kardeşler! Bu iki hadisin mecmuu gösterir ki, böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Şeriat ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mübarek, hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışınız.

Eğer deseniz: "Hadiste âlim tabiri var. Bir kısmımız yalnız kâtibiz."

Elcevap: Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsiz olduğum halde, haydi, hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebaiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır; hadiste gösterilen ecri alırsınız.

Said Nursî
"
 
Üst