- Dünyadagaribiz!..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dünyadagaribiz!..


İş, eş ve benzer sebeplerle memleketinden uzakta yaşayan milyonlarca insan vardır. Vatan hasreti hiçbir şeye benzemez. Tatmayan anlayamaz, anlayan anlatamaz...
Doğduğu yerde ölenlerin sayısının giderek azaldığı günümüzde herkes için değişmeyen gerçektir sıla hasreti.
Hayat, bir rüya, bir film gibi sanki. Yazılı bir senaryonun oyuncularıyız. Bizden öncekiler oyunlarını oynayıp geçip gittiler.

“ÖYLE BİR HAYAT YAŞA Kİ!..”Biz de, pek fazla etki edemediğimiz bir hayat yaşıyoruz. Sahne değişiyor, kostüm değişiyor, dekor değişiyor, oyun ve oyuncu da değişiyor...
Gezip dolaştığımız yerler ne kadar değişmiştir yapıldığı günden bugüne kadar, kim bilir?
Kimler gelmiş, kimler geçmiş taşlar dile gelse de anlatsa. Hepsi toprak olmuş, toz olmuş, tarihin derinliklerine gömülmüş gitmiş.
Merhum Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Mal sahibi, mülk sahibi/Hani bunun ilk sahibi?/Mal da yalan, mülk de yalan/Var biraz da sen oyalan...”
Atalarımız demişler ya: “At ölür, meydan kalır. Yiğit ölür, şan kalır...”
Gökkubbenin altında, nerede olursa olsun bütün insanlar, kendilerinden sonrakilere bir şeyler bırakabildilerse bahtiyar bir şekilde gülerek ölürler.
Sadi-yi Şirazi diyor ki: “Sen hatırlamazsın, dünyaya geldiğin zaman ağlıyordun! Etrafındakiler de gülüyorlardı. Anne kurtuldu, bir bebekleri oldu diye. Öyle bir hayat yaşa ki, öleceğin zaman (doğumunun tersi olsun) sen gül, etrafındakiler ağlasın.
Sen gül! Çünkü güzel bir hayat yaşadın, farzları yaptın, haramlardan sakındın, insanlara faydalı oldun. Memleketine, milletine yararlı işler yaptın... Yanındakiler de senin gibi değerli birini kaybedecekleri için ağlasınlar, ölümünden sonra da seni rahmetle yâd etsinler...”

“İNSANLARIN EN HAYIRLISI...”Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.”
Bizim dilimizde “gurbet” basit bir kelime değildir. Maddi ve manevi bütün ayrılıkların, bütün yalnızlıkların adıdır. Çoban da kullanır gurbet sözcüğünü, evliya olan ârifler de. Çobanın anladığı gurbet kendi köyünden uzak kalmaktır. Ârif olanların gurbeti, Rabbinden ayrı kalmasıdır.
Rabbini bulan, bütün nimetlere, güzelliklere kavuşmuştur. O’nu kaybeden ise her şeyi kaybetmiştir. Hazreti Ali radıyallahü anh, oğlu Hazreti Hasan’a buyurdu ki: “Garip, Allah için bir dostu olmayan adamdır.”
Fudayl bin İyad hazretleri de gurbeti başka bir tarzda tarif ediyor. “Faziletli, güzel ahlaklı kişilere gurbet olmaz. Onlar, yabancı yerlerde de olsalar, çevre edinirler, dost bulurlar. Kötü insanlar ise kendi memleketlerinde olsalar bile garip sayılırlar. Kimse onları sevmez, beraber olmak istemezler...”

İŞTE GELDİK, GİDİYORUZ...
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımıza “gurbetçi” diyorlar. Aslına bakarsanız hepimiz gurbetçiyiz. Dünyada kalıcı değiliz, geldik gidiyoruz...
Bir gün sevgili Peygamberimiz aleyhisselam mübarek elini Abdullah bin Ömer’in omuzuna koyarak şöyle buyurdu:
“Sen kendini dünyada ya garip bil veya yolcu. Ya da kendini kabir ehlinden say.”
Bu dünyada hem garibiz, hem yolcuyuz. Garibiz, çünkü daha önce burada değildik. Yolcuyuz, istesek de bizi burada durdurmazlar. Hepimiz burada misafiriz...
Misafir bir gün memleketine döner. Sahip olduğumuz ne varsa hepsi emanettir. Emanetler de bir gün sahibine teslim edilir.
İnsanoğlu her gün bir adım ölüme yaklaşıyor. Kazandığı servete çocuklar gibi seviniyor, kaybettiği zamanına acımıyor.
Neye yarar o servet ki, başkalarına nasip olacak. Belki de en sevmediğimiz kimselere!..

alinti
 

pendüender

Well-known member
S.A

Gariplik güzeldir, garip olduğunu bilmek de güzeldir...


Bir güzel alıntı da bizden olsun...


(NEY) DEN MURAD

VE
GURBETLİK

“Neyden murâd ; enâniyyeti yâni benliği fâni ve mertebe-i bekâ billâhda bâkî olan veliyy-i kâmil ve mürşid-i âgâhdildir. Yâhud bildiğimiz (ney) dir, te’vile hâcet yoktur.”
Hoca merhûmun şu ifâdesi bir şerh-i câmî’dir. Zâten nây ile insân-ı Kâmil, yekdiğerinin misâli ve mümessilidir. Çünki ney, yetiştiği kamışlıktan kesilip ayrılmış, göğsüne ateşle delikler açılmış; başına, ayağına, hattâ boğumları arasına mâdenî halkalar ve teller takılmış, koparıldığı yerdeki rutûbetten mahrum kalmış, bundan dolayı kupkuru ve sapsarı kesilmişdir. İçerisi tamamiyle boştur. Ancak neyzenin nefesiyle dolar. Kendi başına kalırsa ne sesi çıkar ne sedâsı. Vazîfesi, neyzenin dudaklarıyle parmaklarına âlet, onun istediği nağmelerin zuhûruna vâsıta olmaktır.
Hazret-i Mevlânâ bir rubâîsinde :
“Ney’i dinle ki neler, neler söylüyor. Allâh’ın gizli sırlarını tekellüm ediyor. Yüzü sararmış, içi boşalmış, başı kesilmiş yâhud neyzenin nefesine terkedilmiş olduğu halde dilsiz ve kelâmsız, Hudâ, Hudâ diyor.” Buyurmuştur.
Kâmil de böyledir. Neyistân-ı ezelden, yÂni (Âyân-ı sâbite) âleminden, daha açığı âlem-i İlâhiyedeki mevkîinden kader sevkiyle şu dünyâya getirilmiş, beşeriyyet kaydına ve anâsır-ı tabîat bendine vurulmuş, ayrılık ateşiyle bağrı şerha şerha olmuş, makâm-ı kadîmindeki feyizden mahrum kalmış; kalbini nefsin heveslerinden, zihnini (Hestî-i mevhûm) yâni, şu vehimden ibâret varlıktan tahliye etmiş, kkendisini Allâh’ın kudret ve düzenine terketmiş, Müessir-i Hakîkî’nin irâdesine vâsıta olmaktan başka bir vazîfesi kalmamış, nefha-i İlâhiyye hangi perdeden zuhur eylerse o nağmeyi icrâ ediyor.
Mahlûkattan her birinin aslî vatanına karşı muhabbeti olması ve onun hasretîle ağlayıp inlemesi ve şikâyette bulunması tabîîdir.
Neyden maksad, bildiğimiz ney olsa da, mecâzen insân-ı kâmil olsa da, ikisinin de bu vatan hasreti bulunduğundan, hikâyelerinin dinlenilmesi faydalıdır. Çünki Kur’ân’da :
“ Fe zekkir fe inne’z zikrâ tenfe’ul mü’minîn”
Yâni : “Sen (sâde Kur’ân ile va’z et. Çünki şüphesiz öğüt mü’minlere fayda verir.” Buyurulmuştur. Hazret-i Pîr, şu emr-i İlâhîye ittibâ etmiş olmak için vatan-ı aslîyi hatırlatıyor ve: “ Neyi dinle, onun şikâyetâmiz hikâyelerini anla” diyor.
Âriflerden biri : “ Nereden geldiğini biliyor musun? Harem-i sübhânî’nin mahremiyyeti makâmından, yâni, ilm-i İlâhî âleminden gelmişsin. Düşün, o hoş ve rûhânîmakamları hiç hatırlıyor musun?” buyurmuştur.
(Alıntı)-Mesnevi
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"İslâm, garip başladı Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garip kalacaktır Ne mutlu o gariplere!" (Müslim)

Müslüman, hangi asırda olursa olsun, içinde yaşadığı toplum tarafından garip karşılanır Bu, mukadderattır Hz Adem (as)'dan son peygamber Hz Resul-i Ekrem (sas)'e gelinceye kadar, peygamberler ve getirdikleri ile ilgili bir referandum yapılmış olsa idi, azınlık hep inananlar, çoğunluk ise ehl-i küfür olurdu Allah dostlarının ümmetlerine bakılınca bu durum daha net ortaya çıkar Küfür, her dönemde sayısal olarak üstünlük göstermiş; inananlar fakir, köle ve azınlık olarak teşekkül etmiştir

Sayısal olarak çoğunluğu ellerinde bulunduranlar, her fırsatta inananları ezmek, ortadan kaldırmak ve tek olarak hakimiyetlerini daim kılmak için binlerce metot uygulamış lakin hiç bir şekilde muvaffak olamamıştır Olabilmeleri de mümkün değildir Cenab-ı Hakk'ın vaadi açıktır

Bahusus bu durum karşısında müslümanlara düşen vazifeler vardır: Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak; bir an için bile olsa Allah Rasulü'nün yolundan ayrılmamak; birlik olmak; küfre karşı bir hareket etmek vs Bunlar yapılmadığı zaman, şu mevcut durumda olduğu gibi problemlerle karşılaşılması kaçınılmaz olmaktadır Muhakkak ki Allah her şeyin en iyisini bilmektedir

Allah Resulü'nün zamanında olduğu gibi, batılın (boş, beyhude, yalan, çürük) hakim unsur olduğu, sapık fikir ve düşünce, uydurma sistem ve nazariyelerin tahakkümüne maruz kaldığı, cahiliyyenin güçlenip hakimiyet kurduğu dönemlerde İslâm, nasıl ki garip karşılanmış, günümüzde de durum hemen hemen aynıdır

Sözlüklerin "Garip" maddelerini, 1 Yabancı, yurdundan ayrılmış, yolcu, gurbete çıkmış 2 Alışılmamış, tuhaf acayip 3 Kimsesiz, zavallı vb izahlar doldururken, Allah Resulü bu "garipler" için şu açıklamayı yapıyor: "Halkı kötülüklere mağlup olmuş ve isyankârları itaat edenlerden daha çok bir toplum arasında kalan Salih kişiler olarak tanımlamaktadır (Müsned)

Bizden öncekilerin başlarına gelenler, elbet bizim de başımıza gelecek Garipliğimiz gibi Acı sözler, darbeler, yakınların dahi düşmanlığı, medya baskısı, rejim tasallutu, aslı olmayan haberlerle iftiralar, çamur atmalar, batıla iştirakten uzak olunca alaya almalar, dudak bükmeler İnandıkları gibi yaşamak isteyenleri, kendi inandıkları yaşam çizgisine çekmek istemeleri bunun bariz örnekleridir

Mevcut zulüm, sadece belli veya bizim dışımızdaki insanlara "has" kılındığı vakit, üzerimize alınmayarak, görmezden gelerek, umursamayarak vaziyeti idare ettiğimiz sürece "Garip" değil belki zalimlerden daha zalim hale geldiğimiz unutulmamalı

Müslüman, hangi asırda olursa olsun, içinde yaşadığı toplum tarafından garip karşılanmaya başlanınca, İslâm'ı yaşamaya başlamış demektir

Öyleyse Garip olmak, Garip karşılanmak için ne durursun Müslüman?
 
Üst