molla_zehra
Well-known member
Bir kaç defa ziyaretine gittik. Fakat hiç konuşmuyordu. Yatağı bir tahta ranzada idi. Duvara asılı bir torbada Kuran-ı Kerim vardı. Başka bir kitap görünmüyordu. İlk gidişte bize çay yaptı ve verdi. Amma, kederli duruyor ve konuşmuyordu.
“Nasıl yapalım da konuşturalım, bir mesele soralım. Peygamberimiz Mi’rac’a ruhen mi, yoksa bedenen mi gitti, diye soralım” dedik. Böylece konuşturmayı umuyorduk. Yine bize çay verdi. Imam efendi sordu:
“Efendim ulema farklı söylüyor. Acaba Mi’rac bedenen mi, ruhen mi?” deyince, Üstad sağa sola baktı. Ve bana:
“Hafız, yazın var mı?”
Ben:
“Güzel yazarım efendim”
“Öyleyse al şu defteri” dedi ve başladı söylemeye. İşte ilk defa Mirac Bahsi böyle yazıldı. Tek sayfa olarak tam otuzbeş sayfa yazmışım. Üstad da yazdıklarıma baktı.
“Yazın güzelmiş” dedi. “Sen bana lâzımsın. Amma ben asabiyim. Herkesle geçinemem, sen tedbirli ol.”
Ben de “Efendim, ben de tirkakiyim. Sigara içmeden yapamam. Ne yapacağız?” dedim.
Üstad, “O zaman, Besa (arnavut yemini) yapalım. Ben kızınca, sen birşeyler deme. Sen kızınca, gidip sinekleri dağıtırsın” dedi.1
SAİD NURSİ asabî bir insandır. Geçinilmesi zordur. Bakışlarından sertlik akar. Büyük bir ciddiyetin içine gömülmüş yüzü, aynı zamanda hayatın çeşit çeşit acılarının içinden geçmiş bir insanın yüzüdür. Kat kat açılan bir bohça gibi, duygularında ki her elem, keder acı örtüsü kaldırıldığında, altından bir başka yenisi çıkmaya her an hazır dertlerle hemhal olmuş bir insanın yüzüdür. Bakışlarındaki sertlik ondan akıp size geldiğinde ise, derin bir şefkate, merhamete dönüşür. Dolu tanelerinin size gelene kadar eriyip buhara dönüşmesi gibi. Sert kayaların ortasından fışkıran bitkilerin yumuşaklığı kadar insana güven veren bir kişilik fışkırır bu sertlikten.
Said Nursî gergin bir insandır. Kimi zaman huzursuz bir insandır. Bazen merdümgirizlik hastalığına yakalandığını söyler. “Eskiden beri o hastalığın esası bende vardı ki; ona merdümgirizlik yani insanlardan çekinmek, temas etmemek, temastan müteessir olmak” 2 şeklinde açıklar bunu. İnsanlardan kaçar. Yalnız kalır günlerce. Hayatının çeşitli dönemlerinde melankolik ruh hallerine girer. Ruhunun sosyal hayatın gerekliliklerini kaldıramadığını söyler.
Said Nursî asabî bir insandır, ancak onun asabiyetinin bir çekiciliği vardır. Sert bakışları onun dünyasına girmeye vesile bir kapı olur. Sizi içsel dünyasına buyur eder. Onun sertliği savrulup gidebileceğimiz dünyada bize derin bir güven duygusu aşılar. Kişiliğinin asabiyeti asla bir huzursuzluk ve tedirginlik uyandırmaz insanda. Aksine zamanımızın fırtınalarına karşı güvenlikli bir sığınak olur.
Bir psikiyatrist olarak bana onun kişiliğini incelemeyi cazip kılan yönü, başka asabî insanların aksine, asabiyetindeki çekiciliktir. Asabiyet âdeta ona yakışır. Bazı elbiselerin bazı insanlara yakışması gibidir bu. Üzerinde iğreti durmaz. Onun kişiliğinin asabiyeti onun hayatının aslında biricik malzemesi olur. Asabiyeti ve gerginliği, onunla uğraşanlara karşı bir silaha dönüşür. Kendisini seven insanlara karşı ise fırtınalı sosyal hayatta bir sığınağa.
Said Nursî’de insanı böylesine çeken ne var? Onun kitaplarını neden tekrar tekrar okumak istiyorum? Onun kitapları insan ruhunu nasıl bu kadar yatıştırabiliyor? Gençken her aşık olduğumda gider, 17. sözün son kısımlarını okurdum. Kendimi değersiz hissedersem, her nereyi okursam okuyayım, mutlaka teselli eden cümleler bulurdum. Ölüm korkum haşir risalesi, cennet bahsi, ruhun bekası bahisleri ile sükun bulmuştu. Hastalar risalesi ile hastalıklar dahi sevimli görünmeye başladı gözüme. İhtiyarlar Leması ateşli gençlik günlerimin sıkıntılarını serinleten bir gölge gibi beni altında taşıdı. Risaleleri yazan kişi asabi olsa da, Risalelerde ne bir asabiyet vardı ne bir huzursuzluk. Hep huzur akıyordu. Bir yandan insanın nefsine ve narsistleşmiş benliğine ciddi yüzleştirmeler yaşatmayı ihmal etmeden, öte yandan insanın ruhunu ve kalbini meleklerin yumuşaklığı ile donatıyordu.
Bunların bir sırrı olmalıydı.
Bunların bazı sırlarını buldum sonra.
Onun kişiliğinde düğümleniyordu sırlar.
Abdülkadir Badıllı’ının Mufassal Tarihçe-i Hayatının ikinci cildini okurken, en başa alıntılandırdığım Şamlı Hafız Tevfik’in hatırasını okuyunca, bir yıldır onun psikobiyografisi ile ilgili bir kitap çalışmasına yönelik kişilik yapısının özelliklerinin izini sürerken, önemli bir ipucu karşıma çıkıverdi.
Talebe adayına “Ben asabiyim. Herkesle geçinemem, sen tedbirli ol” diyebiliyordu. Sonra Barla Lahikası’nda “sekiz sene, benim gibi asabî, hiddetli bir adamı hiçbir vakit gücendirmeden, hiçbir menfaat-ı maddî mukabilinde olmayarak, kendi işini bırakıp, kemal-i sadakatla lillah için hizmeti….”3 ile karşılaştım.
Said Nursî asabî, hiddetli, geçinilmesi zor bir insan olduğunu kabul ediyordu. Bunu yazmaktan, söylemekten çekinmiyordu. Bunu bir meydan okuma tarzında da yapmıyordu. Eğer kişiliği asabî bir insandan huzur akıyorsa burada derin bir şey aramalıydım.
Son psikiyatrik çalışmalar insanın doğduğu andan itibaren belirli kişilik özellikleri ile doğduğu, çevre koşulları ile bunların ifrat veya tefrite doğru kaydığı yönündedir. Ikiz çocuklarda yapılan gözlemlerde bir çocuğun sakin, diğerinin daha hareketli olması bu yönde manidar bir bulgudur.
Said Nursî’nin de çocukluğundaki davranış örüntülerine baktığımda, aynı şekilde asabî, hareketli, laf söz dinleyemeyen bir çocukluğu olduğunu görüyorum. Bu örüntü bazı yumuşamalar göstermesi ile birlikte tüm yaşamı boyunca devam etmiş, ancak hiddetli davranışlarını kontrol etme yönünde daha muvafık olmuştur.
Said Nursî’nin bir talebesine “Ben asabiyim, herkesle geçinemem, sen tedbirli ol” diyebilmesi ciddi bir özgüven işaretidir. Bu özgüven ise onun kendi kişiliği ve varoluşu ile uyum içinde olduğunu, benliğinin varoluşuna karşı büyüklenmeci, narsistik bir tutum takınmadığının ipuçlarını verir bize.
Kişinin kendini varolduğu haliyle kabul edememesi, kendi varoluşuna karşı bir hınç duymasına yol açar. Kişinin insanî zayıflıklarını ve yetersizliklerini reddedetmesi, onun benliğinin büyüklenmeci bir tutum alması ile ilgilidir.
Kişinin kendi varoluşuna olan düşmanlık dolu nefreti, olması gerektiğine inandığı kişilik ile olduğu şey arasındaki tutarsızlıktan kaynaklanır.
İşte burada Said Nursî’nin farkı açığa çıkar. Onun asabiyetinin nasıl olupta bizlere hayatla, varoluşla ilgili derinlik, içtenlik, sukûnet olarak dönüştüğünü açıklar.
“Nasıl yapalım da konuşturalım, bir mesele soralım. Peygamberimiz Mi’rac’a ruhen mi, yoksa bedenen mi gitti, diye soralım” dedik. Böylece konuşturmayı umuyorduk. Yine bize çay verdi. Imam efendi sordu:
“Efendim ulema farklı söylüyor. Acaba Mi’rac bedenen mi, ruhen mi?” deyince, Üstad sağa sola baktı. Ve bana:
“Hafız, yazın var mı?”
Ben:
“Güzel yazarım efendim”
“Öyleyse al şu defteri” dedi ve başladı söylemeye. İşte ilk defa Mirac Bahsi böyle yazıldı. Tek sayfa olarak tam otuzbeş sayfa yazmışım. Üstad da yazdıklarıma baktı.
“Yazın güzelmiş” dedi. “Sen bana lâzımsın. Amma ben asabiyim. Herkesle geçinemem, sen tedbirli ol.”
Ben de “Efendim, ben de tirkakiyim. Sigara içmeden yapamam. Ne yapacağız?” dedim.
Üstad, “O zaman, Besa (arnavut yemini) yapalım. Ben kızınca, sen birşeyler deme. Sen kızınca, gidip sinekleri dağıtırsın” dedi.1
SAİD NURSİ asabî bir insandır. Geçinilmesi zordur. Bakışlarından sertlik akar. Büyük bir ciddiyetin içine gömülmüş yüzü, aynı zamanda hayatın çeşit çeşit acılarının içinden geçmiş bir insanın yüzüdür. Kat kat açılan bir bohça gibi, duygularında ki her elem, keder acı örtüsü kaldırıldığında, altından bir başka yenisi çıkmaya her an hazır dertlerle hemhal olmuş bir insanın yüzüdür. Bakışlarındaki sertlik ondan akıp size geldiğinde ise, derin bir şefkate, merhamete dönüşür. Dolu tanelerinin size gelene kadar eriyip buhara dönüşmesi gibi. Sert kayaların ortasından fışkıran bitkilerin yumuşaklığı kadar insana güven veren bir kişilik fışkırır bu sertlikten.
Said Nursî gergin bir insandır. Kimi zaman huzursuz bir insandır. Bazen merdümgirizlik hastalığına yakalandığını söyler. “Eskiden beri o hastalığın esası bende vardı ki; ona merdümgirizlik yani insanlardan çekinmek, temas etmemek, temastan müteessir olmak” 2 şeklinde açıklar bunu. İnsanlardan kaçar. Yalnız kalır günlerce. Hayatının çeşitli dönemlerinde melankolik ruh hallerine girer. Ruhunun sosyal hayatın gerekliliklerini kaldıramadığını söyler.
Said Nursî asabî bir insandır, ancak onun asabiyetinin bir çekiciliği vardır. Sert bakışları onun dünyasına girmeye vesile bir kapı olur. Sizi içsel dünyasına buyur eder. Onun sertliği savrulup gidebileceğimiz dünyada bize derin bir güven duygusu aşılar. Kişiliğinin asabiyeti asla bir huzursuzluk ve tedirginlik uyandırmaz insanda. Aksine zamanımızın fırtınalarına karşı güvenlikli bir sığınak olur.
Bir psikiyatrist olarak bana onun kişiliğini incelemeyi cazip kılan yönü, başka asabî insanların aksine, asabiyetindeki çekiciliktir. Asabiyet âdeta ona yakışır. Bazı elbiselerin bazı insanlara yakışması gibidir bu. Üzerinde iğreti durmaz. Onun kişiliğinin asabiyeti onun hayatının aslında biricik malzemesi olur. Asabiyeti ve gerginliği, onunla uğraşanlara karşı bir silaha dönüşür. Kendisini seven insanlara karşı ise fırtınalı sosyal hayatta bir sığınağa.
Said Nursî’de insanı böylesine çeken ne var? Onun kitaplarını neden tekrar tekrar okumak istiyorum? Onun kitapları insan ruhunu nasıl bu kadar yatıştırabiliyor? Gençken her aşık olduğumda gider, 17. sözün son kısımlarını okurdum. Kendimi değersiz hissedersem, her nereyi okursam okuyayım, mutlaka teselli eden cümleler bulurdum. Ölüm korkum haşir risalesi, cennet bahsi, ruhun bekası bahisleri ile sükun bulmuştu. Hastalar risalesi ile hastalıklar dahi sevimli görünmeye başladı gözüme. İhtiyarlar Leması ateşli gençlik günlerimin sıkıntılarını serinleten bir gölge gibi beni altında taşıdı. Risaleleri yazan kişi asabi olsa da, Risalelerde ne bir asabiyet vardı ne bir huzursuzluk. Hep huzur akıyordu. Bir yandan insanın nefsine ve narsistleşmiş benliğine ciddi yüzleştirmeler yaşatmayı ihmal etmeden, öte yandan insanın ruhunu ve kalbini meleklerin yumuşaklığı ile donatıyordu.
Bunların bir sırrı olmalıydı.
Bunların bazı sırlarını buldum sonra.
Onun kişiliğinde düğümleniyordu sırlar.
Abdülkadir Badıllı’ının Mufassal Tarihçe-i Hayatının ikinci cildini okurken, en başa alıntılandırdığım Şamlı Hafız Tevfik’in hatırasını okuyunca, bir yıldır onun psikobiyografisi ile ilgili bir kitap çalışmasına yönelik kişilik yapısının özelliklerinin izini sürerken, önemli bir ipucu karşıma çıkıverdi.
Talebe adayına “Ben asabiyim. Herkesle geçinemem, sen tedbirli ol” diyebiliyordu. Sonra Barla Lahikası’nda “sekiz sene, benim gibi asabî, hiddetli bir adamı hiçbir vakit gücendirmeden, hiçbir menfaat-ı maddî mukabilinde olmayarak, kendi işini bırakıp, kemal-i sadakatla lillah için hizmeti….”3 ile karşılaştım.
Said Nursî asabî, hiddetli, geçinilmesi zor bir insan olduğunu kabul ediyordu. Bunu yazmaktan, söylemekten çekinmiyordu. Bunu bir meydan okuma tarzında da yapmıyordu. Eğer kişiliği asabî bir insandan huzur akıyorsa burada derin bir şey aramalıydım.
Son psikiyatrik çalışmalar insanın doğduğu andan itibaren belirli kişilik özellikleri ile doğduğu, çevre koşulları ile bunların ifrat veya tefrite doğru kaydığı yönündedir. Ikiz çocuklarda yapılan gözlemlerde bir çocuğun sakin, diğerinin daha hareketli olması bu yönde manidar bir bulgudur.
Said Nursî’nin de çocukluğundaki davranış örüntülerine baktığımda, aynı şekilde asabî, hareketli, laf söz dinleyemeyen bir çocukluğu olduğunu görüyorum. Bu örüntü bazı yumuşamalar göstermesi ile birlikte tüm yaşamı boyunca devam etmiş, ancak hiddetli davranışlarını kontrol etme yönünde daha muvafık olmuştur.
Said Nursî’nin bir talebesine “Ben asabiyim, herkesle geçinemem, sen tedbirli ol” diyebilmesi ciddi bir özgüven işaretidir. Bu özgüven ise onun kendi kişiliği ve varoluşu ile uyum içinde olduğunu, benliğinin varoluşuna karşı büyüklenmeci, narsistik bir tutum takınmadığının ipuçlarını verir bize.
Kişinin kendini varolduğu haliyle kabul edememesi, kendi varoluşuna karşı bir hınç duymasına yol açar. Kişinin insanî zayıflıklarını ve yetersizliklerini reddedetmesi, onun benliğinin büyüklenmeci bir tutum alması ile ilgilidir.
Kişinin kendi varoluşuna olan düşmanlık dolu nefreti, olması gerektiğine inandığı kişilik ile olduğu şey arasındaki tutarsızlıktan kaynaklanır.
İşte burada Said Nursî’nin farkı açığa çıkar. Onun asabiyetinin nasıl olupta bizlere hayatla, varoluşla ilgili derinlik, içtenlik, sukûnet olarak dönüştüğünü açıklar.