Tasavvuf ilminin gâyesi

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İnsanın yükselmesi, saâdet-i ebediyyeye kavuşması, bir uçağın uçmasına benzetilirse, i’tikâd ile amel, yani îmân ile ibâdet, bu uçağın gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bu uçağın enerji maddesi, yani benzini demektir. Maksada ulaşmak için, tayyâre, uçak elde edilir. Yani îmân ve ibâdet kazanılır. Harekete geçmek için de, kuvvet maddesi yani tasavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır.

Tasavvufun gâyesi, insanı Ma’rifet-i ilâhiyyeye kavuşturmaktır. Yani Allahü teâlânın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zâtını yani kendisini tanımak mümkün değildir. Peygamber efendimiz; (Allahü teâlânın zâtını düşünmeyiniz. Onun nimetlerini düşününüz!) buyurmuştur. Yani Onun kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve insanlara verdiği nimetleri düşünmelidir. Resûlullah efendimiz bir kerre de; (Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşündüğün zamân, hâtırına her ne gelirse, bu gelenlerin hiçbiri, Allah değildir) buyurmuştur.

AKLIN KAPASİTESİ SINIRLI!..
İnsanın aklının kapasitesi, sâhası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları anlayamaz. Bunları düşünürse, yanılır, hakîkate kavuşamaz. İnsan aklı, insan düşüncesi, din bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlayamaz. Bunun için, din bilgilerine felsefe karıştıranlar, İslâm dîninin gösterdiği doğru yoldan ayrılmışlar, Bid’at ehli veyâ Mürtet olmuşlardır. Bid’at ehli olanlar, kâfir değildir, Müslümândırlar. Fakat, doğru yoldan ayrılmış, 72 bozuk fırkanın birinden olmuşlardır. Bu, felsefe kurbanlarının, Kur’ân-ı kerîmden anladıkları yanlış akîdeler, küfre sebep olmadığı için, Müslümândırlar.

İslâm felsefesi diye bir şey yoktur. İslâmiyyete sonradan felsefe karıştıranlar olmuştur. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, İslâm bilgilerinin ölçüsü, insan aklı, insanın düşüncesi değil, manaları açık olan âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerdir.

Tasavvufun esâsı da, insanın kendini, aczini, zavallılığını tanımaktır. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi, yüce, ulvî aşk esâsı üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselâma uymakla kavuşulabilir. Tasavvuf yolunda ilerlerken, kalbde, birçok hâller hâsıl olur. Bu hallerin ve tecellilerin, akıl ile alâkası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahın tecellîsini kalbinde duyar. Onun için tesavvuf ehline, ölüm, bir felâket değil, güzel ve tatlı bir şeydir. Tekrar Allaha dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesîlesidir. Bunun için Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs, düğün gecesi” adını vermektedir. Tasavvufta, keder ve ümîtsizlik yoktur. Yalnız sevgi, haller ve tecellîler vardır. Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ. Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecûsîlerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümîtsizlik dergâhı değildir. Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” buyurmuştur.

Tasavvuf, ehl-i sünnet i’tikâdından ve İslâmiyyetin emirlerinden başka şeylere kavuşmak için değildir. Ehl-i sünnet i’tikâdının, yakîni ve vicdânî olması, yani sağlamlaşması, şüphe getiren tesîrlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delîl ile kuvvetlendirilen îmân, böyle sağlam olamaz. Ra’d sûresi 30. âyetinde meâlen; (Kalblere îmânın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur) buyuruldu.

SONSUZ KUDRETİN ŞAHİTLERİ!..
Netice olarak tasavvufun gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması, nefisten doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. Tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaybdan haber vermek, nûrları, rûhları ve kıymetli rüyâlar görmek için değildir. Bunların hepsi, boş ve faydasız şeylerdir. Her zamân görülen ışığın, ziyânın, çeşitli renklerin ve tabîattaki güzelliklerin ne kusûrları vardır ki, insan bunları bırakıp da, başka şeyler görmek için, birçok sıkıntılara katlansın. Çünkü bu ziyâ, ışık da, o nûrlar da, bu güzel şekiller de, var olan şeylerin hepsi de, Allahü teâlânın yarattıklarıdır. Bütün bu yaratılanların hepsi, Onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren şâhitlerdir.
 
Üst