Allahü teâlânın rızâsını seçtim

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dünyâda ve âhırette saâdete kavuşmak, rahat, neşeli yaşamak için Müslümân olmak lâzımdır. İmânı olan ve İslâmiyyetin hükümlerine uyan, harâmlardan sakınıp, ibâdetleri yapan kimseye, Müslümân denir.

Dünyâ ve âhıret saâdetlerinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızâsına, sevmesine kavuşmaktır. Allahü teâlâya yakın olmak, Onun sevmesine kavuşmak demektir.

İbâdetin kabûl olması için, niyyetin hâlis olması yani yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapılması lâzımdır. Bu ihlâsı elde etmek kolay değildir. Nefsi temizlemek takvâ ile olur. Takvâ, harâmlardan sakınmak demektir. Nefsi temizlenmeyen kimsenin, ibâdetlerini ihlâs ile yapması çok güçtür. İnsanın dünyâda ve âhırette saâdete kavuşması için, nefsine uymaması, onu zayıflatıp, zarar yapamayacak hâle düşürmesi lâzımdır. Nefsi zayıflatacak birinci ilâç, İslâmiyyete uymaktır. Harâmların hepsi, nefsin gıdâsıdır, nefsi besler, kuvvetlendirir. Nefis kuvvetlenince, bütün iyiliklerin, güzel ahlâkın kaynağı olan İslâmiyyete saldırır. Allahü teâlânın emirleri ile alay eder. Herkesin kendisi gibi taşkın, şaşkın olmasını, haksızlık, kötülük, zulüm yapmasını ister. İnsanın en büyük düşmanı, kendi nefsidir ve nefislerini beslemiş, azdırmış olan gâfil, câhil kimselerdir.

AFFEDİLEN SARHOŞ!..
Bir gün Ömer bin Abdülaziz hazretleri, yatsı namazını kıldıktan sonra câmiden çıkmış, evine gidiyormuş. Bakmış yolunun üzerinde sarhoş bir adam, şarkı söyler gibi mırıldanıyormuş. Adamın bu hâlini görünce kendi kendine; “Benim devlet başkanı, halife olduğum bir yerde, sarhoş olarak sokağa çıkıyor, insanları rahatsız ediyor, bu nasıl iştir” diyerek, hemen zaptiyelere yakalamalarını emrediyor. Onlar da, emri yerine getirip adamı yakalayıp götürürlerken, sarhoş;

- Allah aşkına, Muhammed aşkına beni halifenin huzûruna götürün, ona bir çift sözüm var, diye yalvarıyor. Zaptiye, durumu halifeye arz ederek;

- Efendim sarhoş böyle böyle söylüyor. Size söyleyecek bir sözü varmış, ne yapalım, diyor. Halife;

- Gelsin söylesin diyor. Sarhoş geliyor, halifenin huzuruna çıkıyor ve tam karşısına gelince, aniden, halifenin yüzüne tükürüyor. Orada bulunan herkes, bu hâli görünce, zannediyorlar ki, bu sarhoş adam artık kurtulamaz. Fakat halife;

- Affettim, bırakın gitsin buyuruyor.

- Efendim buna iki misli cezâ gerekirken, niye affettiniz, diye sual edilince, Ömer bin Abdülaziz hazretleri buyuruyor ki:

- Yarın âhirette ameller, Allahü teâlâya, Allah için olanlar ve nefis için olanlar diye iki şekilde arz edilecektir. Benim ona vereceğim cezâ, Allah içindi. Fakat yüzüme tükürdüğü zaman, işe nefsim karıştı. Cezâ versem, bu cezâ, nefsim için olacaktı ve bunun hesâbını ben veremem. İnsanlar ne yaparsa, hepsinin hesâbını vereceklerdir. Bunlardan ancak Allah için yaptıklarından kurtulacaklardır. Niye onun yüzünden ben Rabbimin huzûrunda sıkıntıya düşeyim ki!..

Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; (Sadaka vermekle mal azalmaz. Allahü teâlâ, affedenleri azîz eder. Allah rızâsı için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyurmuştur.

Bir gün hazret-i Ebû Bekir’in de içlerinde bulunduğu Eshâb-ı kiramdan bazıları, bir yerde oturmuşlar sohbet ediyorlardı. İçlerinden birisi, hazret-i Ebû Bekir’e;

- Yâ Ebâ Bekr! Bu mertebeye ne ile eriştin, diye sual edince, hazret-i Ebû Bekir cevabında;

- Dünyâya karşı, dîni seçtim. Âhıretten, Allahü teâlânın rızâsını seçtim. Hiçbir gün, Allahü teâlânın hakkını, kendi hakkımdan üstün tutmadım buyurmuştur.

Netice olarak Müslümân, her adımını Allahü teâlâ için atan, her hesâbını Allahü teâlâ için yürüten insan demektir. Böyle bir insanın ne kendine, ne de hiçbir kimseye zararı olamaz. İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin buyurduğu gibi:

“Keyfine göre yaşa! Fakat bu yaşaman uzun sürmeyecek, bir gün elbette öleceksin. Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın lezzetlerden elbette ayrılacaksın. Dünyânın nesini seversen sev, hepsine vedâ edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının hesâbını vereceksin!”
 
Üst