Üstad Bediüzzamanın isimleri!...

memluk

Hatim Sorumlusu
Bediüzzaman’ın isimleri
Said

Şah'ı Geylani...
Yani Abdülkadiri Geylani...
“Müridim” diyordu bir fıkrasında...
“Korkma!”
“Sözlerini çekinmeden söyle!”
“Zamanının Abdülkadiri ol” diye sesleniyordu...
Ve daha niceleri...
Yazdıklarında Said Nursiye işaret etmişti...
Çünkü o şöyle böyle biri değildi...
Ona “Said” ismi ezelden verilmişti...
Ve Peygamberi zişan bir hadis-i şerifinde...
Üç kez “Said... Said... Said...” demişti...
“O, Fitnelerden muhafaza edilendir...”
“O, İbtila olunur ve sabreder...”
“İşte o zayıf ve sakalsızdır...”
Diyerek asrın adamını tasvir etmişti...
Onun adı Said'di...
Dünyada yalnız bırakıldı belki,
Ama aslında O,
iki cihanın en saadetlisiydi...

nursi.jpg


Mirza Bediüzzaman

İnsanlar babalarının adıyla bilinirdi eskilerde...
İsimden önce baba adı söylenirdi soyadı yerine...
Kah Mehmet oğlu Hasan denirdi...
Kah Hasan oğlu Süleyman...
Bediüzzamanın baba adı Mirza olduğundan,
Ona uygun düşen hitap şöyleydi:
Mirza Bediüzzaman...
Üstad arayış içindeyken bir zaman,
Yani hem aklen, hem de kalben,
Hakikate gidilecek bir yol aradığı bir zaman,
Bir tefeül açtı İmam-ı Rabbaniden...
Ve bir mektupla karşılaştı,
Yıllar evvel yazılmış Mektubat eserinden...
Mektup “Mirza Bediüzzaman” adlı birine hitaben yazılmıştı...
Bediüzzaman bunun tevafuk olduğunu anladı...
Kendi yaralarına ilaç eyledi oradaki haykırışı...
“Tevhid-i kıble et” diyordu İmam-ı Rabbani...
“Yani Tek üstadın arkasından git”
Diyordu İmam Hazretleri...
Bediüzzaman anladı ki,
Kur'andır Üstadların hakikisi...
Böylece rotasını belirledi...
Ve Kur'anı kendine tek üstad eyledi...
Bu tefeül bir tesadüf değildi...
Aslında hakikati beyan etmekteydi...
Her ne kadar başka bir Mirza Bediüzzamana,
Yazılmış olsa da mektup,
Aslında manen asrın adamına da seslenmekteydi...
Onlar ikisi de kendi asırlarının adamıydı...
Bu sebeple imkansız değildi birbirlerine ulaşmaları...
Demek Üstad hazretlerinin bir adı da,
Mirza Bediüzzamandı...
Ve bu isim O'na İmam-ı Rabbaniden yadigardı...

Molla Meşhur
(Said'ül meşhur, Molla Said)

Bin dokuzyüzlü yıllara gelene dek,
İlim ve irfan çok ehemmiyetliydi...
Kişiler onlarca sene medreselerde,
Büyük hocaların taliminde,
Dünya işlerinden çok uzak bir şekilde,
Din ve fen ilimlerini tahsil ederlerdi...
Talebelerin İlmi derecelerini,
Zaman zaman yapılan münazaralar belirlerdi...
Said Nursi'de bu talebelerden biriydi o zamanlar...
Hiç sual sormaz, sorulan her şeye cevap verirdi...
Böylece onlarca şehir ve köyü gezmişti...
Bir çok alimi ilzam etmiş,
Ve İlimde, zekada, akılda en ileri olduğunu,
Herkese kabul ettirmişti...
Öyle ki bu hal sade şark ulemasında değil,
Batıdaki ilim ehlinin bile dikkatini çekmişti...
Bu ona büyük bir şöhret getirmişti...
Artık adına “Molla meşhur” denmişti...
Küçük yaşlarda elde ettiği bu şöhret,
Kıyamete kadar devam edecekti...
Çünkü şöhreti geçici değildi...
O, bu şöhreti gerçekten,
İlmiyle elde etmişti...

Bediüzzaman
Şarkın ayak sesi...
Şarkı ayaklandıran ses...
Şarkta doğmuş, o ilahi nefes...
Fizikte, Kimyada, Coğrafyada,
Felsefede, Astrolojide ve Matematikte...
Ve nice ilimlerde bile,
Gene o en ileride...
Bütün ulemayı ilzam eden bir zeka abidesi...
Şarkı ayağa kaldıran bir ayak sesi...
İnsanlar boyun büker nihayetinde,
Bükemediği eli öper nihayetinde...
Çünkü görülmedik bir şeydir zaman içinde böylesi...
Benzemiyor kimseye,
O, zamanın garibi ve acibi...
İşte ona “Bediüzzaman” lakabı verildi...
Ve Said Nursi'yi sadece Van uleması değil,
Mazi ve müstakbelde herkes,
Bu gün dahi “Bediüzzaman” olarak kabul etti...

İbnüzzaman
Zaman tüm dehşetiyle ayaktaydı...
Çığlıklarını göklerden koparmaktaydı...
Kıvranıyordu büyük bir sancıyla...
Kıvranıyordu gözleri semalarda...
İnsanlık bir kurtarıcı bekliyordu...
Ve O, karanlığa,
Bir Nur köyünde doğdu...
Aslında görünüşte onu annesi doğurmuştu...
Fakat gerçekte o,
Ahirzamanın çocuğuydu...
Onu, Zaman doğurmuştu...
Onu, bu zamanın gereksinimleri doğurmuştu...
İbnüzzamandı o...
Zamanın tek ve yegane oğluydu o...
Ve o çocuk, kendisini doğuran zamana,
Hiç ihanet etmemişti...
Yani hayırlı bir evlattı Bediüzzaman...
Yani hayırlı bir evlattı İbnüzzaman...

kare-kare-bediuzzaman-foto_56398_7.jpg
Bedi'

Eşi ve benzeri yoktu onun,
Hayret verici bir güzellikteydi O...
Ama bu lakap onun suretinden öte,
Haline verilmişti...
Demek her hali güzeldi...
Oturuşu güzeldi...
Kalkışı güzeldi...
İbadet edişi güzeldi...
Üstadlığı güzeldi...
Yazdığı, yazdırdıkları güzeldi...
Çünkü onun üstadı sünnet-i seniyyeydi...
Sünnet-i seniyye edep demekti...
Edepli olanın, insanlığa verdiği her şey de,
Bedi' ve güzeldi...
 
Üst