Mazlum kazanır, zâlim isekaybeder

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Mazlum kazanır, zâlim ise kaybeder

İnsan ömrü, dünyânın ömrüne nazaran sahrada esen bir rüzgâr gibidir. Bu çok kısa hayatta, acı günler de, tatlı günler de olur. Ama hepsi de geçer gider. Zâlimin zulmü de geçer. Fakat zâlimin zulmü, mazlûmun boynunda asılı kalır. Zira âhırette mazlûma; “Onlar o zaman güçlüydü, sen zayıftın. Onlardan geçti ama senden geçmedi. Şimdi sen konuş, sen söyle” denecek. Ve mazlûmun günâhları alınıp, zulmedene verilecektir. İmâm-ı Takî hazretleri buyurdu ki:

“Zulüm yapan, zâlime yardım eden ve bu zulme râzı olan, bu zulme ortaktır. Zâlimin adâletle geçen günü, kendisine, mazlûmun zulüm gördüğü günden daha ağır gelir.”

Dünyâya milyarlarca insan gelmiş ve bir müddet yaşadıktan sonra, ölüp gitmişler. Bunların bazısı zengin, bazısı fakîr, kimi güzel, kimi çirkin, kimi zâlim, kimi de mazlûm imiş. Ama o hâllerinin hepsi de geçip gitmiştir. Bunlardan bir kısmı inanmış, çoğu ise inkâr edip inanmamış. Hepsi de, yâ sonsuz yok olacak yâhut kıyâmet kopup, tekrâr dirilip inanmayanlar sonsuz azâb çekecektir. İnanmış olarak ölmüş olanlar ise, râhata, huzura ereceklerdir.

YA AZAP YA NİMET!..
Şu anda hayatta olan, kadın, erkek her insan da, bu iki hâlden yani ya sonsuz azâb veya sonsuz nimetlerden birisi ile karşı karşıyadır. Her insanın bunu iyi düşünmesi lâzımdır. Zira birkaç sene sonra, bunlardan birisi de, insanın kendisi olacaktır. Geçmiş seneler nasıl bir hayâl oldu ise, ölüm geldiği zamân da, bütün bu ömür, bütün bu hayât, çalışmalar ve didinmeler de hep hayâl olacaktır. O zamân bir insan, acaba bu iki kısımdan hangisinde olmak ister? Hiçbirinden olmak istemem diyemez çünkü buna imkân yoktur. Çâresiz bir şekilde onlardan birisi olacaktır. Sonsuz ateşte yanmayı, ihtimâl bile olsa, kim isteyebilir ki?

Ebû İshak Kâzerûnî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Zâlimlerden ve bunlara yakın kimselerden uzak dur. Her kim bunlara meylederse, âlim ve fazîletli bile olsa, sâlihler ve Allah adamları yanında kıymetli olmaz. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Şu üç şeyi yapanlar cürüm işlemiş olur. İki topluluk arasında bozgunculuk yapıp, fitne çıkaranlar; ana-babasına âsî olanlar; zâlimlerle dostluk kurup, onların zulmüne yardımcı olanlar) ve yine; (Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Ben âlemlerin Rabbiyim. İzzet ve celâlim hakkı için zâlimlerden intikam alırım. Bir kimse bir zâlimin elinde bir mazlûmun zulme uğradığını görse, buna mâni olmaya gücü yetip de, o mazlûma yardım etmezse, ondan intikam alırım) buyurdular.”

Aklı olan bir kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temîn etmelidir. İslâmın güzel ahlâkı ile süslenmeli, herkese iyilik etmeli, kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık vermeli, kimseye zulüm etmemelidir. İyilik yapamasa bile, hiç olmazsa sabretmeli, isyân etmemeli, fitne çıkarmamalı, yapıcı olmalıdır. Böylece kendisi, hem zevklerine, râhata, huzûra kavuşur ve hem de, âhıretin sonsuz azâblarından kurtulur. İslâmiyyete inanan ve uyan, Allahü teâlânın ihsânına kavuşur, mesûd olur. İnanmayan, bu saâdetten mahrûm kalır.

Netice olarak, dünyâda aldanan, mazlûm olan, gözyaşı döken kazanır. Fakat aldatan, zâlim olan, ağlatan ise kaybeder. Aldananlar, üzülenler ve ağlayanlar, mahşer günü mizânın başında sevinecekler. Aldatanlar, üzenler ve ağlatanlar ise, orada kara kara düşünceye dalacak ve üzüleceklerdir. Mahşer günü, dünyada iken, haklı olmadıkları hâlde, nefislerinin arzularına uyarak haklıyım diyerek insanlara zulmedenler, onları ağlatanlar üzülecekler. Haklı olduğu halde, mü’min kardeşini üzmemek için, sen haklısın diyenler ise, sevineceklerdir. Bunun için, haklı olmadığı hâlde ben haklıyım demek çok tehlikelidir. İnsân, kendi nefsine göre haklı olabilir, ama Allahü teâlâ indinde nasıl olduğunu, yani haklı mı haksız mı olduğunu bilemez. Onun için, dünyâda iken hak sahipleri ile helâlleşmek, anlaşmak lâzımdır. Zira dünyâda iken anlaşmakta, helâlleşmekte, herkes için hayır vardır.
 
Üst