ÖNDEN GİDEN ATLILAR!.. Onların Her Biri Devletleri İdare Edebilecek Seviyedeydi

icem

Member
Aşere-i mübeşşere efendilerimizin her birisi, devletleri idare edebilecek dehaya sahip insanlardır. Nitekim Allah Resulü'nden sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali halife olarak İslam devletini en başarılı şekilde idare etmişlerdir.
Aşere-i mübeşşereden diğerleri de birer siyasi ve askerî dahi idiler. İnsanın, akıl ve dehasıyla bir hakikate teslim olması nispetinde kadir ve kıymeti artar. Safdil ve bir şey bilmeyen insanlar, birinin parlak bir şey göstermesi karşısında anlık bir teslimiyet gösterebilir ve bir hususa yönelebilirler. Ancak aklı kendisine yeten, ufuklar arkasını gören deha çapındaki insanların Efendimiz'in etrafında ciddi bir teslimiyet içinde toplanmaları, o insanların kendi nefis ve hissiyatları adına çok büyük bir fedakârlıkta bulunduklarını göstermektedir. İşte Aşere-i mübeşşere efendilerimiz, ortaya koydukları hayatlarıyla bu büyük işi yapmışlardır.
Bir diğer mesele de, bu sahabilerin her biri çok soylu ailelerden gelmektedirler. Onların böyle soylu ailelerden gelmeleri ve dünya adına her şeyi arkada bırakmaları, daha doğrusu dünya ve içindekiler adına hiçbir şeye temenna durmamaları, onların ayrı bir derinliklerine işaret etmektedir.
Allah Resulü'nün iltifatları kendi hevasına ve hissiyatına göre olmaz. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), çok kadirşinastır ve kendisine iyilik yapan insanın iyiliğini hayatının sonuna kadar unutmamıştır. Allah Resulü'nün çok kritik bir dönemde kendisine yardım eli uzatan bu arkadaşlarını unutması da mümkün değildir. Mesela Efendimiz, "Bana ümmet olacak biri yok mu?" deyince, "Ben varım Yâ Resulallah!" diyerek elini göğsüne vuran Hz. Ebu Bekir'i unutamaz. Hz Ömer'in "La ilâhe illallah" dedikten sonra arkasına Ashabı alarak Kabe'ye gidip açıktan namaz kılmasını ve sahabenin hayırla yad edilmesine vesile olacak onun böyle civanmerdâne davranışını asla unutmaz. Aslında kimse unutmaz ki, Efendimiz de unutmuş olsun.
Hz. Zübeyr b. Avvam da Efendimiz'in unutamadığı talihlilerdendir. Allah Resulü Mekke'nin bir sokağında dolaşırken birden bire kılıcı yerde sürünen Zübeyr bin Avvam'ı görür ve sorar: "Nereye böyle ey Zübeyr?" Bunun üzerine Hz. Zübeyr şu cevabı verir: "Ya Resûlallah! Senin yakalanıp şehit edildiğini duymuştum. Bu kılıçla onlara hadlerini bildirmeye gidiyordum."
Yine Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), birkaç defa kendi kavim ve kabilesini toplayıp da, "Benim tebliğ ettiğim bu dini kabul edecek yok mu?" dediğinde her defasında "Ben varım ya Resûlallah!" diyen ve o günlerde henüz on-on iki yaşlarında bulunan Hz. Ali'yi unutamaz. Hendek Savaşı'nda Amr ibni Abdivüdd, hendeği atlayıp geçtiği zaman, Allah Resulü "Buna karşı çıkacak kimse yok mu?" diye Ashabına seslendiğinde, o günlerde yirmi iki-yirmi üç yaşlarında bir genç olan Hz. Ali'nin her defasında "Ben!" demesini elbette ki unutamaz.
Medine'de nifak hıyaneti kol gezmektedir. Bu durum karşısında Allah Resulü'nün günlerce uykusuz kaldığı olmuştur ve bir insan olarak o da istirahat etmek istemektedir. Ne var ki, dışarıdan gelecek olan tehlikeler karşısında evinin kapısında kilit bile yoktur. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), o günleri şöyle anlatmaktadır: "Bir gün çok sıkılmıştım ve gönlümden: Ashabımdan bir kimse gelip beklese de ben de biraz istirahat etsem." İşte tam bu esnada kapının önünde bir kılıç şakırtısı duyar. "Kim o?" deyince de, Sa'd ibn Ebî Vakkas'ın sesini işitir. "Ne arıyorsun kapının önünde?" diye sorunca da Sa'd şunları söyler: "Evde yatıyordum ya Resûlallah! Sana bir zarar verirler düşüncesiyle kapının önünde perdedâr olayım diye geldim." Evet, elbette ki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Sa'd'ın bu hareketini de unutmayacaktır.
Burada şunu da ifade etmekte fayda var: Her hizmette ilk defa bayrağı çeken ve doğrulup ruhunun ilhamlarını her tarafa haykıran insanlar, hiçbirzaman unutulmamalıdır ve zaten unutulmamıştır da. Bu, günümüz için de aynıyla geçerlidir. İman ve Kur'an davasına hizmet eden ve bu işin bayraktarlığını yapan insanlar ciddi sıkıntılar yaşamışlar ve işin bugünlere gelmesine vesile olmuşlardır. Evet, arkadan gelenler, önlerinde onlara çığır açan ve onlar için bu şehrâhı hazırlayan insanları daima hayırla yâd edeceklerdir.
Biz burada, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatıyla alakalı, Kur'an'ın yardımıyla tavzih edilip aydınlığa kavuşturulan bir mevzu üzerinde durmaya çalıştık. Her iman ve Kur'an'a hizmet mutlak bir öncü grup olmuştur. Bunlar, o muallâ ve mukadder mevkilerini daima zihinlerimizde ve gönüllerimizde korumalıdırlar. Daha doğrusu bizler, gönlümüzde onlar için hazırladığımız yeri daima korumalıyız; korumalıyız ve onlar, bizim nazarımızda daima muallâ olmalıdırlar. Bu dava uğrunda hapse girenleri, çile çekenleri, köy köy, kasaba kasaba sürgüne yollananları, mahpeslerde kendilerine yer hazırlananları -Allah nisyandan münezzehtir- Allah unutmamıştır ve bizim de onları unutmamamızı istemektedir.
Onları daima, kadirşinaslık içinde hayırla anmak bizim için bir vecibedir. Rabbimizden niyaz edelim, bize iyi eserler bıraktırsın ve bizden sonrakiler de bizi hayırla yâd etsin ve dualarından bir lahza eksik etmesinler...
 
Üst