Bediüzzaman sait nursi ve kastamonu

HAYAL ET

Well-known member
Ben, Risâlei Nur hesâbına âhir ömrüme kadar Nur ve gül dairesindeki sebatkâr ve metîn ve sarsılmaz kardeşlerimle, Kastamonulu fedakârlar ile ebeden müteşekkirâne iftihar ediyorum ve onlarla bütün zâlimlerin sıkıntılarına karşı bir kuvvetli nokta-i istinad ve tam bir teselli buluyorum. Şimdi ölsem, onlar var diye ferah-ı kalble ecelimi karşılayacağım...

GİRİŞ


Kastamonu, Müslüman Türklerin hakimiyetine girip İslâm nuruna gönlünü açtığı günden beri her asırda büyük ulema, evliya ve bahadırlara beşik olmuş; bütün Anadolu’ya hatta İslam dünyasına nur saçan bir kaynak olma keyfiyetini daima muhafaza etmiştir.


Bu belde, Âl-i Beyt’ten çok zatın vatan tuttuğu, çok daha evvelinden Kaysü’l-Hamedânî Asgar(r.a) isimli sahabeyle müşerref olan; Şaban-ı Velî gibi Anadolu’nun dört direğinden (Evtâd-ı Erbaa, Erkân-ı Erbaa) biri olan muhteşem bir veli ve benzeri on binlerce evliya yetiştiren, (şehirde çok sayıda peygamber kabri olduğuna dair rivayetler den de söz edilmektedir.) mübarek bir belde ve ziyaretgâhtır.


Osmanlı padişahlarının birçoğunun hocaları Kastamonuludur. Sadece şehir merkezinde otuza yakın medrese bulunmaktaydı Osmanlı yıkıldığı yıllarda. Müsbet ilim sahasında da sahasında yeri ve önemi ihmal edilemez. İsmail Bey’in himayesinde 15. asırda ulemanın sığınağı ve ışık saçtığı bir mekan olmuştur Kastamonu. Bu büyük hükümdarın yadigârı olan külliyedeki astronomi merkezi buna güzel bir numunedir. Anadolu’nun ilk lisesinin bu şehirde açılmış olması da şaşırtmamaktadır bizi.


Kahraman ecdadın en bahadır evlatlarının da beşiğidir Kastamonu. Gerek şanlı fetih devirlerinde, gerekse zor yıllarda bahadır kumandan ve neferlerini bu ümmetin ve milletin emrine asil bir cömertlikle sunmakta hep en önde olmuştur. İstanbul’un fethindeki hissesi büyük olduğu gibi, Plevne’deki payı (Sadık Paşa), Çanakkalede’ki rolü, İstiklal Harbi’ndeki fedailiği (Halit Bey’den Şerife Bacı’ya kadar) ebediyen iftihar edilecek büyüklüktedir.



Maddi manevi güzel ve mesut devirler yaşamış Kastamonu (bütün İslam âlemi ve Anadolu gibi) zor zamanlar gördü, acılı dönemler yaşadı. Ulema, evliya, ümera ve yiğitler yetiştiren bir memlekete has asaletiyle ağlamayı hiç bilmedi, yakınmayı düşünmedi. (Bugün de bu, istemeyi ve ağlamayı, acındırmayı, yaygarayı becerememesi(!) yüzünden neredeyse nisyana mahkum edilmiş gibidir. Şükür ki artık özündeki ateş, külleri arasından yüzünü göstermeye, tatlı sıcaklığını hissettirmeye başladı. Her neyse…) Ancak, zarar kalbine dokunduğu günden beri bir gariplik çöktü üstüne…





Osmanlının son dönemlerinde kendini iyice hissettirmeye başlayan batı(l)cılık cereyanları ve buna paralel manevi iklimden uzaklaşma hamleleri gittikçe her yeri sarmaya başladı. Osmanlı’da, hastalıklarına rağmen maneviyat etrafında kale görevi yapan kurumlar vardı. Bunlar birer birer ortadan kalktıktan sonra, 150 yıldır, belki bin yıldır biriken menfi cereyanlar adeta sel gibi mukaddesat üzerine hücuma başladı. Maddi kuvvetle baş edemedikleri bu necip milleti, bu defa özünden koparmak suretiyle perişan etmek son planıydı belki Avrupa’nın…





Osmanlı yıkılmış, özünde güzel bir idare şekli olan cumhuriyet kurulmuştu, elimizde kalan bu güzel vatanda. Ancak bu yönetimi yanlış yorumlayan anlayışlar, bütün Anadolu gibi Kastamonu’yu da derinden etkiledi. Bugün, onarıp turizme açacağız diye uğraştığımız, bu vatanın tapusu olduğunu maalesef henüz fark ettiğimiz onlarca cami, külliye, türbe vb yıkıldı, satıldı. Kültürün, milli değerlerin en temel unsuru ve belirleyicisi olan din ve dinini öğrenme ihtiyacı yok sayılmaya başlandı. Bu tahribatı derinden yaşadı Kastamonu ve muhtemelen hemen her yerden yoğun yaşadı.



İşte böyle bir devirde, zahiren nasıl görünürse görünsün, Kastamonu için büyük ve güzel bir hadise gerçekleşti ve Bediüzzaman Kastamonu’ya geldi. Kastamonu, bu vesileyle yine Anadolu’ya İslam âlemine nur yaymaya devam etme imkanı buldu. Bir atasözünde dendiği gibi:”Aslan yatağı boş kalmaz.” Kalmadı da…
 

HAYAL ET

Well-known member
BEDİÜZZAMAN VE KASTAMONU




İlk Gelişi



Bediüzzaman’ın Kastamonu topraklarına ilk uğrayışı 1910 yılına tekabül eder. Daha sonra önemli talebelerinden, varislerinden bir olacak olan Nazif Çelebi’nin anlatmasına göre; Bediüzzaman bir heyetle İnebolu’ya uğramış, Yahya Paşa Camiinde namaz kılmış; halkın ve ulemanın büyük ilgisiyle karşılaşmıştır. Nazif Çelebi o zamandan Bediüzzaman’ı unutamamış, Üstad’ın Kastamonu’ya sürgün olarak gelişinde kendisinin ziyaretine gidip sadık bir talebesi olmuştur.





KASTAMONU HAYATI




Kastamonu’ya Nefyi





Bediüzzaman, gerek birinci dünya harbinde cephede gösterdiği büyük kahramanlıklarıyla, Rusya’daki esaretiyle, İstanbul’daki ilmi içtimai hizmetleriyle, gerekse İstiklal Savaşımızda Millî kuvvetlere desteğiyle büyük bir sevgi, saygı ve hayranlık beslenen kahraman bir hoca olarak bilinirdi. Bundan dolayıdır ki, Büyük Millet Meclisi tarafından defalarca Ankara’ya davet edilmiş, gittiğinde meclisçe hoşamedî ile karşılanmış, mecliste bir de konuşma yapmıştı. Kendisine teklif edilen önemli görevleri kabul etmeyerek, gidişten memnun olmadığı için ve siyasete de karışmak istemediğinden Van’a dönüp ücra bir yerde bir mağarada inzivaya çekilmişti.



Cumhuriyet’in ilanının ardından gelişen çeşitli olaylardan biri de doğu illerimizdeki isyan hareketidir. Osmanlıdaki milliyetçilik cereyanlarının etkisiyle bağımsız bir Kürt devleti kurmaya teşebbüs edenler o dönemde karşılarında hep Bediüzzaman Molla Said’i bulurlardı. Cumhuriyette de aynısı oldu, Şeyh Said hadisesi öncesi kendisinden destek isteyenleri reddettiği gibi, bunlardan bazılarını da isyandan vaz geçirmişti.(Bu konuyla ilgili asılsız ve maksatlı yazıların hepsini çürütecek şahitler ve belgeler dürüst araştırmacılarca ortaya konmuştur.) Sonunda isyan hareketi başlamış ve bastırılmıştı. Dönemin idarecileri, yersiz bir endişe ile Bediüzzaman’ı da batı illerine sürgüne gönderdiler. Burdur, Barla ve Isparta sürgünlerinin ardından sırf imani eserler yazdığı ve siyasete en ufak meyil göstermediği halde, talebeleriyle birlikte Eskişehir mahkemesine çıkarıldı, bir süre hapiste kaldı. Sonra da Kastamonu’ya mecburi ikamete gönderildi.





İlk Yıllar



Bediüzzaman, Eskişehir mahkemesi ve hapsinin ardından, Kastamonu’ya bir sene polis gözetimi altında tutulmak üzere gönderilir ve 1936 Nisanında Kastamonu’ya vâsıl olur. Nüfus kaydı da buraya alınır. Artık Üstad Kastamonuludur.





Yaklaşık üç ay polis karakolunda kalır ve sıkıntı içindedir. Daha sonra polis karakolunun tam karşısında yedi yıldan fazla kalacağı ahşap bir eve yerleştirilir. Ev, karakoldan rahatlıkla gözlenebilmekte, hatta perdeler de açık tutulmaktadır. Bir süre de kimseyle ciddi bir irtibatı olamamıştır. Bundan, Kastamonu halkının Üstad’a kötü gözle baktığı gibi bir anlam çıkarmamak da gerekir. Mesela; belediye reisi Adil Yücebıyık’ın belediye encümen kararıyla dokuz lira para yardımı teklifini (Münip Yalaz’ın hatırasıdır) Bediüzzaman kabul etmez. Zaten hayatı boyunca kimseden yardım almamak (istiğna) onun en önemli düsturlarından olmuştur.




Küçük Bir Tahlil




Bediüzzaman, Barla’ya sürüldüğünde (1927) bu küçük köyde kaybolup gitmesi amaçlanmıştır. Fakat bütün Anadolu’da olduğu gibi dindar ve ulemaya hürmetkar temiz fıtratlı köy insanıydı muhatabı. Cumhuriyet yeni kurulmuş, her şeye rağmen eski nesil (suskun da olsa) meydandaydı. Yeni yeni türeyen dine kayıtsız memurlardan da şikayetçiydiler. Ayrıca, ne kadar kontrol altında olunursa olunsa olunsun, dağda bağda insanlarla muhatap olma imkanı söz konusuydu. (Elbette bunlarla birlikte Barla ve genelde Isparta halkının güzel özellikleri ihmal edilemez) Barla’dan başlayan iman hizmeti de yavaş yavaş bütün Isparta’yı içine alacaktı. Üstad Kastamonu’ya geldiğinde durum ne idi?




1923-1936 arasında on beş yıla yakın bir zaman dilimi vardır. Okullarda yeni bir nesil yetişmişti. Bu nesil, batı kültürünü almış, bu yeni terbiye ile millî manevi bir çok değere ciddi ölçüde yabancılaşmıştır. Bazı mahalli idareciler ve memurlar çok ileri giderek büyük tahribatlar yapmışlar, halk tamamen suskunlaşmıştır. Kastamonu bu anlamda özel önem gösterilen bir yer konumunda görünmektedir. İlk köy enstitülerinden birinin burada açılması bunun bir göstergesi sayılmalıdır. Şehirde tarihi eserlerin (camiler de dahil ki şehir merkezinde bu muameleye tabi tutulan toplam yapı sayısının elli civarında olduğu bilinmektedir) birçoğu tahrip edilmiş veya satılmıştır.




Bunlardan başka, Kastamonu bir şehirdi ve takip çok sıkı oluyordu. Üstelik tam polis karakolunun karşısında oturuyordu. Aleyhinde propaganda yapmak da çok etkili ve kolaydı. Bu yıllarda Kastamonu’da, şarktaki isyanlar dolayısıyla buraya sürülmüş aileler vardı ve Bediüzzaman’ın da bunlardan olduğu propaganda ediliyordu. Belki bunların hepsinden daha önemli bir şey vardı ki o da o yıllarda (1936-40) Kastamonu valisi Avni Doğan’dır (Sonradan bakanlık da yapmıştır.) Daha sonraki vali Mithat Altıok daha ılımlı davranmıştır.Kısaca söylemek gerekirse, Bediüzzaman ve Kastamonu halkının ondan istifadesinin önünde sebepler dairesinde müthiş ağlar örülmüş durumdaydı. Bediüzzaman’a eziyeti adeta şahsi bir dava haline getiren bazı memurlar da olmuştur. Bunlardan bazılarının başlarına gelenler de hatıralarda kayıtlıdır.




Ancak durum, her şeye rağmen başka türlü olacak, bu memleket, âbide zatlar yetiştirecekti Nur irfan mektebinde… Bunlarla birlikte şehirde çok sayıda tanınmış hocanın bulunması da halkın böyle bir âlime olan ihtiyacını perdeliyor olabilir. Bununla birlikte şu da ifade edilmeli ki, şehrin mümtaz iki âlimi olan Hafız Tefvik Efendi ve Mehmet Feyzi Efendi şehirdeki ilk muhataplarından, ilk talebelerinden olmuştur. Mühim bir alim olan Hafız Ömer Efendi’nin de Mehmet Feyzi Efendi gibi bir talebesini buna teşvik etmesi kayda değer.








İlk Muhatap

Çaycı Emin Bey… Bediüzzaman’ın bilinen ilk ciddi muhatabı bu zattır. Kendisi de şarktan sürgün edilen bir aşiret reisi iken burada fakir düşmüş, halktan bazılarının tavassutuyla Nasrullah meydanında çaycılık yapmaktadır. Bir gün şadırvanda Üstad’ı görünce merak edip tanışır. Üstad, ona bir zarar gelir endişesiyle Emin Bey’i uzaklaştırır ancak alaka devam eder ve bir yorgan alış verişi vesile edilip görüşürler. Sonra da Çaycı Emin Üstad’a hizmete başlar. Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Kastamonu’ya büyük hizmetleri olan bu zatı Mehmet Feyzi Efendi’nin övgüyle yad ettiği bilinmektedir.
 

HAYAL ET

Well-known member
Kastamonu Bediüzzaman’ı Sahipleniyor





Yemen Emin Bey'den sonra Hilmi ve Tahsin Bey gibi kahraman muhataplar Üstad'ın etrafında pervane olmaya başlarlar.Bu arada 1937’ye kadar İstanbul’da askerlik vazifesini yapan Mehmet Feyzi Efendi’nin memleketine dönüp Üstad’a hizmete başlaması da Kur’an ve iman hizmetinin inkişafında önemli bir aşama olmuştur denebilir. Gittikçe genişleyen nur halkasına, dahil olanlardan özellikle Mehmet Feyzi, Hilmi Bey, Hafız Tevfik Efendi (kendisi de alimdir), Taşköprülü Sadık Bey, İhsan, Ahmetler, Kamil, Tahsin, Ahmed Kureyşî(Devrekani’lidir), Cevdet, Abdullah; İnebolu’dan Ahmet Nazif Çelebi, Selahattin Çelebi, İbrahimler, Salih, Ziya, İzzet, Hüseyin; Küre’den Hafız Emin,Hakkı, İhsan, Muallim Osman, saatçi Nuri, Dursun,; Daday’dan Fuat, Hafız Hasan, Hüsnü, Hakkı; Araçtan Tahir; Tosya’dan Dağdeviren… Hanımlar taifesinden Asiye, Ulviye, Lütfiye, Zehralar, Şerife, Hacer, Necmiye, Nimet, Âliye, Sâniye isimleri ilk hatıra gelenlerdendir. Liste uzatılabilir. Ancak bu isimlerin bile Risale-i Nur okuyanlardan çoğunca hakkıyla bilinmediği de iç burkan bir hakikattir. (Kastamonu Risale-i Nur hizmetinde öne çıkmış zatları, Kastamonu Nur talebeleri başlığı altında ayrıca tanıtacağımız için burada ayrıntıya girmiyoruz.)





Kastamonu safahatında İnebolu’nun özel bir yeri vardır. Üstad İnebolu’yu, “Küçük Isparta” olarak nitelendirir ki hakikaten çok büyük kahramanlıklar gösteren talebeleri olmuştur burada. Sonraki yıllarda da özellikle teksir makinesiyle yaptıkları hizmetler unutulmaz.





Kastamonu hizmet devresi anlatılırken, yalnız merkez ve ilçeler de düşünülmemelidir. Safranbolu, Karabük, Eflani gibi civar yerler de bu çerçevede ele alınmalıdır. Mustafa Osman, Ahmet Fuat, Hıfzı, Rahmi, Hüsnü, Mustafa Sungur(daha sonra ama risaleleri ilk defa Kastamonu Gölköy Enstitüsünde okurken tanımıştır), Hatta bütün Karadeniz havalisi bu feyiz menbaından istifade etmiştir.



Bediüzzaman’a Kastamonu halkı ciddi alaka göstermiştir. Halen yaşlılar arasında Üstad’ı görenler veya büyüklerinden dinleyip kerametlerini anlatanlar vardır. (Üstad Kastamonu’dan 1943 yılında ayrıldığından dolayı bugün hayatta kalanlardan kendisini gören çok azalmıştır.)





Deli velilerden (Deli Eşref gibi) halk ozanlarına (Âşık Meydanî), âlimlerinden belediye reisine, hanımlardan çocuklara kadar ciddi alakadarları talebeleri, sevenleri olmuştur. Kastamonu hanımlarının fedakarâne hizmetleri lahikalarda zikredilmektedir. Yazma bilmeyenlerin, bir hanım için en değerli şeylerden biri olan bindallılarını kesip risalelere cilt yapmaları bu ilginin ve sevginin şirin bir delilidir. Bediüzzaman Kastamonu’dan ayrıldıktan sonra da köyde şehirde bir çok kimse Risaleleri yazmaya devam etmişlerdir. Bugün yıkılan eski evlerde yazma risaleler çıkmakta, bir çok evde bu risalelerin bulunduğu bilinmektedir. Kastamonulular, “hocaefendi” dedikleri Üstad’ı gerçekten çok sevmişlerdi.





Kastamonu’da Yazılan Risaleler





Bediüzzaman’ın burada ilk bir iki yıl eser telif etmediği görülmektedir. Bu fasılanın ardından Kastamonu’da yaşadığı dönemde önemli risaleler yazdı. Özellikle 3. Şua olan Münacat Risalesi ve 7. Şua olan Âyetü’l-Kübra Risalesi gibi muazzam eserler burada telif edilmiştir. Isparta talebelerine yazdığı mektuplardan oluşan Kastamonu Lahikası da çok önemli bir eserdir. 11. Şua’dan (Meyve Risalesi) bazı bahislerin de Kastamonu bağlantısı vardır. Denilebilir ki, Şualar büyük ölçüde Kastamonu’yla alakalıdır.





Kastamonu Lisesi’nde okuyan bazı talebelerin bir ziyaretlerinde (daha sonra Bediüzzaman’ın çok mühim bir talebesi ve vârisi olan Abdullah Yeğin başta olarak) “Bize Hâlikımızı tanıttır, muallimlerimiz bize Allah’tan bahsetmiyorlar.” isteği üzerine orada ders verili sonra kaleme alınan 6. Mesele de esas itibarıyla bir Kastamonu meyvesidir. Bu arada, bu lise talebeleri Üstad’ın verdiği dersi yeni harflerle kaleme almışlardır. Böylece, Latin harfleriyle ilk risale yazılması burada gerçekleşmiş olmaktadır. Yine Kastamonu lahikasında geçen bahislerin bir çoğu önce bura talebelerine verilen sonra Isparta’ya gönderilen derslerdir.





Günlük Hayatı





Bu bahsi, bu başlıkların sonuna ekleyeceğimiz, talebesi Mehmet Feyzi Efendinin bir mektubu nefis biçimde anlatmaktadır. Biz basitçe bazı şeyler karalayacağız.



Yukarıdaki satırlar Bediüzzaman’ın günlerini nasıl geçirdiğini az çok ifade ediyor. Bütün ömrünü Kur’an’a adamış bir zatın ibadet, hizmet, dua vb dışında bir şeyle meşgul olması elbette beklenmez. Üstad’ın bütün ömrü bu minval üzeredir. Belki bunları ifadeye ihtiyaç da yok.



Said Nursi’nin ubudiyetine şahit olanların anlattıkları, bu manada ne büyük bir deryadan söz ettiğimizi ifade eder. İbadeti, duası, istiğnası, ihlâsı, iktisadı… Bunları, kendisini yakından tanıyanlardan bizzat veya yazılanlardan, hatıralardan öğrenmek mümkündür. Öğrenmek de gerekir çünkü Allah’ın böyle kulları bizim gibiler için güzel örneklerdir her zamanda.



Üstad, Risale telif ettiği zaman bir talebesi bunları yazardı. Burada da böyle olmuştur. Eskiden yazdığı eserler de devamlı çoğaltılırdı ki matbaa imkanı olmadığı için bu yazıcılar çok önem arz ederdi. Kendisi de yazılan nüshaları düzeltir, eserin sonuna da yazan için bir dua ilave ederdi. Vaktinin çoğu böyle geçerdi. Kastamonu’da bu işte en öndeki zat Mehmet Feyzi Efendi olmuştur. Gerek merkezde, gerekse kaza ve köylerde çok yazıcılar ve nur postacılarının sahibiyetini zikretmekten geçmemek gerekir.



Memleket halkından veya dışarıdan ziyaretçiler geldiğinde onlarla alakadar olur, onlara nasihat eder ve sıkıntılarına çare bulurdu.





Karadağ-Tepelice şehir dışında sık sık gittiği yerlerdir. Şehir merkezinde, Nasrullah Camii Üstadın gittiği mekanlardan biridir. Nasrullah Şadırvanında hep aynı yerden abdest aldığı da söylenmektedir. (Kastamonuluların yarı lâtife yarı gerçek bir iddiaları vardır ki, Nasrullah Şadırvanı'ından su içen bir kişi; ya yedi sene bu şehirde kalır, ya yedi sene içinde tekrar gelir ya da yedi defa bu şehre yolu düşer. Lâtif bir tevafuktur ki Üstad da bu şehirde yedi seneyi aşkın bir süre kalmıştır.)

Zaman zaman Kastamonu kalesine çıkar, orada yazılan risaleleri tashih ederdi. Dışarı çıktığı zamanlarda karşılaştığı kişilerle de muhatap olur, onlara nasihat ederdi. Bazı çirkin işlere bulaşanlar için ağladığı da hatıralar arasındadır.



Bediüzzaman’ın zaman zaman Şeyh Şaban-ı Veli türbesine gittiği de anlatılmaktadır. Zaman zaman bazı talebelerinin bahçelerine de gittiği hatıralarda anlatılır ki bunlardan biri mehmed Feyzi Efendinin evinin bahçesidir.



Üstad'ın içimi hoş suları tercih ettiği bilinir. Kastamonu'da da bu âdetini devam ettirmiştir. Şehirde olduğu zamanlarda evinin bulunduğu mahallede bulunan bir zamanlar Şeyh Şaban-ı Velî'nin dergâh olarak da kullandığı Honsalar camii yanındaki Honsalar suyunu tercih ederdi. Karadağ'a ve Tepelice'ye gittiği zamanlarda da belirli kaynaklardan su içtiği anlatılmaktadır. Çeşmeden su doldururken testinin musluğa değmemesini tenbih ettiği hatıralarda vardır. Bunlardan başka, Kastamonunun meşhur şifalı meyvelerinden üryani eriği ile eskiden çok yapılan kül çöreğini sevdiği de bilinmektedir.



Üstad, öncesinde ve sonrasında da çok defa olduğu gibi maalesef Kastamonu’da da birkaç kere zehirlenmiştir.
 

HAYAL ET

Well-known member
Hz. Mevlâna Halid’in Cübbesi





Mevlânâ Halid-i Bağdadî önceki asrın müceddidi olarak kabul edilen büyük bir veli ve âlimdir. Üstad Kastamonu’dayken Mevlânâ Hâlid’in müridi ve talebesi olmuş, daha sonra Afyon’da müftülük de yapmış olan Küçük Âşık’ın torunlarından Âsiye hanım, eşinin vazifesi münasebetiyle burada bulunuyordu. Vaktiyle Mevlânâ Hâlid’in sırtından çıkarıp dedesine giydirdiği cübbe kendisindeydi. Risale-i Nur’un da hâlis bir talebesi olmuş olan Âsiye Mülazımoğlu hanım, “asıl sahibi Bediüzzaman’dır” kanaatiyle, cübbeyi Feyzi Efendi vasıtasıyla Üstad’a ulaştırır. Ayrıntılar hatıralarda ve Lâhikalarda mevcuttur.





Lise Talebeleri





Bediüzzaman Said Nursi’nin Kastamonu hayatı dendiğinde, Meyvenin Altıncı Meselesinin telifine de vesile olan Kastamonu Lisesi talebelerinden de söz etmek gerekir. Anadolu’nun ilk lisesi olan bu okuldan epeyce talebe merak edip Bediüzzaman’ı ziyaret etmiş, kendisine hürmet etmiştir. Üstad’ın da bu gençlerle ciddi alakadar olduğu, onlara nasihat ettiği bazı hatıralarda geçmektedir.. Bu talebelere okulda, “Bediüzzamancı” dendiği, hattabirçoğunun bu yüzden disipline sevk edilip bir kısmının cezalandırıldığı bilinmektedir. Üstad’ın sadık talebelerinden Abdullah Yeğin de bu talebeler arasındadır.





Karadağ





Bediüzzaman fırsat buldukça kendisinin Karadağ dediği ve Risalelerde de öyle geçen Hacı İbrahim Dağı’na giderdi. Bu, bazen yürüyerek bazen de kiralanan bir binekle olurdu. Yanında da talebelerinden biri veya birkaçı bulunurdu. Âyetü’l-Kübra Risalesi burada telif edilmiştir. Bu risalenin başında “Karadağ’ın bir meyvesi” notunu düşmüştür. Kastamonu’dan ayrıldıktan sonra buradaki talebelerine yazdığı bir mektupta “Ben, ekser vakitte hayalen ve manen kendimi Kastamonu'nun mübarek dağlarında ve o kardeşlerimin yanında buluyorum” der.



Karadağ da bazı çam ağaçlarına (Barla’da olduğu gibi) çıkar, risale tashih eder, tefekkür ederdi. Bu çamlardan, adeta rüku halinde duran bir tanesi galiba o günlerin hatırasını yad için ziyarete gelenlerden kıskanılıp(!) kesilmiştir!







Hoş Bir Tevafuk





Bediüzzaman’ın hayatında çok dağlar tepeler ona mekan olmuştur. Çamlıca tepesinden, Şeyh San’an Tepesinden, Barla Tepelicesine kadar. Barla’da Çam Dağındaki Tepelice’ye çıktığı gibi Karadağda da Tepelice tepesine çıkardı. İlginç olan, Barlada karşıda Gelincik Dağı vardı, Kastamonu Tepelicesinin (Depelce) karşısında da Gelin dağı… Hoş tevafuk!

Depelce köyünden çok değer verdiği talebesi Küçük Şeyhlerin Hilmi Bey de yanına gelir bu bereketli vakitlerden istifade ederdi.





Üstad Kastamonu’da bulunduğu yıllarda da eskiden olduğu gibi istiğna ve iktisad düsturlarına tam riayetle yaşadı. Halk kendisine yardım etmek istiyor, hediyeler, bazen de para getiriyordu. Ancak o bunları hiç kabul etmemiştir. Şaşılacak derecede az yer, onlarca yamalı kıyafetlerini giyerdi. Ancak yakın talebelerinden Emin ve Feyzi gibi zatlar, sobasını yakmak gibi bazı hizmetlerini görürlerdi.



Risale-i Nurlarda, Nur talebelerinin siyasete mesafeli durmaları dersi verilmektedir. Bu da bir düstur olarak istikametli talebeler tarafından daima tatbik edilegelmiştir. Üstad’ın Kastamonu hayatı 2. Dünya savaşı yıllarına denk düşmektedir. Hemen herkesin gözü kulağı bu harple ilgili haberlerdeyken, o, bu yıllarda da güncel meselelerin hakiki iman vazifesinin önüne geçmemesi hususuna özel bir önem vermiş ve talebelerini de bu açıdan çok kere ikaz etmiştir. Bu manada dersleri Kastamonu Lahikasında mevcuttur.





Kısaca Bediüzzaman, bazı büyük bilinenlerin aksine, yakından tanıyanların kendisinden kopamadıkları bir fazilet âbidesi olarak yaklaşık sekiz sene şereflendirdiği Kastamonu’nun semalarında da hoş bir sadâ bırakmıştır.





Kastamonu’dan Ayrılış





1943 senesinde, ziyaretine gelen bazı talebelerine; yakında buradan ayrılabileceğini, bir memlekette sekiz seneden fazla kalmadığını anlatarak, talebelerin birbirleriyle tam bir kardeşlik bağıyla bağlı olmalarını tavsiye ettiği, Abdullah Yeğin tarafından anlatılmaktadır.



Özellikle Isparta’da iman hizmeti çok inkişaf ediyordu. Bundan rahatsız olunduğu açıktı. Sıkı takipler ve aramalar başlamıştı. Asıl aranan ise 5. Şua idi. Halbuki bu risalenin aslı Osmanlı döneminde, Japon başkumandanının sorduğu bazı sorulara verilen cevaplardan meydana geliyordu ve buna rağmen kimseye gösterilmiyor, yazılmıyor, neşredilmiyordu. Bir de aynı durumda olan 24. Lem’a vardı. Fakat maksatları kanunları uygulamaktan çok bu fazilet timsali, mütevazi, memleketin âsâyişinin de manevi bekçileri olan insanları ortadan kaldırmak için bahane bulmaktı ki, bu eserleri sonunda buldular ve ellerine güya bir delil geçirmiş oldular. Çeşitli illerdeki Nur Talebeleri tutuklanmaya başlanmıştı.





Denizli Safhası





Bediüzzaman, Isparta savcısının talimatı üzerine 20 Eylülde tutuklanmıştı. 13 Ekim 1943 tarihinde de Isparta’ya gönderilmek üzere yola çıkarıldı. Isparta’dan sonra da Memleket çapında önde gelen bir çok Nur talebesiyle birlikte Denizli hapishanesine gönderildi.



Denizliye Kastamonu’dan çok sayıda (20’den fazla) Nur talebesi de gönderilmiştir. Denizli hapsi, normalden çok ağır şartlar altında geçmiştir. Burada, Kastamonulu talebelerin büyük hizmetleri olmuştur. Özellikle bazı mahpusların ve gardiyanların menfi tavırları, Kastamonulular geldikten sonra son bulmuştur. Efeler diyarı Kastamonulular bu menfi tavırlara hem merdanelikleriyle, hem cömertlikleriyle son verdirmişlerdir. Bunda, Taşköprülü Sadık Beyle, Hilmi Bey’in sadakatleri asıl rolü oynamıştır. Mehmet Feyzi gibi fazilet timsali ve ilim deryası bir talebe de orada sıkıntı içindeki mazlumlara kuvvet olmuştur. Elbette Isparta kahramanlarından da kendileri çok istifade etmişlerdir. Her şeye rağmen bu hapis, vesile olduğu tanışmalar, kaynaşmalar vb bakımından güzel meyveler vermiştir. Hapishanedeki diğer mahkumlar da ibadete başlamış aralarında bir çoğu hizmete başlamıştır. Bediüzzaman’ın hapishaneye verdiği “Medrese-i Yusufiye” unvanının manası burada da tam tahakkuk etmiştir. Çekilen sıkıntıları hatıralarda bulmak mümkündür. Yapılan savunmalar da risalelerde mevcuttur. İsteyen okuyabilir.





Sıkıntıyı yalnız hapse gidenler çekmemişlerdir. Onların geride bıraktığı aileleri de çekmişlerdir. Nurdan rahatsız olanlar, geride kalanlara kasten kötü haberler vererek onları adeta perişan etmek istemişlerdir.





Bediüzzaman Kastamonu’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra (26 Kasım 1943) Tosya’da meydana gelen deprem de burada hatırlanmalıdır. Halktan çok kimsenin, bu hadiseyi de bu büyük âlimin şehirden götürülmesine ve mazlumlara reva görülen muameleye bağladığı anlatılmaktadır.



Haziran 1944’te Denizli hapsi sona erer. Buradan, Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ’a gönderilir. Kastamonulular da memleketlerine dönerler.





Bediüzzaman’dan Sonra Kastamonu





Memleketlerine dönen Nur Talebeleri, elbette fütur getirmeden, çekinmeden; Bediüzzaman’ın ifadesiyle “kemâl-i iştiyakla” hizmet başına geçmişlerdir. Bundan sonraki safhada da İnebolu özel yerini korumaya devam etmiştir. Ahmet Nazif Çelebi gibi dirayetli bir zatın hizmete sahip çıkmasının bunda büyük etkisi olmalıdır.



Buradaki Nur talebeleri zaman zaman Üstadlarını ziyaret etmeye ve mektuplaşmaya devam etmişlerdir. Fakat elbette Denizli hapsinin en yoğun yaşandığı bir yer olarak, burada hizmete düşmanlık besleyen resmi gayrı resmi kişiler karşı propagandalarını ve tacizlerini bu vesileyle yoğun biçimde yapmaya devam ettirmişlerdir. Muhtemeldir ki bu gayretlerden etkilenmiştir Kastamonu. Buna rağmen başta Feyzi Efendi, Sadık ve Hilmi Beyler olmak üzere hizmetler devam etmiştir. Yine dersler okunmuş, yine yeni simalar daireye dahil olmaya devam etmiş, yine Risaleler yazılmıştır.
 
Üst